Dün “Doğu
Toplumları ve Ütopya” başlıklı bir eski yazıyı tekrar yayınlamanın
nedeni gelecek üzerine birkaç konuya yönelmekti. Bunlar gelecek ve geçmiş
ilişkisi üzerine; geleceğe ilişkin tasavvurların genellikle çık kısa bir dönemi
içermeleri üzerine; Ortadoğu’nun yakın geleceği üzerine; insanlığın geleceği ve
geleceksizliği üzerine bir seri yazıya yavaş yavaş bir giriş yapma niyetiydi.
Ucundan başlayalım.
Aslında nasıl tarih, tarih ile ilgili değil, günümüzün
sorunları ile ilgiliyse, gelecek üzerine öngörü ve hayaller de bütünüyle
günümüzün sorunlarıyla ilgilidir ve ifade edildikleri dünyanın sorunlarını
tartışırlar ve tüm darlıklarını yansıtırlar.
Tarihin nasıl bir tarihi varsa ve tarih en iyi tarihin
tarihinden izlenebilirse, Geleceğin de(Ütopyaların, Bilim Kurguların, gelecek
tasavvurlarının vs.) bir tarihi vardır.
Ve çok paradoksal bir ifade olabilir ama geçmişteki tarih en
sağlıklı olarak geleceğin tarihinde izlenebilir.
Böylece geçmiş ve gelecek fiziksel olarak “zaman oku”nun geldiği ve gideceği yer
olmaktan çıkar; sosyolojik anlamını kazanır. Geçmiş ve Gelecek fiziksel değil,
sosyolojik bir olgudur ve sosyolojik kavramlarla ele alınabilir ve
anlaşılabilir.
Tarihe ve geleceğe böyle baktık mı, her şey daha bir berrak
ve kolay anlaşılır olmaya başlar.
Örneğin Türklerin Tarihi, “Türklerin Tarihi”ni yazan
kitapların başlattıkları tarihte değil; Türklerin Tarihi yazılmaya başladığında
başlar; o tarihin tarihi ise, yani Türklerin Tarihi’nin Tarihi ise, şunun
şurası yirminci yüzyılın başında, haydi biraz daha gidelim, 19. Yüzyılın sonlarında
başlar.
Ya da Kürtlerin Tarihi, Sümer tüccarlarının yukarı Mezopotamya
ile ticaretlerinde veya On Binlerin Ricatı’ndaki
Karduklarda veya Şeref Han’ın Şerefname’sinde
başlamaz; bunların Kürt tarihinin başlangıçları olarak yazıldığı tarihlerde
başlar. Bu da yine yirminci yüzyıl başlarıdır.
Ve şöyle bir denklem bile kurulabilir: bir ulusun tarihi ne
kadar sonra başlıyorsa, tarihi o kadar eski bir tarihten başlayarak anlatılır.
Dünyanın en eski ulusu Amerikan ulusu tarihsizdir, tarihi kendisiyle başlar.
Ama Amerika’dan 150 yıl sonra kurulmuş Türk Ulusunun Tarihi binlerce yıl
öncesinden başladı. Kürt ulusunun tarihi de aynı denklemi doğrular.
*
Ancak bir demokratik ulusun bir tarihe ihtiyacı olmaz ve ancak
böyle bir ulus tarihi kendisinin ortaya çıkışıyla başlatabilir. Yani demokratik
bir ulus ile tarihin gerçeğe daha uygun ve doğru olarak anlatılması arasında
zorunlu bir ilişki vardır. “Gerçek devrimcidir” ifadesininin daha somut bir
doğrulamasıdır bu.
Demokratik bir ulus, dili, dini, soyu, sopu, etnisi olmayan,
bunlara kör bir ulus olmak zorundadır. Böyle bir ulusun tarihi de bu tarihlere
karşı mücadele içinde şekilleneceğinden; demokratik bir ulus tarihi, dille,
dinle tanımlanan uluslara karşı mücadelelerin tarihiyle başlar.
Ama uluslara karşı mücadele, ancak ulusun ne olduğunun
sosyolojik açıklamasıyla başlayabilir. Ulusun ne olduğunun bir açıklaması ise,
ulus da modern toplumun dininin reaksiyoner biçiminden başka bir şey
olmadığından, Din’in ne olduğunun açıklamasıyla başlayabilir. Bu ise şunun
şurası on yıllık bir tarihtir.
Genel olarak ulusların ortaya çıkışının tarihi ise şunun
şurası iki yüz yılı biraz aştığından, en iyi ihtimalle o kadar uzak bir geçmişe
gidebilir Demokratik bir ulusun “Ulusal Tarih”.
Ama nasıl demokratik bir ulus, fiiliyatta uluslara karşı bir
ulus; bir dünya cumhuriyetinin tohumu olmak zorundaysa; demokratik bir ulusun “Ulusal
Tarihi” bile olamaz.
Çünkü böyle bir tarih şöyle bir sorunla da karşılaşacaktır: peki
ulusların öncesinde neler vardı? O tarih nasıl anlatılabilir?
Ulusçular tarihi ulusların tarihi olarak gördükleri için
böyle bir sorunla karşılaşmazlar; ama demokratlar için, demokratik bir
ulusçuluğun mantığı gereği bu sorun ortaya çakar ve bu da sosyolojik (Marksist)
bir tarih açıklamasını zorunlu kılar.
O halde demokrasinin en tutarlı savunucularının Marksistler
olması veya tersinden demokrasiyi tutarlı savunmanın insanı Marksizme
götüreceği denklemiyle burada tekrar karşılaşılır. Çünkü Marksizm ancak demokratik
bir tarih yazacak kavramsal araçları sunabilir.
O halde demokratik bir ulus için mücadele aynı zamanda
tarihi ele alacak sosyolojik kavramaların (yani Marksist kavramların) dakikleştirilip
geliştirilmesi için mücadele olmak zorundadır.
Demokrasi mücadelesi, uluslara ve ulusçuluğa karşı mücadele ile
o da Marksist kavramların dakikleştirilmesi ve geliştirilmesiyle başlar.
*
Bu ilişki bize Amerika’da neden “Bilim Kurgu”nun çok
gelişmiş olduğunun ipucunu da verir. Uzaklara giden ulus tarihleri ezeli oldukları kadar ebedi olacak uluslar söz konusu
olduğunda komik olur. Bu nedenle bir ulusun tarihi ne kadar eskilere gidiyorsa,
o kadar geleceksizdir.
Bu nedenle, ABD gibi “tarihsiz” uluslar bugünün
mücadelelerini, Türkler gibi “tarihli” ulusların aksine, tarih üzerinden değil,
daha ziyade gelecek üzerinden gerçekleştirirler.
(Amerikan sinemasında iki farlı gelenek vardır. Biri fantezi
veya fantastik tarih dışı Conan gibi akım. Bu Bilim Kurgu ile
karıştırılmamalıdır. Tarih dışı ve fantastik sinema, genellikle tıpkı Vampir
gibi tarihsizdir ve gericiliğin basit bir aracı olmuştur. Uzay kovboyları bilim
kurgu değil, fantastik sinemanın değişik bir versiyonu sayılabilir. Ama bilim
kurgu, Frankeştayn’dan beri eleştirel ve muhalif kalmıştır denebilir.)
Bu nedenle ABD’deki bilim kurgu genel olarak muhalif ve
eleştirel bir akım olarak kalmıştı. Tabii bu eleştirellik bugünün ABD’sine
karşı bir eleştirellik iken, ve de kısmen öyle de olabilmek için; geleceğe
yönelik bir projeksiyon olarak; geleceği de bugünün basit bir uzantısı gibi
aktardığından, aynı zamanda saçma ve çocuksu olmaktan kurtulamaz. Ve en
eleştirel olanı bile bu durumda Amerikan sisteminin açık veya bir zımni bir
savunusu olmaktan öteye gidemez.
Bu nedenle bilim kurgular ne kadar “zamandan ve mekândan münezzeh” olurlarsa; ne kadar soyut olurlarsa
o kadar gerçekçi olurlar.
*
“Ulusların tarihi yoktur” çok sık yazdığımız bir önermedir.
Evet, ama ulusların geleceği de yoktur.
Bu da en azından öbürü kadar doğrudur
Bu da en azından öbürü kadar doğrudur
İki nedenle yoktur:
Ya uluslar sürdüğü takdirde insanlık yok olacağı için
yoktur;
Ya insanlık ancak uluslara son verdiği takdirde var
olabileceği için yoktur.
Bu aşılmaz bağıntıyı atlayan her bilim kurgu, ne kadar
kapitalizmin eleştirisi olursa olsun, ulusların ve ulusçuluğun savunusu olmaktan
başka somut bir anlama sahip değildir.
Keza her bilim kurgu eleştirisi de.
21 Kasım 2014 Cuma
Demir Küçükaydın
Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu
adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder