“Ahlakım Politiktir, Politikam Ahlaki”
Leon
Troçki
“Ahlaki ilkelerimizin kaynağı proletaryanın
sınıf mücadelesi gerçekleri ve ihtiyaçlarıdır.” Lenin
Bilim ve politikanın ayrı şeyler
olduğu bugün adeta bir “Lapalis hakikati” gibi görülen yaygın ve egemen bir
görüştür.
Bizim iddiamız ya da tezimiz veya
temel önermemiz ise, bizzat bu ayrılığın
kendisinin bilim dışı ve politik olduğu; yani bir ideoloji daha da doğrusu
bir dinin temeli olduğudur.
Çünkü her şeyden önce bu kavrayıştaki
bilim (ve politika) kavramlarının kendisi bilim dışıdır.
Bizlerin bugünkü bilim kavramı
Aydınlanma ile oluşmuş ve kafalara yerleşmiştir. Örneğin bu kavrayışa göre, bir
inanç (din) vardır, bir de bilim; bunlar zıtlık içinde ve birbirine karşı
olarak koyulur.
Ancak, soru şudur: biz gerek bilimi
gerek dini böyle tanımladığımızda onları hangi kategorilerden şeyler olarak
tanımlamış oluruz?
Hemen cevap verelim. Dini ve
bilimi böyle tanımladığımızda onları epistemolojik
(bilgi teorisine ilişkin) olarak kategorize etmiş oluruz.
Ama bilim de din de toplumsal bir olgudur, epistemolojik değil. O halde sosyolojik kategori ve kavramlarla
tanımlanmaları gerekir.
Bilimi ve dini epistemolojik
olarak kategorize etmenin veya öyle tanımlamanın kendisi nedir? Yani sosyolojik
olarak böyle sosolojik bir olguyu epistemolojikolarak kategorize etmenin anlamı
nedir?
Buna bizim cevabımız, bunları
bizzat epistemolojik kategoriler olarak kategorize etmenin kendisi bir
politika, bir ideoloji daha da doğrusu bir dindir.
Yukarıdaki soru şöyle de sorulabilir:
Bilim ve din, epistemolojik değil, sosyolojik olgular, toplumsal olgular
olduklarına göre, sosyolojik olarak bunlar nasıl tanımlanabilir?
İşte bütün can alıcı nokta
buradadır.
Bugünkü bütün yaygın ve genel
kabul görmüş; öyle olduklarından hiç kuşkulanılmayan, din, bilim, ahlak,
politika, felsefe vs. kavramları için bu soru sorulduğunda, örneğin “politikayı
bilimden (ya da dinden) ayrı bir şey olarak tanımlamanın kendisi nedir”; “neden
böyle bir ayrım vardır”; “bu ayrımın karakteri nedir” gibi soruları sorulduğunda
ve cevapları arandığında, bizzat bu ayrımın ve kategorileştirmelerin kendisinin
modern toplumun dini, toplumsal örgütlenmesi; üstyapısı olduğu ortaya çıkar.
Bizim son yıllardaki bütün yazı
ve çalışmalarımızın özü bu ayrımın kendisinin bizzat bir din olduğunu
göstermekte toplanmaktadır.
Yani bu toplumun dininin sırrı, bu
dinin din olduğunun görülememesinin sırrı, bu dinin din tanımındadır; ya da kendisinin
din olmadığı (bir ilim, rejim vs.) olduğu iddiasının bizzat sosyolojik olarak
bir din olması noktasında toplanır.
Bugünkü bütün bilim ve toplum,
bir kuyunun içinde olup, kuyuya düşmemek için hep önüne bakan dolayısıyla
kuyuda olduğunu anlayamayan bir insanın durumundadır.
Bu dışına çıkılmaz çemberin
dışına çıkmak için de sosyolojik olarak dinin ne olduğunu sormak gerekir.
Sosyolojik olarak Din nedir?
Sosyolojik olarak, dinin kişisel
bir sorun (burada da başka anlamda inanç denmiş olur) olduğunu söylediğinizde;
bir ideoloji olduğunu söylediğinizde, dinin sosyolojik bir tanımını yapmış olmazsınız.
Onu hukuki bir olgu olarak kategorize etmiş olursunuz ve ancak, politik alana
bulaşmayan şeyler din olabilir gibi normatif bir tanım yapmış olurusunuz.
Sosyolojik olarak dini bir
ideoloji veya bir parti olarak tanımlıyorsanız, ideolojiler ve partiler ancak
sınıflı toplumlarda olabileceğinden, sınıfsız toplumlarda dinin varlığını açıklayamazsınız?
Demek ki bu tanım da yetersizdir.
Dinin sosyolojik olarak ne
olduğunu toplumsal yapıdaki yerinden hareketle ve toplumun yapısına ilişkin
kavramlarla bir iç tutarlılık içinde anlaşılabilir ve ayrıca din tanımı tarihteki,
bugünkü ve gelecekteki tüm toplumlar için geçerli olmalıdır.
Dinin ne olduğu üzerine araştırma
yapıldığında da aslında dinin üstyapı denen analitik kavramın karşıladığı şeyin
ta kendisi olduğu görülür. Yani ahlak, bilim, bilim tanımı, felsefe, felsefe
tanımı, hukuk, sanat, ahlak, eğitim hatta bizzat din tanımı vs. her şey
dinseldir.
O zaman bu genellemeden hareketle
şu soru otomatikman gündeme gelir: eğer din üstyapının kendisi ise ve üstyapı
olmadan toplum olamayacağına bu analitik bir kavram olduğuna göre bu toplumun
üstyapısı yani dini nedir veya nasıl tanımlanabilir?
İşte ayt üst edici keşif tam da
bu notadadır. Burada dini epistemolojik veya hukuki olarak kategorize etmenin
kendisinin aslında tamı tamına bir din olduğu görülür.
O zaman aslında tam da bu ayrıma
ya da kavrayışa dayanan ve bu ayrımı ya da kavrayışı yeniden üreten her şeyin,
en din dışı gibi görülen rock konserinin de dinsel; yani bu ayrıma dayanan bir
dünyaya ait olduğu ve bu ayrımı bile yeniden ürettiği görülür; çünkü din dışı tanımının kendisi dinseldir;
modern toplumun dininin bir kavramıdır. “Din dışı” sosyolojik olarak ancak
“üstyapı dışı”, yani altyapıya ait anlamına gelebilir.
İşte ancak böyle bir bakış
içinde, bilimin politik, politik olanın da bilimsel olduğu anlaşılabilir.
Biz bu toplumun din, bilim vs.
tanım ve ayrımlarının dinsel olduğunu söylediğimiz; bizzat bu ayrımların
kendisinin modern toplumun dini olduğunu söylediğimiz an, aslında dinin sosyolojik
bir tanımını yapmış oluruz.
Ama bu da aynı zamanda başka bir
din tanımıdır ve başka bir dindir. Bu dinin özelliği bizzat dinin sosyolojik ya
da bilimsel tanımına dayanmasıdır. Yani dinin sosyolojik bir tanımını yapmak ve
bu ayrımların kendisinin bu toplumun dini olduğunu söylemek aslında bugünkü
toplumun dininin karşısında yeni bir dinin vaazıdır. Ama bu dinin kendisi
bilimseldir, çünkü dinin bilimsel bir kavrayışına dayanmaktadır.
Yani bu din, aynı zamanda tarihin
ve toplumun yasalarına dayanmakta onları ifade etmektedir.
Bu noktada, bugünkü dinin bilim
din ayrılığının yerini; bilimin din olması ya da dinin bilim olması, bugünkü
dinin iddia ettiği bu ayrılık ve zıtlığın aşılması gerekliliği alır. Böylece
bilim ve din ayrılıkları ortadan kalkar. Toplum kendi üstyapısını (dinini)
bizzat toplumun analizine dayanarak; tarihsel sürecin ve ekonomik altyapıya
uygunluğu ile bilinçli olarak yeniden kurmaya başlar.
Bu hem bir devrimdir hem de
devrimlerin sonu demektir. Din bilim olduğu an, yani toplumun üstyapısı,
altyapının gereklerine uygun olarak bilinçli bir şekilde tanımlanıp
şekillendirildiğinde, kırılmalar ya da kabuk değiştirmeler gibi devrimler;
altyapıya uygun yeni üstyapıların büyük yıkılışlarla eskinin yerini alması
gereği ve olanağı ortadan kalkar.
Toplum artık, dış iskeletten
(kabuklular vs.) iç iskelete geçmiş; her aşamada kabuğunu veya dış iskeletini
yeri baştan kırıp o günkü durumuna uygun yeni bir kabuk oluşturma
zorunluluğundan kurtulmuş olur.
Toplumsal üstyapı (din)
değişikliklerinin, tıpkı bir omurgalının yaşamında bir aşamadan diğer aşamaya,
büyük kırılmalara ve kabuk değişimlerine yol açmadan, örneğin basit ergenlik
gerilimleriyle, gerçekleşmesi mümkün olur.
*
İşte bu arka plan ışığında
Karaburun Bilim Kongresi ile Marksizm'in ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumu’nun
zıtlıkları anlaşılabilir.
Karaburun Bilim Kongresi, bizzat
kendisi bilim ve politika ayrılığını gidermek gibi bir iddiada olasına rağmen,
bu ayrımı veri kabul ederek ve onu yeniden üreterek var olan sistemin en büyük
koruyucusu ve destekçisi olmaktadır. (Bu özelliği ile kendi iddialarının
aksine, doğuşundan anti Marksist’tir.)
Ama Marksizmin ve Sosyalizmin Sorunları
Sempozyumu ise bizzat bu ayrımın kendisinin ve anlamının sorgulanacağı yerdir.
*
Geçen yıl biz bu ayrımı bizzat gidip
Karaburun’da eleştirmek ve tartışmak istediğimizde buna müsaade edilmedi;
önerimiz reddedildi.
Biz ise, hodri meydan diyoruz.
Gelin ve dayandığınız bilim ve politika anlayışlarınızı savunun. Anlayışınızın
Marksizm'in ve/veya sosyalizmin bir sorunu olmadığını gösterin.
Aşağıda geçen yıl Karaburun Bilim
Kongresi’ne tam da bu konuda yaptığımız ve reddedilen müracaatımızı, ki bu
görüşlerin kısa başlaklarıydı, aktarıyoruz.
Sunmak istediğimiz bildirinin
başlığı: “Bilim ve Politika Ayrılığı ve
Birliği Üzerine” idi.
Bu konudaki bildiri sunma
önerimiz reddedildi.
(Ama buna karşılık sunulan
konularla ilgisiz nice öneri kabul edildi ve programa alındı.)
Bir kurulun kendi dayandığı
varsayımları tartışmak isteyen bir bildiriyi reddetmesi, sadece
örgütleyicilerin kendileri hakkındaki iddialarla gerçek arasındaki makası
göstermez; ama aynı zamanda kendine güvensizliği gösterir.
Burjuva hukukunda bile yargıçlar
taraf oldukları davalara bakmazlar.
Karaburun bilim Kongresinde ise,
taraf olanlar aynı zamanda yargıçlık yapıyorlardı.
Aşağıya o zamanki reddedilen
müracaat metnini aynen aktarıyoruz.
Demir Küçükaydın
30 Ağustos 2014 Cumartesi
*
“Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar”
Theodor Adorno
8. Karaburun Bilim Kongresi
04 – 07 Eylül 2013
Karaburun - Mordoğan / İzmir
İktidar ve dayanışma
BİLDİRİ ÖNERİSİ BAŞVURU FORMU
(lütfen bu formu 1 Nisan 2013’e kadar kongrekaraburun@gmail.com
adresine gönderiniz)
Sıra
No
(Düzenleme Kurulu tarafından doldurulacak)
|
|
Çalışmanın
Başlığı
|
Bilim ve Politika Ayrılığı ve Birliği
Üzerine
|
Başvuru
Sahiplerinin
|
Adı
Soyadı
|
Çalıştığı
Kurum
|
Görevi
/ Unvanı
|
E-posta
adresi
|
Telefonu
|
Demir Küçükaydın
|
Emekli
|
Yok
|
0536-9268251
|
||
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ÖZET ya da ÇALIŞMA TASLAĞI
(lütfen
aşağıdaki soruları da yanıtlayarak 500 sözcükten az olmayan bir metin
yazınız)
|
|
Bu yılki çağrıda konu
tanımlanırken şu satırlar okunuyor:
“Karaburun Bilim Kongresi’nin bilim
ortamına özgün katkılarından biri, Türkiye’de bilim ve siyaset alanlarının
arasında kendi sınırlarını/duvarlarını aşarak bir ilişki kurabilmesi için
gösterdiği çabadır.
Kongremiz; ezilenlerden ve emekçilerden
yana siyaset yapanların bilimsel bilgiden beslenmesini sağlamayı, toplumsal
ideolojinin oluşumunda egemen güçlere karşı alternatif toplumsal yaklaşımları
canlı tutmayı, “öteki”yi korumak için bilim insanlarını bir araya getirerek
ezilenlerin iktidar mücadelesini yükseltmeyi ve tüm bunlar için de toplumsal
dayanışma yöntemlerini irdelemeyi amaçlamaktadır.”
Bildirimin konusuna bu satırlar
ilham vermektedir ve aslında bildiride bu satırlar tartışılıp ardındaki gizli
varsayımlar ortaya çıkarılarak, bizlerin bugünkü bilim ve siyaset
kavrayışlarının ardındaki daha derin varsayımlar ortaya çıkarılıp
eleştirilmeye çalışılacaktır.
Böyle bir tartışma ile
Karaburun Bilim Kongresi’nin kendisini tartışmasının kapısı açılmaya
çalışılacaktır.
Önce en görünebilir ve en
yüzeydeki gizli varsayımdan başlanacaktır.
Bu gizli varsayım, Bilim ve
Siyaset’in ayrılığıdır. Ayrı alanlar olmasıdır. Bunları birleştirme
çabasından söz etmenin veya böyle bir çabanın kendisinin bile ancak bu gizli
varsayımla var olabildiği birlik çabasının bizzat bu ayrılığı ve ayrı
kavranışı nasıl yeniden ürettiği gösterilecektir.
Sonra yine bu bağlamda biraz
tarihsel arka plana girilip bu alandaki bazı soru ve sorunlar ele
alınacaktır.
Bilim ve Siyasetin ayrılığı
oldukça yeni bir kavrayıştır.
Sınıflı toplum öncesinde
iktidar, yani devlet olmadığından siyaset de yoktur ve bunların bir ayrılışı
söz konusu olamaz.
Daha sonra bilim esas olarak
rahipler tarafından yapılmış ve siyaset de krallarca. Ama ilk krallar aynı
zamanda rahiplerdi. Yani bilim ve siyaset aslında birdi ve birbirinden
ayrılmış değildi.
Daha sonra Kral ve rahiplerin
ayrılması görülse de bu işlevsel bir ayrılık olup kavramsal değildir.
Tabii burada aynı zamanda
ikincil bir konu olarak rahiplerin devletleşmesi gibi el kitaplarında ele
alınan ve anlatılanlardan farklı bir süreç de gündeme gelir ve buna da kısaca
girilecektir. Klasik olarak, devlet, sınıf mücadelesi aracı olduğuna göre,
önce sınıfların sonra da bu sınıfların aracı olan devletin ve siyasetin
ortaya çıkası beklenir. Ancak tarihte tam tersi olmuş, devlet sınıfları
yaratmıştır. Devleti ise yaratanlar rahipler olmuştur. Bir bakıma siyaseti
yaratan bilimdir.
Tabii mantıken tersi olması
gerekirken niçin tarihte böyle tersi bir yol izlendiği bir sorundur ve arada
bu konuya da kısaca girmek ve tartışmak gerekecektir.
Bu bağlamda genel olarak
geçişlerin ve özel olarak bu geçişin sorunlarına da kısaca değinilecektir.
Birer örnek olarak kapitalizme ve neolitik devrime geçişte de bu sorunun
nasıl ortaya çıktığı gösterilecektir.
Bu kısa yan yollardan sonra
tekrar ana konuya dönülerek, bütün kapitalizm öncesi sınıflı toplumlar tarihi
boyunca bilim ve siyasetin bir ayrımının yokluğu kısaca gösterilecektir. Bu
ayrım hem toplumsal olarak yoktur hem de kavramsal olarak farklı
kategorilerden kabul edilmezler.
Bilim ve Siyaset ayrımı, önce
siyasi denen ayrı bir alanının varlığını ve bunun toplumsal hayatta
ayrılmasını varsayar.
Peki, bu ihtiyaç nereden ve
nasıl çıkmıştır?
Bu ayrımın kendisinin modern
toplumun örgütlenmesinin anahtarı olduğu bu nedenle de özel ve politik
ayrımının, bir analitik ayrım değil, toplumsal örgütlenmeye ilişkin bir ayrım
olduğu ele alınacak ve gösterilecektir.
Bu bağlamda, yine ikincil bir
konu olarak, analitik kavramsal ayrımlarla; toplumsal örgütlenmeye ilişkin
ayrımların farkına ve tehlikelerine değinilecektir.
Bu başlı başına ayrıca
tartışılması gereken bir konu olmakla birlikte, bu konu bağlamında geçer ayak
değinilecek ve bu ayrıma ve karıştırmalara dikkat çekilecektir.
Daha sonra toplumsal
örgütlenmedeki bu özel ve politik ayrımının aynı zamanda nasıl bilim ve
siyaset ayrımını da mümkün kıldığı ele alınacak, yine ikincil bir konu
olarak, geçer ayak değinilmek üzere bunun bilimler sınıflamasındaki ve bilim
kurumlarının örgütlenmesindeki yansımalarına da kısaca değinilecektir.
Kongre’nin çağrısındaki bilim
ve Siyaset ayrımının analitik değil, var olan sistemi onaylayan ve yeniden
üreten, toplumsal örgütlenmeye ilişkin özelliği sergilenecektir.
Bilim ve siyaset “alanları”ndan
söz etmenin tam da bunun bir yansıması olduğu gösterilecektir. Ama bu
alanların aslında bilim ve akademik arasında gizli bir özdeşlik kurduğu
konusuna girilecektir.
Burada bilimin akademik alanla
ve faaliyetle tanımlanmasının çağrının diğer bölümlerinde de yansıyan
yanlarına dikkati çekilecektir
Dolayısıyla kongrenin bilimi
akademik alanla sınırlamama iddialarına rağmen, fiilen gizli varsayım olarak
nasıl tam da böyle sınırladığı gösterilecektir.
Ayrıca yine çağrının siyaseti
de geniş anlamda ele alma iddialarına rağmen nasıl oldukça dar ele aldığı
bunun yansımaları da ele alınacaktır.
Özetle bildirinin bilim ve
siyaseti birleştirme iddialarına rağmen fiilen nasıl ayırdığı ve bu ayrımı
yeniden ürettiği; bilimi akademik faaliyetle sınırlamama iddialarına rağmen
fiilen nasıl sınırladığı gösterilecektir.
Böylece bütün bu gizli
varsayımların analizlerinden sonra, ezilenler için mücadele edenlerin ama
özellikle Marksistlerin niçin aynı zamanda hem bir bilimci ve hem bir
siyasetçi olmak zorundalığı
Ama bunun da bugünkü toplumda
ancak akademik dünyanın dışında olabileceği yani neredeyse fiili ve pratik
olanaksızlığı ele alınarak, buradan akademisyenler için somut bir mücadele
programı şekillendirilmeye çalışılacaktır.
|
|
Anahtar
sözcükler
|
Bilim, Politika, Akademi,
Pratik, Praxis, Ezilenler
|
Çalışmanın
ana temayla ilişkisi (tema dışı ise önemi)
|
|
Çalışmanın
temel savı
|
Bilim ve politikanın
birliğinden söz etmek ve bu yönde bizzat bu Kongre gibi pratikler yapmanın
kendisi bunları ayırmaktır ve bu ayrılığı yeniden üretir. Bu ayrılığı aşmanın
yolu bu birliğin “praksis”idir. “Praksis”te ise teori pratik, pratik de
teoridir.
|
Çalışmanın
alanındaki tartışmalara katkısı
|
Bilinen ve yaygın görüşleri
tersinden okuyarak var olan duruma dışarıdan bakmayı sağlayıcı bir işlevi
olabilir
|
Çalışma
hangi alt başlıkta değerlendirilmelidir?
|
Hukuk ve Siyaset, İdeolojiler,
Din, Bilim ve Üniversite, Sınıf Mücadeleleri ve Devrimler
|
TEMEL KAYNAKÇA
(lütfen, çalışmanızdaki en önemli atıfları yazınız)
|
Esas olarak analitik bir çalışma olacağından hem yüzlerce kitabın tortusu
vardır hem de kaynak yoktur. Benim daha önce çıkmış kitaplarımdan “Marksizm’in Marksist Eleştirisi”, “Bir
Devrimcinin teorik ve Politik Otobiyografisi”, Denemeler”, “Tersinden
Kemalizm, Alevilik, Din, Ulus, Bilim ve Politika Üzerine” bir kaynak
olarak belirtilebilir.
|
EK BİLGİ
(Başvuru Formu üzerinde belirtmek için yer
bulamadığınız bilgileri bu alana yazabilirsiniz)
|
Çalışma
daha önce başka bir ortamda paylaşıldı mı?
Hayır, ama çalışmada
ifade edilen fikirlerden bazılarına bazı yazılarımda değinmişliğim vardır.
Mesleki,
bilimsel, vb. kuruluşlara üyelikleriniz?
Yok
Daha
önce Karaburun Bilim Kongresi’ne katıldınız mı?
Evet, iki kere
birinde (2011) sadece dinleyici olarak, ikincisinde (2012) bir de bildiri
sundum.
Bildiriniz
programa alınırsa sunum için gereksinimleriniz? (bilgisayar, projektör,
tepegöz, vb.) –
Yok
|
Marksizm ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumu
E-Mail:
Blog:
Mail Grubu:
Twitter:
Facebook Etkinlik
Facebook Grup:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder