15 Eylül 2014 Pazartesi

Çeyrek Asır Önce Marksizmin Sorunları Üzerine Yazılanlar

(Bir ay kadar sonra yapılacak Marksizmin ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumu’na hazrlık bağlamında daha önce Marksizimn ve Sosyalizmin sorunları bağlamında söylenmiş ve yazılmışları derlemeye, bir “hafıza tazelemeye” çalışıyoruz.
Geçmişte söylenenler ve yaşananlar bilinmeden ve eleştirilmeden; Hegel’in deyişiyle hazmedilip aşılmadan (Aufhebung) daha ötelere gidilemez hor görülap bilinmeye bile değer bulunmayanlardan gerilere düşülür..
Birkaç gün önce Sosyalizmin Sorunları bağlamında 1990’ların başında yazılmış iki yazıyı paylaşmıştık (“Sosyalizmin Sorunları Üzerine Tartışmaların Tarihine Katkı”).
Bu sefer Marksizm'in Sorunları bağlamında 1980’lerin sonunda yazılmış iki yazıyı paylaşıyoruz.
Bu yazılar, Türkiye’de “Kuruçeşme Süreci” diye bilinen “Birlik Tartışmaları”nın Avrupa’da yapılan paralelinde bildiri olarak sunulmuştu.

14 Eylül 2014 Pazar

Marksizm ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumları’na Başvuru İçin Son Hatırlatma ve Sunulacak Bildirileri Kitap Olarak Yayınlama Olanağı

Yarın, yani 15 Eylül Pazartesi, Marksizmin ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumları’na bir bildiri ile katılmak için başvurunun son günüdür.
Birçok arkadaş sözlü olarak veya kısa mesaj biçiminde katılacağını ve konusunu bildirmiş olmakla birlikte, bu tür bildirimlerde başlığın ve konunun tam ve doğru bir formülasyonu belirsiz kalmaktadır veya muhatabın anlayabildiği kadarıyla formüle edilmektedir.
Bu nedenle şimdiye kadar bildiri sunacağını belirtmiş arkadaşlardan sunacakları bildirinin
Başlığı ve Konusunu kendi formülasyonlarıyla yarın akşama kadar bildirmeleri gereğini bir kez daha hatırlatmış olalım.
Bu bilgiyi şu e-mail adreslerinden birine yollayabilirler:
Ayrıca üye olanlar mail grubuna da doğrudan yollayabilirler. Mail grubunun adresi şöyledir:
Tabii bunun için mail grubuna üye olmuş olmak gerekmektedir. Bunun için de şu adrese boş bir e-mail yollamak yeter:
Şu ana kadar 22 başvuru yapıldı. Bir bildiri sunacağını söyleyenler ve konuları şöyledir:

11 Eylül 2014 Perşembe

Sosyalizmin Sorunları Üzerine Tartışmaların Tarihine Katkı

17 - 18 Ekim tarihinde Marksizm'in ve Sosyalizmin Sorunlarını tartışmak üzere, iki gün peşpeşe, iki Sempozyum yapılacak.
İlk gün, Marksizm'in, yani tarih ve toplum biliminin sorunları ele alınacak.
İkinci gün ise, yani 18 Ekim’de, Sosyalizmin, yani eşitlikçi ve dayanışmacı bir toplumun ve böyle bir topluma ulaşmanın; bu yöndeki hareket ve çabaların sorunlarının neler olduğu üzerine; en azından bu sorunların bir dökümünün yapılması, bir bilançosunun çıkarılması yönünde tezler sunulacak ve tartışmalar yapılacak.
Bulunan noktadan daha ileri gidilebilmesi, eski tartışmaların, bu konuda önceden söylenenlerin bilinmesi ve eleştirilmesi ile mümkün olabilir. Önceki deneyleri hor görenler, o tecrübelerden de geri düşüp, aynı sorunlara takılırlar.
Sosyalizmin Sorunları’nın neler olduğu üzerine önceden ne gibi girişimler oldu? Ne gibi yayınlar yapıldı? Ne gibi tartışmalar oldu? Bunlar asgari ölçüde bilinmeden ve eleştiri ateşinden geçirilmeden, daha ileri gidilemez.

9 Eylül 2014 Salı

Ezilenlerin ve Demokratların Örgütlenmesi İçin Bir Araç Gereği (Bilişim ve İletişim Çalışanları Dayanışma Ağı’na (BİÇDA) Açık Mektup)

Değerli Arkadaşlar,
BİÇDA’da şu mailini görünce yine umutlandım:
“Geziden beri sürekli biçda'ya proje fikirleri geliyor, her yere ben koşturduğumdan zamanında her şeyi size iletemiyorum. Artık  FİFO lar  doldu, alert veriyo, söylemem gerekiyor. Yaw millet ortak bir yazılım yapalım diyor. Kar amacı gütmeyen topluma faydalı yazılımlar...”
Neden ve niçin umutlandım kısaca anlatayım:
Ben programcı veya meslekten bir bilişim çalışanı değilim. Ancak grubunuzla ta Gezi zamanında tanıştım ve o zamandan beri üyesiyim. Elimden geldiğince izlemeye çalışıyorum. Grubunuzla bağlantı kurmamın nedeni tam da yukarıdaki mesajı yazan arkadaşın dediği konuydu.
Gezi esnasında ve sonraki Parklar ve Forumlarda, ortada tartışma, oylama yapacak ve karar alacak doğru dürüst bir avadanlık olmadığı için, hareketin nasıl örgütlenemeden buharlaştığını görüyor ve bu nedenle başta Almanya’da Korsan Parti’nin kullandığı Liquid Feedback adlı programın belki bu gidişi durdurabilecek bir imkân olabileceğini düşünüyordum.

7 Eylül 2014 Pazar

Tarihin Laneti (6-7 Eylül Olayları vesilesiyle - 14 yıl önce yazılmış bir yazı)

Kıta Avrupa’sı ve İngiltere arasındaki gelişim zıtlıkları, Balkanlar ve Anadolu’daki gelişim zıtlıklarına benzer.
Avrupa’da kapitalizm ya da burjuvazi, önce Hıristiyanlık içinde, Püriten/Protestan mezhepler biçiminde eğilim ve çıkarlarını yansıttı.
Ne var ki, bu Burjuva muhalefetin kaderi, Kıta Avrupa’sı ve İngiltere’de farklı yollar izledi. Püritenlik İngiltere’de iktidar olurken, aynı Protestanlar Fransa’da, Sen Barthelmi katliamlarında bire kadar kılıçtan geçiriliyordu. (Doğan burjuva dünyasının Osmanlı’ya sığınan Kılıç artıklarının, Hügontların, Osmanlı modernleşmesindeki etkileri ayrıca incelenmeye değer bir konudur.)
Bu modern, burjuva ruhun katledilmesinin sonucu, Avrupa’da burjuva gelişiminin yüz yıl gecikmesi oldu. İngiltere 1688’lerde burjuva devrimini yaparken, Fransa aynı devrimi 1789’da yapabiliyordu.
Ama devrimin şiddeti birikimin ölçüsünde sert oldu, Katoliklik adına Protestanları kesenler, yüz yıl sonra, Hollanda, İngiliz ya da ABD’yi kuran protestanlıktan da ileri giderek önceki hiçbir dinin kavramlarına göndermede bulunmayarak, hristiyanlık içinde bir parti olmaktan çıkarak, Aydınlanma denen modern toplumun dinini kurdu ve önceki dinleri politik alanın dışına iterek özel olanla tanımladı.

31 Ağustos 2014 Pazar

Politikam Bilimseldir Bilimim Politik (“Karaburun Bilim Kongresi” ve “Marksizm'in ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumu” Üzerine Çeşitlemeler – (2)

“Ahlakım Politiktir, Politikam Ahlaki”
Leon Troçki
“Ahlaki ilkelerimizin kaynağı proletaryanın sınıf mücadelesi gerçekleri ve ihtiyaçlarıdır.” Lenin

Bilim ve politikanın ayrı şeyler olduğu bugün adeta bir “Lapalis hakikati” gibi görülen yaygın ve egemen bir görüştür.
Bizim iddiamız ya da tezimiz veya temel önermemiz ise, bizzat bu ayrılığın kendisinin bilim dışı ve politik olduğu; yani bir ideoloji daha da doğrusu bir dinin temeli olduğudur.
Çünkü her şeyden önce bu kavrayıştaki bilim (ve politika) kavramlarının kendisi bilim dışıdır.
Bizlerin bugünkü bilim kavramı Aydınlanma ile oluşmuş ve kafalara yerleşmiştir. Örneğin bu kavrayışa göre, bir inanç (din) vardır, bir de bilim; bunlar zıtlık içinde ve birbirine karşı olarak koyulur.

29 Ağustos 2014 Cuma

“Barış Süreci”, Politika ve Bilim (“Karaburun Bilim Kongresi” ve “Marksizm'in ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumu” Üzerine Çeşitlemeler – (1)

“Bilim itaatsiz Olana ihtiyaç duyar” T. Adorno
Bilime bilim dışı kaygılarla yaklaşmak alçaklıktır” Marks
“de omnibus dubitandum” (“her şeyden kuşkulanırım”) Marks’ın düsturu
 “Gerçek Devrimcidir”
Yukarıya aktarılan önermede ifade edildiği gibi, gerçek devrimci ise, devrimci bir politika ancak gerçeğe dayanabilir ve gerçek de ister istemez devrimci bir politika sonucunu doğurur. O halde devrimci bir politikanın ve gerçeğin peşindeki araştırmanın aynı koşullarda var olabilir olmaları gerekir. Elbette burada “gerçek” ile kabaca olgular veya onların görünümü değil; olguların ardındaki görünmeyen ilişkiler; bilim, gerçeğin bilgisi; “hakikat” kastedilmektedir.
Marks gerçek ile devrimcilik arasındaki bu bağı, kaybedecek bir şeyi olmama üzerinden dolaylı olarak ifade etmiştir.
Manifesto’nun sonunda Proletaryanın “kaybedecek zincirlerinden başka bir şeyi” olmadığını söylerken; başka bir bağlamda da “bilime bilim dışı kaygılarla yaklaşmak alçaklıktır” derken hep bu derin ilişkiyi ifade eder. Ve bu ilişki, bizzat Marksist teorinin diğer kavramlarıyla tam bir iç tutarlılığı içindedir.
Bizzat Marksizm'in temel önermesi gereği, insanın düşüncesini belirleyen varlığı ise, bilime bilim dışı kaygılarla yaklaşmak, gerçeği çarpıtmak, değiştirmek ve varlık yani konum ve çıkarlar arasında kaçınılmaz bir ilişki bulunacağı açıktır. Varlık (çıkarlar, konum) gerçekten gerçeğin açığa çıkarılmasından ve onun bilinmesinden çıkarlı olmalıdır, bu ise ancak kaybedecek bir şeyiniz olmadığında olabilir.

28 Ağustos 2014 Perşembe

Sosyalizmin Sorunları ve Marjinal Tartışması Üzerine

Cemil Bayık’ın HDP’nin “Marjinal yaklaşımlardan kurtulmalı” sözleri üzerinden başlayan tartışma, hem tartışma olarak kendisi; hem de içeriğiyle Marksistlerin ve sosyalistlerin üzerinde durmaları gereken birçok soruyu davet ediyor.
Biz Cemil Bayık’ın “LBGT bireyler”i mi yoksa başkasını mı kastettiği konusuna girmeyeceğiz?
Varsayalım ki, sanki tabu bir sözmüş gibi kimsenin adını anmadan tartıştığı, “cinsel eğilimi ya da tercihi” genel ortalamadan farklı olanları; onların örgüt ve hareketlerini kastetti.
Onları kastetmiş olmasa sorun ortadan kalkmış olmaz. Çünkü ortada bir sorun vardır görmezden gelinemeyecek ve gelinmemesi gereken.
Bir devrimci, bir Marksist, en basit ve görünür olandan hareketle, onun ardında yatan en genel olan, en temel olan problemleri ortaya koymaya çalışır.

19 Ağustos 2014 Salı

Gogol’ün Paltosu – Mihri Belli’nin 90 Yaşı Vesilesiyle

“Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık”
Dostoyevski

Mihri Belli’yi ilk gördüğüm yıl 1968’dir. Yani 38 yıl geçmiş. Demek ki, o zamanlar 52 yaşındaymış. Yani benim şimdiki yaşımdan biraz daha gençmiş Mihri ağabey o zaman. Ben 19 yaşındaymışım.
Cağaloğlu yokuşunun Nurosmaniye caddesiyle kesiştiği köşedeki binanın en üst katı Yapı İşçileri Sendikası’ydı. İsmet Demir, yer bulamayan Devrimci Öğrenci Birliği’ne Yapı İşçileri Sendikası’nda (YİS) yer vermişti. Alt katında da Türk Solu dergisi çıkıyordu. Mihri Belli Ankara’da yaşıyor ama sık sık İstanbul’a da geliyordu. Geldiğinde elbette Türk Solu’na da uğruyordu.
Deniz, “Mihri Ağabey gelecek, oturup biraz sohbet edeceğiz, sen de katıl” demişti.
Ben de kuşağımın birçok sosyalisti gibi daha lise çağlarında Türkiye İşçi Partisi içinde ilk politik ve örgütsel tecrübelerimi edinmiştim. Türkiye İşçi Partisi’nde eski komünistler hakkında genellikle küçümsemeyle konuşulurdu. Adeta onlar ve onlara ilişkin konular bir tabu gibiydi. Şimdi onların en bilinenlerinden birini yakından görmek ve dinlemek mümkün olacaktı.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Ebola (Marburg) Allah’ın İnsanlara Bir Uyarısıdır

Ebola virüsü salgını, yıllar önce öngörüldüğü gibi, patladı. Bir kartopu gibi hızla büyüyebilir. Birkaç gün önce Afrika’dan gelen bir uçağın içindeki bir yolcunun “Ebola” virüsü taşıdığına dair haberler vardı. Sonra “Sıtma” olduğuna dair “düzeltme” okuduk. Kimbilir belki bir zamanlar Koleraya “bağırsak enfeksiyou” diye adlandırmak; adı halk arasında Kolerayla özdeşleşmiş Sağlmalcılar’ın adını “Bayrampaşa” yapmak gibi bir “düzeltme”dir bu.
Her ne olursa olsun, Türkiye’deki herkesin harıl harıl Seçim sonuçlarını tartıştığı bir ortamda, biraz dünyanın genel ve temel sorunlarına biraz kafa yormanın zamanıdır. Bütün bu tartışmalar bir yanıyla son süret uçuruma giden bir trende meleklerin cinsiyetini tartışmaktan da pek farklı değildir.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Seçim Sonuçlarının Anlamı Üzerine

Seçimler geçti, sadece günlük basındaki yazarlar değil, neredeyse bütürn sosyalistler ve Marksistler de seçim sonuçlarının değerlendirilmesiyle meşguller. Bu değerlendirmeler okununca, görünen, herkesin kendi politik beklentilerine ve duruşuna göre seçim sonuçlarını yorumladığıdır. Bunda da anlaşılamayacak bir yan yoktur. Hepimiz nasıl aynı zamanda, aynı dünyada veya ülkede yaşıyor ama görüp yaşadığımız aynı olaylardan nasıl tamamen farklı sonuçlar çıkarıyorsak, seçim sonuçları karşısında da farklı olmaz. Aynı rakamlar herkes için farklı anlamlara sahiptir.
Peki, niçin öyledir? Esas soru budur.
Bu sorunun cevabı ise seçim sonuçlarında değil; toplumsal gerçekliğin derine inen analizlerinde ve o analizlerin dayandığı metodolojide bulunabilir.
Biz olayların görünen yüzüyle uğraşmıyoruz. Onu merak edenler, etrafı doldurmuş yüzlerce yazara bakabilirler.

8 Ağustos 2014 Cuma

Marksizm’in ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumu İçin Çağrı

17-18 Ekim 2014 tarihlerinde, Mimar Sinan Üniversitesi Sedat Hakkı Eldem Oditoryumu’nda Marksizm'in ve Sosyalizmin Sorunları konulu iki gün sürecek iki Sempozyum yapılacaktır.
17 Ekim 2014 Cuma günü, Marksizm'in Sorunları tartışılacaktır.
18 Ekim 2014 Cumartesi günü Sosyalizmin Sorunları; diğer bir değişle Eşitlikçi ve Dayanışmacı Bir Toplum İçin Mücadelenin ve Bu Yöndeki Toplumsal Hareketlerin Sorunları tartışılacaktır.
Sempozyumların konuları birbiriyle ilişkili olmakla birlikte; birbirinden ayrıdırlar ve bu nedenle de tamamen bağımsız ve ayrı olarak iki ayrı Sempozyumda ele alınacaktır.
Çünkü konuların özneleri, nesneleri ve muhatapları farklıdır.
Marksizm, tarihin ve toplumun hareket yasalarını inceleyen bilimdir. Akademik disiplinin “Sosyoloji” veya “Toplum Bilim” dediği alanı ele alır.
Dolayısıyla Marksizm'in Sorunları Sempozyumu’nda Konu: bizzat bu bilimin kendisi; yani kavramları ve teorileridir.
Öznelerin (bildiri sunacakların) ve Muhataplarının (tartışmacıların veya hedef kitlenin) Marksist olacağı varsayılır.

4 Ağustos 2014 Pazartesi

“Sol İçi Şiddet” Kavramının Anti-Demokratik Karakteri Üzerine

HDP’ye yönelik “Cephe” kökenli saldırı ve buna bağlı çatışmalarla ilgili olarak kullanılan kavram “Sol içi şiddet”.
Ne var ki bu kavramı kullanmanın anlamı ve mantıki sonuçları üzerine hiç düşünülmüş değil.
“Sol içi şiddet” sola ait bir kavram değildir ve anti demokratik bir kavramdır.
Neden ve nasıl?
Demokrasi insanların biçimsel veya hukuki eşitliği demektir. Yani fikrinizin içeriği, diliniz, dininiz, “ırkınız”, soyunuz, sopunuz, kültürünüz diğer insanlarla eşit haklı olmanızı engellemez veya engellememelidir demektir.
Sosyalizm bunun var olduğu bir düzeni var sayar. Sosyalizm bu biçimsel ve hukuki eşitliğe maddi hayat şartlarında bir eşitliği katma çabası ve hedefinden başka bir şey değildir. Ama biçimsel (hukuki) eşitlik olmadan gerçek (İktisadi) eşitlik olamaz; ikincisi olmadan da birincisi uzun vadede sürdürülemez.

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Seçimler ve Marksistler

Seçimlere İlişkin Radikal Demokrasi E-Mail Grubuna Bir Açıklama

Yazılarımın anlaşılmasında bazı sorunlar var. Onları paylaşan bircok arkadaş bile sadece kendi pozisyonuna bir destek bulduğu için paylaşıyor. Onları hizmet ettiği amaç açısından bir değerlendirmede bile bulunma gereği duymuyor. Bu nedenle kısa bir açıklama yapayım.
Ben bir Marksistim ve Marksist geleneğin tarihsel birikimine dayanarak yazıyorum. Ama bu birikimin, piyasadaki diğer Marksistlerin bilip yaydıkları Marksizmle ilgisi yoktur.
Yazılarımı da bu gruba bilgi babından yolluyorum. Yoksa bu grubun üyelerinin Marksist olmadığını ve olması da gerekmediğini biliyorum.
Aksine Marksist olmayanların, liberallerin, Müslümanların, Alevilerin, Kürtlerin bu grupta yer alması için her zamanen önde çaba göstermeye de çalışıyorum.
Öte yandan aynı zamanda her Marksistin tutarlı ve radikal bir demokrat olduğu veya olması gerektiğini de düşünüyorum. Hatta Marksist olmadan tutarlı bir demokrat olunamayacağını da düşünüyorum.
Bizzat bu düşünce de piyasadaki Marksistlerce pek kabul görmemiş ve unutulmuş bir düşüncedir.

27 Temmuz 2014 Pazar

Kara Delik

Herhangi bir gidişin (prosesin, sürecin) sonuçlarının kendini ortaya çıkaran koşullar ve nedenler üzerindeki karşı etkisinin incelenmesi diyalektiğin özüdür. Ama bunun için de öncelikle evrenin bir şeyler toplamı değil bir süreçler karmaşası olduğuna dair bir kavrayış gereklidir.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ve fiili bir başkanlık sistemine geçişini veya bu seçimlerin olası sonuçlarını da bu yöntemle ele almak gerekir.
Elbette Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması, bir kişinin yerine başka bir kişinin gelmesi; aslında çok farklı olmayanlar arasındaki bir değişim olarak görülebilir. Gerçekten de Gül veya İhsanoğlu, dünyaya bakışları Erdoğan’dan çok farklı kişiler değildirler.
Ancak bu seçim kişilerin değil de farklı iki yapının; dolayısıyla bu yapılara ilişkin politikaların seçimidir.
Böyle bir durumda, ezilenlerin seçime adayların kişilikleri ve eğilimleri olarak değil, onların temsil ettiği veya hedeflediği yapılardan hangisi bana daha geniş hareket olanakları sağlar diye bakması gerekir.

24 Temmuz 2014 Perşembe

Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Boykot

Devrimciler ve sosyalistler, tam da seçimlere fazla bir değer vermedikleri için, seçimlerle değil gerçek kitlesel mücadelelerle önemli toplumsal değişiklikler sağlanabileceği için; seçimleri gerçek mesajlarını iletmek için bir imkân olarak gördükleri için, kime oy verileceği sorununda geniş bir taktik esneklik gösterirler.
Ama “gerçek mücadeleler alanlarda verilir, sokaklarda verilir”; “hiç birine mecbur değiliz” deyip de ondan sonra boykot çağrısı yapmak, aslında seçimlere fiilen çok büyük bir değer atfetmekten başka bir anlama gelmez.
Tam da büyük bir önem atfetmediğimiz için, seçimleri, bizlere daha fazla hareket alanı sağlayacak; karşı tarafı zayıflatacak veya hareket alanını küçük de olsa daraltacak taktik hamleler için iyi bir imkân olarak görürüz.

18 Temmuz 2014 Cuma

Radikal Demokratlara veya Gerçekten Demokratlara Çağrı

Demokrat ya da Demokrasi sözcüğünün başına “gerçekten” ya da “radikal” gibi bir sıfatı koymak gerekiyor. Çünkü her şey gibi kavramlar da zamanla eskiyor ve esas anlamını yitiriyor.
Demokrasi kavramı bugün artık, tamamıyla politik alana ilişkin, yani devlete, yönetime ilişkin bir anlam kazanmış bulunuyor; ayrıca bu sınırlama içinde de liberal veya parlamenter bir rejim anlamına geliyor.
Hâlbuki demokrasi özünde, toplumun yapısıyla ilgili; o yapı bağlamında da toplumun kimleri kapsayacağına, kimlerin ilişkilerini düzenleyeceğine ve nasıl düzenleyeceğine ilişkin bir kavramdır. Yani demokrasi aslında bir dindir.
Bu bağlamda örneğin bir “Türk Demokrasisi” olamaz. Bir topluluk veya daha somut olarak da bir ulus Türklükle (veya Fransızlıkla veya Kürtlükle) tanımlanmışsa devletin işleyişi ne kadar “demokratik” olursa olsun, bu demokrasi tıpkı eski Yunan kentlerindeki demokrasi gibi; köle sahiplerinin ya da partricilerin demokrasisi gibi; Türklerin Demokrasisi olur. Türklerin Demokrasisi ise Türk olmayanların eşit haklardan yoksunluğu anlamına gelir. Dolayısıyla demokrasinin özündeki biçimsel eşitlik fikrini ve idealini yok eder ve onunla çelişir. “Türk Demokrasisi” “Köşeli Daire” gibi bir saçmalık veya oksimorondur.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Türkiye’de İslam ve Sol

Bayram Koca’nın derlediği “Türkiye’de İslam ve Sol” başlıklı kitap bu günlerde, Vivo Yayınevi tarafından, yayınlanmış bulunuyor. Kitaba çeşitli görüşlerden yirmi kadar yazar katkıda bulunmuş. Biz de “Marksizm, Dine Bakış ve Türk Solu”  başlıklı bir yazıyla katkıda bulunduk. Kitabın yayınlanması vesilesiyle, yazımızın vuruş ve sayfa sınırlamalarından arınmış daha geniş bir versiyonunu okuyucuya sunuyoruz.
Küçük bir kitap boyutundaki bu versiyonu pdf olarak şu adresten de indirmek mümkündür:
14 Temmuz 2014 Pazartesi
Demir Küçükaydın

8 Temmuz 2014 Salı

Niçin Almanya Şampiyon Olabilir?

Futbol her zaman çok bilinmeyenli bir denklemdir. Bu nedenle bir tahmin yapılamaz. Ama “normal koşullarda” yani rastlantıların “şans”ın pek işe karışmadığı koşullarda Almanya’nın şampiyon olması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Şöyle diyelim. Yazı turayı on defa atarsanız onunda da yazı ya da tura çıkma olasılığı epey yüksektir. Ama yüzlerce, binlerce kere atarsanız, ortalamanın yüze elli civarında oynadığını görürsünüz. Bunu şampiyonaya uygularsak, eğer finale kalan takımlar defalarca karşılaşsa, yani şans faktörünün etkisi minimuma inse, muhtemelen en çok kez şampiyonluğu Almanya’nın kazandığı görülürdü.
Neden böyle olurdu? Çünkü Almanya son on yılda, futbolunu yeniden organize etti ve bu şampiyonaya öyle hazırlandı.
2006’da Almanya’da yapılan dünya şampiyonasında Almanya ancak üçüncü olabilmişti ev sahibi olmasına rağmen.

4 Temmuz 2014 Cuma

“Cumhurbaşkanlığı Seçimi” Değil “Plebisiter Bir Diktatörlük İçin Plebisit”

Türkiye’de yaşayan insanların önündeki seçimin neyin seçimi olduğunu doğru tanımlamanın doğru bir strateji ve taktikler bakımından hayati önemi bulunmaktadır.
Ezilenler tavırlarını, strateji ve taktiklerini belirlerken, hukuki tanımlar ve anlamlar üzerinden değil; gerçek sosyolojik ve politik tanımlar ve anlamlar üzerinden akıl yürütürler ve de yürütmelidirler.
Örneğin, PKK’nın adı hukuken “Terör Örgütü”; Öcalan’ın adı “Terörist Başı”dır. Bu kavramlara göre politikanızı belirlemeye kalkarsanız, devletin polisinin ordusunun kafasıyla düşünmeye başlayıp; onun bir parçası olursunuz.
Kaldı ki, bu tanımları ortaya atıp bunları kullanmayı zorunlu kılanlar, kendi aralarında, kapı arkalarında, bu kavramlarla iş görmezler. Onlar “Terör Örgütü” dediklerinin, Kürtlerin üzerindeki baskıya karşı kitlesel bir isyan ve direniş olduğunu bilirler; Öcalan’ın bir “Terörist Başı” değil, çok akıllı bir politikacı; bu hareketin ve örgütün kurucusu ve önderi olduğunu bilirler.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Ak Şemsettin’in Rüyası, İşçi Hareketi, Gezi ve Kürt Hareketi

Ak Şemsettin’in Rüyası, İşçi Hareketi, Kürt Ulusal Hareketi ve Gezi arasında ne gibi bir ilişki olabilir? “Bahçelerde maydanoz gel bize bazı bazı” veya “Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı”
Evet ilk bakışta böyledir. Ama bizler olayların görünen yüzü ile değil; derindeki ilişkileriyle ilgilenirsek hiç üklımıza gelmeyen bağları görebiliriz. Zaten bilim de budur.
Aşağıdaki yazı yazıldığında, AKP henüz iktidara gelmemişti, yani İşçi Hareketi henüz ağırlığını koymamıştı; Kürt hareketine karşı “Özel Savaş Rejimi” sürüyordu; Gezi ortada yoktu, İstanbul Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu”ndaydı
2002 seçimlerinin arefesinde DEHAP’ın ve “Emek Demokrasi ve Barış Bloğu”nun yaptığı Eyüp Mitingi doayısıyla yazılmış bir yazıyı yeniden yayınlıyoruz. Bugünkü HDK’nın o zamanki biçimiydi o Blok.
Gezi, ne kadar ileri gitmek istiyorsa o kadar geçmişe yönelmek zorundadır. Aşağıdaki yazı bunun için küçük bir başlangıç, bir davettir.

29 Haziran 2014 Pazar

Sosyalistler ve Sol Neden “Ofsayt”ta?

Bu gün dünyadaki her hangi bir soruna, insanlığın kurtuluşu, hatta varoluşunu sürdürmek için önündeki en büyük engelin uluslar olduğunu görmeyen ve ulusların varlığının fiili bir ırkçılık anlamına geldiğini kavramayan her politik parti veya hareket, birden bire kendini en kötü gericiliğin destekçisi olarak bulur.
Dünyaya böyle yaklaşmadığınız sürece, dünyayı ve ondaki politik gelişmeleri anlama ve onlara karşı bir politik tavır ve program geliştirme şansınız olmaz.
Soruna böyle yaklaşmadığınız sürece, bu gün dünyaya egemen olan ulus devletlerin ırkçı bir sistemin araçları olduğunu göremezsiniz. Yani ırkçılığı bir tehlike olarak görürsünüz, yeryüzü ölçüsünde var olan bir sistem, gerçek olarak değil.
Böyle yaklaşmadığınız sürece siz bir ulusçulusunuzdur; insanların değil ulusların eşit olduğu insanların ancak uluslar aracılığıyla eşit olabileceği gibi bir yaklaşıma sahipsiniz demektir.

28 Haziran 2014 Cumartesi

Spor Sosyolojisi, Uluslar ve Ulusçuluk

Futbol asla yalnızca futbol değildir” diye futbol sosyolojisiyle ilgilienenlerin dillerinden düşürmediği bir söz vardır. Bunlar bunu söylerken, belli takımların varoluşları ve taraftar kitleleriyle sınıfsal ya da ulusal ezilmişlik arasındaki bağlantıları; egemenlerin futbolu kullanışı (örneğin Salazar’a atfedilen Futbol, Fiesta, Fado); ya da Gezi’de de görüldüğü gibi futbol takımı taraftarlarının sosyal hareketlerdeki etkileri; işçi sınıfının varlığı ile futbol arasındaki ilişki vs. ele alınır.
Elbet bu alanda, bu tür çalışmalarla birçok ilginç sonuçlara ulaşılmış olabilir. Ama çok temel iki sakatlık vardır bütün bu çalışmalarda:
·         Sporun ve futbolun en ideal biçimde, örneğin hiç ticarileşmemiş, egemenlerin baskı aracı olmamış, ezilenlerin tepkisinin ifadesi olmamış biçimlerinin bile aslında modern toplumun dininin bir görünümü; yani işgücünün yeniden üretiminin masraflarını düşürmenin bir aracı olduğu gerçeğini problematize etmezler.

27 Haziran 2014 Cuma

Bireysel Üyelik Kampanyası Üzerine

6 Haziran’da yaklaşan HDK ve HDP kongreleri vesilesiyle internet üzerinden “Bireysel Üyelik - Biricik Çözüm, Biricik Üyelik” başlıklı bir imza kampanyası başlatılmıştı. Başlatanlar olarak da “Radikal Demokratlar Platformu” imzası kullanılmıştı.
Aradan 20 gün geçtiğine göre, bir bilanço çıkarılabilir.
Kampanyaya 259 imza verildi. (Ancak birçok kişi sayfaya girmelerine rağmen imza veremediklerini de belirtti)
İmza verenlerin bir listesi ve yorumları bu yazının en altında yer almaktadır.
Kampanya geç başladı, özellikle HDK kongresinde, neden altı ay önce başlatılmadı diye eleştirenler oldu.
Yeterince duyurulamadı.

26 Haziran 2014 Perşembe

Demokrasi ve Doğru Kararlar

Pek anlaşılmayan bir konu doğru bir politika ile demokratik karar mekanizmaları arasında doğrudan bir ilişki kurulamayacağıdır. Dolayısıyla demokratik olarak örgütlenmiş bir örgüt veya bir kongre doğru kararlar alır; anti demokratik olarak örgütlenmiş bir örgüt veya bir kongre de yanlış kararlar alır diye bir çıkarsama da yapılamaz.
Demokrasi neden doğru kararları garantilemez?
Çünkü insanların kısa vadeli çıkarlarıyla, uzun vadeli çıkarları; genelin çıkarıyla parçanın veya zümrenin çıkarı her zaman özdeş, uyumlu ve çelişkisiz değildir. Tarihin çok istisnai dönemleri dışında bunlar arasında genellikle hep çok derin ve sert çelişkiler vardır.
Komünist demek, işçi sınıfının ve insanlığın, tarihsel ve genel çıkarını savunan demektir. Stratejisini ve günlük taktiklerini bile bu amaç bağlamında belirleyen demektir.
İnsanlar ise genellikle kısa vadeli ve kendi bireysel ve/veya zümresel çıkarlarına göre davranırlar.

25 Haziran 2014 Çarşamba

HDK – HDP Kongreleri ve Farklı Soyutlama Düzeyleri

İzlenim, adı üstünde yüzeysel olan; görünür olandır. Dün “İzlenimler”e devam edemedik, dolayısıyla konu biraz eskidi sayılır. Bu durumda, “İzlenimler”e devam etmektense, biraz daha derine girmeyi deneyelim. Ama yine de “izlenim” babından bizim de kimi benzer gözlemlerimizi içeren ve doğrulayan birkaç yazıya işaret edelim:
·         T24’de Aydın Engin’in, 'Halkların' tamam, peki 'Demokratik'?
·         Özgür Gündem’de Ayhan Bilgen’in Öcalan gölgesinden, Öcalan damgasına
·         Başlangıç’ta Ecehan Balta’nın, HDP Kongresi: Kısa Bir Değerlendirme

23 Haziran 2014 Pazartesi

HDK ve HDP Kongre İzlenimleri

Kongre’lerin daha geniş bir perspektiften analizini ayrı bir yazıyla veya başka yazıların içine yedirilmiş olarak yapmaya çalışırız. Ancak ilk elde izlenimleri kısaca aktaralım.

“Gerçek olan aklidir” ama “Akli olan da gerçektir”

Kongre öncesinde yapılan eleştiri ve öngörüler epey geniş bir kesime ulaşmıştı, izleniyordu, üzerinde konuşuluyor, tartışılıyor ve haklı bulunuyordu.
Ancak bunların hepsi birbirinden habersiz bireysel değerlendirmeler olarak kalıyorlardı.
Kongre öncesindeki yazılarda yapılan eleştiriler maalesef şu an da aynen geçerlidir ve öngörüler gerçekleşmiştir.

22 Haziran 2014 Pazar

Manda Bekir, Dinazorlar ve Partiler - Dolu Ev (Full House)

Bir zamanlar bir Manda Bekir varmış, bir şut çekmiş, mandayı devirmiş. Ya da Bir şut çekmiş ağları delmiş. Ah nerede eski futbolcular!
Eski pehlivanlarla ilgili böyle hikâyeler de vardır. Ah nerede o eski Pehlivanlar, kazıkçı Karabekirler.
Neredeyse her spor alanında böyle efsaneler vardır.
Manda Bekir bu gün yaşasaydı, muhtemelen mahalle takımlarında bile yer alamazdı. Kazıkçı Karabekir ise her halde daha ilk turlarda elenirdi.
Benzer efsaneler Amerikan beyzbolunda da varmış.
Harikulade bir deneme yazarı ve paleantolog ve beyzbol hastası olan Stephan Jay Gould, Full House adlı kitabında bunun bir efsane olduğunu blimsel olarak olarak gösterir.
Beyzbolun neredeyse yüz yıla yakın bütün istatistikleri elde bulunuyor ve yine bu uzun süre boyunca kuralları hiç değişmemiş. Bu istatistiklere dayanarak, Gould, aslında bu günkü beyzbolcuların çok daha iyi olduklarını ve çok daha iyi oldukları için, eski oyuncular gibi büyük başarılar gösteremediklerini kanıtlıyor.
Futbol maçlarını seyredenler de, eski maçları özlüyorlar. Zaten artık öyle çok gollü büyük farkların olduğu karşılaşmalar, spektaküler başarılar ve oyuncular pek çıkmıyor.

20 Haziran 2014 Cuma

HDK ve HDP Kongreleri Gelirken Anlaşılmayan Temel Konu: Yapı

Türkiye’nin Sosyalistinin de, Liberalinin de, İslamcısının da, Demokratının da anlamadığı temel sorun şudur: yapıyı değiştirmeden insanları veya politikaları değiştirmeye kalkmaları.
Yapıyı değiştirme, köklü temel değişiklikler yapma; sonuçlarla değil nedenlerle mücadele gibi bir derdi olmayanlar; aksine bunların değiştirilmesinin temel sorun olarak ele alınmasını  tehlike olarak görenler, tartışmayı ve gündemi hep politikalara; ahlak ve namusa çekerler; insanları, partileri, örgütleri vs. dürüst ve ahlaklı olmadıkları açısından eleştirirler.
Marksizm ise, insanların düşüncesini belirleyen varlıklarıdır der. Yani yapıyı değiştirmeden, insanlara ahlaklı ve dürüst, örnek Komünist veya örnek Müslüman veya Hıristiyan olmayı vaaz etmek veya “doğru politikalar” uygulamak hiçbir sonuç vermez ve yenilgiye mahkûmdur der.
Bütün dinler ve uygarlıklar tarihi ve de Marksizm'in ve sosyalist hareketlerin tarihi Marksizm'in bu önermesinin bir doğrulanmasından başka bir şey değildir.

19 Haziran 2014 Perşembe

HDK ve HDP’nin Medyatik Mizansen “Kongre”leri

Bu hafta sonu HDK ve HDP’nin Kongreleri var. Ancak bu Kongreler medyatik mizansen kongreler olacaktır. Gerçek kongreler birileri tarafından bir yerlerde yapılmış ve kararlar alınmıştır. Bu kongreler o bir yerlerde birilerinin yaptığı kongrelerde alınan kararların medyatik bir mizansenle oylandığı gösteriler olacaktır.
Bunu biz demiyoruz. Bizzat HDK ve HDP kendisi söylüyor. Daha önce Ertuğrul kürkçü ve Demirtaş’ın beyanatlarında bunu kendi ağızlarıyla ifade ettiklerini; hatta önümüzdeki yıllarda yapılacak birkaç kongrenin de böyle olacağını bizzat Kürkçü’nün ifadelerinden öğrenmiştik.

18 Haziran 2014 Çarşamba

Futbol, Spor, Tatil, İşçiler, Kapitalizm ve İbadet

Belli sporlar belli sınıflarla ilişkilidir. Birçok sporun yapılabilmesi belli bir gelir düzeyini, dolayısıyla sınıfsal bir konumu varsayar.
Örneğin golf veya teniste, sadece oyun takımlarının alınması ve bir oyun yeri bile yüksek bir gelir düzeyini varsayar. Bu nedenle bu sporlar alt sınıfların semtine bile uğramazlar.
Elbet geleneklerin de, yani o spor türünün ortaya çıkışı veya geçirdiği evrim de, belli bir sınıfa bağlılığı belirler ve bu bağ bir kere ortaya çıktıktan sonra kendini yeniden üreten bir süreç başlayabilir.
Buna ilginç bir örnek, sürücülerin atın üzerine binerek yaptıkları at yarışları ile sürücülerin atın arkasına koşulmuş bir arabaya binerek yaptıkları at yarışlarıdır.
Atın üstüne binilerek yapılan yarışlar, kökleri komün şeflerine, şövalyelere kadar giden asillerin yaşantısı ve olanaklarıyla ilişki içinde ortaya çıkmışlardır.

17 Haziran 2014 Salı

HDP Cumhurbaşkanlığına Nasıl Bir Aday Göstermeli? İki Strateji, İki İsim

HDP saflarında genellikle mücadeleyi küçük günlük pratik çalışmalara indirgeyen, bu yolla har şeye ulaşılabileceğini sanan sığ bir görüş çok etkilidir ve özellikle örgütlerin bayını bağlamış bürokratlar tarafından okşanır ve teşvik edilir.
Bu gibi arkadaşları, Kurmay heyetinin yanlış bir stratejiye dayandığı bir savaşta cepheye yollamalı, bütün askercil yeteneklerin, cesaret ve savaşçılıklarının, yanlış bir mevzilenme ve strateji sonucu nasıl olmamışa döndüğün görebilmeleri için.
HDP’nin yöneticileri, böyle bir strateji tartışmasına üyeleri çekmek diye bir dertten azadeler. Üyeler bölgelerindeki küçük günlük pratiklerle uğraşsınlar. Yeter.
Hâlbuki, nasıl su içmek, nefes almak zaten yapılması gereken özel bir iş değilse; günlük pratik çalışma da özel olarak bir tartışmanın konusu olmaması gereken nefes alıp vermek gibi yapılması gereken işlerdir: Nefes almayı, strateji ve teori tartışmasının alternatifi olarak koymak ve onun ne kadar hayati ve önemli olduğundan söz etmek, aslında insanların geri yanlarına hitap ederek onları gerici bir strateji, teori ve politikanın araçları olarak tutmaya hizmet eder.

16 Haziran 2014 Pazartesi

HDK ve HDP Kongreleri Gelirken – Perşembenin Gelişi

Bu hafta sonu, Cumartesi ve Pazar günleri HDK ve HDP kongreleri yapılacak.
Bu kongrelerin önemi şuradaydı. Kürt Özgürlük Hareketi, bir Kürt Hareketi olmaktan çıkıp tüm Türkiye’yi kapsayan bir Demokratik Hareket olma yolunda karar almıştı. Daha önce araya mahalli seçimler girdiğinden; ayrıca hem Türk solundaki “Bileşen” örgütlerden; hem de Kürt hareketi içindeki “milliyetçi”lerden kaynaklanan direnişler nedeniyle bu karara ne kadar uyulacağı; bir retorik olarak kalıp kalmayacağı bilinmediğinden seçimlerden sonra yapılacak kongrelere kadar her şey belirsizlik içindeydi. Öcalan ve KCK’nın bütün ağırlıkların koyması; bunun stratejik bir dönüş olduğunu defalarca ve kararlılıkla belirtmeleri direnişleri belli ölçüde kırdı. Bu Kongrelerin bir bakıma bu kararlılığın gösterildiği ve buna uygun yapısal değişikliklerin yapıldığı dönüm noktaları olacağı beklentisine yol açtı.

15 Haziran 2014 Pazar

Memluk Askerleri, İşçi Sınıfı ve Futbol

Yanılmıyorsam Engels, nicel değişikliklerin nasıl nitel değişikliklere yol açtığını açıklarken, didaktik kaygılarla Napolyon’un bir sözünü aktararak bir analoji yapar.
Napolyon, Mısır seferi ile ilgili olarak aşağı yukarı şöyle demiş:
“Bir Memluk askeri bir Fransız askerinden çok üstündü; iki Memluk ile iki Fransız karşı karşıya gelince eşit güçte oluyorlardı; üç Memluk ile üç Fransız karşı karşıya gelince Fransızlar üstün geliyordu.”
Napolyon’un orduları bütün Avrupa’yı bu mekanizmayla fetih etmişti denilebilir.
Futbol, bireysel yeteneklere büyük bir kendini gösterme ve gelişme olanağı sunmasına rağmen aynı zamanda bir takım oyunu olduğundan, bu ilişki çok daha açık olarak görülüyor.
Son yıllara kadar Brezilyalıların ya da Güney Amerikalıların her biri, teknik olarak muhakkak ki çok üstünlerdi, birer Memluk askeri gibiydiler.

14 Haziran 2014 Cumartesi

Dünya Futbol Şampiyonası ve Uluslar

Nasıl tanrıya inananların tanrının ne olduğuna ilişkin tanımlarından tanrının ne olduğu; bir dine inananların o dine ilişkin tanımlarından o dinin ne olduğu anlaşılamazsa; ulusçuların ulus tanımlarından da ulusun ne olduğu anlaşılamaz.
Bütün klasik ulus teorilerinin uluslar ve ulusçuluk karşısında hiçbir açıklama sunamamalarının temel metodolojik nedeni bu yanlışı yapmalarıdır. Onların hepsi ulusların ulusçuluk hakkındaki tanımlarından hareketle ulusun ne olduğunu anlamaya çalışırlar.
Ama biraz dikkatli baktığımızda, ulusun ne olduğuna ilişkin ulusçuların tanımları aslında normatif tanımlardır; yani ulus olmanın koşulunu belirleyen normatif tanımlardır. Normatif tanımlar bizlere toplumsal gerçeğin özünü vermez, onu açıklamaz ve analiz etmeye yaramazlar. Normatif tanımlar ise toplumsal ilişkileri belirler, sınırları düzenlerler.

13 Haziran 2014 Cuma

Şerdeki Hayır – PKK’nın Günü Gelirken

İŞİD’in Musul’u ele geçirmesi bir Şer’dir ama büyük hayırlara gebe olabilir.
Çünkü Ortadoğu’da tüm dengelerin alt üst olması ve kartların yeniden karılması anlamına gelmektedir.
Ve bu gelişmelere bağlı olarak da PKK bölgenin kaderinin belirlenmesinde biricik kabul edilebilir ve bir barış şansı sunabilen alternatif olarak giderek öne çıkacaktır.
Neden ve nasıl?
*
Madem Dünya futbol şampiyonası başlıyor, öyleyse futboldan bir analojiyle başlayalım.
Futbolda iki türlü oyun vardır. Toplu oyun, topsuz oyun. Elbette bir oyuncunun topu ayağına aldığında topla çok iyi oynamayı bilmesi gerekir. Ama bir de topsuz oyun vardır: topun gideceği yeri sezerek önceden orada yer tutmak. İyi oyuncular bunlardır.

10 Haziran 2014 Salı

Türk Bayrağı, Kürt Bayrağı ve Beyaz Bayrak

Bugünün Türkiye’sinde üç program, “üç tarzı siyaset” üç bayrakta ifadesini bulmaktadır: Türk Bayrağı, Kürt Bayrağı ve Beyaz Bayrak. Bunlar her şeyden önce ulusun nasıl tanımlanacağına ilişkin programlardır.
Birinci “Tarzı siyaset”in sembolü Türk bayrağıdır.
Bugünün Türkiye’sindeki bütün partiler, ulusun Türklükle tanımlanmasını savunmakta ve bunda bir sorun görmemektedirler. Türklüğün de kan, ırk ve Orta Asya’dan kaynaklanan bir tarihle tanımlanmasını savunurlar ve bunda da bir sorun görmezler.
Dolayısıyla bütün partiler, hepsi sömürgecilik ve 19. Yüzyıl usulü biyolojik ırkçılığa dayanırlar ulusu ve Türklüğü tanımlarken. Onun da geç gelmiş ve geç geldiği için de daha da saldırgan Alman emperyalizminden kaynaklanan versiyonuna dayanırlar.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Seçimler, Blog Adayları ve Ertuğrul Kürkçü’nün Seçilmesinin Anlamı

Çok önceydi, daha seçimler gündemde yoktu, bir arkadaş grubunda, BDP’nin gelecek seçimlere de bağımsızlarla katılması gerekeceğinden ve bu sefer adayları belirlerken daha az hata yapacaklarından ve dışarıdan gösterilebilecek veya gösterilmesi gereken adayların kimler olacağından ve olması gerektiğinden söz ediyorduk. O zaman, özellikle seçilebilir yerlerdeki adaylar arasında olmasını dilediğim dört isimden söz etmiştim. Bunlar Ayhan Bilgen, Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü, Veysi Sarısözen idi.

Doğrudan Demokrasi - Temsili (Dolaylı) Demokrasi – Akışkan Demokrasi vs.

Yarın (8 Haziran) saat 14.00 – 18.00 arasında, “Gezi’nin Bakiyesi” başlığı altında yapılan “Forum/Çalıştay”ların ikincisi var.
Konular:
1)      Özyönetim ve Doğrudan demokrasi: Kavramlar
2)      Forumlar, Dayanışmalar ve İşgallerde Sorunlar ve Çözüm Önerileri
Yazılarımızı izleyenler görecektir ki, aslında son zamanlarda yazdığımız yazıların büyük bir bölümü bu Forum/Çalıştay’ın konusuyla ilgiliydi.
Örneğin şu yazılar “Kavramlar” bölümüyle ilgiliydi.
Bu yazılar aslında daha devam edecekti. Bu kavramlarla Demokrasinin sosyolojik bir tanımlamasını yapmaya çalışıyorduk. Ancak zaman yokluğundan ve diğer konularda yazmamız gereken yazıların çokluğundan devam edemedik.
Yine de daha önce bu konuda yazıp derlediğimiz iki kitapçık eksiği bir ölçüde olsun giderip bir kavramsal arka plan sağlayabilir. Bu iki kitapçık, üzerlerine tıklanınca çıkacak şu adreslerden kolaylıkla indirilebilir:

6 Haziran 2014 Cuma

HDK ve HDP’de Bireysel Üyelik Kampanyası Hakkında

Bu ayın 21 ve 22’sinde HDK ve HDP’nin kongreleri olacak.
Yine her zamanki gibi “bileşen”lerle yapılmış görüşmelerle kararlar önceden alınacak. Yine aslında bir program akışından başka bir şey olmayan bir “gündem” ilan edilecek ve kararlar alınacak. Yine medyatik olarak “çok renkli” imgelerle mesajlar verilecek. Yine herkes protokoldeki yerini alacak; yine protokol sırasıyla konuşmalar yapılacak; protokoldekilerin en önde yer aldıkları resimler yayınlanacak. Yine kongrelerin başarıyla tamamlandığı söylenecek.
Ve yine gelenler bu mizansenin figüranlarından başka bir şey olmadıkları hissiyle geri dönecekler.
Ve bu örgütler sözüm ona Türkiye’deki Radikal Demokrasi mücadelesini örgütleyecek, yürütecek ve zafere götürecekler.
Eğer böyle giderse bırakalım zaferi bir yana en büyük hezimetler kaçınılmazdır.

4 Haziran 2014 Çarşamba

Cumhurbaşkanlığı Adayı ve Seçim Yöntemi Üzerine HDP’ye Bir Öneri

Kürt Özgürlük Hareketi, Türkiye’de Batıda demokratik bir hareket ve partner olmadığı için, adeta bu hareketi yaratmaya kendisi soyunmak zorunda kaldı. Ve herkese bunun adresi ve örgütsel ifadesi olarak HDP’yi gösterdi. Hazır ve yerleşmiş bir örgütü (BDP) bir kenara koymayı; destekçilerinin önemli bir kesiminin direnişini ve hatta desteklerini çekme tehditlerini bile göze alan stratejik bir karardı bu. Kanımızca “Türkiyelileşmek” de denilen bu strateji özünde doğru bir yaklaşım ve karardır.
Bir kararın doğruluğu onun gerçekleşme şansı olup olmadığına göre ölçülemez. Özünde doğruysa bir girişimin başarı şansı olup olmadığına bile bakılmaz, çünkü doğru bir şeyi savunurken yenilmek bile zaferdir. Ama yanlış bir amacın zaferleri bile yenilgidir. Tabii biz zafer ve yenilgiden söz ederken hep ezilenlerin yenilgi ve zaferlerinden söz ediyoruz.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu kararı karşısında kimileri gibi başarı “şansın yok bu işi bırak, Türkiye’yi de bize bırak” (Örnek olarak bakınız: Metin Kayaoğlu, “Yeni-HDP: Olmayacak dua veya simya” veya Ferda Koç, “BDP “Türkiyelileşme”li mi?”) tavrı içinde değiliz. Sizin amacınız, programınız ve sorunu koyuşunuz

3 Haziran 2014 Salı

Kürt Hareketi’nin Gezi ve İşçi Hareketiyle Birleşebilmesinin (HDK ve HDP’nin) Sorunları

Bugünün Türkiye’sinde bu üç hareketi veya bu üç hareketin omurgasını oluşturan toplumsal kesimleri ya da memnuniyetsizlikleri kapsamayan; onları ortak bir program etrafında birleştirmeyen herhangi bir hareketin en küçük bir başarı şansı olmaz.
Çünkü bu üçünü birleştirmeyen bir program ve bayrak, bunların birbirine karşı kullanılmasının yolunu açık bırakır ve binlerce yıllık tecrübeli devlet ve sermaye gemisini buradan yürütür. Bugün olan da zaten budur.
Sorun böyle koyulunca, ilk sorun, bu üç kesimi birleştirebilecek bayrağın ya da programın ne olabileceği ve ne olması gerektiğinde toplanır.
Bu hareketlerin içinde sadece Kürt hareketinin örgütlü bir yapısı, diğer hareketleri kapsamak veya onlarla birleşmek gibi bir amacı; bunun için önerdiği bir programı; örgütsel biçimleri var. Diğerlerinin ise henüz böyle bir örgütlülüğü olmak bir yana problemi böyle koyuşu bile yok.

2 Haziran 2014 Pazartesi

Gezi’nin Birinci Yılında Forumlarda Başlayan Tartışmalar Üzerine

“Gezi’nin Bakiyesi”olan forumlarda ve Gezi’nin ve bakiyelerinin durumu ve geleceği üzerine kafa patlatanlarda, giderek, örgüt ve mücadele biçimlerinin yanlışlığı veya en azından tartışılması gerektiği üzerine bir konsensüs oluşmaya başladı.
Örneğin dün Yeldeğirmeni’nde yapılan toplantının konusu, bir önceki günün değerlendirmesiydi ve kararlar, karar alıp almamak gerektiği, nasıl alınacağı, alındığında nasıl uygulanacağı; nasıl değiştirilebileceği gibi noktalarda yoğunlaşmıştı. Ama bunlar aslında Taksim’e neden gelinmediği; neden Kadıköy’de eylem yapıldığı;  eylemin şu veya bu aşamasında neden şöyle veya böyle davranıldığı gibi noktalarda yoğunlaşıyordu. Gezi’nin ve Forumların ilk başlarda bir karar almayı reddeden ve olanaksız kılan işleyiş ve yapısından bu noktaya gelinmesi, bir yıl içinde belli bir yol kat edildiğini göstermektedir.
Ama sadece forumlar değil, örneğin dün paylaşılan Foti Benlisoy’un "Ne zaman savaşıp ne zaman savaşamayacağını bilen kazanır" başlıklı yazısı da durumun doğru bir değerlendirmesini yapmaktan; artık bir ricat taktiğine geçilmesi gerektiğinden söz ediyor ve hatta bizim de 1 Mayıs vesilesiyle yazdığımız yazılarda da değindiğimiz[1] Mao’nun (Benlisoy’un da belirttiği gibi aslında Sun Tzu’nun[2]) gerilla savaşı taktiklerine gönderme yapıyor[3]. Aklın yolu birdir.

1 Haziran 2014 Pazar

Bir Yıl Önce Bugün Gezi Direnişi Başlarken Yazdıklarımız

Gezi Direnişi Yazıları - İndirmek için tıklayın
İnsanın ara sıra eski yazdıklarını gözden geçirip bir sağlama yapması; nerelerde neden yanlış yaptım diye düşünmesi gerekir.
Bir yıl önce bugün, yani 1 Haziran günü, yazdığımız yazı noktasına, virgülüne bile dokunmadan, acele yazılmış olmanın bütün uslup ve ifade bozukluklarıyla aşağıda yer alıyor. Okuyucu karar versin.
Gezi boyunca neredeyse hemen her gün bir yazı yazdık. Bu yazılardan en önemlilerini de bir kitap olarak yayınladık. Aslında kitap Gezi üzerine çıkmış kitapların, hem de gezi boyunca yazılmış, Gezi ile diyalektik bir ilişki içindeki en önemli örneğidir. Ancak kitap biraz geç basılabildiği için; zengin ve güçlü yayınevleri reklamını yapmadığı için; hatta bir dağıtıcı bile bulamadığı için bilinmez kaldı. Bu vesileyle Gezi’yi yapan her biri birer bilgisayar veya akıllı telefona sahip olan ve onu gayet etkili kullanabilen genç arkadaşların dikkatine bu kitabı çekmek isteriz. Kitabı, pdf, epub, mobi gibi dijital kitap okuyucularında veya akıllı telefonlarda kolaylıkla okunabilecek formatlarla, isteyenin indirmesi için internete de koyduk. Şu adresten hepsi indirilebilir:
İndirin, okuyun, paylaşın ve tartışın.
01 Haziran 2014 Pazar
Demir Küçükaydın

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Gezi’nin Birinci Yılı - Taksim Dayanışma ve Forumlar

Bugün Gezi’nin birinci yılı.
Taksim Dayanışma’nın Çağrısı: Taksimdeyiz (“Alanlardayız”).
Eğer bir mucize olmaz ise, 1 Mayıs’ın ikinci bir versiyonu olur. Gezi’nin esas kitlesi oraya gelmeyecektir.
Örgütlü gruplardan veya onlarla ilgili insanların oluşturduğu bir kitle gelir. Her zaman olduğu gibi, Polis’in vahşi şiddeti ve gazla geri püskürtülüp dağıtılır. Moraller daha bozulmuş; sonraki protestolara gelecekler daha azalmış olarak biter.
Dün akşam Kadıköy’deki forumların buluşması vardı, “ne yapalım” diye.
Birçok konuşmacı, Çağrı zaten yapılmış, giden gider ve ister istemez gidilir; ama bu çerçevede daha iyi neler yapılabilir; gidiş nasıl örgütlenebilir; orada nasıl olsa gazı yiyip alana giremeyeceğiz ama en azından nasıl dönülür; Gezi bir günlük bir süreç değil, iki haftalık bir dönemdi. İki hafta neler yapılabilir? Bari bunlara kafa yoralım anlamında konuşmalar yaptı.

29 Mayıs 2014 Perşembe

Demokrasi ve Özgürlük Birbirinden Ayrılamaz

Önceki “Demokrasi ve Özgürlük Neden Bir Arada Bulunamaz?” başlıklı yazımız, demokrasi ve özgürlüğün bir arada bulunamayacağını kanıtlarken bu sefer tam tersini iddia ederek demokrasi ve özgürlüğün birbirinden ayrılamayacağını savunacağız.
Bu bir çelişki değil mi?
Daha önce de belirttiğimiz gibi değil.
Önceki yazıda demokrasi ve özgürlüğü sosyolojik anlamlarıyla ele alırken, şimdi politik ya da hukuki anlamlarıyla ve de politik ve hukuki alana ilişkin kavramlar olarak ele alacağız. Aynı kavram ve sözcüğün bu tamamen farklı ve zıt anlamları üzerinde böyle durmamızın nedeni, bu ayrımın yapılmayıp, üzerinde durulmayıp, karıştırılmasının bizzat demokrasiye karşı mücadele veren ve onu tasfiye edenlerin bir yöntemi olmasıdır.
*
Özgürlük kavramı, Fransız toplumsal mücadeleler geleneğinde politik alana ilişkin haklar olarak da tanımlanmıştır.
Yani bunun ardında, politik ve politik olmayan gibi bir ayrım vardır[1]. Bu anlamda, tıpkı dinin politik olmayan olarak tanımlanması gibi politik alana ilişkin olarak tanımlanmıştır. Modern toplumun politik ve politik olmayan ayrımı olmasa, özgürlük kavramı da olamazdı. Klasik uygarlıkların ve dinlerin hiç birinde özgürlüğün sözünün edilmemesi, böyle bir kavramın bulunmaması; örneğin İslam’da Özgürlük değil de adalet aranması bizzat bu ayrımın yokluğuyla ilgilidir.

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Demokrasi ve Özgürlük Neden Bir Arada Bulunamaz?

(8 Haziran’da Kadıköy’de Yoğurtçu Parkında yapılacak olan “Özyönetim ve Demokrasi” başlıklı “Forum-Çalıştay”ın Demokrasi Kavramının ve Tanımının ele alınacağı ilk bölüm için bir kavramsal açıklık ve altyapı oluşturmak üzere konuyu adım adım ele almaya ve aynı zamanda bu kavramsal açıklığı önemsiz göstermenin kendisinin nasıl politik ve ideolojik bir anlamı olduğunu göstermeye devam edelim.)
Hepimizin kafasında demokrasinin özgürlükler olmadan var olamayacağına ilişkin sarsılmaz bir yargı vardır. Yani Demokrasi ve Özgürlük kavramları birbirinden ayrılmaz görülür. Ancak bizler böyle düşünürken aslında demokrasiyi ve özgürlüğü bilimsel veya sosyolojik değil; politik veya hukuki kavramlar olarak tanımlamış oluruz.
Demokrasinin ve özgürlüğün sosyolojik anlamları üzerine kafa yorduğumuzda demokrasi ve özgürlüğün ayrılmazlığı bir yana, bir arada bulunamayacağını görürüz. Neden ve nasıl?
Sosyolojik olarak, yani bilimsel bir demokrasi kavramına ulaşmak için, demokrasinin işlevi ve hangi koşullarda var olabileceği konusunda bir açıklığımız olması gerekir.
Demokrasi kararların nasıl alınabileceği ve alınması gerektiği sorusuyla ilgilidir. Ama bunun için öncelikle karar alma gibi gerekliliğin ve imkânın nasıl ve hangi tarihsel koşullarda ortaya çıkabileceği sorusuna cevap vermek gerekir.

27 Mayıs 2014 Salı

Demokrasinin Demokratik Olmayan Bir Tartışması

8 Haziran’da Yoğurtçu Parkı’nda yapılacak “Forum/Çalıştay”da “Özyönetim ve Doğrudan Demokrasi” başlığı altında “Demokrasi” konusu ele alınacak.
Neden bu konu?
Gezi yenilgiye uğradı ve Forumlar bir dağılış sürecine girdi.
Bu “Forum/Çalıştay” aslında bu dağılış ve yenilgilinin nedenleri üzerine bir düşünme ve dağılıştan kurtulma çabasıdır. Yani bu forum/çalıştaylar ve Demokrasi konusunun seçilmesi, kendi üzerine düşünme; İslam’ın “savaşların en kutsalı” dediği “kendi nefsiyle mücadele”; kendi hatalarıyla savaş ve bir özeleştiri girişimidir de aynı zamanda.
Bu başarılı olabilecek midir? Henüz bilmiyoruz ve sonuç henüz hala ortadadır.
Neden?
Çünkü Gezi’nin ve forumların dağılışının nedeni olan yanılgılar, onun bu dağılıştan çıkmasının, nedenlerini anlamasının da önünde bir engel olarak dikilmektedir. Bu durum görülmezse içinde bulunulan fasit daireden çıkma olasılığı da bulunmamaktadır.
Yani ortada eskilerin “fasit daire” dedikleri bir durum vardır. Örneğin yoksul olduğunuz için, sizi yoksulluktan çıkaracak bilgi ve birikiminiz olmadığı için yoksul kalmaya devam edersiniz.

25 Mayıs 2014 Pazar

Aleviler Meydanlara Çıkarken

Bugün İstanbul’da iki miting var. Biri Kadıköy’de Soma’daki maden işçileri katliamını protesto için; diğeri Şişli’de (Ankara Kızılay ve İzmir Basmane Meydanı’nda da) Alevilerin “Yeter Artık” mitingi.
Birincisinin çağırıcısı Sendikalar ve Meslek örgütleriydi; ikincisinin çağırıcısı Alevi örgütleri. Muhtemelen her iki miting de hazırlanışı ve örgütlenişi itibariyle büyük katılımlı, gerçekte var olan potansiyel tepkiyi ifade edici olamayacaklardır.
Çünkü Soma katliamında ölen işçiler için miting yapılacağı önceden bilinmesine rağmen;  onunla birleşme; hedefleri aynı demokratik ve kapsayıcı bir biçimde birleştirmenin yolu aranmadan aynı güne ikinci bir miting koyulması bile daha baştan bir şeylerin yanlış gittiğini gösterir. Alevi hareketinin zaafları bütün muhalif ve demokratik hareketin zaafları olmaktadır.

24 Mayıs 2014 Cumartesi

301 Kara Tabut Önerisi – Fikri Takip

Pazar günü yapılacak miting için yapılan “301 Kara Tabutla Sesiz, Pankartsız Bir Uğurlama” önerisi çok büyük destek görüyor ama zamanın sınırlılığı ve böyle bir öneriyi destekleyen ve beğenenlerin örgütsüzlüğü nedeniyle gerçekleşemeyebilir ama insanlar yaratıcılıklarını koyar son bir çaba gösterirlerse hala gerçekleşebilir. Bunun için gelişmeleri aktarayım.
Aslında fikir bana ait değildi. Evveli gün yürüyüş yaparken bir tanıdığıma rastladım, her zamanki gibi politik gelişmeleri, tekrar ölümlerin başlamasını; bildiğimiz gördüğümüz olayları konuşurken, söz Pazar günü yapılacak mitinge gelince, arkadaş, benim de yeni tanıdığım bir arkadaşının böyle bir fikri olduğundan söz etti. Benim de ilgimi çekti.
Kimi forumlara katılıp faaliyetlerini izleme ve dışarıdan destek olmaya çalışma dışında örgütlü bir insan olmadığımdan doğrusu somut ve pratik bir öneri olarak değil de genel olarak, böyle yaratıcı biçimlere ihtiyaç var anlamında, bir yazıda kullanılabileceğini düşünerek, “bu fikri bir yazımda işleyebilirim dedim bana aktaran arkadaşa.