Belli sporlar belli sınıflarla ilişkilidir. Birçok sporun
yapılabilmesi belli bir gelir düzeyini, dolayısıyla sınıfsal bir konumu
varsayar.
Örneğin golf veya teniste, sadece oyun takımlarının alınması
ve bir oyun yeri bile yüksek bir gelir düzeyini varsayar. Bu nedenle bu sporlar
alt sınıfların semtine bile uğramazlar.
Elbet geleneklerin de, yani o spor türünün ortaya çıkışı
veya geçirdiği evrim de, belli bir sınıfa bağlılığı belirler ve bu bağ bir kere
ortaya çıktıktan sonra kendini yeniden üreten bir süreç başlayabilir.
Buna ilginç bir örnek, sürücülerin atın üzerine binerek yaptıkları
at yarışları ile sürücülerin atın arkasına koşulmuş bir arabaya binerek
yaptıkları at yarışlarıdır.
Atın üstüne binilerek yapılan yarışlar, kökleri komün
şeflerine, şövalyelere kadar giden asillerin yaşantısı ve olanaklarıyla ilişki
içinde ortaya çıkmışlardır.
Buna karşılık, ata koşulmuş bir araba ile yapılan yarışlar,
at arabasıyla süt götüren işçi ve köylülerin, yaptıkları yarışlardan kaynaklanır.
Kökenlerindeki bu farklılık nedeniyle, bugünkü bütün profesyonelleşmeye rağmen,
bugün bile onları yapan ve izleyenler farklı sınıflardan olmaya devam ederler.
Birinde asiller, burjuvalar yarışırlar veya seyrederler; diğerinde işçiler ve
alt sınıflar.
Bu bakımdan futbol işçiler ve alt sınıflar için en ideal
koşulları sunar.
Biraz boş bir alan veya bir sokak, dört tane taş veya işaret
ve bir de top işlevi görecek bir çam kozalağı, konserve kutusu veya bezden, kâğıttan
hâsılı akla gelebilecek her şeyden yapılabilen bir “top” her yerde ve her zaman
bulunabilir. Belli bir gelir düzeyi ve olanaklar gerekmez futbol için.
Arkadaş grupları takımlar olur. Ya da aynı arkadaş grubu
dengeli bölüşümle iki takım oluşturur.
Ondan sonra iki ayağı üzerinde yaşayan bu tek memelinin bu özelliğini
ve bunun ona sunduğu olanakları sonuna kadar kullanmasının yolları açıktır.
Satrancı bile kenarda bırakan sonsuz bir kombinasyon
zenginliğidir ortadaki. Ve satrancı oynayanlar bizzat oyunculardır. Satranç
klasik fiziğin dünyası gibi ise; kuantum dünyası gibidir futbol. Her oyuncunun
her an at, fil, şah, kale veya piyon olabildiği; oynayanın, aynı anda oyuncu
olduğu ve oynayanı oynattığı bir satranç gibidir. Her şey her an hem kendisidir
hem kendisi değildir.
Hem bireysel yetenekleri, hem ortaklaşa davranışın olanaklarını
kullanmak için böylesine basit ve basitliği ölçüsünde de karmaşık başka hiçbir
oyun yoktur.
Yapması bir zevk olur, seyretmesi ayrı bir zevk.
Futbolun büyüsü onun bu özelliklerindedir.
Futbol
da Blue Jean gibi; caz, blues, rock, tango,
rebetiko, sun, kalipso, arabesk vs. gibi antik çağın proleterlerinin aksine,
toplumun sırtında bir yük olmayan; modern toplumu ve dünyayı sırtında taşıyan
işçi sınıfının en has ürünü; işçi kültürünün ayrılmaz bileşenidir.
O işçilerin hafta sonlarında iş güçlerini yeniden
üretmelerinin bir aracıdır.
O işçi sınıfının kolektif davranma eğiliminin dışa vuruşu ve
bu eğilimin canlı tutulmasının aracıdır.
İşçiler ise kapitalizmin ortaya çıkardığı çok özel bir
tarihsel kategoridirler.
Modern kapitalizm ve işçi sınıfı olmasaydı, bütün o harika
özelliklerine rağmen, futbolun böyle yaygınlaşması ve zafer yürüyüşü mümkün
olamazdı.
*
Çünkü futbolun olabilmesi için önce “spor” diye bir
kategorinin var olabilmesi gerekir.
Hatta denebilir ki, spor ve futbol beraber doğmuşlardır, ya
da spor futbol olarak doğmuştur.
Kapitalizm öncesinde spor yoktur?
Kapitalizm öncesindeki bugünkü spora benzeyen davranış ve
ritüeller birey ve onun bedeni için değil; toplum (Allah, Tanrı) ve ruhu
eğitmek için yapılırlar.
Kapitalizm öncesinde bugünkü spora benzeyen bedene yönelik hareketler
bir ibadettir; yani toplum için
yapılan bir ritüeldir.
Hatta futbol gibi karşılıklı mücadelelerin ve yarışmaların kökeninde
de, aslında kabile için yapılan, gerçek rekabet ve savaşın yerini almış,
sembolik savaşlar; yani toplum için yapılan ritüeller, ibadetler vardır. Bu nedenle
eski çağların olimpiyatları da paganlık çağının ibadetleridirler.
Ya da özellikle uzak doğuda görüldüğü gibi, alt sınıfların
mücadele ve örgütlenme yani direniş araçlarıdır; yani bir din içindeki
partilerdir. Yani yine adaletli bir toplum için yapılan bir muhalif ibadetidir.
Tabii bir de “spor” bir oyun olarak, neredeyse bütün memelilerde
görülen öğrenmenin bir aracıdır. Sürekli tekrarlanan hareketlerle sinir hücreleri
arasındaki geçici bağlar, sabit bağlar haline gelir. Oyun bütün memelilerde bu
bağları kurmanın aracıdır. Oyun oynayan her canlının bir kültürü vardır. Yani
genetik olarak geçmeyen sonradan öğrenilerek edinilen özellikleri.
Oyun, tekrar, ana dili konuşmak gibi, sonradan edinilmiş; dolayısıyla
kültürel (yani genlerle geçmemiş, genlerle geçen dil değildir; dil öğrenme
yeteneğidir; sinir hücrelerinin sürekli tekrarlarda sabit bağlar oluşturma
özelliğidir.), esnek ama aynı zamanda sabit, adeta refleks gibi olmuş
özellikleri kazanmanın aracıdır. Tabii bu anlamda da her şeyin ancak toplum
için ve toplum aracılığıyla olduğu kapitalizm öncesi dünyada, yine bir ibadettir.
*
Sporla birlikte ortaya çıkmış bulunan Tatil bu farkı daha
iyi anlamayı kolaylaştırabilir.
Kapitalizm öncesinde “tatil” de yoktur, Cuma ve Pazar gibi çalışılmayan
günler, “tatil günleri” değil; toplum için toplu ibadet edilen günlerdir.
Bireysel değildir topludur; bedeni sağlıklı tutmak ve
işgücünü yeniden üretmek gibi bir işlevi yoktur; ruhu eğitmek; toplum için
yaşamayı öğretmek ve öğrenmek; toplum için bir şeyler yapmak için bir gündür.
Tatil ise, kapitalizm ve işgücü sömürüsüyle birlikte ortaya
çıkar. İş gücünün yeniden üretilmesinin aracıdır artık. Bireyseldir. Toplum
için değil; birey içindir.
Spor da böyledir.
Spor iş gücünün kendini yeniden üretebilmesi için, tıpkı
tatil gibi, ancak kapitalizmle var olabilen bir kategoridir. İşgücü bütün artı
değerin kaynağı olmasaydı; işgücünün fiyatı (ücret) artı değer ve kar
oranlarını belirlemede böyle tayin edici olmasaydı tatil diye bir “şey” de
olmazdı.
İlerde kapitalizm ortadan kalktığında da tatil adım adım
ortadan kalkacaktır. Giderek tekrar iş gücünü yeniden üretmenin değil; entelektüel
ve ruhsal gelişimin bir aracı olmaya başlayacaktır. Hatta “tatil ve “çalışma
zamanı” ayrılığı bile ortadan kalkacaktır. Çalışmak en güzel tatil; en güzel
oyun olacaktır. Bugün bile yabancılaşmamış emek harcayanlar, birçok yazar ve
sanatçı, bu imtiyazı belli bir anlamda yaşar.
*
Spor bir bakıma futbolla birlikte doğup yayılmıştır. Her
ikisi de kapitalizmle ve onun en has ürünü işçi sınıfıyla.
Futbol bu günkü biçimiyle, sanayi devrimi ve işçi sınıfının
ürünüdür. İlk futbol kulübü, 19 yüzyıl ortalarında, sanayi devriminden sonra, o
zamanlar dünyanın fabrikası olan İngiltere’de kurulur.
Kapitalizmin yayılışı ve zafer yürüyüşü, tatilin, sporun ve
futbolun yayılışıyla kolaylıkla izlenebilir. Bu yayılış aynı zamanda işçi
sınıfının yayılışıdır.
İşçi sınıfının bugünkü dünyada, Avrupa’daki doğuş döneminden
bile geri durumdaki, dağılmış, bölünmüş, programsız ve örgütsüz oluşuna bakarak
İşçi Sınıfı’nın var olup olmadığını tartışanlar dünya tarihine şu kısacık kendi
hayatlarının ekseninden bakanlar, futbolun bu günkü yaygınlığına baksınlar. Bu
yaygınlık işçi sınıfı olmadan olamazdı. Futbolun yaygınlığı ve durdurulamaz
yayılışı işçi sınıfının yaygınlığının ve durdurulamaz yayılışının bir
görünümüdür sadece. Bu günün dünyasında, hala toplumsal konumu ve çıkarı ile
büyüyen ve tarihsel bir eğilim olarak içindeki zümrelerin çıkarları da birbirine
yaklaşma eğilimi gösteren tek büyük sınıf olmaya devam etmektedir işçiler.
Ama futbolun işçi sınıfıyla bu kader ortaklığına bakıp onun
sosyalist ya da işçi sınıfının bir mücadele aracı olduğu sonucuna ulaşmak son
derece yüzeysel ve mekanik bir açıklama olur.
Sosyalizm işçi sınıfını yok etmeyi amaçlar; yani sporu ve
tatili, dolayısıyla bugünkü anlamı ve biçimiyle futbolu da.
İşçiler tarihsel olarak kendilerini; yani kendileriyle
birlikte ortaya çıkmış sporu ve tatili yok etmeye çağrılı ve bunu yapabilecek
biricik sınıftırlar.
*
Kapitalizm öncesinde tatil de spor da bir ibadettir, yani
toplum için ve ruhu eğitmeye yönelik bir eylemdir dedik.
Peki, tatil ve Spor, işgücünün yeniden üretilmesinin,
dolayısıyla işgücünün yeniden üretim masraflarını düşürüp, kar oranlarını
yüksek tutmanın aracı ise; bizim niyet ve istemlerimizden bağımsızca nesnel
olarak bu işlevi görüyorsa; o halde, bizler sağlıklı insanlar olmak için tatile
gittiğimizde, Spor yaptığımızda, yani aslında bedenimizin sömürülme
kapasitesini yeniden ürettiğimizde, gönüllü olarak ve farkına varmadan sermaye
için çalışmış oluruz.
Sermaye sisteminde ise, işgücünün maddi ve manevi özellileri
üretilecek artı değer üzerinde herhangi bir etkide bulunmadığı için, kapitalizm
öncesi toplumlarda sınırları çizmeye ve ilişkileri düzenlemeye yarayan “soy” ve
“inanç”ın kapitalizmin kendi işleyişi bakımından hiçbir anlamı yoktur.
Evet, kapitalizm somut
tarihte yayılışını uluslar ve ulus devletler biçiminde gerçekleştirmiştir;
kapitalizmin tarihsel zafer yürüyüşü ulusların ve ulusal devletlerin
yayılışları ve zafer yürüyüşü olarak görülür. Ama “ulus”un da kapitalizmin özüyle
bir ilişkisi yoktur.
Bu nedenle soyut olarak ulusların ve ulusal devletlerin yok
olması kapitalizmin yok olmasını gerektirmez.
Ama Kapitalizm varsa, uluslar ve ulusal devletler yok olsa
da, işçi sınıfı, tatil ve spor var olmaya devam eder.
Tatil ve spor kapitalizmi, dolayısıyla kapitalist toplumu yeniden
üretmeye yarar.
O halde, tersinden şöyle bir formülasyon da yapılabilir.
Bizler spor ve tatil yaparken, sermayeye dayanan toplum düzenini yeniden üretmek için
çabalamış; yani bir anlamda ibadet etmiş oluruz.
Ama bu ibadet artık toplum için ve topluca, ruhu geliştirmek
ve eğitmek için yapılmaz; bireysel olarak ve sermaye için ve beden için yapılır.
O halde, modern toplum, spor ya da tatil yaparken, Tanrıya
(Topluma) değil, sermayeye ibadet eder. Denize haşemayla giren Müslüman da;
bikiniyle giren Hıristiyan veya sosyalist de topluma (Tanrıya) değil; sermayeye
ibadet etmektedir. Ruhunu topluma yararlı bir insan olmak için eğitmemekte;
bedenini yenilemekte yani artı değer ve kar üretme kapasitesini yeniden
üretmektedir.
Yalnız sermayeye ibadet edenler bunu kendi sağlıkları için
yaptıklarını sanırlar.
Kapitalizmin muazzam gücü ve esnekliği de buradadır.
İnsanlar ona karşı mücadele ettiklerini sanırken bile onun
için çalışırlar.
Bu nedenle kapitalizm eleştirisi çok derin bir kavrayış
gerektirir. Kapitalizm eleştirisi diye yapılan eleştirilerin hepsi son
duruşmada kapitalizmi yeniden üretmenin araçlarından başka bir şey değildirler.
Marksizm’i pozitivizme indirgeyen bürokratik işçi
örgütlerinin ikinci ve üçüncü enternasyonal sosyalistlerinin de; politik İslamcıların
da böyle yüzeysel; kapitalizmi yeniden üretmeye yarayan; aslında kapitalizmin
yayılmasına ve gelişmesine hizmet eden eleştirileri böyleydi. AKP iktidarı
tesettürlü plajlar, tatil yerleri yapar veya sigara içmeyi yasaklarken aslında
sermayeye ibadet etmekte ve bu ibadete uygun hale getirmektedir “Müslümanların”
yaşamını.
Örneğin sporun bugünkü seyre dayanan biçimlerini eleştirip, kitlelerin
spor yaptığı biçimler için mücadele eden kimi sosyalistler, ideal bir
kapitalizm için mücadeledir.
Sosyalizm sporu kitleselleştirmeyi hedeflemez, onu yok
etmeyi hedefler.
İster tesettürlü ister tesettürsüz, sporun ve/veya tatilin yaygınlaşması
için çalışmak; daha geniş kitleleri sermayeye ibadete çekmekten başka bir amaca
hizmet etmez ve anlama gelmez.
Sosyalizm sporun ve tatilin kendisinin eleştirisinin
başladığı yerde başlar.
Bu yazıda olduğu gibi.
18 Haziran 2014 Çarşamba
Yazıları
e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail
yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları
İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder