Pek anlaşılmayan bir konu doğru bir politika ile demokratik
karar mekanizmaları arasında doğrudan bir ilişki kurulamayacağıdır. Dolayısıyla
demokratik olarak örgütlenmiş bir örgüt veya bir kongre doğru kararlar alır;
anti demokratik olarak örgütlenmiş bir örgüt veya bir kongre de yanlış kararlar
alır diye bir çıkarsama da yapılamaz.
Demokrasi neden doğru kararları garantilemez?
Çünkü insanların kısa
vadeli çıkarlarıyla, uzun vadeli
çıkarları; genelin çıkarıyla parçanın veya zümrenin çıkarı her zaman özdeş, uyumlu ve çelişkisiz
değildir. Tarihin çok istisnai dönemleri dışında bunlar arasında genellikle hep
çok derin ve sert çelişkiler vardır.
Komünist demek, işçi sınıfının ve insanlığın, tarihsel ve genel çıkarını savunan demektir. Stratejisini ve günlük
taktiklerini bile bu amaç bağlamında belirleyen demektir.
İnsanlar ise genellikle kısa
vadeli ve kendi bireysel ve/veya zümresel
çıkarlarına göre davranırlar.
Bu nedenle gerçek bir demokraside, insanlığın ve işçi
sınıfının genel ve tarihsel (uzun
vadeli) çıkarlarını savunan ve savunacak partilerin aslında genellikle
azınlıkta kalacaklarını öngörmek yanlış olmaz.
Dolayısıyla bizler, yani komünistler, esasında, tarihin çok
istisnai anları dışında, genellikle hep azınlıkta kalacağımız bir düzen ya da
yapı için mücadele ediyoruz demektir.
Gerçekten demokratik, hatta sosyalist bir toplumda bile, komünistler
kısa vadeli ve zümresel çıkarları peşinde karar veren çoğunluk tarafından pek
seçilmeyecekler, karar önerileri azınlıkta kalacaktır.
Yani çoğunluk genellikle yanlış ve aptalca kararlar
alacaktır.
Ama deneme yanılma yoluyla olsa da o kararların aptalca
olduğunu görme ve düzeltme şansına sahip olacaklardır; bu en sancısız
yöntemdir.
Yoksa tarihin yasaları er veya geç yanlış kararları
cezalandırır. Ama bu büyük ve sert çatışmalarla ve gecikerek olur.
Deneme yanılmanın gücü küçümsenmemeli; yeryüzündeki
milyonlarca harikulade canlı, milyarlarca rastlantısal ve yanlış mutasyonlar (yanlış
kararlar) içinde doğru zaman ve yerde ortaya çıkabilen çok istisnai “altın
mutasyonların” (doğru kararların) ürünüdürler.
Biz demokrasiyi, insanların aptalca kararlar alabilme hakkı
için, savunuyoruz; yoksa demokrasilerde doğru kararlar alınacağı için değil.
*
Tabii bu önermelerin tersi de doğrudur.
Anti demokratik bir örgüt veya kongre, pek ala kendi
amaçları açısından doğru kararlar alabilir.
Bizim HDK ve HDP eleştirilerimizi ve değerlendirmelerimizi
anlamak için arka palanda bu anlayışa sahip olmak gerekir.
Yıllarca bizi, niye böyle anti demokratik bir örgütü (PKK
veya daha genel olarak Kürt Özgürlük Hareketi) desteklediğimiz şeklinde, bunu
tutarsızlık olarak görüp eleştirenler olmuştur. Anlamadıkları ilk konu buydu.
a)
Türkiye ölçüsünde, ona anti demokratik diyenlerin ondan
daha demokratik değillerdi. Türk sol örgütleri daha da anti demokratikti.
Örneğin Dev-Yol, fiili önderi olan Oğuzhan Müftüoğlu’nu seçmek için hiçbir
kongre yapmamıştır. Hatta hiçbir seçilmiş ve tasdik edilmiş titri bile yoktur
ama aslında fiili yönetici ve önderdir. Bu, şu beğenilmeyen Maocu örgütlerinki
kadar bile demokratik olmayan bir mekanizmadır. Ayrıca bu örgütlerin 70
öncesinde yaptıkları PKK’nın bir zamanlar yaptıklarından farklı değildi. Hatta
maazallah, PKK’nın gücü bunlarda olsaydı, çok daha anti demokratik olacakları
belliydi ve hala de öyledirler. Şu çok örnek gösterilen Fatsa örneğin, Rojava
kadar demokratik değildi. Başka bir sol siyasetten bile olsanız, Fatsa’ya
gazete satmaya veya bildiri dağıtmaya gelseydiniz, otobüs garajında derdest
edilir geri yollanırdınız. Eğer Fatsa’da izlenen politikaları sol açıdan
Fatsa’da bir bildiri ile eleştirmeye kalksaydınız ne olacağınızı bilemezdiniz.
b)
Kürdistan ve Kürtler içinde, ona anti demokratik
diyenlerin ondan daha demokratik değillerdi. Barzani veya Talabani mi; Rızgari
mi, ya da Kemal Burkay ve örgütü mü? Biraz yakından tanıyan bunların
demokrasinin zerresiyle ilişkisi olmadığını bilir.
c)
Dünya ölçeğinde, bütün ulusal kurtuluş hareketleri, Mao’nun
Çin Komünist Partisi’nden, Ho Şi Ming’in Vietnam’daki partisine; Bask veya İrlanda
kurtuluş hareketlerinden, Filistin’e veya Güney Afrika’daki ANC’ye kadar hiç
biri daha demokratik değildi. Bu durumda onlardan desteğini esirgemeyenlerin
Kürt Özgürlük hareketi söz konusu olduğunda Demokrasi kriteri getirmeleri çifte
defter tutmak ve aslında Türk milliyetçiliğini demokrasi bahanesiyle
gizlemekten başka bir anlama gelmiyordu ve gelmez.
d)
Öte yandan izlenen politika ile örgütün yapısı arasında
doğrudan bir ilişki de yoktur. Bu örgütlerin politikaları (ister Türkiye’nin
sol hareketleri, ister Kürdistan’ın ve Kürtlerin diğer örgütleri, ister
dünyadaki diğer ulusal hareketler olsun) PKK’dan bin kat yanlıştı. Türkiye’dekilerin
hemen hepsi, sosyalizm diyerek aslında Türkiye’deki demokratik tarihsel görevin,
yani şu baskıcı, keyfi, bürokratik, militer, pahalı cihazı tasfiye ve ona karşı
mücadeleyi başa alma görevinin üzerinden atlayarak, fiilen o devletin ve gücünün
sürüşünün nesnel destekçileri oluyorlardı. Kürdistan’dakiler bir Kürt devleti
kurmaktan başka bir amaç gütmüyorlardı. Dünyadakiler de benzeri yapıdaydılar.
Örneğin şu toz kondurulmayan EZNL, Meksika milliyetçisi bir program ve söyleme
sahipti. PKK ise hem o devletle savaşıyor (yani nesnel olarak bu devleti
zayıflatıcı bir işlev görüyor); hem de demokratik bir programı yükseltmeye
çalışıyor, hem de sadece Kürtleri değil bütün bir bölgeyi demokratikleştirmek
gibi bir misyona sahip çıkıyordu.
Bu manzara esas olarak bugün de, bu kongrede de değişmiş
değildir.
Tek değişen, Türk sosyalist örgütleridir.
Onlar, hiçbir ciddi teorik değişim geçirmeden ve özeleştiri
yapmadan, PKK’nın nispeten demokratik programının etrafında toparlanmışlardır.
Daha dorusu bu politikanın sembollerle ifadesinin basit araçları olmuşlardır.
Bu onların eski politikasına göre nispeten hayırlı bir
pozisyondur fiilen ama tam bir kemiksizliğe karşılık düştüğü de görmezden
gelinemez. Eğer bugünkü pozisyonları doğru ise, eski pozisyonları yanlıştır. Eski
pozisyonları doğru idiyse bugünkü pozisyonları yanlıştır. Onlar ise hep doğru
olduklarını söylemektedirler; yani PKK’nın değiştiğini.
Hayır, PKK yerinde duruyor, kendi konumları değişti.
Elbet bir adaya doğru yüzen bir insan, kendini koordinat
sisteminin merkezine koyup, ada bana doğru geliyor da diyebilir. Suda atılan
kulaçlar koca dünyayı kulaç atana doğru çekmek olarak da tanımlanabilir.
Türk sol örgütleri Kürt hareketi tarafından “satın alındı”
derken anlattığımız budur. “Satın alınarak” veya güç karşısında teslim olarak en
azından eskisinden daha az zararlı konumlara gelmektedirler.
Bizim Kürt hareketine eleştirilerimiz ise tamamen farklı
noktadadır. Biz Özgürlük Hareketini tam da Türk sosyalistlerinin eleştirdiği
noktada daha doğru buluyoruz.
Türk sosyalistleri “Demokratik
Cumhuriyet neymiş, biz sosyal veya sosyalist cumhuriyet için mücadele ediyoruz”
dediklerinde onları hep eleştirdik ve eleştiriyoruz.
Demokratik Cumhuriyet’in, Demokratik bir Ulusun hedef olarak
benimsenmesinin doğru olduğunu söylüyoruz. Bunun Marksizm’e de daha uygun ve
doğru olduğunu söylüyoruz. Bu nedenle Öcalan’ın bu yöndeki evrimi ve
hareketini, Türk sosyalistleri Marksizm’den veya sosyalizmden uzaklaşma olarak
tanımlarken biz aksine sosyalizmin özüne daha bir yaklaşma olarak gördük,
görüyoruz ve destekliyoruz.
Çünkü sosyalizm özünde biçimsel eşitliğin (ki biçimsel
eşitlik demek demokrasi demektir) üzerinde ekonomik eşitliği (ekonomik eşitlik
sosyalizm demektir) sağlamaktır. İkincisi için önce birincisi gerekir.
Ama bu biçimsel eşitliğin olmadığı bir yerde (örneğin ulusun
Türklükle ve Sünni İslam’la tanımlandığı bir yerde, yani Türkiye’de) o
varmışçasına sosyal eşitliği (sosyalizmi) acil görev olarak öne çıkarmak: var
olan biçimsel eşitsizliği (yani anti demokratik sistemi ve devleti)
ebedileştirmek; ona yedek güç olmak anlamına gelir.
Türk sosyalistlerinin temel hatası da budur.
PKK hiç olmazsa, kendisine ne dediğinden bağımsız olarak bu
hatayı yapmamaktadır.
Ve zaten bunu doğru tespit ettiği için de bu başarıları yakalayabilmiştir.
Ama o Demokratik Cumhuriyet ve/veya ulusun somut olarak
nasıl olacağı; bu yolda hangi güçlere dayanacağı ve hangi örgütsel biçimlerde
olacağı söz konusu olduğunda Kürt Özgürlük hareketinden tamamen farklı bir programı,
güçleri ve örgüt biçimlerini savunuyoruz.
Ancak eskiden vurguyu Türk sol örgütlerinin yanlışlığına
yapıyorduk. Artık fiili pozisyonları değiştiği ve fiilen Kürt hareketinin
yedeğine geldikleri için, daha ziyade Özgürlük Hareketinin eleştirmeye onun
çelişkilerini göstermeye ağırlık veriyoruz. Çünkü canlı bir hareketin öğrenme
ve değişme gücünü ciddiye alıyoruz. Bu hareketin nerelerden nerelere geldiğini
gördük.
Kürt özgürlük hareketine programatik olarak diyoruz ki:
Tamam, Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Ulus kategorik
olarak doğru, ama bu programınız, bugünkü devlet ve ulusa göre belli bir
anlamda daha ileri ve demokratik olsa da Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Ulus
böyle olmaz. Demokratik Ulus, dillere, dinlere göre tanımlanmış politik
birimlerin eşit ilişkisi değildir. Bu er veya geç, burjuvazinin ve gericiliğin
(Bu arada şunu belirteyim, birçok “İslamcı” arkadaş bu “gerici” kavramını
görünce, bundan Kemalistlerin gericisini anlıyor ve biraz da önyargıyla bizim
farklı bir anlamda kullandığımızı fark etmiyor. Bizim (Marksistlerin) dilinde
ise “gerici” sözcüğü “reaksiyoner”, “karşı devrimci” demektir. Egemen
sınıfları ifade eder. Kemalistlerin “Gerici”si
ile ilgisi yoktur. Bizim dilimizde Kemalistler de gericidir.) etkisini arttırır.
İlk krizde Balkanlaşma ve Lübnanlaşma ile sonuçlanır veya bunu engellemek üzere
merkezi ve bürokratik yapılar ortaya çıkar.
Yani aslında Kürt hareketi kategorik olarak doğru (Demokratik
Cumhuriyet ve Demokratik Ulus) ama somut programatik olarak yanlış bir programı
savunmaktadır diyoruz.
Demokratik bir Cumhuriyet ve ulus, dillere, dinlere vs. göre
tanımlanmış politik birimlerin eşitliği ile kurulamaz ve var olamaz; dillerin
ve dinlerin politik bir anlamlarının olmaması ile bu eşitlik sağlanırsa
olabilir diyoruz.
Bu olmadan da bürokratik ve merkezi mekanizma parçalanamaz O
halde kurduğunuz mekanizma bu mekanizmayı parçalayamaz diyoruz.
Güçlere gelince:
Kürt hareketi, Batıya açılacağım diyerek, aslında dillere,
dinlere göre politik birimlere açılarak ve onlarla ittifaklar kurmak olarak
anlıyor.
Biz ise, Modern sınıflara dayanarak ve ittifak kurarak
olabilir diyoruz. Böyle bir program ve yapıyla modern sınıflar (yani özünde
işçi sınıfı, ücretliler) kazanılamaz; örgütlenemez diyoruz.
Ve tüm Türk sosyalistlerinin aksine, akıntıya karşı durarak
ve bizzat bu eleştiriler aracılığıyla modern sınıfların ayrı bir özne olarak
ortaya çıkmaları için mücadele ediyoruz.
Böyle bir güç olsa, bu Özgürlük Hareketinin bu yanlışlarını
görüp değişmesine de belki yol açabilir diyoruz.
Bu yaklaşım elbet örgüt ve örgütlenme anlayışına da
yansıyor.
Özgürlük Hareketi, örgütsel temsil üzerinden (ki tasarladığı
Demokratik Ulus ve Cumhuriyetin dayanacağı sistemdir bu) HDK’ları, HDP’leri
kuruyor. Özgürlük Hareketini sosyalist olmamakla eleştirmiş ve eleştiren
sosyalist örgütler bu en anti demokratik anlayışla oluşmuş yapıya ses
çıkarmıyorlar ve bizzat bunun savunucuları oluyorlar.
Tam da bu nedenle bireysel üyelik diyoruz.
O zaman dile, dine, siyasi örgüte göre temsil biter. Herkes
aynı ortak paydada bir araya gelmiş olur. O zaman Türklerin, Çerkezlerin, Ermenilerin,
Kürtlerin, Alevilerin, Müslümanların kotaları ve temsilcileri değil; ne olduğunun hiçbir önemi olmadan aynı taktik,
program ve stratejiyi savunanların modern ölünmeleri olur; böyle platformların
varlığı ortaya çıkar; böylece azınlıklar çoğunluklar, farklı eğilimler,
fraksiyonlar oluşur. Kararlar veya organlar bunların oranlarını yansıtacak
şekilde oluşur.
Yani modern örgütün ve politikanın amacı Kürt, Türk, Ermeni,
Çerkez, Kadın, Erkek olarak temsile son vermek; onları bölmek için çalışmaktır.
Ancak onları demokratlar ve demokrat olmayanlar; yani dil, din vs. temelinde
temsili savunanlar ile böyle temsili gerici ve anti demokratik bulup eşit
bireyler olarak birleşmeyi savunanlar şeklinde bölerek modern demokratik bir
hareket kurulabilir.
Bu nedenle biz bütün örgütleri, dilleri, dinleri vs. bölmeye
çalışıyoruz.
Böyle bir örgüt demokratik bir cumhuriyet ve ulusa benzer
diyoruz. Ancak böyle bir örgüt yapısı modern ezilen sınıfları kendine çekebilir
diyoruz. Bu nedenle örneğin bireysel üyelik diye kampanya açıyoruz.
*
Ama öte yandan bir program ile bir sosyal hareketin yapısı
özdeş değildir.
Bu ayrımlar yapıldığında, Kongreler tamamen medyatik
mizansenler olmalarına rağmen; kendi ifade ettiği amaçların aracı olamayacak
yapılara dayanmalarına ve onları ortaya çıkarmalarına rağmen; medyatik
mesajlarına baktığımızda, hem genel söylem olarak; hem de Özgürlük Hareketi’nin
kendi amaçları açısından değerlendirdiğimizde onların başarılı olduğunu söylemek
gerekir.
Neden başarılıdır?
Özgürlük Hareketi nihayet ilk kez, Türkiye’nin kamuoyuna bu
partinin artık bir “Kürt Partisi” olmayacağı mesajını vermiştir ve bunda
başarılı olmuştur. Hatta Kürtlerin içinde görülen sert direniş de; Türk sosyalist
örgütlerinin, “şimdi de Türkiye mi buraya da karışmayın gari” diyen
eleştirileri; EMEP’in çekilmesi bile bu mesajın verilmesine hizmet etmiştir
denebilir.
Örneğin Kongre salonunda, HDK ve HDP’nin birinci
Kongresi’nden daha az Kürt olmayan birey ve örgüt vardı.
Buna rağmen, Kürtlere has toplantıların imgeleri yoktu. Örneğin Öcalan resimleri yoktu. Sadece belli
bir noktada, salona dağılmış, peşmerge veya gerilla kıyafetli kişi beş on
dakika beş on tane küçük Öcalan bayrağını şöyle bir salladı ve sonra yok oldu.
Kürt renkleri değil, Türk sol ve demokratik kesimlerini memnun edecek renkler
ve sloganlarla doluydu salon. Yani imgeler, semboller, bu salondaki ezici
ağırlık Kürtlerden oluşsa da bu bir Kürt toplantısı değil, herkesin toplantısıdır
mesajı vermeye yönelikti.
Yani anti demokratik yapılı bu kongre demokratik mesajlar
veriyordu ve Kürt hareketinin kendi amaçları açısından, hatta programı
açısından başarılı bir kongreydi denebilir.
Ama kendi yenilgisinin ve başarısızlığının tohumlarını da
eken bir başarıydı bu.
Eleştirdiğimiz budur.
(Kısa vadeli düşünen ve kendi örgüt (zümre) çıkarlarının peşindeki
Türk sosyalistleri bu eleştirilerden rahatsız oluyorlar. Olsunlar. Zaten işimiz
onlara rahat vermemektir. Şeytan azapta gerek. Sosyalistlik iddiasından vaz geçerlerse
onlara söyleyecek sözümüz olmaz tabii. Ama kendilerine sosyalist dedikleri
sürece rahat yüzü görmeyeceklerdir.)
Gezi karşısındaki başarısızlık rastlantısal değildir. Ayrıca
Gezi, programatik bir ifadeye ve örgütsel biçime kavuşturamamış olmakla
birlikte, Kürt hareketinden daha ileri bir programla ortaya çıkmıştır; bunu
eğilim olarak dile getirmiştir diyoruz.
Modern ücretliler olan dekolteli kızlar yeryüzü iftarlarına
koşarken, bizim dinle, giyimle işimiz yok diyerek devlet memuru ve Kemalist anaları
babalarının Müslümanları gerici gören anlayışlarıyla aralarına sınır
çekiyorlardı; Erdoğan’ın çekmek istediği çizgiye direniyorlardı.
Lice’deki olaylar üzerine Türkiye’nin en CHP’li ve Ulusalcı
Kadıköy ve Beşiktaş gibi semtlerinde Lice için yürüyüş yaparak, Kürtçe
sloganlar atarak, kimsenin diliyle de sorunumuz yok diyorlardı.
Kürt hareketi bu devrimci ve demokratik hareketi ya da bu hareketin temelini oluşturan modern ücretlileri bu yapısıyla kazanamaz.
Kürt hareketi bu devrimci ve demokratik hareketi ya da bu hareketin temelini oluşturan modern ücretlileri bu yapısıyla kazanamaz.
Elbette, gücüyle, İŞİD’in yükselişi karşısında paniğe
kapılmış Alevilerin, biricik alternatif olarak desteğini alabilir; benzer
şekilde şehirli laik yaşam tarzındakiler çok sıkışırsa onların desteğini de alabilir.
Ama bir noktada takılır.
Ve gelen demokrasi değil; bir tür dengelere dayanan Bonapartist
bir rejim ve bunca çelişkiyi bir arada tutacak şimdiki gibi güçlü bir devlet
olur.
Şark’ın binlerce yıllık devleti bu sefer “devlet olmayan
devlet” adıyla yenilenmiş ve tazelenmiş olarak tekrar egemenliğini sürdürmeye
devam eder.
26 Haziran 2014 Perşembe
Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak
isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder