Ulus sorununda ve kavramında “azınlık” kavramının iki farklı
kullanımının ve anlamının ayrılmaması her zaman büyük kafa karışıklığına ve
demokrasi mücadelesinin zayıflamasına yol açar: Azınlığın politik ve matematik
anlamlarının farkı.
Bu fark sadece iki farklı alana has bir fark değildir; aynı
zamanda farklı ulus kavrayışlarına da karşılık düşer. Aynı zamanda bu mücadelenin
de bir aracıdır.
Politik bir azınlığı yok etmenin yolu politik çoğunluğu yok
etmekten geçer.
Ama matematik bir azınlık yok edilemez, adı üstünde sayısal
bir azınlıktır. Bunun yolu azınlığı bir takim niceliklerle (kotalar, hasılanın
bir bölümünü aktarmalar vs.) eşitlemekten geçer.
Örneğin bir ulus, bir dille (Örneğin Türk, Kürt ve Arap
ulusları) bir dinle (İran veya İsrail) bir kültürle (Avrupa) vs. tanımlanmışsa,
o tanımlanan dilden, dinden, kültürden olmayanlar politik olarak “azınlık”
olurlar. Tanımlanan dil, din veya kültürün nüfusun çoğunluğunu oluşturması bile
şart değildir. Ama genellikle, hatta kural olarak, resmi olarak tanımlanmış
dil, din veya kültür vs. aynı zamanda çoğunluğun veya nüfus içindeki en büyük grubun
dili, dini, kültürü ile özdeştir.
Yani diyelim ki, Türklükle tanımlanmış ulusta, Türkçe Resmi
dildir. Her yurttaşın onu bildiği veya bilmek zorunluluğunda olduğu varsayılır;
Okullarda Türk Edebiyatı ve Türk Tarihi okutulur vs. vs.. Okullar ayrıdır. Bu
fiziksel değil, içeriksel bir ayrılık olarak anlaşılmalıdır. Irkçı biçimlerde
okulların ayrılığı fiziksel bir ayrılığa da denk düşer.
Böyle bir ulusta ana dili Türkçe olmayanlar veya kendini
Türk kabul etmeyenler, bir politik
azınlık durumunda olurlar; nicelik olarak azınlık olmamaları bir anlam
taşımaz. Baskı altında yaşarlar. Matematik olarak bir azınlık olmaları bile
şart değildir. Bunlar politik
azınlıklardır.
Bu azınlıklara karşı politik çoğunluk şöyle davranabilir:
a)
Onların varlığını tümüyle inkar edip, onları çoğunluğun
dilini, dinini öğrenmeye veya ona göre yaşamaya zorlamak. (Tipik örneği
Türkiye, İran)
b)
Onların varlığını tanıyıp, onlara kendi dillerini
öğrenebilecekleri ek dersler koymak
veya onlara belli hareket alanları sağlamak, örneğin devlet dairelerinde onlara
tercüman vermek. (Tipik örneği bugünkü Avrupa veya Kuzey Irak’taki Kürt Devleti
veya resmi adıyla “Kürt Özerk Bölgesi”). Türkiye’nin liberalleri de Türkiye’nin
böyle olmasını hayal ediyorlar.
Türkiye’deki mücadele, birincisinden ikincisine geçme
mücadelesidir denebilir.
Devlet ve Hükümet, bu geçişi olabildiğince yavaş, az ve
gıdım gıdım, küçük adımlarla; devletin gücünü hiçbir şekilde zayıflatmayacak
şekilde yapmaya çalışıyor.
Kürt Hareketi, Kürtlerin azınlıkta olduğu yerlerde, Türklerin
(Kürtlere ve diğer azınlıklara) bu azınlık haklarını tanıdığı; Kürtlerin
çoğunlukta olduğu yerlerde de Kürtlerin (Türklere ve diğerlerine) benzer
azınlık haklarını tanıdığı bir modeli savunmaktadır.
Türk Devleti, fiilen Kürtlükle tanımlanmış, ama kendine
eyalet veya demokratik özek denen bir bölgenin, karar vermesini kabul
edemeyeceğini; bunun fiilen iki devlet anlamına geleceğini ve bölünme olacağını
söylüyor. (Ki doğrudur.)
Yani ulusun Türklükle tanımlanmasını tartışma konusu bile
yapmıyor ve Türklükle tanımlanmış ulusta, Türklüğü daha gevşek tanımlayarak, (örneğin
Irkla değil de Kültürle tanımlayarak ama yanı zamanda “azınlıkların” kendi dillerini öğrenme hakkını da tanıyarak)
gidebileceği en ileri noktayı çizmiş
bulunuyor.
Kürt Özgürlük hareketi ise, “Korkma benim ayrı devlet kurma
gibi bir niyetim yok; sen istesen de ben bölünmem” diyerek, Kürtlerin Politik
bir birim olarak bölünmemeye kendilerinin karar vereceği bir biçimi hedefliyor.
Ama Kürt Özgürlük Hareketi de ulusun bir dille tanımlanmasını aynen Türk
Devleti gibi algılıyor.
Kürtlerin bir kısmı da bunu, şimdilik mecburen köprüyü
geçinceye kadar ayıya dayı demek gibi kabul edip, aslında bir Kürt devletine
giden yol için, taktik bir aşama olarak görüp öyle destekliyor.
Aslında Kürtler, Türk devletinin ilerde çok zorda kalınca
vermeyi kabul edeceğini; yani azınlıkları tanımayı falan, şimdiden
uyguluyorlar. Yani Avrupa Modeli ya da Türk devletinin gideceği en ileri nokta,
az çok Kürt belediyelerinde var.
Kürt Özgünlük Hareketi, Türk devletini, azınlıkların
haklarının tanındığı eşit iki partner olarak Kürt ve Türk devletlerinin
birliğine razı etmeye; Türk Devleti de Kürt Hareketi’ni Türk devleti içinde
tanınmış azınlık hakları ve genişletilmiş bireysel haklarla, (ama merkezi ve
bürokratik yapıya hiçbir şekilde dokunmadan) kalmaya zorluyor.
Bu iki programın çatışması kaçınılmazdır er veya geç çatışma
çıkacaktır.
Ancak iki modelde de ulus bir dille tanımlanmakta ve
azınlıklar bulunmaktadır. Bu azınlıklar politik azınlıklardır. Yani ulus öyle tanımlandığı için var olan
azınlıklardır.
Ama bu azınlıkları yok etmenin bir yolu daha vardır; çoğunluğu yok etmek.
Yani ulusun Türklükle, Kürtlükle vs. tanımlanmasını reddetmek.
Bu nasıl bir eydir veya nasıl olur?
Bu nasıl bir eydir veya nasıl olur?
Ulusun resmi dili olmaz; herkesin ana dilinde eğitim hakkı olur (ana dilini öğrenme hakkı değil, bu
bir azınlık hakkıdır) okullarda herhangi bir dilin edebiyatı değil; tüm
dillerden eşit sayıda temsilcinin bir araya gelerek belirlediği bir kurulun
hazırladığı (yani ne Türk, ne Kürt, ne Ermeni, ne Çerkez, ne Süryani, ne Rum
vs. ama hepsinden biraz.) bir edebiyat kitabı okutulur. Herkes kendi ana
dilinde ama aynı edebiyat kitabını okur. Tarih kitabı da öyle hazırlanır. Her
dilden, dinden, kültürden tarihçilerin ortaklaşa hazırladığı ne Türk, ne Kürt,
ne Yunan, ne Ermeni vs. tarihi olmayan bir Tarih. Tabii herkes bu aynı tarihi,
tıpkı aynı fiziği kendi ana dilinde okuduğu gibi, kendi ana dilinde okur. Dil
sadece bir araçtır, içeriği belirlemez. Bu sistemde okullar ayrı değildir. Bu
fiziksel bir ayrılık olarak anlaşılmamalıdır, içeriksel bir ayrılık yoktur.
Herkes aynı eğitimi kendi ana dilinde görür. Dilin (aynı şekilde dinin, kültürün
vs.) politik bir anlamı yoktur. Devlet Dil körüdür veya diller karşısında
tarafsızdır.
Böyle bir ülkede politik azınlık olmaz; çünkü artık politik
olarak tanımlanmış bir çoğunluk yoktur.
Bu demokratik bir cumhuriyetin olmazsa olmaz koşuludur.
Bu amaç için mücadele etmek, hem Türkleri, hem Kürtleri, Hem
Ermenileri karşıya almak demektir. Çünkü Türkler, Kürtler, Ermeniler vs. hepsi,
politik olanın böyle bir dile, dine dayanmadan tanımlanmasını bile tasavvur
edemeyen gerici milliyetçilerdir.
O halde bu Demokratik Cumhuriyet için mücadele her şeyden
önce Türkleri Türklüğe karşı; Kürtleri Kürtlüğü karşı, Ermenileri Ermeniliğe
karşı, yani Hazreti Muhammet’in deyimiyle kendi nefislerine karşı kutsal savaşa
çağırmak demektir. Bu savaşta da en etkili çağrılar Türkler Türklere Türklüğe karşı
savaş çağrısı yaptığında; Kürtler Kürtlere Kürtlüğe karşı savaş çağrısı yaptıklarında
yapmış olurlar
Elbette Türklüğe karşı olmak derken, politik olanın
Türklükle tanımlanmasına karşı olmayı kast ediyoruz. Ancak böyle bir Türklükle
tanımlanmamış bir demokratik cumhuriyette, Türkler de en özgür biçimde örgütlenebilirler.
Ama o örgütlülükleri bir futbol takımı taraftarlarının
örgütlülüğünden farklı olmaz ve olmamalıdır.
İşte politik azınlıkların böyle tamamen ortadan kalktığı,
dil; din, kültür körü bir demokratik Cumhuriyette de azınlıklar sorunu olacaktır.
Ama oradaki azınlıklar sorunu artık politik olarak azınlıklar değil; matematik azınlıklar sorunu olacaktır.
Evet, diyelim ki bütün diller eşit olacaktır ama çoğunluklar
sırf çoğunluk oldukları için, politik alanın dışında, günlük hayatta bazı fiili
imtiyazlara sahip olacaklardır.
Demokratik bir cumhuriyet, bu politik olmayan, matematik bir
azınlık olmaktan doğan dezavantajlı durumlara karşı da tedbirler almak
zorundadır.
Bunu politik olarak baskı altında bulunmayan engelliler, çocuklar veya yaşlılar üzerinden örnekleyebiliriz.
Bunu politik olarak baskı altında bulunmayan engelliler, çocuklar veya yaşlılar üzerinden örnekleyebiliriz.
Türk bir engelli, Türk olduğu için, Türk olmasından doğan
özel bir baskıya uğramaz veya engelliliği nedeniyle politik bir baskıya uğramaz.
Ama engelli olduğu için, genellikle yollar, merdivenler, tabelalar gören ve
yürüyen çoğunluktaki insanlara göre yapıldığından sürekli olarak baskı altında,
dezavantajlı bir durumda yaşar.
Nüfusun çoğunluğu tekerlekli sandalye ile hareket etseydi
muhtemelen bütün yollar tekerlekli sandalyelere göre yapılır ve engelliler özel
bir baskı altında olmazlardı.
Burada tamamen hiçbir politik anlamı olmayan, tamamen
matematiksel bir azınlık sorunu vardır.
İşte, sadece özürlüler için değil, farklı dinler, diller
için de böyle matematiksel azınlık sorunları da olabilir.
İşte demokratik bir cumhuriyet, artık, bu matematik azınlıkların
da, tümüyle ortadan kaldırılamasa bile daha az problemli yaşayabilmeleri için
de kaynaklarının bir kısmını ayırmak, onlara kotalar ve sağladığı imtiyazlarla,
bu azınlık durumunda bulunmalarından doğan eşitsizliği minimuma indirgeyen
uygulamalar yapmak zorundadır.
Türkiye’de matematiksel azınlıkların hiçbir değeri yoktur
ama devlet bu matematik azınlıklara yönelik yaptığı kimi uygulamaları, (örneğin
seçimlerde engellilerin oy kullanmaları) sanki politik azınlıklar çözümüne de
cevapmış gibi koyarak, matematik azınlıklar konusunu, politik azınlıklar
sorununu engellemenin bir aracına dönüştürmektedir.
(Aslında reformların devrimci mücadelelerin yan ürünleri
olmalarının bir başka örneğidir bu. Kürtlerin mücadelesi, devleti daha önce hiç
değer ve kulak vermediği, matematiksel azınlıklara ilgi göstermeye ve o alanda
verdiği tavizleri Kürt hareketine karşı kullanmaya itmiş; bu da engellilerin hayatlarında
küçük de olsa bazı iyileştirmeler sağlamıştır.)
Çünkü Matematik azınlıklar Türk devletinin var oluşundaki
temeli, ulusun Türklükle, bir dille tanımlanmasını sorun etmemektedir ve tehlikeye
atmaz. Aksine onu pekiştirmenin bir aracı olarak kullanılabilir.
Bu nedenle, matematik azınlıkların hakları için mücadele
edenler, sorunlarının gerçekten çözümünün her zaman politik azınlıkların yok
edilmesinden; dolayısıyla çoğunluğun yok edilmesinden; Türklüğün yok
edilmesinden geçtiğini görmelidirler.
Bu nedenle de Türklüğü terk edip (ulusun Türklükle
tanımlanmasına son verme mücadelesine girip) birer Demokrata dönüşmelidirler.
İşçi sınıfı nasıl
gerçek sosyal eşitlik (sosyalizm) görevini, ancak biçimsel eşitliğin(demokratik
cumhuriyetin) olduğu yerde önüne koyabilirse; matematik azınlıklar da gerçekten
sorunlarını ancak politik azınlıkların olmadığı yerde ortaya koyabilir ve
çözebilirler.
Bunun biricik yolu ise, politik azınlıkları yok etmekten
bunun için de politik çoğunluğu yok etmekten geçer.
Politik çoğunluklar yok olduğunda politik azınlıklar da yok
olur ve matematik azınlıkların sorunu gündeme gelebilir.
Demir Küçükaydın
26 Ekim 2014 Pazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder