13 Haziran 2014 Cuma

Şerdeki Hayır – PKK’nın Günü Gelirken

İŞİD’in Musul’u ele geçirmesi bir Şer’dir ama büyük hayırlara gebe olabilir.
Çünkü Ortadoğu’da tüm dengelerin alt üst olması ve kartların yeniden karılması anlamına gelmektedir.
Ve bu gelişmelere bağlı olarak da PKK bölgenin kaderinin belirlenmesinde biricik kabul edilebilir ve bir barış şansı sunabilen alternatif olarak giderek öne çıkacaktır.
Neden ve nasıl?
*
Madem Dünya futbol şampiyonası başlıyor, öyleyse futboldan bir analojiyle başlayalım.
Futbolda iki türlü oyun vardır. Toplu oyun, topsuz oyun. Elbette bir oyuncunun topu ayağına aldığında topla çok iyi oynamayı bilmesi gerekir. Ama bir de topsuz oyun vardır: topun gideceği yeri sezerek önceden orada yer tutmak. İyi oyuncular bunlardır.
PKK yıllardır “toplu oyunu” iyi öğrendiğini gösterdi.
Örneği dünyanın en büyük ordusuna karşı (Türk ordusu kişi başına gelir ve nüfusa oranlar göz önüne alındığında dünyanın en büyük ordusudur) en azından çeyrek yüzyıldır başarıyla karşı durmuştur. Ve Zap’da görüldüğü gibi, Türk ordusu büyük bir hezimetten şansla kurtulmuştu.
Örneğin Suriye’de, Barzani ve Türkiye’nin kıskacına rağmen, koca orduların bile karşısında duramadığı İŞİD’e karşı da tek direnebilen ve karşı zaferler kazanabilen güç olduğunu göstermiştir.
Yani “toplu oyunu”, savaşmayı iyi bilmektedir.
Ama PKK aynı zamanda topsuz oyunu da iyi bilmektedir. Öcalan yıllardır bunun ustası olduğunu zaten göstermiştir. Topsuz oyun: teori, doğru bir strateji ve program demektir
PKK demokratik özlemlere sahip çıkarak, tüm demokratlara altına sığınacakları bir koruma sunmaktadır. Türkiye politikasına bakın, nerede az çok demokratik eğilimleri olan bir muhalefet odağı, bir kitle örgütü veya “sivil toplum inisiyatifi” varsa, PKK’nın “cazibe merkezi”nin çevresindeki nebülözde var olabilmektedirler.
*
Ortadoğu’da ve Orta Asya veya Afrika’da, tek çıkış noktası diller ve dinlerin eşitliğine dayanan bir politik sistemdir.
Eşitlik ise iki türlü olabilir: biri bütünü dil ve dinleri tanıyarak eşitlik; diğeri, bütün dil ve dinleri politik alanın dışına iterek, devletin dilinin ve dininin olmamasıyla eşitlik. Esas eşitliği bu sağlar.
PKK birinci tür eşitliği savunarak bile, inkârcı rejimlerin baskı altına aldığı dilleri ve dinleri bir cephede ve kendi paternalist koruması altında bir araya getirebilmektedir.
Yani tam bir biçimsel eşitliği sağlamanın tek esaslı yolu dillerin ve dinlerin vs. politik anlamlarının reddedilmesi olmakla birlikte; PKK, en azından bir dile ve dine dayanan ve diğerlerini baskı altına alan ve inkâr edenlere karşı, onları politik birimler olarak tanımayı ve eşit görmeyi vaat ederek biricik ciddiye alınabilir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır.
ABD ve müttefiklerinin, sözde demokrasi getiriyoruz diyerek “ulus inşası” (“Nation bildung”) namı altında aşiretleri, dilleri, dinleri politik birimler haline getirmesi; bölgenin parçalanmışlığını ebedileştirmek ve en karşı devrimci güçleri güçlendirmekten başka bir anlama gelmiyordu.
Kendi ülkelerinde dilleri, dinleri, aşiretleri politik olarak tanımayan ve tanımlamayanların; “ulus inşası” diye, “demokratik temsil” diye karşı devrim ihraç etmeleri, bölgedeki insanları, en karşı devrimci rejimleri ve güçleri bile neredeyse kurtarıcı gibi görülecek hale getirmişti.
*
İşte tam da bu nedenle, olaylar topu PKK’nın ayağına doğru sürüklemektedir.
Hem halklara bir çözüm sunmakta; çatışanları bir araya getirme olanağı sunmaktadır duruşu ve konumuyla biricik kabul edilebilir alternatif olarak ortaya çıkaktadır; hem de devletler için de İŞİD karşısında tek etkili müttefik olarak görülür hale gelmektedir.
Artık nesnel olarak ABD de, Türkiye Cumhuriyeti de, Barzani de, hatta Irak rejimi ve Esat, hatta İran bile PKK’ya muhtaçtırlar ve olayların akışı onları PKK ile ittifak yapmaya zorlamaktadır.
Bugüne kadar, PKK’ya karşı olan güçlerin, birden bire kendisiyle ittifaka razı gelir hale gelmeleri, ABD ve İngiltere’nin o güne kadar Sovyetlere saldırtmak için okşayıp büyüttükleri Hitler karşısında Sovyetlerle ortak cephe kurmaya karar vermelerine benzer. Çok önemli bir kırılma noktasıdır ve güçlerin dengeleri birden bire değiştirir.
Savaşta bazen cepheler döner, daha önce yıktıklarınızı yapmaya; yaptıklarınızı yıkmaya başlarsınız. Dün PKK’ya karşı İŞİD’i silahlandıran TC; şimdi İŞİD’e karşı PKK ile işbirliği yapmak zorunluluğunu duyacaktır. Benzeri cephe dönüşleri Barzani ve ABD için de olacaktır.
*
Bunun ilk sonuçlarını basındaki yorumlarda bol bol görüyoruz. Bütün yazarlar, Türk Devletine, Hükümete, artık stratejini kökten değiştirmek zorundasın, yani PKK’ya düşmanlığı bırakıp onunla ittifak kurmalısın demeye getiriyorlar. Henüz böyle apaçık söylenmiyor ama anlayana çok açık.
PKK da bu durumu gördüğü için, bir yandan İŞİD’e karşı alarm zillerini çalarak uyuyanları uyandırmaya çalışırken; diğer yandan olayların gelişmesinin nesnel olarak kendi yanına ittiği güçlere itici davranmıyor ve el uzatıyor.
Onlar hala eski alışkanlıklarıyla ve refleksleriyle davransalar da, giderek pozisyonlarını değiştirmek zorunda kalacaklardır.
Şimdi büyük bir olasılıkla Öcalan ve PKK’nın bölgede hızla parlayacağı; giderek çok önemli bir aktör haline dönüşeceği bir döneme giriyoruz.
Bu gelişme aynı zamanda bölgede ezilenler arasında toparlanmaya ve devrimci kabarışa da yol açabilir; zincirleme bir reaksiyonun tetikleyicisi olabilir.
Bu takdirde, artık büyük ölçüde şehirleşmiş ve önyargı ve korkularından kurtulmuş modern ücretliler, gerçek demokratik eşitliğin dillerin, dinlerin, hatta aşiretlerin tanınması ile değil; bunların hiçbir politik anlamının olmamasıyla kurulabileceği bir programı yükseltip, Kürt Hareketinin gölgesinde başladıkları politikleşme ve radikalleşmelerini mantık sonuçlarına vardırıp bağımsız ve ayrı bir radikal demokratik güç oluşturabilirler ve kim bilir belki onlarca yıllık mesafeleri birkaç haftada alabilirler.
Gezi bir bakıma bunun mümkün olduğunu gösteriyordu ve bir provasıydı belki de.
Kendisi 21 Mart’ta Öcalan’ın açıkladığı “Barış Süreci”nin gölgesinde var olma olanağı bulmuş ve hızla demokratik özlemlerini ifade etme ve radikalleşme eğilimi göstermişti.
Hazırlıksız olduğu kısa soluklu kaldığından gerisi gelmedi. Ama genel bir tarihsel eğilimi gösterdi.
20 Yüzyıl, bir bakıma, şehirlerde başlayan bir devrimin (Berlin, Petrograd, Bakü) bir köylülük denizinde boğulmasının hikâyesiydi.
21 Yüzyıl kırda başlayan bir devrimin şehirlerde ayağa kalkmasının hikâyesi olabilir.
Bu da bilenen bütün ezberleri bozar.
12 Haziran 2014 Perşembe
Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:



Hiç yorum yok: