27 Eylül 2014 Cumartesi

Hükümetin Caniyane Planı: Önce Kobane’yi Katlettirmek Sonra Rojava’yı İşgal Etmektir

Bu hükümetin esas düşmanı İŞ(İD) değil; Kuzey Suriye veya Batı Kürdistan’da (Rojava) oluşmuş küçük demokrasi adacıklarıdır. Cizre, Kobane ve Afrin.
Gerek Türk devleti, gerek bugünkü hükümet “fıtratı” gereği demokrasiyi kendi varlığı için en büyük tehdit olarak görmektedir. Türklük ve Müslümanlık varken ne demek, Süryanice, Arapça ve Kürtçeyi resmi dil olarak tanıyıp da üstüne üstlük herkese ana dilinde de eğitim hakkını uygulamak? Müslümanlık varken, ne demek Ezidiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar. Aleviler karşısında hiç birine imtiyaz tanımamak; gerçek bir laik yönetim kurmak? Merkezi bir devlet varken ne demek özerk bölgeler ve İsviçre demokrasisi gibi kantonlar kurmak? Kanton sözü bile tehlikeli ve bölücüdür.
Hükümet’i Özgürlük Hareketi ile görüşmeye Suriye’deki gelişmeler de zorlamıştı. Kürtler fiilen özerk bölgeler ilan etmişlerdi.

Ama köprülerin altından çok sular aktı. Hükümet barışın hem Kuzeyde hem güneyde Özgürlük Hareketine yaradığını gördü. Bunu bitirmek için bahaneler arama peşinde. Şimdi, Rojava’yı işgal ederse, hem Müttefiklerine yaranacağını ve tecridi kıracağını hem de demokrasi adacıklarını yok edebileceğini düşünmektedir. Tabii bu zaferler karşılığında “barış süreci” büyük bir kurban sayılmaz ve diğerlerinin “sevabı” bu “günahı” affettirir diye düşünmektedir.
Kobane’nin düşmesi durumunda, Kobane’yi savunanların katliyle oluşacak tepkiyi ve kamuoyunu da kullanarak, Hudut boyunda 100 kilometreye kadar varan bir şeridi işgali hem Türkiye’deki; hem de uluslararası kamuoyuna kolayca kabul ettireceğini düşünmektedir. Bir taşta iki kuş vurmanın hesabıdır. Eğer Kobane düşerse, Kobane'deki savaşçılar ve halk katledildiğinde hem Kobane’deki özgürlük savaşçılarından kurtulacak; hem de bu katliama gösterilecek tepkileri “güvenlikli bölge veya “emniyet şeridi” dediği, fiili Rojava işgalini meşrulaştırmak için kullanacaktır. Bunun bütün belirtileri epeydir görülüyor.
Hükümetin kafasında olan ağzına almamaya çalıştığıdır. Ama dil ağrıyan dişi kurcalar. Hükümet gerçek niyetlerini her durumda dışa vurmaktadır.
Örneğin birkaç gün önce, “Genelkurmayın suflörü” Fikret Bila’yla New York’ta yaptığı söyleşide açık açık bu amacını ifade ediyordu:
Manşet: “Havadan bombalamayla olmaz”.
Erdoğan şunları söylüyor:
Havadan bombalamayla olmaz. Havadan bombalıyorsun sonra ne oluyor? Sonra tekrar harekete geçiyorlar. Dolayısıyla meselenin aslını çözmüyor. Çözmek için özellikle Suriye tarafında uçuşa yasak bir bölge ilan edilmesi lazım. Bu yapılırsa, sınırımız boyunca tampon bir bölge, güvenli bir bölge oluşur.”
Bu “tampon bölge”ye diğer ülkeler sıcak bakmıyordu. Bunun üzerine şimdi de “Güvenlik Şeridi” çıktı. “Tampon”dan “Güvenli”ye geçiş bizzat Erdoğan’ın sözlerinde bile yansıyor.
“Güvenlik Şeridi” ne demek?
Havadan olmazsa, karadan demek.
Karda kim var? Bu “güvenlik şeridi”ni kim kuracak?
Türk Ordusu.
Şimdi Türk birlikleri Suriye’ye girse, ne olursa olsun, başka bir ülke topraklarını işgal etmiş olur. Şimdiye kadar kestaneleri ateşten çıkaracak taşeronlar kullanıldı. Ama artık bunların işe yaramadığı, güvenlik şeridi adı altında Suriye’ye resmen Türk ordusunun 100 kilometre kadar bir derinliğe girip, Resmen Suriye’yi fiilen Rojava’yı işgal etmesi planlanıyor.
Hükümet, bu işgali meşrulaştırmak için, “hümanist” gerekçelerin ardına sığınıyor ve böylece hem içerde, hem dışarıda bu işgali, kabul edilebilir kılmak istiyor.
Bunun için de Kobane’nin düşmesi, özellikle önemli. Çünkü ortaya çıkacak katliam ve sığınmacı tablolarını bahane ederek Rojava’yı fiili işgalini, sanki bir koruma için Suriye’ye girme gibi gösterebilir.
Bu nedenle İŞİD ile zımnen koordineli çalışıyor. Çünkü Kobane direndiği sürece, bu planı uygulaması zordur. Direniş uzadıkça, Kobane’ye yardım verilmesini ve yol açılmasını isteyen kamuoyunun baskısı artacaktır. Ayrıca demokrasi güçlerine bir moral ve mücadele azmi verecektir. Aleviler ve Batı’nın laikleri Özgürlük Hareketi’nden uzat durmaya bir son verebilirler Kobane direnişinin uzaması ve başarısı halinde. Bu nedenle Türk Devleti ve Hükümet için Kobane'nin İŞİD tarafından işgali ve peşinden Rojava’daki örneğin yok edilmesi artık bir hayat memat meselesi haline gelmektedir.
Haritayı açan üç kantonun isimlerini yazıp baktığında şunu görür. Bu kantonlar Türkiye’nin sınır boylarındadır. Beş altı yüz kilometrelik bir mesafeye yayılmış üç adacıktırlar. Bunlardan Kobane şimdi kuşatma altındadır. Diğer ikisi Afrin ve Kamışlı’dır. En içerdeki Afrin’in bile Türkiye’ye olan mesafesi, 30 kilometreden fazla değildir.
Aynı haberde “100 kilometre derinlik” alt başlığı altında şu satırlar okunuyor:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çerçevesini çizdiği bu yaklaşım, resepsiyonda, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu da dahil olmak üzere Dışişleri yetkilileri tarafından da somut biçimde şöyle ifade edildi: “Bizim 1259 km sınırımız söz konusu. Bu sınır boyunca güvenli bir koridora ihtiyaç var. Uçuşa yasak bölge ilan edilip oluşturulacak güvenlik bölgesi belki bazı yerlerde 100 km’ye kadar derinlikte olması gerekiyor. Bu sınırın bazı bölgelerinde
20 km olur, bazı bölgelerinde 50 km olur, bazı bölgelerde 30 km olur. Ama 100 km derinliğe kadar olması gereken yerler de olabilir”
Yani bugünkü Rojava kantonlarını içine alan; oraları işgal edecek bir “emniyet şeridi” planlanıyor. Amaç Rojava devrimini boğmak.
Erdoğan bunu açıkça söylüyor:
“IŞİD’le mücadele derken, resmin tamamına bakmak lazım. Dikkat ederseniz, o bölgede PKK’nın uzantısı olanlar mücadele etmedi. Çekildiler. Tıpkı, Musul’da Irak güçlerinin kaçıp gitmesi gibi. Terörle uluslararası mücadele edilecekse hepsine karşı mücadele etmek gerekir. Sadece IŞİD ve benzeri örgütler değil bölücü örgütle (PKK’yı kastediyor) mücadele de buna dâhildir.”
Hem görüşme yapacaksın, hem de aynı gücü İŞİD ile eşit göreceksin. Bu “Barış süreci”nin de bitmesi demektir.
“Barış süreci”ne hükümeti zorlayan, Özgürlü Hareketi’nin Rojava’da gelişip güçlenmesiydi.
Şimdi Rojava’nın işgalinin planlanması ve buna “Emniyet Şeridi” denmesi, aslında Hükümetin ipleri kopardığının, gözünü kan bürüdüğünün bir göstergesi.
Her şey çok açıktır.
2 Ekim’de Hükümet Meclis’e Irak ve Suriye tezkerelerini verecek. Bu tezkerelerle “Emniyet Şeridi”nin yasal veya hukuki dayanağı sağlanmış olacak. Ve aynı anda “barış süreci” de fiilen bitmiş olacak.
Kurban Bayramı’nın kurbanları bu sefer sadece hayvanlar değil; insanlar da olacak.
*
Diğer ülkeler (ABD, İngiltere vs.) bir müdahalede bulunurlar mı? Sanmıyoruz. Çünkü Rojava aynı zamanda onların planları için de bir tehdittir örneğiyle. İnsanları dilleri, dinleri ile birbirine düşürüp yönetmek kolaydır. Rojava en azından buna karşı bir örnek oluşturuyor. Bölge halklarını birleştirme potansiyeli taşıyor. Bu nedenle onlar da bu girişimin boğulmasından doğrudan ve dolaylı olarak çıkarlıdırlar. Bu nedenle bu ülkelerin uçakları, Kobane’yi kuşatan İŞİD mevzilerine bir bomba bile atmıyor.
Sadece ve sadece halkın direnişi bu oyunu bozabilir.
Bu direnişin örgütlenmesi için öncelikle şunu net olarak bilmek gerekiyor.
Rojava’ya, Kobane’ye,  Kürt olduğu için değil; bir demokrasi örneği olduğu için saldırılmaktadır.
Ve bu nedenle gençler İstanbul’un Kadıköy’ünden otobüslerle gitmektedirler Kobane Sınırına dayanışma için.
Bu belki şu an fiili ve fiziki bir güç anlamına gelmez ama demokrasi hedefinin nasıl patlayıcı bir potansiyel taşıdığını gösterir.
Bu hükümet ancak Demokrasi bayrağı ve cephesiyle arkadan kuşatılıp, bu caniyane planları uygulanamaz kılınabilir.
27 Eylül 2014 Cumartesi
Demir Küçükaydın




Hiç yorum yok: