Kürt Özgürlük Hareketinin geçirmesi gereken dönüşüm ve bunu
yapıp yapamayacağı üzerine Kobane Savunması bağlamında imkân buldukça yaptığımız
değinmelere devam edeceğiz.
Ancak bu arada Türkiye’de özellikle Kobane Protestosu
vesilesiyle çıkan olaylara ilişkin olarak kendini “Demokrat” olarak tanımlayanlar arasında bile yaygın olarak görülen
yanlışlara kısaca değinelim ve Türkiye’de demokrasi için politik mücadele
yürütmek niyetinde olanların hiçbir zaman akıllarından çıkarmamaları gereken en
temel altın kurallara dikkati
çekelim.
*
Sıradan yurttaşlar için, neredeyse evrenselleşmiş;
hatalardan koruyucu bir hukuk kuralı vardır: aksi bağımsız bir mahkeme kararıyla kesinleşinceye kadar herkes
suçsuzdur. Yurttaşın suçlu olduğunu kanıtlamak, itham edenlerin ve/veya devletin
görevidir.
Bu ithamların da ayrıca öyle olur olmaz yapılmasını
engellemek için, güçlü deliller olmadan yapılan suçlamalar gerçek çıkmadığı
takdirde, suçlayan ve/veya itham edenlere yönelik müeyyideler (para cezaları
veya insanlar arası ilişkide ayıplamalar vs.) vardır.
Türkiye’de mahkemeler bağımsız olmadığı; bu bağımsızlık
belki bir ölçüde politik olmayan davalar için; ekonomik ve siyasi gücün devreye
girmediği davalar için bir ölçüde geçerli olabileceğinden, “bağımsız mahkemeler”
koşulu yoktur. Dolayısıyla bütün politik
davalarda yurttaşlar suçsuzdur ve
haksız yere tutuklanırlar ve cezalar alırlar.
Mahkemelerin bağımsız
olmadığının en açık ifadesi bugün Recep Tayyip Erdoğan “Milli Siyaset Belgesi”
hakkında konuşurken, bu belgenin Yargı’nın kararlarını belirleyeceğini bizzat
kendisi söylemektedir. Örneğin şöyle diyor: “Bu (yani Milli Siyaset Belgesi'nde Tehlike olarak tanımlanmak) neyi
getirir, bu yargının da uluslararası
camianın da bu tür olaylara bakışını
değiştirir, önemli bir adımdır bu”
Yani mahkemeler kararlarını verirken, Milli Güvenlik Kurulu
tarafından milli güvenliği tehdit edici olarak tanımlanmış olup olmamaya göre
kararlar verirler demektedir.
Bunu kısaca not ettikten sonra siyasette yolu bulmak bakımından çok önemli bir ilkeye geçelim:
Bunu kısaca not ettikten sonra siyasette yolu bulmak bakımından çok önemli bir ilkeye geçelim:
Türkiye’de, devlet ve hükümet söz konusu olduğunda, aksi
bağımsız bir mahkeme tarafından karara bağlanıncaya kadar, devlet ve hükümet suçludur.
Suçsuzluğunu kanıtlamak devletin görevidir.
Türkiye’de politika yapan ve demokrasi mücadelesi veren bir
insanın, bu altın kuralı izlemesi halinde, ani karar verilmesi ve tavır
alınması gereken durumlarda, hata yapma olasılığı neredeyse sıfırdır.
Son Kobane gösterileri dolayısıyla, göstericileri
suçlayanlar; HDP’yi ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni suçlayanlar olduğunu
görüyoruz.
Bunlar bu altın kuralı unutmuşlar ya da haberleri yoktur.
Bunlar Türkiye’de değil, Mars’ta yaşıyorlar demektir.
Türkiye’de yaşayan bir demokrat şunu bilir:
Türkiye’de yaşayan bir demokrat şunu bilir:
Bütün ölümlerin ve
yaralanmaların; bütün mal zararlarının aksi bağımsız bir mahkeme tarafından
verilecek kararla sabit oluncaya kadar bir tek suçlusu vardır: Hükümet ve
Devlet.
Suçsuzluğunu bağımsız
bir mahkeme önünde kanıtlamak (Türkiye’nin mahkemeleri bağımsız
olmadığından onların kararları geçerli değildir. Uluslar arası bir mahkeme
gerekir en azından) Devletin ve Hükümetin
görevidir.
Ölen insanlardan dolayı hiçbir şekilde HDP veya Kürt
Özgürlük Hareketi veya çağrı yapan başkaları suçlu veya sorumlu görülemez.
Çünkü Anayasa’ya göre (Evet, şu iğrenç 12 Eylül Anayasasına
göre bile) yurttaşların kimseden izin almadan gösteri yapma hakkı veridir.
Göstericilerin arasına diyelim ki gösteri çağrısı yapanların
kontrol edemediği güçler katılabilir. Bu olasalık, bu hakkı ortadan kaldırmaz.
Devletin görevi bu hakkı gerçekleşebilir kılmaktır.
Kimilerinin son olaylar vesilesiyle HDP veya Kürt Özgürlük
Hareketi’ni, “Kontrol edemeyeceğin durumda niye çağrı yapıyorsun” diye
eleştirmeleri, daha baştan devletin bu özgürlüğün kullanılmasını
engelleyebilmesini meşrulaştırmak ve Devletin ve Hükümetin eline bir silah
vermekten başka bir anlama gelmez.
Çünkü tepeden tırnağa ve örgütlü ve de gizli devlet, her
durumda bu mantığı kullanarak, her türlü gösteriyi, kendi görevlileri aracılığıyla
saptırmak dolayısıyla da politik olarak mahkûm etmek ve engellemek hakkını elde
etmiş olur.
Suç bireyseldir. Kontrol edilemeyecek unsurlar varsa bile,
bunları bulmak ve engellemek gösteri çağrısı yapanların veya katılanların
değil; devletin görevidir.
Devletin görevi, gösteri özgürlüğünü kullanmak isteyenlerin
bu hakkını savunmak için bu hakkın kullanımını kullanarak suç işleyenleri
engellemek ve bu hakkın kullanımını sağlamaktır.
Türkiye’de devlet hiçbir zaman böyle davranmadığı gibi, bizzat kendisi bu suçları organize eder ve işler.
Türkiye’de devlet hiçbir zaman böyle davranmadığı gibi, bizzat kendisi bu suçları organize eder ve işler.
Türkiye’de yaşayan ve biraz hayat tecrübesi olan bilir ki, Türkiye’de
insanlar örgütsüz ve korkak oldukları için (Çünkü örgütsüz insan korkak
insandır), devletin el altından veya açık desteği olmadan böyle “taşkınlıklar”
yapmaya eğilimli değildirler.
Bu gibi taşkınlıklar hemen her zaman daima, devletin gizli
veya açık desteği, kışkırtması ve örgütlemesiyle olur.
O halde, HDP veya Kürt Özgünlük hareketi hiçbir şekilde
suçlanamaz.
Aksi sabit oluncaya kadar suçlu hükümet ve devlettir.
*
Elbette politik mücadelede bir hakkın ne zaman kullanılacağı mücadele içinde bir taktik anlama
sahip olabilir. Çünkü kimileri de HDP’yi ve Kürt Özgürlük Hareketini ve diğer
çağrıcıları, böyle gergin zamanda niye çağrı yaptı, bir sürü insanın ölümüne
yol açtı diye eleştiriyorlar.
Her şeyden soyutlayıp sadece taktik ve strateji olarak
değerlendirildiğinde bile, bu gibilerin de politik strateji ve taktik
bakımından Kobane’nin önemini zerre kadar anlamadıkları görülmektedir.
HDP, bu çağrıyı yapmakta geç bile kalması nedeniyle
eleştirilebilir. Çok daha önceden sokaklara dökülmeliydi. Böylece belki Kobane
böyle kritik bir duruma düşmeyebilir; henüz IŞİD şehri kuşatmamışken Koalisyon
uçakları bombardımana başlayabilir, yüzlerce savaşçının canı korunabilirdi.
Ve aksine, HDP, olaylardan sonra birden sessizliğe
kapılmakla; sanki suçluymuş izlenimi verecek şekilde davranmakla; çağrısını
sadece Kürtlere yapmakla; Alevilere ve “yaşam
tarzı” nedeniyle baskı altında olanlara yapmamak ve onları sokağa çağırmamakla
eleştirilebilir.
Evet, kimileri “bu kadar insan öldü, o halde ne olursa
olsun, devletin böyle tepki göstereceği bilindiğine göre çağrı yapılmamalıydı” tarzında
bir yürüterek HDP ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne eleştiri yönetiyorlar; ne olursa
olsun ölümlere yol açmamak gerektiği üzerinden eleştiri yöneltiyorlar.
Bu da yanlış bir akıl yürütmedir. O insanlar Devlet ve
Hükümet tarafından öldürüldüler ama bu ölümleriyle, binlerce veya on binlerce
kişinin ölmesini engellediler.
Eğer çağrı yapılmasa ve kitleler sokaklara akılmasaydı,
Koalisyon Güçleri bombardımana başlamaz ve başlayamazdı. Çünkü Türk Hükümeti ve
Devleti, baskı yapıyor ve onlar da müttefiklerini kırmamak için baskıya boyun
eğiyorlardı. Ayrıca Türk Hükümeti ve Devleti, Hududun 10 Km yakınına kadar
bombalamayı yasaklayarak, fiilen IŞİD’e askeri koruma sağlıyordu.
Bu durumda Kobane gerçek bir katliam yaşar, binlerce insan
ölürdü; Kobane o katliamı yaşayınca iyice azgınlaşan IŞİD bütün Rojava’ya
saldırır oralarda da binlerce insan ölürdü. Türkiye’de “barış süreci” denen
Hükümetin oyalama taktiği son bulur, doksanlara geri dönülür ve on binlerce
insan ölürdü.
Sokağa çıkılarak bütün bunlar engellendi. Koalisyon
bombardımana başlamak; Türkiye engelini kaldırmak zorunda kaldı.
O ölümler yaşanacaklar karşısında çok küçük bir bedel olarak
bile görülebilir politik ve askeri olarak.
O halde, ölümleri, provokasyonları vs. bahane ederek sokağa çıkılmasını eleştirenler ve bu gibi nedenlerle Kürt Özgünlük Hareketine karşı ya da mesafeli duranlar daha baştan devletin ve hükümetin müttefiki olmuşlar demektir.
O halde, ölümleri, provokasyonları vs. bahane ederek sokağa çıkılmasını eleştirenler ve bu gibi nedenlerle Kürt Özgünlük Hareketine karşı ya da mesafeli duranlar daha baştan devletin ve hükümetin müttefiki olmuşlar demektir.
(Az önce Radikal’de “Diyarbakır’daki
Linç’in Fotoğrafları” diye bir takım fotoğraflar yayınandı. Belli ki telefonla çekilmiş. Bu haberi
Milliyet “PKK vahşetinin fotoğrafları”
diye verdi. Haberin içinde de olaylara ilişkin, “PKK’lıların saldırısı sonucu 34 kişi hayatını kaybetti, 2 polis şehit
oldu” deniyor. Haberin bu verilişi bile, PKK’nın hiçbir delil olmadan suçlu
ilen edilmesi ve Milliyet tarafından Devletin cinayetlerinin PKK’ya yıkılması
(bakınız: İnsan hakları Derneği’nin raporu: http://www.ihd.org.tr/index.php/raporlar-mainmenu-86/el-raporlar-mainmenu-90/2888-kobane-direnisi-ile-dayanisma-kapsaminda-yapilan-eylem-ve-etkinliklere-mudahale-sonucu-meydana-gelen-hak-ihlalleri-raporu-2-12-ekim-2014.html)
bu linç olayının suçlusunun devletin özel görevlileri olduğun göstermektedir.
Zaten Milliyet uzun bir süredir, kasıtlı ve provakatif
haberler yapmaktadır. Kürt hareketini birazcık yakından tanıyanlar, onların
böyle bir şey yapmayacağını, böyle bir motivasyonlarının olamayacağını
bilirler.
Özel savaş döneminin sonradan devlet tarafından yapıldığı
anlaşılan bütün cinayetleri gibi, bu cinayetlerin de devlet tarafından
işlendiği ilerde ortaya çıkar ve çıkacaktır.)
19 Ekim 2014 Pazar
Demir Küçükaydın
Yazıları e-posta ile otomatik
olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder