Cemil Bayık’ın HDP’nin “Marjinal
yaklaşımlardan kurtulmalı” sözleri üzerinden başlayan tartışma, hem
tartışma olarak kendisi; hem de içeriğiyle Marksistlerin ve sosyalistlerin
üzerinde durmaları gereken birçok soruyu davet ediyor.
Biz Cemil Bayık’ın “LBGT bireyler”i mi yoksa başkasını mı
kastettiği konusuna girmeyeceğiz?
Varsayalım ki, sanki tabu bir sözmüş gibi kimsenin adını anmadan
tartıştığı, “cinsel eğilimi ya da tercihi” genel ortalamadan farklı olanları;
onların örgüt ve hareketlerini kastetti.
Onları kastetmiş olmasa sorun ortadan kalkmış olmaz. Çünkü ortada
bir sorun vardır görmezden gelinemeyecek ve gelinmemesi gereken.
Bir devrimci, bir Marksist, en basit ve görünür olandan
hareketle, onun ardında yatan en genel olan, en temel olan problemleri ortaya
koymaya çalışır.
Cemil Bayık’ın o sözleri üzerine bir Marksist, Cemil Bayık’a
o sözleri neyin söylettiğini; neden söylettiğini araştırmaya, bunun çözümlerini
bulmaya çalışır. (Tekrar edelim Cemil Bayık’ın o sözleri söylediğini var
sayıyoruz. Bizim bakış açımızdan söyleyip söylemediği önem taşımaz. Çünkü biz
esas temel sorunları gündeme almaya çalışıyoruz.)
Cemil Bayık, onlarca yıldır dağlarda gerilla olarak yaşayan;
Ortadoğu gibi bir yerde yıllardır politika yapan; ta Kandil’den Türkiye’nin
kılcal damarlarında, örneğin Cihangir ve HDP’de, neler olduğu hakkında iyi kötü
bir fikir sahibi olan; diğer KCK yöneticileri gibi, konuşup yazdıklarında son
derece ayık analizler ve politik değerlendirmeler yapan birisi.
Böyle bir isim, varsayalım ki, “LBGT bireyler”i kastederek
böyle bir söz etmişse, bu o noktada ciddi bir sorun olduğu anlamına gelir.
Ciddi sorunları da tuluat tiyatroları gibi, “ben çok alındım” vs. şeklinde
değil, ciddi olarak tartışmak gerekir.
Bir Marksist’e, bir Sosyaliste düşen görev, eline neşteri
alıp o çıbanı yarmak; cerahati dışarı akıtmaktır. Kedi pisliğini örtercesine
konuyu magazin düzeyinde tartışmak değildir.
Olan biten maalesef ikincisidir.
O halde soruları doğru soralım.
Varsayalım ki Cemil Bayık, KCK’nın organlarında görüşülüp karar
aldıktan sonra “LBGT bireyler” hakkında böyle bir laf etti.
Peki, o zaman PKK, KCK veya HDP’ye olan desteği kesmek
gerekir mi?
Soru budur?
Ayrıca şu da açıktır ki, zaten Kürkçü de konuyla ilgili
söyleşisinde bu konuda rahatsızlıklar olduğu yönünde duyumları olduğundan söz
ediyor, yani Bayık söylemese bile Bayık'a atfedilen görüş, Kürt özgürlük
hareketi içinde, geniş bir kesimin eğilimleridir. (Muhtemelen Bayık’ı da bu
konuda imalı da olsa konuşmaya iten aşağıdan gelen böyle bir baskıdır. Yoksa
niye arı kovanına çomak soksun?)
Yani aslında sorun zaten var. Kürt Özgürlük hareketinin tabanındaki önemli bir kesim LBGT bireyler ile böyle fazla içli dışlı olunmasından rahatsızdır. Ve Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayalım ki, bu rahatsız olanların büyük çoğunluğu, çocukları dağlarda gerilla olarak ölenler; mitinglere gelenler; maddi manevi bağışlarıyla hareketi ayakta tutanlardır.
Yani aslında sorun zaten var. Kürt Özgürlük hareketinin tabanındaki önemli bir kesim LBGT bireyler ile böyle fazla içli dışlı olunmasından rahatsızdır. Ve Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayalım ki, bu rahatsız olanların büyük çoğunluğu, çocukları dağlarda gerilla olarak ölenler; mitinglere gelenler; maddi manevi bağışlarıyla hareketi ayakta tutanlardır.
Paradoksal olarak aynı zamanda bugün LBGT hareketinin böyle
görünür ve daha rahat hareket edebilir olmasını nesnel olarak sağlayanlardır;
öznel olarak kendileri bu nesnel sonuçlardan rahatsız olsalar bile.
Bir Marksist’e bir devrimciye, bir sosyaliste düşen görev,
Cemil Bayık böyle demişse, bunu fırsat bilip bu genel ve temel sorunu gündeme
getirmek olabilir; dememişse, o demeden gündeme getirmektir.
Sorunu o zaman daha genel ve temel sorun olarak; Sosyalist mücadelenin,
demokrasi mücadelesinin bir sorunu olarak şöyle formüle edelim: farklı baskı biçimlerine uğrayan ama aynı
zamanda birbirleriyle de çelişkileri olan özneler arasındaki sorunlar nasıl
çözülebilir?
Ayrıca bu sorun pratik politika ve örgütlenme bakımından HDP’nin
gerçek sorunları ve sınırlarıyla ilgilidir. Bu konuyu daha önce başka bir
yazıda ele almıştık.
Bunlar gerçek sorunlar ve gerçek zorluklardır.
Tarihin ve sosyal mücadelelerin deneylerinin gösterdiği
birinci yasa şudur: Bir baskı biçimine
uğramak, o baskıya uğrayanları diğer baskı biçimleri karşısında daha duyarlı
yapmaz. Hatta aksine o baskıları yeniden üretmenin, kendi memnuniyetsizliklerini
dışa vurmanın aracı olur.
Örneğin iktisadi sömürü ve baskı altındaki işçiler, tam da işçi
oldukları için, toplumun en ırkçı, en seksist, en homofobik, çevreye ve
çevrecilere en ilgisiz hatta düşman kesimleridirler.
İşçiler ise ancak mücadele içinde bu özelliklerinden
kurtulabilirler.
Ama işçileri mücadeleye sokmak, örgütlemek için, daha baştan
onlardaki homofobi, seksizm, ırkçılık gibi konuları gündeme getirip onları
eğitmeye kalkarsanız, onları örgütleyip mücadeleye sokma şansınız olmaz; onları
mücadeleye sokamazsanız da onların değişme şansı olmaz.
Geniş kitleler, milyonlarca işçi, ahlaki veya hümanist veya
çevreci vaazlarla değişmezler; sokaklarda, grevlerde, mücadeleler içinde
değişme eğilimi gösterirler.
Bu paradoksu nasıl aşabilirsiniz? İster istemez,
onaylamasanız bile susmak, görmezden gelmek, gündeme almaktan kaçınmak
zorundasınızdır. Çünkü önemli olan onların mücadeleye girmesidir mücadeleye
girmeden değişemezler.
Ama aynı zamanda onların bu eğilimlerine ve ön yargılarına
pirim de vermemeniz, belli bir düzeyde mücadele de etmeniz gerekir. Bunun
sınırı, dengesi nedir? Bu ciddi bir sorundur.
Hiç bu sorunu tartışan oldu mu şu “marjinal tartışması”
nedeniyle? Hayır.
Kadınlar, Ezilen uluslar, “ırklar” yani Siyahlar,
çevreciler, “LBGT bireyler” de farklı değildir.
Kadınlar, işçilerin, ezilen ulusların ve ırkların mücadelesi
karşısında tıpkı işçi hareketinin diğer baskıya uğrayanlar karşısında
gösterdiği körlükleri, ırkçı ve milliyetçi eğilimleri gösterirler; Siyahlar ve
ezilen uluslar da; çevreciler de öyledir.
Ama tarihin gösterdiği bir başka yasa daha vardır. Bir baskı biçimine karşı mücadeleye
girenler, bir süre sonra, başka baskı biçimlerine karşı mücadele etmeden kendi
mücadelelerinin başarıya ulaşamayacağını görürler ve aynı zamanda kendi
mücadeleleriyle başka baskı biçimlerine uğrayanların da mücadeleye girmelerinin
yolunu açarlar.
İşçi hareketi sadece işçilerin talepleriyle ve işçi
mücadeleleriyle hiçbir noktaya varamadığını gördüğü için, ülke ve dünya çapında
tüm memnuniyetsizleri örgütleyecek modern partilerin ve hareketlerin
kuruluşlarını yaptı. Lenin’ler, Kıvılcımlı’lar bu nedenle işçi hareketinin aynı
zamanda en tutarlı ve radikal demokrasi gücü olması gerektiğini; ancak tüm gayrı
memnun devrimcileri kapsayan partilerin gerçek işçi partileri olabileceğini
söyledi bıkmazcasına.
Vietnam’daki “Vietkong” gerillaları, Tet saldırısını
yaparken, dünyada 68’i tetikliyordu. 68’in gençleri, Fransa ve İtalya’nın
işçilerini; daha sonrasının feminist ve çevreci hareketlerini tetikledi.
Bir siyah milliyetçisi olan Malcolm X, bir enternasyonaliste,
neredeyse bir sosyaliste dönüştü; bir pasifist siyah önder olan King, öldüğü
gün Memphis’te işçilerin direnişini desteklemeye gidiyordu.
En gözlerimizin önündeki örnek Kürt Özgürlük Hareketi’dir.
Hem varlığı ve başarılarıyla, Türkiye’de Aleviler, kadın,
LGBTİ, çevre ve diğer baskılara uğrayanların (Çingeneler, Ermeniler vs.) hareket
ve örgütlenme ve hareketlenmelerini tetikledi; hem de onların sorunlarına sahip
çıktı.
Gezi hareketi, başlangıçta Kürtlere karşı ve ilgisiz olarak
ortaya çıkmasına rağmen, bir süre sonra Kürtlerin mücadelesi ile birleşme
eğilimleri gösterdi.
Ama bir toplumda ve farklı özneler içinde tüm değişiklikler
aynı hızla, aynı zamanda ve aynı biçimlerde gerçekleşmez. Birinin diğerini
beklemesi veya diğerlerinin dev adımlarıyla yürüyerek arayı kapatması
beklenemez.
Bütün bu zaman, tempo, biçim farklılıkları, aynı zamanda
egemenlere karşı bir mücadele içinde, onların sürekli saldırıları altında var
olurlar.
Buna karşı son derece kıvrak, esnek, tecrit olmadan, zaman
zaman belli bir noktaya ağırlık vererek, zaman zaman belli bir noktada tam
siper yaparak verilecek mücadeleler gerekir.
Bir arabaya binip bir yerden bir yere gitmeye kalktığınızda
bile, gaza basıp, direksiyonu da kıvırmadan gitmeye kalkmazsınız. Karşıdan arabalar
gelirken, bir arabayı geçerken vs. sürekli manevralar yaparsınız.
O halde Kürt hareketi de çatışan ve çelişen güçlerle, tecrit
olmadan hareket ederken, bir yığın manevra yapmak zorundadır.
Pekâlâ, taktik olarak, daha geniş bir kesimi kaybetmemek onların
desteğini korumak; ama uzun vadede, mücadele içinde hem onları değiştirmek hem
de bizzat taktik olarak uzak durulanları uğradıkları baskıdan kurtarmak için “marjinal
yaklaşımlardan kurtulmak” zorunda olabilir.
Bunda yanlış bir şey yoktur.
Örneğin o konuşmada Bayık’ın tartıştığı, HDP’nin nasıl bir
kitlesel demokratik hareket örgütleyeceğidir. Program değildir. Programıyla
kimsenin cinsel tercihinden dolayı bir baskıya uğramayacağı bir hedef; böyle bir
hareket yaratabilmek için, pek ala taktik ve örgüt düzeyinde o baskıya
uğrayanların sorunları pek öne çıkarılmayabilir; onlardan uzak kalmak
gerekebilir.
Bu taktik ne derece doğrudur o verili durumda bu
tartışılabilir.
Gelen tepkiler ve “Batı Marksizmi”ni günah tekesi yaparak bu
tepkileri savuşturma çabası, verili duruma pek uygun bir taktik olmadığını
göstermiş gibi.
Ama bu ayrı bir sorundur.
Ama prensip olarak, böyle manevralar reddedilemez ve böyle
taktik manevralardan dolayı bir hareket düşman ilan edilip destek çekilemez.
İşti örneğin sosyalist hareketin sorunlarından bir kısmı
bunlar.
Marksizm'in ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumunda ve grubunda
bunları ve bunlar gibi daha nice sorunları, her türlü politik kaygıdan azade, hiçbir
tabu tanımadan tartışmayı umuyoruz.
Aşağıda gerekli adresler var.
Demir Küçükaydın
28 Ağustos 2014 Perşembe
Marksizm ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumu Hazırlama
Girişimi
E-Mail:
Blog:
Mail Grubu:
Gruba üye olmak için şu adrese boş bir e-mail atın:
Twitter:
Facebook Etkinlik
Facebook Grup:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder