(İlişikte Kültür konusunda yazdığımız yazıların bir derlemesi bulunmaktadır. Derleme EPUB, MOBİ ve PDF formatlarındadır. Şu adresten indirilebilir. https://yadi.sk/d/ZFfEaVnQd2RFp )
Din, Ulus,
Uygarlık ve Kültür gibi kavramlar, son yıllarda politika ve sosyal bilimler
alanında en çok sözü edilen ve tartışılan kavramlar olma özelliğini kazanmış
bulunuyor.
Sadece bu kadar
değil, aynı zamanda bu kavramlar sık sık birbirinin yerine veya iç içe de
kullanılabiliyor. Örneğin “kültürler ya da uygarlıklar çatışması”ndan
veya “kaynaşması”ndan söz edenler, bununla çoğu kez dini veya ulusu
kastediyorlar. Öte yandan din çoğu kez ulusal baskıya karşı direnişlerin
bayrağı oluyor. “Çok kültürlülük” derken tartışılan aslında ulusun nasıl
tanımlanacağı veya “dini tolerans” olabiliyor.
Ne var ki,
etrafında en büyük çatışmaların yaşandığı bu kavramların içeriklerinin ne
olduğu araştırıldığında, kullanımın yaygınlığı ve çokluğuyla ters orantılı bir
belirsizlik ortaya çıkar. Ama bu belirsizlik sadece piyasada bol görülen
kullanımlardaki bir belirsizlik değildir,
bilimsel bir belirsizlik de vardır.
Bir kavram pek
ala bilimsel olarak net tanımlanmış olabilir ama onun yaygın kullanımı o
kavramın sınırlarını belirsizleştirebilir. Örneğin sınıf kavramı, bilimsel
olarak üretim ilişkileri içindeki konum ve çıkarlara göre tanımlanmıştır ama
onun yaygın kullanımı çoğu kez bu tanıma uymaz ve onun sınırlarını belirsizleştirir.
Örneğin insanların gelir durumlarına, ideolojilerine hatta mesleklerine göre
sınıflardan söz edildiği görülür.
Din, Ulus ve
Kültür ve Uygarlık gibi kavramların belirsizliği böyle bir belirsizlik
değildir. Bilimsel olarak da ortada bir belirsizlik vardır ve sosyolojik
kullanımların da yaygın kullanımlardan bir farkı bulunmamaktadır.
Tarihsel
Maddecilik yani Marksizm söz konusu olduğunda sorun iyice kangrenleşmektedir.
Tarihsel Maddeciliğin klasik konu ve kavramları arasında son yılların bu en çok
kullanılan kavramlarının neredeyse adı bile anılmaz. Bunun için Tarihsel
maddeciliği anlatan her hangi bir klasik el kitabının içindekiler listesine
bakmak yeter. Üretim İlişkileri, Üretim Güçleri, Altyapı, Üstyapı, Devlet,
İdeoloji vs. gibi bölümler ve konular görülür ama Uygarlık, Kültür, Din, Ulus
gibi konular görülmez. Bazılarında yer aldığında çoğu kez, o kitapların şeması
içinde ekleme gibi duran bölümler olarak kalırlar.
1960’lar ve
70’lerin başları, Marksizm’in oldukça canlı ve dinamik olduğu bir dönem olarak
tanımlanabilir. Bu dönemin yayınlanan kitap ve makaleleri incelense veya
bunlarda tartışılan ve kullanılan kavramların istatistikleri yapılsa, son
yıllarda neredeyse her sosyolojik ve politik tartışmaya damgasını vuran bu
kavramların o dönemde neredeyse hiç sözünün edilmediği görülür. Ulus kavramı
bunlar içinde biraz istisna gibidir. Özetle, Marksist yazında bu kavramlar ne
analiz araçları olarak, ne de analiz edilmesi gereken konular olarak ortada
görülmez bile.
Klasik Marksist
tema ve kavramlarla son yılların bu yaygın tema ve kavramları arasındaki bu
kopukluk ve paradigma farkına, her zaman olduğu gibi, iki zıt tepki
görülmektedir.
Birisi, bu
kavramlarla ifade edilen sorunların ve konuların kendisini burjuvazinin bir
saptırması olarak görüp bu konuları hiçbir şekilde gündeme almamak ve onlara
karşı kör olmaktır. Bu tam bir içe kapanmayla sonuçlanmakta içinde yaşanan
toplumsal gerçeklik ve tartışmalardan kopma sonucunu vermektedir. Örneğin çok
kaba biçimiyle, “din feodalizmin, milliyetçilik burjuvazinin ideolojisidir,
bunları gündeme alıp tartışmak burjuvazinin oyununa gelmektedir” gibi bir
yaklaşımdır bu. Sonuç olarak bu konular araştırma ve tartışma konusu olmaktan
çıkmaktadır.
Bunun zıddı olan
diğer tavır ise, bu kavramları tüm belirsizlikleriyle benimseyerek analiz
araçları olarak kullanmaktır. Örneğin çok kaba biçimiyle, uygarlıklar
çatışmasından veya uzlaşmasından söz edip doğu uygarlığının değerlerini veya
doğu karşısında batı uygarlığını yüceltmek veya çok kültürlülüğün ve kültürel
zenginliğin faziletleri üzerine vaazlar vermek bu tavra örnek olarak
verilebilir. Bu eğilim de genellikle fiilen, son derece eklektik bir kavramlar
sistemiyle olayları ele almak; gerçekliğe teslim olmakla sonuçlanmaktadır.
Ne var ki bu
birbirinin zıttı, birbirini yaratan ve birbirine haklılık veren yolların
dışında, klasik Marksizm’in ya da Tarihsel Maddeciliğin eleştirel ve devrimci
duruşunu sürdüren bir üçüncü yol daha vardır.
Bu yol, bu
kavram ve sorunların gerçekliğine gözlerini kapamamak ama onların görünümüne de
teslim olmamak; o görünenin ardındaki ve hemen daima o görünüme zıt, derin
ilişkileri, ortak olanı ve ondaki basitliği ve sadeliği aramak ve böylece
Marksist yöntemi geliştirip netleştirmek olarak tanımlanabilir.
Bizim yöntemimiz
ve yapmaya çalıştığımız bu oldu. Bu yol elbette hazır lop reçeteler ve kolay
çözümler sunmaz, meşakkatli bir yoldur. Ama sonuçta ortaya çıkan birbiriyle iç
tutarlılık içinde bir sistem oluşturan son derece sade kavram sistemidir.
Elinizdeki kitap
bu çabanın sonuçlarının otantik biçimleriyle bir sergilenişidir.
Demir Küçükaydın
06 Aralık 2009
Pazar
İçindekiler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder