Günümüzde kimsenin dilinden düşürmediği bir sürü saçma ve
yanlış kavram ortalığı doldurmuş bulunuyor. Bu çoğu kez düşünmeden kullanılan
kavramlar dünyamızı öyle şekillendiriyor ki devrimci ve eleştirel bir duruş;
gerçekten radikal ve demokrat bir politik çizgi olanaksız hale geliyor. Örneğin
Gezi Direnişi’nin neredeyse izinin ve tozunun kalmamasında bu gibi kavramların
görünmez egemenliğinin ki gerçek tehlikeli ve kendisiyle mücadele edilmesi zor
egemenlik görünmez egemenliktir, çok önemli bir yeri vardır. Yeri geldikçe bir
seri yazıda bunları ele alalım. “Çok Kültürlülük” bunlardan biri.
Kültür kavramının eğitim ya da sanat gibi kavramlar
karşılığı sık sık kullanıldığı olur. Kültürlü insan dediğimizde genellikle iyi
bir eğitim almış olmayı kastederiz. Şehrin kültür hayatı dediğimizde, şehirdeki
sanat etkinliklerini kastederiz. Bu gibi başka anlamlarda kullanımları konumuz
açısından bir kenara bırakıyoruz.
*
Kültür sosyolojik olarak genellikle “İnsanın doğaya kattığı her şey” diye tanımlanır. Ama böyle bir
tanım oldukça “İnsan merkezli” olup, Kültür’ün sosyolojik karşılığı olarak
yeterince dakik değildir ve yanıltıcıdır.
Çünkü Kültür, Toplum’dan önce vardır. Toplum’un ön
koşuludur.
Kültür sosyolojik olarak, genlerle aktarılmayan, öğrenilebilen
bilgiler ya da özellikler demektir. Kültürün en ayırıcı özelliği; genlerle
aktarılmaması; öğrenilebilir ve öğretilebilir olmasıdır.
Kültür’ün biyolojik temelinde hücrelerinin bağlantı
noktalarında oluşan geçici bağlantıların, belli eylem ya da etkilerin sürekli
tekrar durumlarında geçici olmaktan çıkıp sürekli hale gelmesi vardır. Yani sürekli
bir bağlantı oluştuğunda o şey (etki ya da davranış) öğrenilmiş olur.
Bu nedenle bisiklet kullanmayı unutmayız. Konuşurken aklımızı
yormayız. Bir böceğin öğrenmesi yoktur. Doğduğunda gerekli olanları zaten
bilmektedir. Bu “bilgi” ona protein sentezleri aracılığıyla aktarılmıştır. Tıpkı
yutkunmamız gibidir. Yutkunmayı öğrenmeyiz. Ama konuşmayı, bisiklete binmeyi
öğreniriz ama bunları neredeyse yutkunurcasına kendiliğinden ve aklımızı
yormadan yapabilir hale geliriz.
Bu muhakkak ki, sunduğu esneklikle yaşam savaşında büyük bir
avantaj sağlar. Belli bir nişe hapsolmaktan kurtarır. Anatomik değişikliklere
gerek duymadan, davranışları değiştirerek varlığı sürdürmeyi mümkün kılar.
Ancak öğrenmenin kendisi bir kültürün ortaya çıkması için
yetmez, kuşaktan kuşağa ve yatay olarak aktarılabilir olması gerekir.
Bilindiği gibi Ahtapotlar çok gelişkin bir zekâya, yani
öğrenme ve akıl yürütme potansiyeline sahiptirler. Ancak bir kültürleri yoktur.
Çünkü her yeni doğan ahtapot kuşağı kendisi öğrenecektir öğreneceğini, kuşaklar
arası bir öğrenilmişin aktarılması yoktur. Sürü halinde de yaşamadıklarından,
bilgilerini birbirlerine aktaramazlar; aktaracak araçları geliştirmemişlerdir.
Bu nedenle, en azından çocukların bakımı ve toplu bir yaşam,
bir kültürün ortaya çıkabilmesinin ön koşuludur. Bazı kuşlarda da bir kültürün
tohumu, genç kuşlara uçmanın öğretilmesi gibi, görülür. Son araştırmalar, Kargalar
gibi topluluk halinde yaşayan ve yavrularına belli bir ölçüde bakan kuşlarda, bir
kültürün var olduğuna dair veriler sunuyor.
Ancak Kültür’ün gelişmesinin esas koşulunu Memeli oluş, yani
yavruya uzunca bir süre annenin bakım ve koruması oluşturur.
Neredeyse bütün memeli yavruları oyun da oynar. Oyun
oynamak, aslında genlerle aktarılmış olmayan, ama yaşam savaşında ona yardımcı olacak
olan sinir bağlantılarının oluşturulması demektir. Elbette bu özellik aynı zamanda
kuşaklar arasında bir bilgi ve tecrübe aktarımını da mümkün kılar. Bu nedenle
neredeyse bütün memeli hayvanlarda belli bir kültürün varlığı
gözlemlenmektedir.
Örneğin Afrika’daki bir rezervatta, filler tükenmiştir oraya
başka bir rezervattan genç filler getiriliyor. Ancak gelen genç fillerin
geldiği yerde gergedan yoktur. Bu nedenle yeni gelen genç filler gergedanlarla
karşılaşınca onlara saldırmaktadırlar. Ancak başka rezervatlarda binlerce
yıldan beri Gergedanlarla “barış içinde bir arada” yaşayan ve Gergedanlara
saldırılmayacağını bilen filler de vardır. Bu bilgiye sahip yaşlı bir fil, genç
fillerin olduğu rezervata getirildikten sonra genç filler de gergedanlara
saldırmayı bırakırlar. Çünkü yaşlı ve bu bilgiye sahip fil bu bilgiyi onlara aktarmıştır.
Yani ortada öğrenilmiş bir bilginin aktarılması vardır ve ondan sonra doğacak
kuşaklar için bu bilgi, sonra içine doğulan bir doğa gibi olacaktır. Yeni
kuşaklar bunu kendiliğinden öğrenecektir.
Primatlarda bir kültürün varlığı ve hatta sürüler arasındaki
kültür farklılıkları artık apaçık bir hal almaktadır.
Bu konuda çıkarsama yapılabilecek en iyi örneği, “kurt çocuklar”
sunar. Çok istisnai de olsa, zaman zaman, hayvanlar tarafından evlat edinilip
bakılmış insan yavruları bulunmuştur. Bu çocuklar, biyolojik ve fiziksel olarak
bütün diğer insanlarla aynı özelliklere sahip olmalarına rağmen, Kurt ya da Ayı
kültürü ile büyüdüklerinden, tıpkı onlar gibi yaşıyorlardı ve belli bir yaştan (galiba
12) daha büyük olanlarının toplumsal hayatı öğrenmeleri mümkün olmuyordu.
Yani toplum, insan türünün bir özelliği değildir. Onunu
keşfedilmesi gerekmiştir. İnsanın tarihinde çok uzun bir süre kültürlü ama
henüz toplumun bulunmadığı, bir aşama olmuş olmalıdır. Kültür Toplumdan önce
gelir.
Dolayısıyla Homo Sapiens’in 70.000 yıl önce Toplum’u (belli
kurallar ve yaptırımları olan, parçanın bütüne tabi olduğu cebirsel bir birliktir
Toplum) keşfetmeden önce, en az 100.000 yıl kültürlü ama toplumsuz olduğunu
varsayabiliriz.
Kültür toplumsal bir özellik değil, biyolojik bir
özelliktir. Öğrenme ve edinilen bilgilerin diğer canlılara ve kuşaktan kuşağa
aktarılması özelliğinin sonucu olan şey, yani kültür, tıpkı bir genetik özellik
gibi işlev görür. Çünkü şu veya bu şeyin öğrenilmesi ve aktarılması o canlıya
ya da sürüye belli bir üstünlük sağlayabilir. İnsan olma sürecinde, bu türden
kültüre dayanan bir seleksiyonun belli bir işlevi olduğu düşünülebilir.
Bilginin gerek yatay gerek kuşaklar arasında aktarılması
aynı zamanda dilin gelişimini de gerektirir. Bu bakımdan kültür aynı zamanda bir
“Niş” özelliği görür biyolojik olarak evrim bakımından. Konuşma, mimikler;
vücut dili bu özelliklerin (yüzdeki kaslar vs.) gelişimi ile bunları işleyen
beyin bölgelerinin gelişimi muhtemelen karşılıklı etki içinde gelişmiş
olmalıdır.
Buradan hareketle diyebiliriz ki, toplum ortaya çıkmadan
önce, tıpkı bizimki gibi gelişmiş diller (tabii toplum ve onunla birlikte
ortaya çıkan kurumlar olmadığından bu kavramları olmayan ama yapısal olarak şimdiki
dillerle aynı özde, çünkü arada beynin anatomisi bakımından bir değişiklik
yoktur), Toplum ortaya çıkmadan önce oluşmuş olmalıydılar. Gelişmiş bir dil, toplumun
ortaya çıkışının ön koşuludur. Bu bakımdan Dil de Kültür’ün görünümlerinden
biri olarak toplumsal değil, biyolojik bir özelliktir.
İnsan Türü nasıl toplum olmadan, kültürü olan bir varlık
olarak uzunca bir süre var olabilmiş ise, Marks’ın komünist toplumun üst
aşaması dediği; “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” diye bayraklarına
toplumun yazacağı dönemde; burjuva hak eşitliğini sağlayacak, (Yani çalışmayana
ekmek yok) bir yaptırım olmayacağı; emeğin ve iş bölümünün ortadan kalktığı;
zenginliklerin gürül gürül aktığı bir aşamada yaptırım ortadan kalkmış olmasına
rağmen; bu sürü oluşa bir dönüş değil; toplumun bir başka aşaması anlamına
gelir. Çünkü bu “Kültür’e dönüş”
biyolojik bakımdan bir avantaj veya dezavantaj oluşturmayacaktır; onun ortaya
çıkaran da biyolojik yasalar değildir; toplumsal üretimin ulaştığı seviyede
toplumsal var oluşun bir biçimi olacaktır. Kültürlü sürü, toplum olmadığı için
sosyolojinin konusu değildir; ama yaptırımın ortadan kalktığı; neredeyse “sürü”ye
dönmüş “Komünist Toplumun Üst Aşaması” biyolojinin değil, sosyolojinin
konusudur.
Buraya kadar sosyolojik olarak kültür kavramının analizini
yapmaya çalıştık.
Ancak yaygın kullanımda, örneğin “çok kültürlülük” gibi bir
kullanımda kültür ne anlama gelmektedir?
Esas konumuz bu.
Ama yukarıdaki temelleri koymadan bu konuya girmek olmazdı.
Buna da sonraki yazıda girelim.
26 Kasım 2014 Çarşamba
Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak
isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder