Kürt hareketinin olası evrimi ve neler yapması gerektiği
üzerine yazmaya devam ediyoruz ama önce Kobane.
ABD’nin “Türkiye-Suriye
sınırındaki Kobani’ye ‘Irak’taki Kürtlerden temin edilen‘ silah, mühimmat ve
tıbbi yardımın bu sabaha karşı havadan indirildiğini” duyurması müthiş önemli bir gelişmedir.
Kobane’ye (ABD açıklaması YPG’ye demiyor, hala bu ifadeyi
kullanmıyor.) Hercules uçaklarıyla yapılan bu yardım, az ve sembolik olsaydı
bile müthiş önemliydi.
Kaldı ki Kobane’deki savaşın dengesini bile değiştirebilecek
düzeyde, ciddi bir yardım olduğu varsayılabilir. Çünkü “YPG’nin sözcülerinden Polat Can, ‘Kobani’ye büyük miktarda silah ve mühimmatın ulaştığını‘ açıkladı. Can,
açıklamayı Twitter’dan yaptı.” (Diken).
Böylece yardımın önemi katmerlenmektedir.
Bu, bütün Ortadoğu’nun dengelerini ve geleceğini
değiştirecek çok önemli bir kırılma
noktasıdır.
ABD bu hamleyi, Türk devleti ve hükümetinin fiilen İŞİD’i
destekleyen politikalarına karşı geçici bir hamle olarak, bir baskı oluşturmak
için yapmış da olabilir.
Kobane’nin hala düşebileceğini en yetkili ağızlarından
söylemeye devam etmesi, fiilen bu anlama da gelmektedir.
Yani ABD, Türk devletinin politikasında bir dönüş yapması,
dayatmalarından vazgeçmesi halinde hava desteğini ve böyle silah aktarımını
durdurup, Kobane’yi IŞİD’e olmasa bile Türkiye’ye teslim edebilir. Artık çok
zayıf olmakla birlikte, hala böyle bir olasılık bulunmaktadır. Dua edelim ki bu
hükümet ve devlet şimdiki politikasında ısrar etsin.
Eğer bu sadece bir olasılık olarak kalır ve ABD en azından
PKK ve YPG’ye dolaylı olarak destek verir ve rezervlerini kaldırırsa, bu Ortadoğu’da
PKK ve YPG’nin yükselişi başlıyor demektir.
YPG’nin şimdiden 60.000 civarında tecrübeli savaşçısı var.
Bu denge değişimi, Suriyeli laik ve daha demokrat muhaliflerin YPG ile ittifaka
veya onun saflarına yönelmesi yönünde bir akım yaratır.
Bu da ayrıca ek olarak, YPG’nin Suriyeli muhaliflere
akıtılacak para ve silahlara daha çabuk ve kolay ulaşması anlamına gelir ve bir
kartopu etkisiyle, YPG hızla politik ve askeri olarak büyümeye başlar.
Buna Kobane’deki muhtemel zaferin sağlayacağı muazzam
prestiji de eklemek gerekir.
Ayrıca PKK ve YPG toplumsal tabanını da kolayca ve hızla
geliştirebilir. Çünkü dillere ve dinlere eşitlik vaat etmekte; bunu uygulamaya
çalışmaktadır.
Ayrıca PKK ve YPG, normal halka, IŞİD’in terörle sağladığı emniyeti ve günlük hizmetleri sağlamakla
kalmamakta; aynı zamanda diller ve dinler karşısındaki tarafsızlığı ile daha
özgür bir alternatif de sunmaktadır.
Bu kısa zamanda Sünni, Alevi ve Hıristiyan Arapları ve diğer
dillerden olanları da kazanabilme potansiyeline sahip olduğu anlamına gelir.
Bir süre sonra, Bütün muhalefet hatta bugün “Sünni İslam”
veya “Selefi İslam” diktatörlüğüne karşı Esad’la kader birliği yapmak zorunda
kalan Hıristiyan ve Aleviler bile birden saf değiştirebilir.
Bu Suriye’de bir devrimci kabarış ve bir devrimin zafer
kazanması demektir. Bu da birden, bir saman yangını gibi, bütün Ortadoğu’yu
kaplayan bir devrimci kabarışa yol açabilir. Bu da tüm dünyadaki dengelerin
altüst olması demektir.
Böyle bir gelişme elbette PKK’nın Irak ve İran’daki konumuna
da muazzam güç katacaktır. Tabii Türkiye’deki durumuna da.
Yakın zamanda, Ortadoğu çapında, neredeyse eşzamanlı,
devrimci bir kabarış yaşanabilir.
*
İki yıl önce, Öcalan’ın Diyarbakır Newroz’undaki mesajı
okunduğunda, “Ortadoğu devrimi 21 Mart’ta
başladı” diye bir yazıya başlamıştık. O satırları yazarken, elbette uzun
sürecek bir sürecin başından söz ediyor ve çok uzun bir süreci var sayıyorduk.
Ancak şu an gelişmelerin yuvarlanan bir kartopu gibi
kendisini besleyeceği; sonuçların nedenleri pekiştireceği, bir hızlanma
sürecine girildiği görülüyor.
Önümüzdeki birkaç yıl Kürt Özgürlük Hareketinin başını
çektiği bir devrimci kabarışın, Ortadoğu’yu alt üst ettiğini; 1848 devrimleri
gibi, bir “Halkların Baharı” yaşandığını görebiliriz.
Bu devrimin ihanete uğramaması için genel ve temel sorunlar
giderek daha büyük önem kazanmaktadır.
Ve bu noktada küçük iki ayrıntı gibi görünen iki haberin de
tarihsel anlamlarını da görelim.
Bölge devletleri, ABD, İsrail vs. Kürt hareketi içinde esas
olarak, PKK ve YPG’ye karşı Barzani’yi desteklemeye devam edeceklerdir. Özgürlük
Hareketi içindeki Barzani’ye eğilim duyan “ilkel milliyetçileri” kollayıp
cesaretlendireceklerdir.
Ama onu sadece silah, ekonomi ve politikayla değil, anı
zamanda onun hedefini de destekleyeceklerdir. Bu hedef kendi amaçları ile
uyumludur. Sadece Kürtlükle tanımanmış bir devlet.
Bu nedenle, ABD’nin parmağı hep Barzani’yi gösterecektir Kürtlere.
Bu, son askeri yardımı bile, pek ala kendisi doğrudan da yapabilecek iken, Barzani’nin
verdiği silahları atarak; mesajı oraya doğru vermektedir.
Aynı mesajı Türkiye’de vermekte ve Barzani’nin vereceği
silahların Türkiye üzerinden geçişine izin verildiği haberi okunmaktadır.
Aynı gün, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, “Orta Doğu'daki ılımlı güçler arasında daha
geniş bir ittifakın parçası olarak bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulması”
çağrısı yaptı.
Yani halkların birliği değil. PKK ve Kürt Özgürlük
Hareketi’ne karşı; bir devrimci kabarışa karşı; Kürtlük üzerinden tanımlanan
bir devlet. Bölünmenin ve düşmanlıkların devam etmesi. Kanamanın sürmesi. Çünkü
halkların Ortadoğu’da eşit olarak var olacağı ve demokratik bir cumhuriyet
İsrail için ölüm demektir.
Bu nedenle aşağıda ve neredeyse bütün yazılarımızda ele
aldığımız konular giderek daha büyük bir önem ve aciliyet kazanıyor.
Gelelim tekrar genel ve temel konulara ve kaldığımız yere.
*
Dikkat edilirse yazılarımızda Kobane’deki savaşa destek için
her şeyi yapıyoruz ama aynı zamanda Kobane’de savaşanlara ve Kürt Özgürlük
Hareketine, Kobane’de uygulanan modelin, tarihsel olarak yanlışlığı ortaya
çıkmış; birleştirici değil bölücü; içinde yenilgilerin ve bütün çatışmaların
tohumunu taşıyıcı bir model dolduğunu; bu modelin ve programın aşılması
gerektiğini söylüyoruz.
Böyle anacık babacık günlerinde, savaşın ateşi ortasında
bunun sırası mı diyenler olabilir. Sırasıdır, çünkü bizzat bu savaşın
kazanılması için de çok önemlidir ve bu savaşın gerçek karakterinin anlaşılması
için de çok önemlidir.
Bir de şöyle itiraz edilebilir: Kürt Hareketi adı üstünde
Kürt hareketi, bu harekete “Kürt hareketi olmaktan çıkman lazım” demek,
olmayacak duaya âmin demektir; böyle bir dönüşüm olmaz, bu boşuna kürek
sallamaktır.
Birincisine kısaca cevap verip ikinci itiraza geçelim zaten bu
yazının konusu bu.
Kobane’yi IŞİD orada Kürtler yönetimde olduğu için değil;
orada az çok paternalist bir korumacılıkla bile olsa bir demokrasi ve silahlı
halk hareketi olduğu için; bu hareket herhangi bir dile veya dine dayanmama
iddiasında olduğu için saldırmıştır.
Bugün bu harekete dünyada ve Türkiye’de bir destek ve
sempati varsa bu da tam bu özelliği nedeniyledir.
Bu hakikat çekirdeğini unutarak orada sanki Kürtlüğe karşı
bir savaş varmışçasına Kürtlük vurgusu üzerinden Kürtlere çağrı yapmak, sadece
işin özünü örtmez; sadece “ilkel milliyetçiliğe” prim vermez ve onun ifadesi
değildir; aynı zamanda oradaki direnişi müttefiklerinden de tecrit eder. Kısa
vadede belki bu kazanç getiriyor gibi görünebilir ama aslında kısa vadede bile
yedeklerin yitirilmesine yol açar.
Bu bizzat gösterilerde görüldü. Kobane için pek ala Aleviler
ve Şehirlerde “batılı yaşam tarzındakiler” de harekete geçebilirdi. En azından
tarafsız veya hayırhah bir tutuma çekilerek devletin provokasyonlar için
dayanacağı tabanı daraltılabilirdi. Mahallesindeki okulunun İmam Hatip olmasına
karşı şu an esas savaşın Kobane’de verildiği; bunun bağlantısı anlatılabilirdi.
O zaman insanlar çok daha geniş bir kitle olarak Kobane’ye
destek için mobilize edilebilir; vapuru işgal edip Kobane’ye destek isteyen
gençlere, vapura binmek için orada bekleyen “laikçi teyzeler” itiraz etmez ve
“normal halk” tekme tokat girişmezdi. O zaman karşı çıkacakları yerde, tıpkı Gezi
günlerinde olduğu gibi, destek sloganları atıp alkışlarla destek
verebilirlerdi.
Kadıköy’deki böyle davranış, hükümetin daha derin ve geniş
bir tecridine yol açacağından, hükümet de daha erken ve daha fazla geri adımlar
atıp tecridini engellemeye yönelebilirdi ve bütün bunlar da ölümleri
engelleyebilirdi. Hep protestolarda; hem de Kobane’de.
Bu şu an acil olarak Kobane’yi savunmayla, yani kısa vadeli
olarak görülebilecek yanı.
*
Ama esas konumuza gelelim.
Kürt hareketinden, Kürtlüğün ezilmesi üzerinden var olan bir
hareketten; kendini aşmasını; bir demokrasi hareketine dönmesini beklemek
yanlış değil mi?
Kürt hareketi sadece Kürt Hareketi olarak kalsa bile elbette
ki nesnel sonuçlarıyla; bu devleti ve hükümeti zorlayarak; tecrit ederek; en
altta kalmış kesimleri politik olarak aktif mücadeleye sokarak; modern
yurttaşlar haline getirerek elbette nesnel olarak sonuçlarıyla
demokratlaştırıcı bir işlev görmektedir. Bu zaten veridir. Bundan söz
etmiyoruz.
Biz, sürekli olarak, Kürt hareketine daha ileri bir program
öneriyoruz ve bunun için de Hazreti Nuh’un çözümünden (Dillere ve dinlere göre
tanımlanmış politik birimlerini eşit ilişkisinden) Hazreti Muhammet’in
çözümüne; dilin ve dinin politik her türlü anlamının ortadan kaldırılması; (Somut
olarak bu tüm dillerin eşitliği; ana dilde eğitim hakkı ve tarihin ulusal tarih
olmaması, herkesin ana dilinde ama tıpkı aynı fiziği ve matematiği okuması gibi
aynı tarihi okuması demektir.) programına geçmesinden söz ediyoruz.
Yıllardır bu yazdıklarımız, hem Kürt Özgünlük Hareketi
tarafından görmezden geliniyor; hem de Türkiye’nin sosyalistleri tarafından. (Tipik
iki aktüel örnek: 1 Kasım Cumartesi günü Boğaziçi Üniversitesi Garanti Kültür
merkezi’nde “Ortadoğu’da Uygarlık Krizi
ve Türkiye’nin Demokratikleşmesini Beraber Düşünmek” başlıklı bir sempozyum
var. Bu konuda yıllardır yazan bizden başka kimse yok. Herkesten farklı görüşlerimiz
olduğu da sır değil. Bütün bunlar yokmuş gibi konuşmacılar seçilmiş. Ya da Demokratik Modernite dergisinin “Ortadoğu’da İnanç Gerçeği ve Demokratik
Modernite”konulu son sayısı. Bu konuda bizden başka yeni ve orijinal bir şey
söyleyen mi var? Ya da bizim kadar yazan mı var? Yok, ama bizim savunduklarımız
da yok bu dergide. En azından böyle bir görüş de var diye. Bu da gayet normal.
Çünkü ikisi de aslında “ilkel milliyetçi”dirler. Milliyetçiliğin başka
milletlerin hakkını inkâr etmek olduğunu sanırlar. Başka “milletlerin” hakkını
tanımanın da aslında en gericisinden milliyetçilik olduğunu anlamazlar ve
anlayamazlar. Çünkü millet tanımları, gizli olarak milletlerin dile, dine,
tarihe dayanan topluluklar olduğu varsayımına dayanır.
Bir parça demokratik bir milliyetçilik, milletlerin dille
dinle vs. tanımlanması hakkını reddeder.
Milliyetçiliğin aşılması ise, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ulusal olanla politik olanın çakışması
ilkesini reddetmektir. Milliyetçi
olmamak ancak milletlere karşı
savaşmakla olur. Milliyetçiler millet düşmanı değildirler. Millet düşmen
olunmadan milliyetçi olmaktan çıkılamaz. Demokratlar ise, dille, dinle
tanımlanmış milletlerin düşmanı olurlar ya da demokrat olmanın asgari koşulu
budur. Dille, dinle tanımlanmış milletlerin düşmanı olmadan da gerici bir
milliyetçi; ilke bir milliyetçi olmaktan çıkılamaz.
Enternasyonalizm falan bunların hepsi aslında ulusları
dille, dinle tanımlama hakkı demektir ve en gericisinden, en ilkelinden
milliyetçiliktir. Enternasyonalizm milliyetçiliğin ta kendisidir. Bir parça
Demokratik bir milliyetçi olmak için bile; Marks’ın “Başka ulusları ezen bir ulus olamaz” şiarı karşısında “Ancak dille, dinle tanımlanan ulusları ezen bir
ulus özgür olabilir” şiarını yükseltmek gerekir.
Sorun budur, Kürt hareketi, Marks’ın ve Marksistlerin
yapamadığını yapabilecek midir?
Ya da daha doğrusu böyle bir olasılık var mıdır?
Bu ona, gücünün, temellerinin, olanaklarının, sınırlarının ötesinde
bir görev yüklemek değil midir?
Biz Kürt hareketine yönelik olarak, durmadan demokratik bir
milliyetçiliği önerirken; boşuna kürek sallamış olmuyor muyuz?
Bizim buna cevabımız bu olasılığın varlığıdır.
Küçük de olsa bir olasılık olduğunu; tarihsel deneyin bu
yönde ipuçları verdiğini düşünüyoruz.
Bunun için elbette ki toplum biliminin biricik laboratuarı
olan Tarih’e bakmak gerekiyor.
Farklı alanlardan ve dönemlerden örneklerle bu konuyu ele
almaya çalışalım.
Bizzat Kürt Hareketi’nden ve onun yakın tarihinden
başlayalım.
*
Bir süre önce 1980’li yollarda, Orhan Kotan’ın yayınladığı Kürdistan Press dergisi için yazdığımız yazıları
yayınladık. (Orhan Kotan, PKK ve Öcalan’ın MİT tarafından örgütlendiğini ve
onlara hizmet ettiğini iddia ettiği için sert bir biçimde tartışmıştık ve daha
sonra o da yazılarımızı yayınlamadığı gibi yenisini de istememişti. Kürdistan
Press’e yazdığımız yazıların derlemesi şu adresten indirilebilir: https://drive.google.com/folderview?id=0BxCB_Gtx8VYAZmFlZThzWmhONTA&usp=sharing
)
Daha sonra bu yazıların biraz değişik versiyonlarını, 1992’de
Özgür Gündem’e de yollamıştık ve bunların
bir kısmı yayınlanmıştı. (Bu yazıların bulunduğu derlemeler şu adresten
indirilebilir: https://drive.google.com/folderview?id=0BxCB_Gtx8VYAcVFER0h1MFNQMWc&usp=sharing
)
O yazıları, yazdığımız zamanlar elbet ulusun ne olduğuna ilişkin
bu günkü bilgimiz yoktu, ama o zaman bile şöyle yazıyorduk:
“Kürt ulusu, sadece
bağımsızlığı için savaşırsa, belli dengeler ortamında belki bu bağımsızlığı
kazanabilir. Ancak, yıllardır süren Kürt Ulusal Kurtuluş Savaşının ortaya
çıkardığı bir gerçek vardır: sadece Kürtlerin ulusal bağımsızlığı için
savaşmak, Kürdistan'ın kurtuluşunu geciktirmekte, gerçek müttefikleriyle bağlar
kurmasını engellemekte, yenilgilere ve moral bozukluklarına yol açmaktadır.(…)
Kürdistan
sosyalistleri ve proletaryası, bağımsız bir Kürt devleti için değil, ama
Demokratik bir Cumhuriyet, bir tek köyün bile kendi kaderini tayin hakkının
engellenemeyeceği gerçekten demokratik bir cumhuriyet için savaştıkları
takdirde, belki Kürt burjuvazisini kaybedeceklerdir ama çok daha büyük güçleri
kazanacaklardır. Ulusal Kurtuluş, bunun otomatik yan ürünü olacaktır.” (“Kürdistan
Kurtuluşunun Bazı Sorunları”)
Bu satırları
yazdığımızda seksenlerin ortalarıydı. O zamanlar PKK’da feminizm veya kadın
hareketi fahişelik veya lezbiyenlik olarak görülüyor; Öcalan’ın resimleri
Stalin’e benzetilerek yapılıyor; Stalin’in eserleri okutuluyor, Troçkistler
karşı devrimci olarak tanımlanıyordu.
Ve o zamanlar, yukarıdaki satırlarımız, PKK’dan ve Kürt ulusal
hareketinden çapının ve kapasitesinin üzerinde bir şeyler beklemek; ona
limitlerinin üzerinde bir işlev yüklemek olarak görülüyordu.
Ancak doksanlara gelindiğinde, bu yazdıklarımıza benzen sözleri
bizzat Abdullah Öcalan söylemeye başladı ve bizzat Kürt hareketi tarafından en
azından söylem düzeyinde savunuluyor. Öte yandan bugün Özgürlük Hareketi neredeyse
bir kadın hareketi özelliği taşıyor ve feminizmin en güçlü kalelerinden biri.
Yani tarih Kürt Hareketi’nden böyle bir evrimi beklemenin,
ya da böyle bir olasılık bulunduğunu söylemenin hiç de öyle boş bir iş
olmadığını bizzat Kürt Hareketinin tarihsel tecrübesi göstermiş bulunuyor.
*
Kaldı ki Kürt Hareketi’nin bu evrimi, tamamen aksi yöndeki
kuvvetlerin baskısı altında gerçekleşti.
Örneğin varsayalım ki Türkiye’deki Sosyalist Hareket Kürtlerin
davasına sahip çıkıyor; Demokratik Cumhuriyeti savunuyor; Devletin ve politik
olanın Türklükle tanımlanmasına karşı mücadeleyi en başa hedef olarak yazıyor.
Böyle bir durum, bu hareket ne kadar küçük olursa olsun, Kürt Hareketi üzerinde,
onu ilerletici bir baskı ve örnek oluştururdu.
Ama gerçek ise tam tersineydi; Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet
veya Demokratik Özerklik demesi; Kürt ulusuna ihanet ya da taviz veya Ulusların
Kendi Kaderini Tayin Hakkı’ndan vazgeçmek olarak tanımlanıyor veya tam bunun
zıttı bir görünümde ve bir arada, Türk sosyalistleri “Demokratik Cumhuriyet
neymiş biz Sosyalist Cumhuriyetten yanayız”; “”Bizim görevimiz Kürt Hareketine
emeğin dilini öğretmektir” falan diyerek; demokratik görevlerinden kaçıp; Kürtleri
70’lerdeki kadar bile savunmayıp; iyice MHP’liye benzedikleri, dünyada
Sovyetlerin çöktüğü; ideolojik bir gericiliğin egemen olduğu bir atmosferde, her
şeye rağmen gerçekleşti Kürt hareketinin bu evrimi.
*
Aslında bugün de aynı şeyi söylüyoruz Kürt hareketine bir
bakıma. Sadece ulusun ne olduğunu veya olmadığını şimdi kavradığımız için
Demokratik Cumhuriyet tanımımız daha radikalleşmiş bulunuyor. Benzeri bir
evrimi, bizzat mücadelenin dayatmasıyla niye Kürt Hareketi göstermesin? Pek ala
gösterebilir diye de bir çıkarsama yapılabilir.
Ayrıca koşullar çok daha elverişlidir diye de düşünülebilir.
Örneğin Gezi hareketi çıktı ve Kürtlerin üzerindeki baskıya karşı mücadele
eğilimleri gösterdi. Seksenlerden bu yana Kürt Hareketi’nin dayandığı toplumsal
taban hem çok daha şehirli, hem çok daha ücretli oldu. Özellikle Sovyetlerin
çöküşünden sonra ortalığı kaplayan umutsuzluk ve gerici ideolojik atmosfer
biraz olsun dağılma eğilimi gösteriyor. Ama bunları şimdilik bir kenara
bırakalım.
Seksenlerde bile biz Kürt hareketine bu öneri ve
eleştirileri yaparken, elbette kuru kuruya bir iyi niyet ya da mantıktan
hareket etmiyorduk; tarihsel deneylerin böyle bir evrimi olası kıldığı gerçeğine
dayanıyorduk.
Bu tarihsel deneyler nelerdi?
Bizzat İşçi Hareketi, kendisi bir işçi hareketi olarak
kaldığı sürece hiçbir başarı kazanamayacağını görüp politik olarak demokrasi
mücadelesine öncülük ettiğinde ilerlediğini görmüş; bunun sonucunda Marksizm'in
İşçi Hareketi içindeki egemenliği oluşmuştu. İşçilerin ve işçi hareketinin
tarihsel deneyinin bir yansımasıydı 1848 sonrasında İşçi Hareketi içinde Marksizm'in
giderek ağırlığının artması. 19 yüzyılın işçi hareketlerinin otak özelliği
politik mücadeleyi küçümseme ve reddetmeydi. O dönemde, Marksizmin anarşistlerle
tartışmasının esas özü buydu.
Benzeri bugün de vardır. Devlete karşı mücadeleyi, yani
demokratik ve siyasal mücadeleyi ikinci plana atmak ve örneğin küçük birimlerde
“alternatif yaşam deneyleri kurmak” vs. gibi piyasada bol bol görülen sözler ve
girişimler işçi ve sosyalist hareketin bu eski hastalığının yeni biçimlerde
ortaya çıkmasından başka bir şey değildir.
Keza, İşçi hareketinin Stalinizmin ve dana sonra da
Sovyetlerin de çöküşünün ağır yenilgilerinden sonra şimdi neredeyse tümüyle
ekonomik mücadeleden ibaret kalması 19. Yüzyılın ortasındaki egemen mücadele
biçimlerinin, yeniden bir egemenliğinden başka bir şey değildir.
Ama canlı ve yükselen bir hareket, tıpkı 19. Yüzyılın İşçi
Hareketi gibi, bir süre sonra sırf kendisinin sorunlarıyla başarıya ulaşamayacağını;
diğer gayrı memnunları kazanması gerektiğini ve onları kazanmak için de tüm
toplumu, hatta dünyayı değiştirmeye yönelik bir programı olması gerektiğini
görür.
İşçi hareketinin bütün tarihsel deney bunu doğrulamaktadır.
Lenin’in Ne Yapmalı’sı bir bakıma bu
tarihsel deneyin bir özeti ve ilke haline getirilmesidir. Bu tarihsel deneyi
Kıvılcımlı, “Proletaryşa Partisi Nedir?”
başlıklı yazısında şöyle özetliyordu:
“Siyasi eğitim, lâfla
olmaz: Sınıflı toplumda var olan bütün sosyal sınıf ve zümreleri kollamakla
olur. Sınıf bilgisi ve bilinci bir tek sınıf içine tek yanlıca kapanıp kalmakla
edinilemez. Bütün sosyal sınıf ve zümrelerin içyüzlerini çok yanlıca kavrayıp işlemek gerekir. Bunun ise tek pratik ve kaçınılmaz şartı: Bütün
sosyal sınıf ve zümreler içinde her zaman var olan tüm hoşnutsuzları ve tüm devrimcileri kendi içine almaktır. Onun
için proletarya partisi yalnız işçilerin değil, her sınıf ve zümre içinden bütün devrimcilerin partisi
olur.!”
Tabii “İşçi Hareki böyle olabilir ama ulusal hareket böyle
olmaz” diye bir itiraz da yapılabilir.
Ancak tarihsel deney bu itirazı da çürütür. İki farklı
dönemden iki örnek verelim.
Birisi Ekim Devrimi’nin etkisiyle, geri ülkelerdeki ulusal
kurtuluş hareketlerinin sosyalizme gösterdikleri eğilimdir. Elbette bu eğilim
bizzat Ekim Devrimi’nin yozlaşmasıyla ve Stalinist karşı devrimle kısa süreli
kalmış ve tam tersi güçlerin ve örneklerin etkisine girmiştir ama böyle bir
potansiyeli olduğunu kanıtlamıştır. Hatta geri ülkelerdeki bütün sosyalistlerin
Mao, Ho Şi Ming, Tito vs. böyle bir eğilimin ve evrimin sonunda
sosyalistleştikleri söylenebilir.
Daha yakın tarihten ve tamamen farklı geleneklerden doğmuş
bir örnek verelim. Martin Luther King, bir Baptist Hıristiyan, Malcolm X, bir
Siyah Müslüman idiler ve Marksizm’le hiçbir bağı olmayan geleneklere
dayanıyorlardı
Siyah hareketinin bu iki büyük lideri, Malcolm X ve King,
farklı hareket noktalarına rağmen bezer bir evrim geçirerek hem birbirlerine
hem de sosyalizme yaklaşıyorlar; tüm ezilenlerin sorunlarına yöneliyorlardı.
Stalin’in Beria’sından ile daha güçlü J. Edgar Hoover (1924’ten
1972’deki ölümüne değin neredeyse yarım yüzyıl, FBI Şefi, bütün pisliklerin
başı, Beria bile idam edildi ama ona kimse dokunamadı) onları öldürmeseydi,
muhtemelen, Amerika’daki bütün siyah hareketi birleştirip işçi hareketiyle de
birleştireceklerdi.
Malcolm X, mücadele içinde giderek bir tür siyah
ırkçılığından bir Dünya devrimcisine dönüşmeye başlamıştı, bu nedenle Siyah
Müslümanlar içinde bölünme yaşamış ve tam bu nedenle de öldürülmüştü.
Martin Luher King de öldürüldüğü gün, işçilerle dayanışmaya
gidiyordu.
Kara Panterler’de ise bu evrim zirvesine varmıştı.
O halde gerek İşçi Hareketi’nin tarihsel deneyi; gerek diğer
sosyal hareketlerin deneyi, her hangi bir hareketin mücadele içinde sırf kendi
hedeflerine ve öznesine bağlı olmaktan çıkıp; tüm toplumu, hatta tüm dünyayı
kapsayan bir harekete dönüşme özelliği ve eğilimi taşıdığını göstermektedir.
Bunda elbette canlı bir hareketin, bütünleşmiş bir dünyada,
ister istemez dünya çapında güçler mücadelesi içinde bulunacağı; bir tek dünya
ekonomisi ve pazarının varlığının bunun nesnel temelini oluşturması veridir.
Diğer yandan ücretliler (yani işçi sınıfı), giderek artan
oranlarda nüfusun içinde çoğunluğu oluşturduğundan, bunların genel radikal
demokrat ve sosyalist eğilimlerinin giderek daha fazla (Siyah, kadın, ulusal,
çevre, barış vs.) gibi hareketlere damgasını vurmasının da bir görünümüdür.
Ve nihayet, yükselen ve canlı bir hareket, kendini
oluşturanları hızla eğitir ve onların mücadelende, kendi sorunlarından
hareketle, giderek daha radikalleşmelerinin ve dünyaya ve olaylara daha genel
ve derinden bakışlarının hem yolunu açar hem onları buna zorlar.
O halde, bütün bu
nedenlerle, Kürt Hareketine yönelik eleştiri ve önerilerimiz şimdi etkisiz,
ütopik, safça görünse bile, uzun vadede bu yönde bir sürecin, bir kimyasal
reaksiyonun başlaması için, bir katalizatör işlevi görebilir.
Kaldı ki, biz esas olarak bu yönde eleştiri ve önerileri
Gezi hareketine yapıyoruz. Eğer Gezi benzeri bir hareket çıkarsa, bu yapılan
birikim ve atılan tohumlar orada hızla serpilip boy atabilecekleri gübreli bir
toprak bulabilir. Ve Türkiye’de böyle bir hareketin ortaya çıkması, Kürt
Hareketi’nin böyle bir evrim geçirmesi üzerinde bir baskı oluşturup, onu müthiş
kolaylaştırabilir.
Ama bu konuyu hem tüm uygarlık tarihi; hem de modern
kapitalizmin tarihindeki daha da genel eğilimler açısından da ele almak mümkündür.
Bunu devrimlerin karşı devrimci biçimler içinde yayılması ve Kapitalizmde karşı
devrimlerin bile devrimci olmak zorunda olması başlığı altında ele alıp,
tarihin bu genel eğiliminin bu konuda ne gibi sonuçları işaret ettiğine bakılabilir.
Tabii yirminci yüzyılda devrimlerin “Sürekli Devrim”
karakteri kazanması bağlamında da konu ele alınabilir.
Bunları da diğer bir yazılarda ele alalım.
20 Ekim 2014 Pazartesi
Yazıları e-posta ile otomatik
olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder