“Gerçek olan aklidir” ama “Akli olan da gerçektir”
Kongre öncesinde yapılan eleştiri ve öngörüler epey geniş bir kesime ulaşmıştı, izleniyordu, üzerinde konuşuluyor, tartışılıyor ve haklı bulunuyordu.
Ancak bunların hepsi birbirinden habersiz bireysel değerlendirmeler olarak kalıyorlardı.
Kongre öncesindeki yazılarda yapılan eleştiriler maalesef şu an da aynen geçerlidir ve öngörüler gerçekleşmiştir.
Kongrelerin ikisi de önceden bir yerlerde alınmış kararların ilan edildiği birer mizansendi.
Bu önermenin gerçek durumu yansıttığına konuştuğumuz hiç kimse itiraz etmiyor ve edemiyordu.
Ama bir gerçeklik karşısında iki türlü davranılır.
“Gerçek olan aklidir” diyerek, var olan gerçeği meşru ve mazur gösterip nesnel olarak o gerçek durumun sürmesine katkıda bulunmak.
“Akli olan gerçektir” diyerek, doğru olanın gerçek olması için mücadele etmek.
Birincisi kısa vadede neredeyse hemen her zaman başarılı olur. Ama uzun vadede kaybetmeye mahkûmdur.
İkincisi ise kısa vadede neredeyse her zaman başarısız olur, ama uzun vadede kazanır.
Ortada iki yol vardır.
Hareketin bugünkü aşamasında başka türlü olamaz deyip bunu teorileştirme yönünde de davranabilirsiniz; evet bu yöntemlerle bir yere kadar gidebilirsiniz ama eğer Türkiyelileşmek gibi bir amaç varsa, bu, her şeyden önce şehirlerin modern işçilerinin desteğini, coşkusunu ve yaratıcılığını kazanmaktır ama bu yöntemlerle bunu kazanmak olanaksızdır sınırlara takılırsınız. En azından bu sorunları açık bir biçimde tartışarak bir başlangıç yapılabilir de diyebilirsiniz.
Birinci anlayıştaysanız, konuşma yeteneğinizi ve zamanınızı gerçek olanın akliliğine vurguya verirsiniz. Coşkulu alkışlarla karşılanırsınız.
İkinci anlayıştaysanız, konuşma yeteneğinizi ve zamanınızı, insanların kafasına bu sorunları takmak; yeni sorunları gündeme getirmek, güçlükleri ve zorlukları sergilemek için harcarsınız.
Kongreler boyunca temel sorunu, böyle koyan hiçbir konuşma olmadı. Hiç kimse “biz bu yapıyla Gezi’yi, modern ücretlileri örgütleyemeyiz, kazanamayız. Bu daha iyi daha fedakârca çalışma sorunu değildir; yapısal bir sorundur, bunu nasıl çözeceğiz” diye bir tartışma açmayı denemedi.
Örneğin Ertuğrul Kürkçü’nün konuşması, Kürt Özgürlük Hareketinin “Türkiyelileşme” projesine gerek Kürtlerin içinden gerek Türk solcularının içinden gelen itirazlara bir cevaptı.
Örneğin kimlik siyaseti eleştirisi yapılıyor ve yapılacak eleştirisine cevap veriyordu. Ama bu cevaplar, bizzat kendisi bir zamanlar Kürt hareketine bu eleştiriyi yaptığı zamanlarda anlamı olan; akli olan ve gerçek olmaya çalışan bir cevaptı.
Arada geçen zamanda kendisinin ve içinde yer aldığı kökleri ta ÖDP’deki bölünmelere ve oradaki “Ekmek ve Gül”e kadar küçük sosyalist grubun pozisyonu değişmişti. Şimdi yeni pozisyonunda aslında eleştirdiği ve cevap verdiği kendi eski pozisyonu olmakla birlikte; sanki kendi pozisyonunu hiç değiştirmemiş de Kürt hareketi pozisyonunu değiştirmiş dolayısıyla kendi pozisyonuna gelmiş gibi bir üslup içinde, diğer sosyalist bileşenlere cevap veriyordu.
Soyut olarak bu argümanlar çok doğru ve haklı olabilir. Ama gerçeklik somuttur. Bu argümanların artık hiçbir ilerletici gücü yoktur: Çünkü olaylarca ve Kürt hareketinin gücü tarafından aşılmışlardır.
Çatı Partisi girişimi zamanlarında, yani beş altı yıl önce bugünkü HDP’nin kuruluşu için “Çatı Partisi” girişimlerden birinin yapıldığı zamanlarda, aynı küçük Türk sosyalist (Aslında bu sosyalisti milliyetçi diye okumak gerekir, onlar kendilerine öyle dediği için böyle diyoruz. Türkler sosyalist, feminist, anarşist, ekolojist falan olabilir ama Türk ve milliyetçi olamaz. Kürtler de hep Kürt ve Milliyetçi olabilir de sosyalist, feminist, anarşist vs. olamaz.) örgütleri, örneğin Ertuğrul Kürkçü, Mahir Sayın’la ittifak kurarak ve bugün eleştirdiği itirazlarıyla o geniş ve beklentilerin büyük olduğu o kongredeki ilk girişimi engelleyebiliyordu.
Ama Kürt hareketi gücü ve başarılarıyla bu direnişi kırdı ve tabiri caiz ise Türk sosyalistlerini satın aldı.
Şimdi aynı eleştirileri yapanlar, (açın Siyasi Haber’in “Yeniden kurtuluş Tartışmaları” dosyasını okuyun.) ne sabote edebilecek; ne de “ben oynamıyorum” diyecek güçteler. Bu pratik olarak artık aşılmış bir sorundur.
Türk sosyalistleri artık özgürlük hareketinin çevresi dışında yaşayamazlar. O nereye giderse oraya gitmek zorunadırlar. (Serengeti Parkı belgesellerinde falan görülür. Büyük bazı memeli hayvanların çevresinde ve sırtında birçok sinek ve bazı kuşlar o memeli hayvanın derisinde yaşayan parazitleri falan yiyerek simbiyoz bir yaşam sürdürürler. Ya da Kadıköy vapurlarıyla birlikte uçan ve bir simit parçası için oradan oraya vapurla birlikte giden martılar gibidirler. Benzeri bir parazit ilişki söz konusudur.)
Bu değişen şartlarda artık güçsüz ve giderek anlamsızlaşan bu itirazlara cevap yetiştirmek başka sorunları, örneğin son yazılarda ortaya getirdiğimiz sorunları gündemden uzaklaştırmanın bir aracına dönüşürler. Gerçeklik somuttur. Her şey o somut gerçeklik içindeki anlamıyla değerlendirilmelidir.
Türk Sosyalistlerinin Türkiyelileşmeye Direnişi
Kongrede şu çok açık görüldü: Türk sosyalistlerinden sadece açık ulusalcı eğilimleri dile getiren ÖDP, TKP, Halk Evleri değil şu an bileşenlerin çoğu bile Kürt Hareketi’nin bu “Batıya Hücum” stratejisinden rahatsız.
EMEP bunu HDP’den çekilerek açıkladı.
SYKP’nin iki bileşeni, Eski Kurtuluş’un kalıntıları ve TOP’tan bölünen, Tuncay Yılmaz’ın dükkânları bu durumdan rahatsızdır ve bu rahatsızlıklarını bireysel uzaklaşmalarla veya Siyasi Haber’de dosyalar yayınlayarak, “hem ağlarım hem giderim” diyen yeni gelinler gibi ifade etmektedirler.
Aralarında sadece Ertuğrul Kürkçü ve Kenan Kalyon’un paslaşarak yönettiği “Sosyalist Gelecek” (Emeğin Birliği’nin kalanları + E. Kürkçü ve kimi bağımsızlar) bu süreci desteklemektedir. Ancak bu kadar programsız ve stratejisiz bir politika ve sanki hiç bir değişim olmamış gibi bugünkü pozisyonları sürdürme ve küçük örgütsel hesaplarla teorik ve ideolojik mücadeleye zerrece değer vermeme, bu küçük grubun da erimesi ve çözülüşüyle bitecek ve bu dükkân da çözülecek gibi, yani “Sosyalist Gelecek” geleceksiz görünmektedir.
Bileşenler içinde bu açılımı destekleyen az çok eti budu yerinde tek hareket ESP’dir. Çoğundan da daha tutarlı bir çizgi izlemiştir şimdiye kadar. Yani bir mevki karşılığında oraya gelmiş de değildir.
Aslında EMEP’in HDP projesinden ayrılması hayırlı bile olmuştur denilebilir. ESP hem daha tutarlı bir harekettir; şimdi HDP eşbaşkanı olan başkanı Figen Yüksekdağ, hem kadındır hem de hareketin Alevilerle kültürel bağları nedeniyle, özellikle de şu sıralar Kürt Özgürlük Hareketine daha bir dikkatli bakmaya başlayan Alevilere de uzatılan elin sembolü olmaya daha uygundur.
Ayrıca Yüksekdağ’ın Kongre’deki konuşması da gürültüler arasında başlamasına rağmen, giderek daha dikkatlice ve sessizce dinlendi ve alkışlarla onay aldı. Ayrıca şimdiye kadar Türk Sosyalistlerini temsil etme Türklere mesaj verme gibi bir işlevle oraya gelmiş Ertuğrul Kürkçü’den ve Levent Tüzel’den çok daha iyi bir profil sunacağının işaretlerini verdi.
Hatta Demirtaş’ın bu Türkiyelileşmeye soğuk bakması ve bu soğukluğun konuşmasına bile yansıması göz önüne alınırsa, Yüksekdağ’ın bu projenin kamuoyundaki esas savunucusu olabileceği bile bir tahmin olarak ileri sürülebilir.
Kürtlerin İçindeki Direniş
Ama bu projeye tek direniş sadece artık pazarlık gücü bile olmayan Türk sosyalistlerinden gelmiyor. Esas güçlü ve tehlikeli bir direniş Kürt Özgürlük Hareketinin içinden, çevresinden ve destekleyicilerinden gelmektedir.
Sanılanın aksine Kürt Özgürlük Hareketi içinde çok sert bir sınıf mücadelesi vardır. Bu iki ayrı program biçiminde ifadesini bulmaktadır. Bir yanda bağımsız bir Kürt devleti hayal eden bir program, diğer yanda Kürt devletinden daha fazlasını hayal edersen aynı zamanda artık Kürt devleti olmasının bir anlamı olmadığı bir Kürt devletin de olur diyen, Öcalan’ın programı.
Öcalan’ın programı örgütlülüğü, disiplini ve Öcalan’ın öngörüsü ve stratejik bakış açısıyla şimdiye kadar egemenliğini ve başarısını sürdürebildi.
Ancak onun da gücü sınırlıdır. Demirtaş’ın önce geri çekilişi ve ben bu işte yoğum demesi ama sonra “ısrarlara dayanamayıp” tekrar sahneye çıkması en azından kendi koşullarını dayatıp kabul ettirebildiğini göstermektedir. Yani Türk sosyalistlerinin aksine Pazarlık gücü olan bir güçtür bu Türkiyelileşme projesini reddeden ve direnen Kürtlerin gücü. Önceleri durumlar tam tersiydi.
İşte esas sorun tam da buradadır. Kürt özgürlük hareketi bunu dengeleyecek bir karşı güç olmazsa, bu eğilimin sabotaj ve engellemelerine ilânihaye karşı duramaz. Özgürlük Hareketi’nin “Batı’ya Hücum”u aslında aynı zamanda bir varlık ve yokluk sorunudur. Bu projenin başarıya ulaşması halinde kendi ağırlığı, etkisi ve pazarlık gücünün azalacağını gören bu eğilim bu açılımın başarısızlığı için elinden geleni yapacaktır.
Böylece Kürt ve Türk milliyetçileri (nam-ı diğer: Türk sosyalistleri) aynı ortak çıkarda birleşmiş durumdadırlar.
Bunu bozmanın tek yolu, artık bir gücü kalmamış Türk sosyalistlerine laf yetiştirmek veya cevap vermek değildir.
1) Kürt özgürlük hareketinin şimdiye kadarki yapılarıyla bunu başaramayacağını göstermek ve başarı için somut biçimler önermektir.
2) Batı’da Gezi’de kendini göstermiş hareketin yeniden canlanması ve örgütlenmesi için somut biçimler önermek ve bunun için girişimlerde bulunmaktır.
İkisi de bugünkü yapılarıyla bunu yapamazlar.
Bunu apaçık görmek, açıkça koymak ve tartışmak gerekiyor.
Yapmaya çalıştığımız bu tartışmayı açmaya çalışmaktır.
İzlenimlere devam edeceğiz.
23 Haziran 2014 Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder