Bayram gelmiş neyime
Kan damlar yüreğime
Tarihe ve bugünkü olaylara sınıf kavramı olmadan
baktığınızda onları açıklayamazsınız.
Bu hükümet neden Kobane’nin düşmesini ister?
Neden Rojava’daki kantonların varlığından rahatsızdır?
Neden kara gücü yok diye tutturan; Barzani için uçakları
harekete geçirip İŞİD’i hareketsiz bırakan “koalisyon”, İŞİD’e karşı Kobane’de
destanlar yaratan bu kara gücüne en küçük bir destek vermez
Bunu Kürtlük, Türklük, Araplık ile açıklamak olanaksızdır.
Neden belli gücün veya belli bir grup insanın hedefi ve
çıkarları şundadır da başka gücün veya belli bir grup insanın hedefi ve
çıkarları bundadır?
Bu soruyu sorup da nedenlerin nedenlerine girdiğinizde,
karşınıza iktisadi bakımdan konum ve
çıkarları farklı insan grupları, yani sınıflar, zümreler, tabakalar
(bunların hepsine birden de sınıflar denebiliyor) çıkar?
Bir işçi veya emekçi iseniz, sermayenin korkunç kar hırsı;
devletlerin muazzam gücü ve keyfiliği karşısında demokrasinin ve demokratik
hakların biricik savunma mekanizması sağladığını görürsünüz; gündelik
hayatınızdan bilirsiniz.
Bugün burjuvazinin kendi uygarlığının alâmetifarikasıymış gibi
gösterdiği bütün demokratik haklar (genel oy, fikir ve örgütlenme özgürlüğü,
grev hakkı vs.) aslında burjuvaziye ve devletlere karşı işçi ve emekçilerin
mücadelesiyle kazanılmışlardır.
AKP bir burjuva partisidir. Türk Devleti binlerce yıllık, Sümerlerden
beri gelen, Firavunların, Nemrutların keyfi şark devletinin bugünkü aktüalize
edilmiş (update edilmiş) versiyondur. Bu devletin her türlü demokratik hakkın
düşmanı burjuvaziye; burjuvazinin bu Firavun ve Nemrut devletine ihtiyacı
vardır.
Bir Barzani ile bir Esad ile bir İŞİD ile fazla bir sorunu
yoktur kimi menfaat ve çıkar çekişmeleri dışında AKP’nin veya Türk devletinin.
Ama ezilenlerin bir parça soluk almasını, örgütlenmesini sağlayacak girişimler
karşısında hepsi domuz topu oluverir.
Kobane veya Rojava'daki demokrasi deneyidir bu hükümetin yok
etmek istediği. Eğer Türkiye’nin Kürtleri, Suriye’nin Kürtleri Barzani’nin
peşinden gitseler; demokrasi, özyönetim, dillerin ve dinlerin eşitliği gibi
dertleri olmasa, Koalisyonun veya Türk hükümetinin uçakları, tankları çoktan
İŞİD mevzilerini bombalamış; İŞİD çoktan kuşatmayı kaldırmış olurdu.
Bu nedenle Kobane’deki mücadele özünde bir sınıf
mücadelesidir. Ezilenlerin demokratik özlem ve hedefleriyle; egemenlerin ve
devletlerin bu özlem ve hedeflerde ölümü gören yapıları, özleri, konum ve
çıkarları arasındaki bir mücadeledir.
Bu sınıf mücadelesini, Kürtlere karşı bir mücadele olarak
göstermeye çalışmak ve bunda ısrar etmenin kendisi de bir sınıf mücadelesidir.
Bunun en açık kanıtı hiçbir konuda anlaşamayanların; yani hem
Kobane’ye saldıranlar, onu korumayanlar, yardım etmeyenler; Yani Türk devleti,
Hükümet, Koalisyon, ABD, Almanya vs. hepsi; hem de Kürt burjuvazisi, bunun
Kürtlerle İŞİD arasında bir savaş olduğunda söz birliği ediyorlar. Onun
demokrasi ise merkezi ve keyfi iktidarlar; reaksiyoner ve demokratik bir
ulusçuluk arasında bir savaş olduğunu ağızlarına bile almıyorlar.
Yani bunun aslında bir sınıf savaşı olduğunu, kavramlar
üzerinden bir sınıf mücadelesi vererek gizliyorlar. Bu gizlemenin kendisi sınıf
savaşının bir açığa vuruluşundan başka bir şey değildir. Sınıf savaşı olduğunu
vurgulamamanın, gizlemenin kendisi bizzat bir sınıf savaşıdır.
Bu savaşın bir sınıf savaşı olduğunu savunmak da sınıf
savaşının bir görünümüdür.
*
Bu nedenle, Türk devleti ve hükümetinin sınıf karakteri
değişmediği sürece, esas hedefi hep Kobane’yi yok etmek, teslim almak
olacaktır.
Bunun da anlaşılamayacak bir yanı yoktur.
Türklük ve Müslümanlıkla tanımlanmış bir ulusu ve ulusçuluğu
savunan AKP ve Türk devleti (ve tüm koalisyon güçleri) karşısında; her şeye
rağmen tüm dillere ve dinlere eşit mesafede kalmaya çalışan; bir dille ya da
soyla tanımlanmamış ve laik bir Kobane; binlerce yıllık merkezi devlet ve
bürokrasi karşısında İsviçre benzeri bir yapılanmayı savunan bir Kobane, ateşle
su gibi yan yana bulunamaz. Birinin olduğu yerde diğeri var olamazdı.
Kimi bakteriler için oksijen öldürücüdür, kimi bakteriler
ise ancak oksijende yaşayabilir. Türk devleti ve bu iktidar için, her türlü
demokrasi tohumu, onun soluk almasını ve var oluşunu olanaksız kılan oksijen
gibidir.
Bu temel fark nedeniyle, demokratım diyen her insan, her “Türk”
“kendi” devlet ve hükümetine karşı bu deneyin, girişimin yanında yer almalıdır
ve almalıydı.
Ancak böylece bir “Türk” olmaktan çıkıp bir demokrata dönüşebilir.
Buna hangi “gerçekçilik” gerekçesiyle olursa olsun yan
çizen; hiçbir şey yapamıyorsa, tırnaklarıyla, dişleriyle bu devletin ve
hükümetin yüzüne bir cırmık olsun atmaktan kaçan, fiilen hükümetin ve devletin
destekçiliğini yapmış olurdu ve olmuştur.
Dolayısıyla tıpkı hükümet gibi eline Kobane direnişçilerinin
kanı bulaşmıştır.
Bu kan, Macbeth’in ellerindeki kan gibi, çıkmayacak ve onlar
bu kanı temizlemek için daha büyük kanlar dökeceklerdir.
*
Üç gün önce, hükümetin geri adım attığını ama esas hedefinin
aynı kaldığını yazmıştık:
“Özetle, öyle
görülüyor ki, hükümet kendi politikaları sonucu iyice tecrit olduğu için, daha
fazla tecrit olmayı göze alamamış ve şimdilik geri bir adım atmıştır, kendini
güçlü hissettiği ilk anda tekrar saldırmak üzere.
Ama şimdilik,
·
Suriye’nin
anılmaması,
·
Müttefiklere
geçiş
·
Demirtaş’la
görüşme,
·
Güvenlikli
Bölge yerine “Güvenlik cepleri”
·
“Çözüm
Süreci Kurulu”
Bu beş geri adım belli
bir yumuşama yaratabilir.” diye yazmıştık.
Ertesi günü gelişmeler bu öngörüyü doğruladı.
Aslında hiç biri hükümetin amaçlarından var geçtiği anlamına
gelmeyen ve hiçbir somut taviz anlamı taşımayan yeni bir konumlanmaya geçmiştir
hükümet.
Kürt hareketi de, Kobane düşse bile bunun ateşkesi bitirmek
için bir neden olmadığını zımnen kabul etmiş bulunmaktadır.
Öcalan’ın şu sözlerinde, doğrudan Hükümetin anılmaması ve
somut değil kategorik bir ifade ve
ilişkiden söz edilmesi; öznesi belirsiz cümle, köprülerin atılmayacağını
göstermektedir:
''Kobane kuşatması
sıradan bir kent kuşatması olmanın çok ötesinde, sadece Kürt halkının
demokratik kazanımlarını hedeflemekle kalmayıp Türkiye'yi de yeni bir darbe
sürecine sokacaktır. Bu katliam girişimi amacına ulaşırsa hem süreci
sonlandıracak, hem de yeni ve uzun sürecek bir darbenin temellerini atacaktır"
Öyle görülüyor ki, hükümet de Öcalan da köprüleri atacak
durumda değiller ve her ne kadar giderek sonuna geliniyorsa da, kazan kazan
durumu ve ateşkes bir süre daha sürecektir.
Yani aslında “barış” şu an savaşın bir biçimi olarak
sürmektedir.
*
Hükümet, yeni durumda yeni bir stratejiye geçti.
Kobane'yi alnına silah dayalı bir rehine olarak tutup şantaj
yapma stratejisi. İŞİD silahını Kobane’nin kafasına dayalı tutmak, iradeni bana
teslim etmezsen elimden bir şey gelmez demek. Hem yardım etmemek hem de
ettirmemek.
Davudoğlu, Kobane’nin düşmesini istemeyiz dedi.
Davudoğlu, Kobane’nin düşmesini istemeyiz dedi.
Bunun anlamı şuydu. İstemeyiz ama bizim dediklerimizi
yaparsa.
Bunun uygulamasına da dün akşam geçildi. Koalisyon
uçaklarının Kobane’yi kuşatmış İŞİD mevzilerine iki üç bomba atmasına
Türkiye’ce izin verildi.
Böylece mesaj verildi. Bakın gerekirse sizi koruyabiliriz
ama iradenizi bize teslim edin. Kantonları feshedin.
Böylece aynı zamanda, Kobane’de savaşanların savaş morali de
bozulup satın alınmaya, çökertilmeye çalışılıyor. Dediklerimizi kabul edin öyle
savaşarak teker teker ölmenize gerek yok. Uçaklarımız onların işini bitirir.
Salih Müslim dün gece, “Türkiye
Kobane’ye yardım için PYD yönetiminin ve kantonların feshini şart koşuyor, bu
bir şantajdır, kabul etmiyoruz” dedi.
Bu, Türk devleti ve hükümeti Kobane'ye yönelik ve Kobane
aracılığıyla uzun bir işkence dönemini başlatıyor demektir.
Türkiye bir yandan bekleyecek, (aslında bu bekleme
Türkiye’den halkın ve gönüllülerin Kobane’ye destek vermesini engellemeye
yöneliktir) böylece İŞİD çetelerine fiilen destek olacak; tam Kobane tükenmek
üzereyken, birkaç bomba ile ona soluk aldırıp yine soracak “hala teklifimi
kabul etmemekte ısrar ediyor musun?”
Bu polis işkencesine Kobane’nin direneceği ve teslim
olmayacağını biliyoruz.
Kobane’dekiler kendi üzerlerine düşeni fazlasıyla yaptılar
ve yapıyorlar.
Biz de bir şeyler yapmalıyız.
Hükümetin bu yeni stratejisi, aynı zamanda bizler için de, hükümeti tecrit etmek, onun gerçek yüzünü
açığa çıkarmak; örgütlenmek; askeri olarak da İŞİD’i kuşatmak ve arkadan
vurabilir hale gelmek için zaman kazanmak demektir.
Hükümet ancak astarı yüzünden pahalı hale geldiğinden bu
stratejiden vaz geçebilir.
Öte yandan, hükümet her halükarda işin içinden karla
çıkacağı bir opsiyonun elinde bulunduğunu düşünmektedir.
Kobane’nin kazanacağı belli olursa (çünkü İŞİD saldırıyor
ama çok büyük kayıplar da veriyor, bir noktadan sonra İŞİD saflarında çözülme başlayabilir),
son anda, destek içinmiş gibi Kobane’ye girerek, Kobane kantonunu fiilen işgal
etmeyi ve böylece İŞİD’in yapamadığını kendisi yapmayı; bunu da bir
kurtarıcılık imiş gibi satmayı düşünmektedir.
Kobane teslim olmayacağına göre, tüm savaşçılar tükenmek üzereyse,
bu sefer son anda katliamı önlemek içinmiş gibi girdiğini ve Kobane’nin
düşmesini engellediğini söyleyebileceğinin hesabını yapmaktadır.
Hükümetin bu oyunlarını bozmak için tüm Türkiye’yi bir
mücadele alanına çevirmek gerekiyor.
Bunun için ilk şart, Kobane’deki savaşın Kürtlerle İŞİD veya TÜRK devleti arasında değil; az çok demokratik bir ulus anlayışıyla reaksiyoner ve ırkçı ulus anlayışları arasında olduğunu iyi anlamak ve bu açıdan savunmak gerekiyor.
Bunun için ilk şart, Kobane’deki savaşın Kürtlerle İŞİD veya TÜRK devleti arasında değil; az çok demokratik bir ulus anlayışıyla reaksiyoner ve ırkçı ulus anlayışları arasında olduğunu iyi anlamak ve bu açıdan savunmak gerekiyor.
Savaşı bir Kürtlük Savaşı gibi gösterenler Kobane
savaşçılarını tecrit ederek Hükümetin ekmeğine yağ sürüyorlar.
Orada savaşan herkes Kürt bile olsa hedefleri demokrasi olan
insanlar demokrattırlar.
Bunu Batı’ya anlatmanın ve hükümeti kuşatmanın tek yolu
Kobane’de savaşanların Türkiye’de demokrasi ve gerçek bir laiklik için
savaştığını göstermektir.
Kobane savaşı pek ala Taksim’de de kazanılabilir.
Demir Küçükaydın
04 Ekim 2014 Cumartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder