Kobane savaşının ilk günlerinde (22 Eylül) yazdığımız “Kobane
– Stalingrad” başlıklı yazıda, şehirleri ele geçirmeye yönelik
savaşlarının zorluklarından söz ederek, Kobane’nin düşürülemeyeceğini yazıyorduk.
Bunları yazarken, İnternet’e eskiden 100.000 olan Kobane’nin nüfusunun 400.000
olduğu şeklindeki İnternette her yerde rastladığımız verilere dayanıyorduk.
100.000’lik bir şehir epey büyük bir şehirdir. Böyle bir şehir iyi ve kararlı
bir savunma yaparsa, ele geçirmek isteyen güçler için bu büyük kayıplar
anlamına gelir. Gerçi Google Earth ve
Map ile bu bilgiyi kontrol etmeyi de
denemiş ve şehir bize biraz küçük görünmüştü, ama işini uzmanı olmadığımızdan, gözümüzün
bizi yanıltabileceğini düşünerek bu bilgileri doğru kabul etmiş ve Kobane’nin fetih
edilemeyeceğini yazmıştık.
Ancak savaş uzayıp canlı yayınlarda Kobane’yi daha yakından
tanıdıkça şehrin nüfusunun önceleri 100.000 ve göçlerle de 400.000 olduğu
konusundaki bilgilere iyice kuşkuyla yaklaşmaya başladık. Sonunda hatanın
kaynağı anlaşıldı. Kobane Kantonu (ki geniş bir alanı ve köyleri de kapsıyordu,
Türkiye’deki il ve il merkezi farkı gibi düşünelim) kastediliyormuş, şimdi
kuşatma altında olan Kobane şehri değil.
Bunun üzerine oldukça küçük bir şehir olan Kobane’nin düşebileceği
ortaya çıktı. Ayrıca Kobane’nin o kadar büyük bir şehir olmadığını anlayınca, Kobane’nin
son neferine kadar savaşsa bile bunun kısa bir zamanda olabileceği olasılığı
ortaya çıktı ve bundan korkmaya başladık. Çünkü Kobane’nin uzun sürecek bir
direnişinin zafer için büyük bir önemi vardı. Karşısında silahları Kobane’yi
savunanlarla kıyas kabul etmez biçimde üstün ve lojistik desteği neredeyse sınırsız
bir güç vardı. Mücadelenin uzaması, (IŞ)İD’in müttefiklerinin (Türk Hükümeti)
tecrit edilmesi ve lojistik yollarının tıkanması için hayati önemdeydi.
Yani Kobane Direnişi uzadıkça karşı tarafı tecrit edebilir;
karşı tarafı tecrit ettikçe mücadelesini uzatabilir ve sonunda katliamın
kenarından bir zafere giden yolu açabilirdi. Bunun ilk aşamasını başarıyla kat
etmiş sayılabilirdi
İŞİD’in ikmal yollarının tıkanması bombardımana ve müttefiklerinin
(en başta Türk devleti ve AKP’nin) açık ve örtülü desteğini engelleyecek bir
baskının oluşmasına bağlıydı.
Kobane en azından Türkiye’deki geniş Kürt kitlelerin ve
demokratların harekete geçmesi; dünyada da dikkatlerin Kobane'ye ve oradaki direnişe
çekilebilmesi için gerekli süre kadar direndi ve sonunda Kürtler sokaklara
çıkınca, “Koalisyon” daha etkili bir bombardımana başlamak zorunda kaldı.
Bu ise Kobane’nin daha uzun direnebilmesinin imkânlarının
ortaya çıkması demekti.
Ne var ki, Türkiye’de Kürtler ve demokratlar hükümetin
tavrını protesto için demokratik haklarını kullanmak için, sokağa çıkınca,
Hükümet gizli özel savaş aygıtını ve onun kontrolündeki milisleri harekete
geçirerek teröre başvurdu.
Katliam tehdidiyle demokratik direnişi geriletti ve sindirdi
Ama yine de en azıdan Kobane gündemin başına taşınabildi.
Bu Kobane direnişinin uzaması için tekrar yeni bir olanak
yarattı.
Gösteriler başladıktan sonra Koalisyon uçakları daha ciddi
bombardımana başlayıp en azından İŞİD’in ağır zırhlı araçlar kullanmasını bir
ölçüde olsun kısıtlayabildiler. Lojistik desteğini bir ölçüde olsun kısıtladılar.
Aynı günlerde, YPG de esas olarak, alan tutmaya çalışmanın
(ki bu da en azından ilerleyişi yavaşlatarak zaman kazanmaya yarıyordu) kendisine
büyük kayıplar verdirdiğini gördüğünden, Şehir savaş hazırlıkları yaparak, daha
etkili savaşabileceğini düşünerek kontrollü bir şekilde şehre çekildi. (IŞ)İD’in
Tank ve ağır silahların bombardımanının, uçakların bombardımanı ile nispeten
azaltılması ve şehir muharebelerine çekiliş ve orada bunları kullanmanın
zorluğu, tüm eşitsizliğine rağmen, YPG’nin en azından kahramanlığı ile
eşitleyebileceği bir güç ilişkisine anlamına da gelirdi. Bu da savaşı uzatırdı,
zafer olanağını hala olası kılardı.
Kanımızca bu değişikliğin sonuçları yavaş yavaş görülmeye
başlamıştır.
Örneğin Özgür Amed’in, dün Bianet’te yayınlanan “Kobane’ye
Bakıyoruz, Stadyumdayız Sanki” başlıklı yazısındaki şu satırlar
kanımızca güçlerin bu yeni ilişkisinin sonuçlarını gösteriyor.
“Şunu rahatlıkla ifade
edebilirim: İŞİD yeni yeni savaşıyor. Birkaç gün oldu savaşa gireli. Bugüne
kadar ilerleyişi boşalan köylere yerleşip tanklarla top atışı yaparak ilerlemek
oldu. Bu şekilde ilerleye ilerleye şehrin dibine kadar geldi.
Son dört-beş gündür de
aktif savaşta. Kısa menzil silahlar konuşuyor şu an. Şehir savaşı başladı ve
artık birkaç hafta önce sürekli gördüğümüz duyduğumuz top sesleri kesildi.”
(Bianet, http://bianet.org/biamag/toplum/159103-kobane-ye-bakiyoruz-stadyumdayiz-sanki)
Benzeri bir gözlemi de yine dün akşam, Suruç’taki hastaneye
gönüllü doktor olarak giden bir arkadaşın verdiği bilgiler de doğruluyor.
Facebook’taki bir paylaşımda şu bilgiler var:
“Dün Suruç Devlet
Hastanesi'ne aralarında ağır yaralılar da olan elli yaralı gelmişken, bugün
sadece 5 hafif yaralı gelmiş. Genellikle sabah ya da sabaha karşı gerçekleşen
ABD bombardımanları bu gece saat 23 gibi başlamış ve diğer günlere göre çok
daha yoğunmuş. Kobani'nin kenar semtlerinde -toplanamayan IŞİD ölüleri
nedeniyle- çok ağır bir ölü kokusu olduğu söyleniyormuş. YPG militanları üç
IŞİDliyi esir almış. Suruç'ta moraller önceki günlere göre çok daha iyi imiş...”
Bütün bunlar, yani bir yandan uçakların daha etkili bombardımanı;
diğer yandan savaşın şehrin içine çekilmesinin İŞİD’in büyük üstünlüğünü bir
ölçüde sınırladığını ve böylece YPG’ye daha uzun bir direniş için imkân
sağladığı izlenimi veriyor.
Bu elbette en küçük bir gevşeme vesilesi olamaz ve
olmamalıdır.
Kobane’nin direnişi ne
kadar uzarsa, Kobane’de bir zafere ulaşma olanağı o kadar artar. Çünkü Kobane
Savaşı’nın neticesini esas olarak, İŞİD’in temel müttefiki olan Türk
Hükümetinin tecrit edilmesi belirleyecektir.
Kitlelerin sokağa çıkması en azından koalisyonun daha ciddi
bir bombardımanına yol açarak önemli bir kazanım sağladı. Öte yandan Kobane’yi
görmezden gelen Türkiye kamuoyunun gündemine bir şekilde Kobane’yi taşıdı.
Ama Hükümetin Ergenekon’un iplerini çözerek sokağa salması,
1990’ların bütün araçlarını kullanmaya başlaması, kısa vadede kendisine belli
bir başarı getirdi ve daha geniş kitlelerin sokağa inmesini engelledi.
Bu durum tekrar “koalisyon”un ipe un sermesine, gevşemesine;
hükümetin bu hareketi sindirmesi ve bölme girişimleri de moral bozukluğuna ve
Kobane’ye desteğin azalmasına ve Hükümetin Kobane’yi tecrit etmesine yol
açabilir.
Bu durumda neler yapılabilir:
Birincisi, Kobane’de savaşanların hepsi Kürt bile olsa,
savaşın bir Kürt ve Kürtlük savaşı olduğu söylemi terk edilmelidir.
Ayrıca gerçekten de Kobane’de Kürtlükten ziyade gerçekten
bir dillerin ve dinlerin eşitliği için savaşılmakta ve İŞİD’in Kobane’ye böyle
yüklenmesinin de; Türk devletinin onun ezilmesi için elinden geleni ve
gelmeyeni yapmasının da; hata Koalisyon’un bir yandan kara gücü lazım derken
İŞİD’e en etkili biçimde direnen kara gücünü desteklemek için hiç bir şey
yapmamasının ardında bu demokratik düzen denemesi bulunmaktadır.
Bu Kürtlük söylemi, sadece gerçeği de çarpıtmıyor; aynı zamanda Kobane’yi müttefiklerinden tecrit ediyor. Orada Barzani’nin güçleri olsaydı, Barzani Kürt olmasına rağmen, Silah ve yardımın akacağı açıktır.
Bu Kürtlük söylemi, sadece gerçeği de çarpıtmıyor; aynı zamanda Kobane’yi müttefiklerinden tecrit ediyor. Orada Barzani’nin güçleri olsaydı, Barzani Kürt olmasına rağmen, Silah ve yardımın akacağı açıktır.
O halde Özgürlük Hareketi’nin kamuoyunda görünen sözcüleri
ve yöneticilerinin özellikle yapması gereken iki şey vardır.
Birincisi, Sezai Sarıoğlu’nun yazısından:
“Tarafların müzakere
için masaya oturmalarından doğal bir şey yoktur. Ne var ki, bütün muhabbet
“temsil” mekanizmaları üzerinden devletle/hükümetle ilişkiler manzumesine
indirgenirse, sözün ve sokağın evcileştirilmesi” kaçınılmazdır. Dil’in sokağın
sınırlarına gelince durması ya da yön değiştirmesi, direniş/devrim estetiğini
hatırlamamızı gerektiriyor. Direniş estetiği, her devrimin, her insanın
yanlışlardan da yapıldığını söyler. Teori yerine kendi meşruiyetini ilan eden
sokak konuşmaya başlayınca “bazen” susmak gerekir. Çünkü “bazı konuşmalar”,
sokağı konuşamaz hale getirebilir.” (Özgür
Gündem, Sezai Sarıoğlu, “Sözün sokağa ettiği…”
Anlayana her şey söylenmiş.
İkincisi, Kobane’de yürütülen savaşın Kürtlük savaşı gibi
görünse de özünde demokrasi ve gerçekten dinlerin olduğu bir düzen için
yürütüldüğü; (IŞ)İD’in ona bu nedenle saldırdığı anlatılıp, özellikle Aleviler
ve “yaşam tarzı” ile bugünkü hükümetin politikaları karşısında tehdit altında
olanlar; bu tehdit nedeniyle geçen sene Gezi’de sokağa çıkanlar Kobane’yi
savunmak için Sokakta protestoya çağırılmalıdır. Kobane’nin savaşının bu savaş
olduğu, Kobane’de savaş yitirilirse, Sadece (IŞ)İD’in değil; (IŞ)İD'le çıkar
ortaklığı içinde bulunan ve de onun baskısını da daha çık hissedecek bu
hükümetin iyice biti kanlanmış olarak “laik yaşam tarzındakilere” ve Alevilere
daha hayâsızca saldıracağı söylenmelidir. Esas vurgu ve ağırlık bu yöne
yapılmalı bu aynı zamanda sivil toplum örgütleri, basın ve CHP’ye kadar geniş
bir alanda fiili örgütsel ve diplomatik girişimlerle desteklenmelidir.
Böyle geniş bir cephenin ortaya çıkma olasılığı hem Ergenekon’un provokasyon alanını daraltır; hem de hükümetin.
Böyle geniş bir cephenin ortaya çıkma olasılığı hem Ergenekon’un provokasyon alanını daraltır; hem de hükümetin.
O halde tekrar. Hükümet çoktandır “Yasallık bizi öldürüyor”
diyerek yasa dışı bir rejim kurmuş bulunuyor. Yasal olanakları sonuna kadar
zorlayarak sokaklarda protestoyu bu sefer en geniş laik ve Alevi kesimleri
çekerek yapmak; Kobane’deki savaşın onlar için olduğunu anlatmak. Bu içeride
Hükümeti geriletmek için yapılacak ilk ve en önemli stratejik değişikliktir.
Direniş uzadıkça hava dışarıda da değişiyor. Kobane direnişi
ister istemez daha açık bir tavrı zorluyor. Bu bütün ABD, İngiliz, Alman vs.
basınında görülüyor.
Örneğin daha bu sabah, Almanya’nın biraz Hürriyet’i gibi
sayılabilecek Die Welt gazetesinde “Biz katliam seyretmekte Dünya Şampiyonuyuz”
başlıklı yazının girişinde şu sözler okunuyor: “Biz Ruanda’da hiçbir şey yapmadık, Srebrenica, Halepçe, Gorazde’de ve
Ghouta’da da hiç. Bizler sadece ne kadar aşıldığına bakmak için kırmızıçizgiler
çektik. Çok uzaklardayız”
Yazının içinde birçok şeyin yanı sıra, Kobane’de
direnenlerin bizzat şu an taraflardan (yani (IŞ)İD ve Koalisyon taraflarından) biri
olduğu, buna rağmen bir şey yapılmamasının çelişkisine değiniyor.
Yani yavaş yavaş bu yönde bir kamuoyu oluşmaya; tepkiler
birikmeye başlıyor.
Bir süre sonra bu Türk Hükümeti üzerindeki bir baskıya ve
tecride; oradan da en azından bazı etkili silahların, yiyecek, içecek ve
malzemenin ve savaş gücünün aktarılması için zoraki de olsa fiili bir kapı açma
ve gözünü kapama sonucu verebilir.
Unutmayalım, Kobane’nin düşüşü artık Koalisyon’un da
yenilgisi anlamını kazanacaktır. Koalisyon güçlerinin ve ABD’nin bir başarıya
da ihtiyacı var. Başlangıçta gözden çıkardığı Kobane’nin ona bu başarıyı
sunabileceğini görürse, niye gücünü ve ağırlığını bu yana koymasın.
Özetle, Kobane düşmeyebilir ve hatta bir zafer bile
kazanabilir.
Son gelişmeler bunun mümkün olduğunu gösteriyor.
Bunun için zamana; zaman için de küçük de olsa zaferlere
ihtiyaç var.
Kobane bunun için elinden geleni ve gelmeyeni yapıyor.
Kobane bunun için elinden geleni ve gelmeyeni yapıyor.
Sonucu Türkiye’deki hareket ve onun stratejisi belirleyecektir.
Yaşam tarzından dolayı tehdit altında olanlara ve kendini
öyle hissedenlere ve Alevilere Kobane’deki savaşın kendi savaşları olduğu
gösterilmeli ve aktif destekleri sağlanmalı.
En azından hayırhah bir tutumları.
Bu sağlanırsa; bunun için her şey yapılırsa; kısa (ve uzun
vadede de) tüm dengeler alt üst edilebilir.
12 Ekim 2014 Pazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder