21 Kasım 2014 Cuma

Gelecek, Geleceğin Tarihi ve Uluslar

Dün “Doğu Toplumları ve Ütopya” başlıklı bir eski yazıyı tekrar yayınlamanın nedeni gelecek üzerine birkaç konuya yönelmekti. Bunlar gelecek ve geçmiş ilişkisi üzerine; geleceğe ilişkin tasavvurların genellikle çık kısa bir dönemi içermeleri üzerine; Ortadoğu’nun yakın geleceği üzerine; insanlığın geleceği ve geleceksizliği üzerine bir seri yazıya yavaş yavaş bir giriş yapma niyetiydi.
Ucundan başlayalım.
Aslında nasıl tarih, tarih ile ilgili değil, günümüzün sorunları ile ilgiliyse, gelecek üzerine öngörü ve hayaller de bütünüyle günümüzün sorunlarıyla ilgilidir ve ifade edildikleri dünyanın sorunlarını tartışırlar ve tüm darlıklarını yansıtırlar.
Tarihin nasıl bir tarihi varsa ve tarih en iyi tarihin tarihinden izlenebilirse, Geleceğin de(Ütopyaların, Bilim Kurguların, gelecek tasavvurlarının vs.) bir tarihi vardır.
Ve çok paradoksal bir ifade olabilir ama geçmişteki tarih en sağlıklı olarak geleceğin tarihinde izlenebilir.
Böylece geçmiş ve gelecek fiziksel olarak “zaman oku”nun geldiği ve gideceği yer olmaktan çıkar; sosyolojik anlamını kazanır. Geçmiş ve Gelecek fiziksel değil, sosyolojik bir olgudur ve sosyolojik kavramlarla ele alınabilir ve anlaşılabilir.
Tarihe ve geleceğe böyle baktık mı, her şey daha bir berrak ve kolay anlaşılır olmaya başlar.
Örneğin Türklerin Tarihi, “Türklerin Tarihi”ni yazan kitapların başlattıkları tarihte değil; Türklerin Tarihi yazılmaya başladığında başlar; o tarihin tarihi ise, yani Türklerin Tarihi’nin Tarihi ise, şunun şurası yirminci yüzyılın başında, haydi biraz daha gidelim, 19. Yüzyılın sonlarında başlar.
Ya da Kürtlerin Tarihi, Sümer tüccarlarının yukarı Mezopotamya ile ticaretlerinde veya On Binlerin Ricatı’ndaki Karduklarda veya Şeref Han’ın Şerefname’sinde başlamaz; bunların Kürt tarihinin başlangıçları olarak yazıldığı tarihlerde başlar. Bu da yine yirminci yüzyıl başlarıdır.
Ve şöyle bir denklem bile kurulabilir: bir ulusun tarihi ne kadar sonra başlıyorsa, tarihi o kadar eski bir tarihten başlayarak anlatılır. Dünyanın en eski ulusu Amerikan ulusu tarihsizdir, tarihi kendisiyle başlar. Ama Amerika’dan 150 yıl sonra kurulmuş Türk Ulusunun Tarihi binlerce yıl öncesinden başladı. Kürt ulusunun tarihi de aynı denklemi doğrular.
*
Ancak bir demokratik ulusun bir tarihe ihtiyacı olmaz ve ancak böyle bir ulus tarihi kendisinin ortaya çıkışıyla başlatabilir. Yani demokratik bir ulus ile tarihin gerçeğe daha uygun ve doğru olarak anlatılması arasında zorunlu bir ilişki vardır. “Gerçek devrimcidir” ifadesininin daha somut bir doğrulamasıdır bu.
Demokratik bir ulus, dili, dini, soyu, sopu, etnisi olmayan, bunlara kör bir ulus olmak zorundadır. Böyle bir ulusun tarihi de bu tarihlere karşı mücadele içinde şekilleneceğinden; demokratik bir ulus tarihi, dille, dinle tanımlanan uluslara karşı mücadelelerin tarihiyle başlar.
Ama uluslara karşı mücadele, ancak ulusun ne olduğunun sosyolojik açıklamasıyla başlayabilir. Ulusun ne olduğunun bir açıklaması ise, ulus da modern toplumun dininin reaksiyoner biçiminden başka bir şey olmadığından, Din’in ne olduğunun açıklamasıyla başlayabilir. Bu ise şunun şurası on yıllık bir tarihtir.
Genel olarak ulusların ortaya çıkışının tarihi ise şunun şurası iki yüz yılı biraz aştığından, en iyi ihtimalle o kadar uzak bir geçmişe gidebilir Demokratik bir ulusun “Ulusal Tarih”.
Ama nasıl demokratik bir ulus, fiiliyatta uluslara karşı bir ulus; bir dünya cumhuriyetinin tohumu olmak zorundaysa; demokratik bir ulusun “Ulusal Tarihi” bile olamaz.
Çünkü böyle bir tarih şöyle bir sorunla da karşılaşacaktır: peki ulusların öncesinde neler vardı? O tarih nasıl anlatılabilir?
Ulusçular tarihi ulusların tarihi olarak gördükleri için böyle bir sorunla karşılaşmazlar; ama demokratlar için, demokratik bir ulusçuluğun mantığı gereği bu sorun ortaya çakar ve bu da sosyolojik (Marksist) bir tarih açıklamasını zorunlu kılar.
O halde demokrasinin en tutarlı savunucularının Marksistler olması veya tersinden demokrasiyi tutarlı savunmanın insanı Marksizme götüreceği denklemiyle burada tekrar karşılaşılır. Çünkü Marksizm ancak demokratik bir tarih yazacak kavramsal araçları sunabilir.
O halde demokratik bir ulus için mücadele aynı zamanda tarihi ele alacak sosyolojik kavramaların (yani Marksist kavramların) dakikleştirilip geliştirilmesi için mücadele olmak zorundadır.
Demokrasi mücadelesi, uluslara ve ulusçuluğa karşı mücadele ile o da Marksist kavramların dakikleştirilmesi ve geliştirilmesiyle başlar.
*
Bu ilişki bize Amerika’da neden “Bilim Kurgu”nun çok gelişmiş olduğunun ipucunu da verir. Uzaklara giden ulus tarihleri ezeli oldukları kadar ebedi olacak uluslar söz konusu olduğunda komik olur. Bu nedenle bir ulusun tarihi ne kadar eskilere gidiyorsa, o kadar geleceksizdir.
Bu nedenle, ABD gibi “tarihsiz” uluslar bugünün mücadelelerini, Türkler gibi “tarihli” ulusların aksine, tarih üzerinden değil, daha ziyade gelecek üzerinden gerçekleştirirler.
(Amerikan sinemasında iki farlı gelenek vardır. Biri fantezi veya fantastik tarih dışı Conan gibi akım. Bu Bilim Kurgu ile karıştırılmamalıdır. Tarih dışı ve fantastik sinema, genellikle tıpkı Vampir gibi tarihsizdir ve gericiliğin basit bir aracı olmuştur. Uzay kovboyları bilim kurgu değil, fantastik sinemanın değişik bir versiyonu sayılabilir. Ama bilim kurgu, Frankeştayn’dan beri eleştirel ve muhalif kalmıştır denebilir.)
Bu nedenle ABD’deki bilim kurgu genel olarak muhalif ve eleştirel bir akım olarak kalmıştı. Tabii bu eleştirellik bugünün ABD’sine karşı bir eleştirellik iken, ve de kısmen öyle de olabilmek için; geleceğe yönelik bir projeksiyon olarak; geleceği de bugünün basit bir uzantısı gibi aktardığından, aynı zamanda saçma ve çocuksu olmaktan kurtulamaz. Ve en eleştirel olanı bile bu durumda Amerikan sisteminin açık veya bir zımni bir savunusu olmaktan öteye gidemez.
Bu nedenle bilim kurgular ne kadar “zamandan ve mekândan münezzeh” olurlarsa; ne kadar soyut olurlarsa o kadar gerçekçi olurlar.
*
“Ulusların tarihi yoktur” çok sık yazdığımız bir önermedir.
Evet, ama ulusların geleceği de yoktur.
Bu da en azından öbürü kadar doğrudur
İki nedenle yoktur:
Ya uluslar sürdüğü takdirde insanlık yok olacağı için yoktur;
Ya insanlık ancak uluslara son verdiği takdirde var olabileceği için yoktur.
Bu aşılmaz bağıntıyı atlayan her bilim kurgu, ne kadar kapitalizmin eleştirisi olursa olsun,  ulusların ve ulusçuluğun savunusu olmaktan başka somut bir anlama sahip değildir.
Keza her bilim kurgu eleştirisi de.
21 Kasım 2014 Cuma
Demir Küçükaydın
Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:

Hiç yorum yok: