Bu hükümetin esas düşmanı İŞ(İD) değil; Kuzey Suriye veya Batı
Kürdistan’da (Rojava) oluşmuş küçük demokrasi adacıklarıdır. Cizre, Kobane ve
Afrin.
Gerek Türk devleti, gerek bugünkü hükümet “fıtratı” gereği demokrasiyi
kendi varlığı için en büyük tehdit olarak görmektedir. Türklük ve Müslümanlık
varken ne demek, Süryanice, Arapça ve Kürtçeyi resmi dil olarak tanıyıp da
üstüne üstlük herkese ana dilinde de eğitim hakkını uygulamak? Müslümanlık
varken, ne demek Ezidiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar. Aleviler karşısında hiç
birine imtiyaz tanımamak; gerçek bir laik yönetim kurmak? Merkezi bir devlet varken
ne demek özerk bölgeler ve İsviçre demokrasisi gibi kantonlar kurmak? Kanton
sözü bile tehlikeli ve bölücüdür.
Hükümet’i Özgürlük Hareketi ile görüşmeye Suriye’deki
gelişmeler de zorlamıştı. Kürtler fiilen özerk bölgeler ilan etmişlerdi.
Ama köprülerin altından çok sular aktı. Hükümet barışın hem
Kuzeyde hem güneyde Özgürlük Hareketine yaradığını gördü. Bunu bitirmek için
bahaneler arama peşinde. Şimdi, Rojava’yı işgal ederse, hem Müttefiklerine
yaranacağını ve tecridi kıracağını hem de demokrasi adacıklarını yok
edebileceğini düşünmektedir. Tabii bu zaferler karşılığında “barış süreci” büyük
bir kurban sayılmaz ve diğerlerinin “sevabı” bu “günahı” affettirir diye
düşünmektedir.
Kobane’nin düşmesi durumunda, Kobane’yi savunanların katliyle
oluşacak tepkiyi ve kamuoyunu da kullanarak, Hudut boyunda 100 kilometreye
kadar varan bir şeridi işgali hem Türkiye’deki; hem de uluslararası kamuoyuna kolayca
kabul ettireceğini düşünmektedir. Bir taşta iki kuş vurmanın hesabıdır. Eğer Kobane
düşerse, Kobane'deki savaşçılar ve halk katledildiğinde hem Kobane’deki
özgürlük savaşçılarından kurtulacak; hem de bu katliama gösterilecek tepkileri “güvenlikli
bölge veya “emniyet şeridi” dediği, fiili Rojava işgalini meşrulaştırmak için
kullanacaktır. Bunun bütün belirtileri epeydir görülüyor.
Hükümetin kafasında olan ağzına almamaya çalıştığıdır. Ama
dil ağrıyan dişi kurcalar. Hükümet gerçek niyetlerini her durumda dışa
vurmaktadır.
Örneğin birkaç gün önce, “Genelkurmayın suflörü” Fikret Bila’yla
New York’ta yaptığı söyleşide açık açık bu amacını ifade ediyordu:
Manşet: “Havadan bombalamayla
olmaz”.
Erdoğan şunları söylüyor:
“Havadan bombalamayla
olmaz. Havadan bombalıyorsun sonra ne oluyor? Sonra tekrar harekete geçiyorlar.
Dolayısıyla meselenin aslını çözmüyor. Çözmek için özellikle Suriye tarafında
uçuşa yasak bir bölge ilan edilmesi lazım. Bu yapılırsa, sınırımız boyunca
tampon bir bölge, güvenli bir bölge oluşur.”
Bu “tampon bölge”ye diğer ülkeler sıcak bakmıyordu. Bunun üzerine
şimdi de “Güvenlik Şeridi” çıktı. “Tampon”dan “Güvenli”ye geçiş bizzat Erdoğan’ın
sözlerinde bile yansıyor.
“Güvenlik Şeridi” ne demek?
Havadan olmazsa, karadan demek.
Havadan olmazsa, karadan demek.
Karda kim var? Bu “güvenlik şeridi”ni kim kuracak?
Türk Ordusu.
Şimdi Türk birlikleri Suriye’ye girse, ne olursa olsun,
başka bir ülke topraklarını işgal etmiş olur. Şimdiye kadar kestaneleri ateşten
çıkaracak taşeronlar kullanıldı. Ama artık bunların işe yaramadığı, güvenlik
şeridi adı altında Suriye’ye resmen Türk ordusunun 100 kilometre kadar bir
derinliğe girip, Resmen Suriye’yi fiilen Rojava’yı işgal etmesi planlanıyor.
Hükümet, bu işgali meşrulaştırmak için, “hümanist”
gerekçelerin ardına sığınıyor ve böylece hem içerde, hem dışarıda bu işgali,
kabul edilebilir kılmak istiyor.
Bunun için de Kobane’nin düşmesi, özellikle önemli. Çünkü
ortaya çıkacak katliam ve sığınmacı tablolarını bahane ederek Rojava’yı fiili
işgalini, sanki bir koruma için Suriye’ye girme gibi gösterebilir.
Bu nedenle İŞİD ile zımnen koordineli çalışıyor. Çünkü
Kobane direndiği sürece, bu planı uygulaması zordur. Direniş uzadıkça, Kobane’ye
yardım verilmesini ve yol açılmasını isteyen kamuoyunun baskısı artacaktır.
Ayrıca demokrasi güçlerine bir moral ve mücadele azmi verecektir. Aleviler ve Batı’nın
laikleri Özgürlük Hareketi’nden uzat durmaya bir son verebilirler Kobane direnişinin
uzaması ve başarısı halinde. Bu nedenle Türk Devleti ve Hükümet için Kobane'nin
İŞİD tarafından işgali ve peşinden Rojava’daki örneğin yok edilmesi artık bir
hayat memat meselesi haline gelmektedir.
Haritayı açan üç kantonun isimlerini yazıp baktığında şunu
görür. Bu kantonlar Türkiye’nin sınır boylarındadır. Beş altı yüz kilometrelik
bir mesafeye yayılmış üç adacıktırlar. Bunlardan Kobane şimdi kuşatma
altındadır. Diğer ikisi Afrin ve Kamışlı’dır. En içerdeki Afrin’in bile Türkiye’ye
olan mesafesi, 30 kilometreden fazla değildir.
Aynı haberde “100 kilometre
derinlik” alt başlığı altında şu satırlar okunuyor:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
çerçevesini çizdiği bu yaklaşım, resepsiyonda, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı
Feridun Sinirlioğlu da dahil olmak üzere Dışişleri yetkilileri tarafından da
somut biçimde şöyle ifade edildi: “Bizim 1259 km sınırımız söz konusu. Bu sınır
boyunca güvenli bir koridora ihtiyaç var. Uçuşa yasak bölge ilan edilip
oluşturulacak güvenlik bölgesi belki bazı yerlerde 100 km’ye kadar derinlikte
olması gerekiyor. Bu sınırın bazı bölgelerinde
20 km olur, bazı bölgelerinde 50 km olur, bazı bölgelerde 30 km olur. Ama 100 km derinliğe kadar olması gereken yerler de olabilir”
20 km olur, bazı bölgelerinde 50 km olur, bazı bölgelerde 30 km olur. Ama 100 km derinliğe kadar olması gereken yerler de olabilir”
Yani bugünkü Rojava kantonlarını içine alan; oraları işgal
edecek bir “emniyet şeridi” planlanıyor. Amaç Rojava devrimini boğmak.
Erdoğan bunu açıkça söylüyor:
“IŞİD’le mücadele
derken, resmin tamamına bakmak lazım. Dikkat ederseniz, o bölgede PKK’nın
uzantısı olanlar mücadele etmedi. Çekildiler. Tıpkı, Musul’da Irak güçlerinin
kaçıp gitmesi gibi. Terörle uluslararası mücadele edilecekse hepsine karşı
mücadele etmek gerekir. Sadece IŞİD ve benzeri örgütler değil bölücü örgütle
(PKK’yı kastediyor) mücadele de buna dâhildir.”
Hem görüşme yapacaksın, hem de aynı gücü İŞİD ile eşit göreceksin. Bu “Barış süreci”nin de bitmesi demektir.
Hem görüşme yapacaksın, hem de aynı gücü İŞİD ile eşit göreceksin. Bu “Barış süreci”nin de bitmesi demektir.
“Barış süreci”ne hükümeti zorlayan, Özgürlü Hareketi’nin Rojava’da
gelişip güçlenmesiydi.
Şimdi Rojava’nın işgalinin planlanması ve buna “Emniyet
Şeridi” denmesi, aslında Hükümetin ipleri kopardığının, gözünü kan bürüdüğünün
bir göstergesi.
Her şey çok açıktır.
2 Ekim’de Hükümet Meclis’e Irak ve Suriye tezkerelerini
verecek. Bu tezkerelerle “Emniyet Şeridi”nin yasal veya hukuki dayanağı
sağlanmış olacak. Ve aynı anda “barış süreci” de fiilen bitmiş olacak.
Kurban Bayramı’nın kurbanları bu sefer sadece hayvanlar
değil; insanlar da olacak.
*
Diğer ülkeler (ABD, İngiltere vs.) bir müdahalede bulunurlar
mı? Sanmıyoruz. Çünkü Rojava aynı zamanda onların planları için de bir
tehdittir örneğiyle. İnsanları dilleri, dinleri ile birbirine düşürüp yönetmek
kolaydır. Rojava en azından buna karşı bir örnek oluşturuyor. Bölge halklarını
birleştirme potansiyeli taşıyor. Bu nedenle onlar da bu girişimin boğulmasından
doğrudan ve dolaylı olarak çıkarlıdırlar. Bu nedenle bu ülkelerin uçakları,
Kobane’yi kuşatan İŞİD mevzilerine bir bomba bile atmıyor.
Sadece ve sadece halkın direnişi bu oyunu bozabilir.
Bu direnişin örgütlenmesi için öncelikle şunu net olarak
bilmek gerekiyor.
Rojava’ya, Kobane’ye, Kürt olduğu için değil; bir demokrasi örneği
olduğu için saldırılmaktadır.
Ve bu nedenle gençler İstanbul’un Kadıköy’ünden otobüslerle
gitmektedirler Kobane Sınırına dayanışma için.
Bu belki şu an fiili ve fiziki bir güç anlamına gelmez ama
demokrasi hedefinin nasıl patlayıcı bir potansiyel taşıdığını gösterir.
Bu hükümet ancak Demokrasi bayrağı ve cephesiyle arkadan
kuşatılıp, bu caniyane planları uygulanamaz kılınabilir.
27 Eylül 2014 Cumartesi
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder