Bu hafta sonu, Cumartesi
ve Pazar günleri HDK ve HDP kongreleri yapılacak.
Bu kongrelerin
önemi şuradaydı. Kürt Özgürlük Hareketi, bir Kürt Hareketi olmaktan çıkıp tüm Türkiye’yi kapsayan bir Demokratik Hareket olma yolunda karar
almıştı. Daha önce araya mahalli seçimler girdiğinden; ayrıca hem Türk
solundaki “Bileşen” örgütlerden; hem de Kürt hareketi içindeki “milliyetçi”lerden
kaynaklanan direnişler nedeniyle bu karara ne kadar uyulacağı; bir retorik
olarak kalıp kalmayacağı bilinmediğinden seçimlerden sonra yapılacak kongrelere
kadar her şey belirsizlik içindeydi. Öcalan ve KCK’nın bütün ağırlıkların
koyması; bunun stratejik bir dönüş olduğunu defalarca ve kararlılıkla
belirtmeleri direnişleri belli ölçüde kırdı. Bu Kongrelerin bir bakıma bu
kararlılığın gösterildiği ve buna uygun yapısal değişikliklerin yapıldığı dönüm
noktaları olacağı beklentisine yol açtı.
Ne yazık ki,
alametler bu beklentilerin büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlanacağını
gösteriyor. Alametler öncekilerden farklı bir sonucu vaat etmiyor. Bu nedenle
yazının başlığı “Perşembenin Gelişi”.
Bu Kongreler çok
önemlidir çünkü Kürt Özgürlük Hareketi’nin Batı’da da ya da Türkiye’de de
şimdiye kadar yaptığı bütün örgütlenme girişimlerinin hepsi başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. “Çatı Partisi” girişimleri, “Seçim Blokları” vs. hiç biri
Batı’da başarılı olamamıştır.
Kürt Hareketi, bu
stratejik kararı vermek, “Kürt ve Kürdistan Gettosu”nun dışına çıkmak zorundaydı.
Çünkü hedefleri için gerekli güçleri başka türlü bulması ve birleştirmesi
olanaksızdır. Kürdistan’ın dışında başarı kazanamazsa, Kürdistan’daki rakipsiz
egemenliğini de kaybetme tehlikesi vardır. Hem burjuvazinin legal siyasetle
birlikte artan etkisi; hem belediyeler ve diğer kurumlar aracılığıyla kendi
saflarında bile başlayan bürokratlaşma, iş âlemiyle iç içe geçme ve giderek
yozlaşma eğilimleri bu stratejik hamleyi zorlamaktadır. Kadınların öne
çıkarılması bir dereceye kadar bu gidişi dengelemektedir ama yetersizdir.
Tıpkı Türk
Devleti veya Avrupa Birliği gibi bir açmaz karşısındadır Kürt hareketi.
Örneğin Avrupa
Birliği, Para birliğini ya siyasi birliğe doğru geliştirmek zorundadır ya da
para birliğini bile koruyamayacaktır.
Benzeri açmaz
Türk devleti için de geçerlidir. Türk devleti ya Kürtlerle genişleyecektir, ya
da Kürtlere karşı savaşını ve inkârını sürdürüp bu sefer Diyarbakır’ı da
yitirecektir. Eski durumun sürmesi mümkün değildir. Bunun için de devlet PKK’ya
yaklaşmaktadır. Erdoğan ise Barzani’ye. Herkes kendi meşrebine uygun Kürde. Ama
ikisi birlikte şimdilik genel olarak Kürtlere.
Ama benzer bir
açmaz PKK için de geçerlidir. Ya Türkiye’nin batısını da kazanacaktır ya da
Kürdistan’daki rakipsiz egemenliğini yitirecektir.
Kürt hareketi
bu ateşkesin yarattığı olumlu havadan yararlanarak; önyargıların biraz olsun
kırılmasından yararlanarak, Batı’da köprübaşları elde etmeye çalışmaktadır. Ama
bu yöndeki girişimlere karşı, AKP ve Özel Savaş Dairesi, Özgürlük Hareketini
Kürdistan’a hapsetmek için hareket geçmiş bulunmaktadır. HDP’ye en önemli
saldırıların Kürdistan dışına çıkma girişimlerinde olması bir rastlantı
değildir. Kadıköy veya Gazi’de açılan stantlara yapılan saldırılar; Sinop,
Fehiye’deki saldırılar ve daha niceleri hep bunu engellemeye yöneliktir.
Özel Savaş
Dairesi, AKP, Kürt hareketi Batı’ya gelmeye kalkmasın diyen sözüm ona
sosyalistler; buna EMEP gibi açıktan veya örtülü direnen “bileşen”ler ve
Kürdistan’ın “ilkel milliyetçi”leri bu projede kendi sonlarını görmektedirler.
Ancak bu
projenin başarı şansı her şeyden önce Batı’daki demokratların (ki örgütlerin
dışındadırlar) coşku ve sabırlarının harekete geçirilmesine bağlıdır. Yani
Türkiyelileşme Türkiye’nin HDP’lileşmesi değil; HDP’nin Türkiyelileşmesidir.
Sadece bir siyasi hedefi değil; çok köklü yapısal ve kültürel değişimleri; uzun
ve zorlu bir kendine karşı mücadeleyi ve arınmayı gerektirir.
Ne var ki,
Öcalan ve KCK’nın bastırması karşılığı geri adım atanlar, şimdi direnişlerini
bizzat HDK ve HDP içinde sürdürmektedirler ve sürdüreceklerdir. Bunun biçimi de
var olan eski yapının korunması; dolayısıyla tartışma konusu bile
yapılmamasıdır. Bu nedenle yapı üzerine tartışma Türkiye’nin geleceğini
etkileyecek ön kritik tartışmadır. Yapı da örgütsel temsile dayandığından, bu
temsili yıkmaya yönelik bireysel üyelik üzerine tartışma en can alıcı noktadır;
yakalanacak ana halkadır.
Sorun
hayatidir. Kürt hareketi bir ölüm saltosu atmaktadır. Çok riskli bir girişimdir
bu ve şimdiye kadarki bütün benzeri denemeler hep başarısızlıkla
sonuçlanmıştır.
Kürt özgürlük hareketi
başından beri hep Türkiye’nin batısında örgütlenme amacına sahip olmuştur.
Devrim Partisi gibi uydu partiler denenmiştir örneğin. Sonuç kesin bir
başarısızlıktır. Çatı Partisi Girişimi, Seçim Blokları, Demokrasi İçin Birlik
Hareketi, HDK vs. Bunların hepsi başarısızlıklar serisidir.
Şunu
unutmayalım ve tekrar tekrar hatırlatalım. Özgürlük Hareketi, Kürdistan’da
şimdiye kadar hep başarılı oldu; ama batıda da hep başarısız oldu. Bu bile
herkesi ciddi ciddi düşündürüp ne kadar büyük bir risk alındığını
göstermelidir. Ve Kürtler arasında başarı sağlayan yöntemlerin, yapıların ve
biçimlerin, Kürtlerin ve Kürdistan’ın dışında işlevsiz kaldığını ve
başarısızlığını unutmamak gerekir.
Şimdiye kadar
bu gibi girişimlerde, Kürdistan’daki üs korunuyordu. Risk sınırlıydı. Bu sefer
ise, Kürt hareketi, Tarık bin Ziyad gibi gemileri yakmıştır (gerçi BDP gibi
kayığı bir koyda yedekte tutuyor). Batı’da tutunmak; Kürt destekçilerinin dışına
çıkıp tüm demokratik muhalefeti örgütlemek zorundadır. Bunun başarılamaması korkunç
bir yenilgiyle ve kafa üstü çakılmayla da bitebilir. Şu an her şey ortadadır.
Dolayısıyla bu hafta
sonu yapılacak Kongrelerde, alınan riske uygun, köklü yapısal, yöntemsel
değişiklikler beklenmesi olağandır.
Ancak “Perşembenin gelişi Çarşamba’dan bellidir”.
Bütün
işaretler, bu kongrelerin de öncekiler gibi “görkemli” mizansenler olacağını göstermektedir.
Kongreler en
küçük ciddi bir değişikliğe sahne olmayacaklar
Kongrelerin Kayserilinin
ihtiyar anasını allayıp, pullayıp yeni gelin diye babasına yutturmaya
kalmasından farklı olmayacaklardır.
“Nereden
biliyorsun?” mu denecek?
Bizzat şimdiki
ve müstakbel “eş başkan”lar, “şecaat arz
ederken sirkatin söyler”cesine kendileri söylüyorlar da ondan.
Ancak bu
söylemenin şöyle bir özelliği var. Bu özelliği bir meselle göstermeyi deneyelim.
İki eski
arkadaş karşılaşmışlar. Çoluk çocuktan konuşmaya başlamışlar. Biri “senin kız
ne yapıyor?” diye sormuş. Diğeri: “bir firmaya girdi işçi olarak, sonra şefi onu
yanına sekreter olarak aldı; sonra patron onu kendine sekreter yaptı; sonra
başka bir firmaya geçti. Patron ona bir ev ve araba aldı. Şimdi işleri evden
yürütüyor. Peki, senin kız ne yapıyor?” diye sorunca diğeri: “Benim kız da
orospu oldu ama ben senin kadar güzel anlatamıyorum” demiş.
Ertuğrul Kürkçü
ve Selahattin Demirtaş’ın Kongreler için söylediklerine bakınca ortadaki
rezaleti ifade için başka bir imge veya kıssa gelmiyor insanın aklına.
Eskiden
Şeyhülislamların işlevi, devletin aldığı kararları, dinen meşru göstermek yani
kitaba uydurmakmış.
Eh artık modern
çağlardayız. Sosyalistleri de kapsamak istiyoruz. (Gerçi laik devlete
uydurulmuş bir Şeyh ül İslam olan Diyanet İşleri Başkanı var. Ama o ayrı konu)
Eh biz laik sosyalist ve demokratlar elbette geleneksiz değiliz. Bizim de
yapılan işlerin Sosyalist öğretiye (Kitaba) uygun olduğu fetvasını verecek
sosyalist Şeyh ül İslam’lara da ihtiyacımız var.
Bu işi en iyi
kim yapabilir? Anlaşılan bu işe Ertuğrul Kürkçü soyunmuş. Aşağıda görüleceği
gibi gerçekten “çok güzel anlatıyor”. Demirtaş’ın sosyalizm iddiası yok
bildiğim kadarıyla. Onun da payına Şeyh ül Demokrat’lık düşmüş.
*
Ancak Kürkçü ve
Demirtaş’ın söylediklerine geçmeden önce, çok basit ve unutulmuş bazı şeyleri hatırlamak
gerekiyor.
Dünyanın her
yerinde kongreler, seçimler (ki seçim de bir kongre sayılabilir) herkesin tüm
makam, rütbe, imtiyaz ve yetkilerinden soyutlanmış eşit bireyler olarak yer
aldığı; temsil ve kapsamları ölçüsünde yetkilerinin de arttığı; üzerlerinde
başka hiçbir organın olmadığı en temel karar, seçim ve örgütlenme organlarıdır.
Bir kongre
başladığı andan itibaren, tüm güç, tüm yetki, tüm karar hakkı, eşit bireylerden
oluşan Kongre’ye geçer.
Bunlar,
dünyanın her yerinde ve tüm çağlarda üzerinde tartışılmasına bile gerek olmayan,
(ama maalesef hatırlatmak zorunda kaldığımız) ortak varsayımlardır.
İslam’ın
camisinde bile, Müslümanlar, Allah’ın eşit kulları olarak safa dizilirler. Bir
padişah, bir halife, bir zengin veya sıradan ve yoksul bir Müslüman’ın farkı
yoktur. Hepsi yan yana dururlar. O eşitliği sembolize eden bir ritüeldir safa
durmak. Cami, son duruşmada Müslümanların Allah’ın eşit kulları olarak
sorunlarını görüşüp karar alacakları bir kongre mahallidir. Cuma Namazı,
herkesin çalışmadığı bir günde yapılarak azami katılımın sağlandığı bir
Kongre’dir. Hatta İslamiyet’te tam da kongre denen organın ruhuna uygun olarak
“din adamı” diye bir kategori yoktur; herhangi bir Müslüman, cemaatin kabul
etmesi ile “İmam” olarak, yani Kongre’yi yönetecek bir “başkan” veya “divan”
olarak seçilebilir. İmam’ın görevi şimdiki “moderatör” gibidir;
kolaylaştırıcılıktır. Yetkisi yoktur. Yetki “kongre”dedir, “Cemaat”tedir.
Herkesin tüm
yetki, mevki ve diğer özelliklerden arınmış olarak Kongre’de bulunması
mantığının zorunlu bir sonucu olarak, ilk başlangıcı kimin yapacağı sorunu
ortaya çıkar. Binlerce yılda insanlık denemeyle, en tarafsız ve rastlantısal
seçim olarak buna en yaşlı üye cevabını vermiştir. Bu kura da olabilir. Çünkü
bir insanı diğerinden ayıracak bir özelliğin anlamı olmaz bir kongrede. Bu
nedenle “eski başkan açar denmez” örneğin. Çünkü Kongre salonuna girdiği andan
itibaren; tıpkı Cami’ye girildiği andan itibaren herkesin eşit olması gibi,
başkanlık bitmiştir. Eski başkan ancak Kongre ondan bilgi isterse eski başkan
sıfatıyla konuşabilir. Onun haricinde sıradan bir delegedir ve sıradan bir
delegeden başka hiçbir hakkı yoktur ve olamaz.
O halde, bütün
bunların mantıki sonuçları vardır. Bunlardan biri de şudur: bir Kongre’nin ne
olacağını; nasıl kararlar alacağını; nasıl bir seyir izleyeceğini önceden
bilemeyiz. Elbet gerçek güç ilişkilerine göre tahmin edilebilir. Ama şöyle bir
seyir izleyecektir; şöyle olacaktır, bunlar seçilecektir; şu kararları
alacaktır denemez.
Bunların
denebilmesi ve deniyor olması bile ortada bir Kongre değil; başka yerde
yapılmış bir Kongrenin mizanseni olduğunun bir kanıtı olur.
Kürkçü ve
Demirtaş’ın Kongrenin nasıl sonuçlar vereceğine nasıl olacağına ilişkin
söyledikleri aslında normal bir demokratik örgüte ve işleyiş içinde, bir suçun
itirafındır ve haysiyet divanına verilmeyi gerektirir. Esas kongrenin başka
yerde yapıldığının; en yüksek organın yetkilerinin fiilen gasp edildiğinin
itirafıdır.
Şimdiye kadar
HDK ve HDP kongrelerinde, İslam’ın camisindeki veya en burjuva kuruluşun
kongresindeki kadar olsun, yukarıda açıklanan evrenselleşmiş kongre anlayışının
izleri görüldü mü?
Hayır.
Bütün Kongreler
aslında baka yerlerde yapılmış Kongrelerin medyatik mizansenleri olmaktan öteye
gitmedi.
HDK ve HDP
kongrelerinin Diyanetin camilerinden farkı yoktur.
Emevi egemenliği
ve karşı devrimi camileri, eşit Müslümanların sorunları görüşüp karar aldıkları
organlar olmaktan çıkarmış; devlet memurlarının devletin resmi görüşlerini
tekrarladığı ve millete duyurduğu merkezi devletin organlarına dönüştürmüştü.
HDK ve HDP
kongrelerinin bundan farkı yoktur. Bir yerlerde birileri karar alır. Oraya
gelenler; o alınmış kararları oylarıyla tasdik ederler. Farklı görüşler; farklı
platformlar; bunların arasında çoğunluğu kendi görüşlerine kazanmak için
mücadele; ittifaklar vs. bütün bunlar hak getiredir. Olur da bir iki oyunbozan
çıkarsa, onlar da divan başkanlarınca bin bir hile ile konuşturulmaz bile.
(Uydurmuyoruz. Bunlar bizim başımıza geldi.)
Şimdi en basit,
en sıradan, Kongre salonunda herkesin tüm yetki, güç ve sorumluluklarından
azade olarak, eşit üyeler olarak yer alması ilkesinden başlayalım.
HDK ve HDP
kongrelerinde protokol ve hatta “protokol kapısı” vardır örneğin. En ön sıralar
Protokol’e ayrılmıştır. Protokol az çok demokratik bir örgütte örgüt üyesi
olmayanlar, misafirler için olur. Ve Kongrenin tamamı ev sahibidir. Kongre
adına Divan onlara ev sahipliği yapar. Onun haricinde, örgütün hiçbir üyesinin
protokolde yeri olmaz.
Peki, böyle
midir HDK ve HDP kongreleri. Hayır. Siz bir Kürkçü veya Tuncel veya Demirtaş’ın
veya milletvekillerinden veya Yöneticilerden birinin sıradan bir üye olarak
gelip ortalarda bulduğu bir boş koltuğa oturup, sıradan bir üye olarak el
kaldırıp söz istediği, sırası gelince herkes kadar konuştuğu bir Kongre
salonunu gördünüz mü? Böyle bir HDK ve HDP tahayyül edebiliyor musunuz?
Bu olmadığı
sürece HDK ve HDP’de hiçbir ey olmaz. Kürt Özgürlük Hareketi de bu ölüm saltosu
sonucunda kafa üstü yere çakılır.
Bunun günahı da
her şeyden önce, bütün bunları bilecek bilgi ve tecrübesi olan ama var olun
rezil durumu güzellemelerle cilalayıp boyayan Kürkçü gibi sosyalistlerin
boynunda olacaktır.
Ve bunun
günahı, bütün bu rezalete isyan etmeyip, bizim gibi isyan edenleri bozguncu
olarak veya politikanın cahili olarak görüp ses çıkarmayanların boynunda
olacaktır.
Bir de Stalin’i
“hayal kırıklığına uğratan” Lenin’i
göz önüne getirelim. Kafkasların köylü ortamından gelmiş papaz okulunun genç
Gürcüsü, Kongre salonuna en son gelip, kendine ayrılmış yere oturacak iri yarı
bir adam beklerken, Lenin erkenden gelip b.ir kenara ilişmiş kısa boylu Lenin’i
görünce hayal kırıklığına uğramıştır.
HDK ve HDP’ye
lazım olan, Stalin’i hayal kırıklığına uğratacak, sıradan bir üye olarak
erkenden gelip ortada veya arkada bir yere oturacak Lenin gibilerdir.
HDP’ye lazım
olan, Halifeye kılıcıyla hesap sorucuk ilk Müslümanlar gibi HDK ve HDP
üyeleridir. Böyle bir Kongre rezaleti karşısında ses çıkarmayan ve mizansene
bir figüran olarak katılan üyeler ve delegeler değil.
*
Şimdi Ertuğrul’un
“güzel” anlatımından okuyalım bakalım.
Kongre ve
seçimlerle ilgili olarak şunları söylüyor:
"Bunları (yani adayları) hazırlık kurulumuz
değerlendiriyor. Bir mutabakata vararak kongreye sunacak. Çarşaf liste ya da
alternatif listeler dolaşmayacak. Mutabakat listeyle gireceğiz. Bunu tarihte
bulunmuş en demokratik yöntem olduğunu iddia edecek değiliz. Bizim gibi oluşum
halinde bulunan partinin ilk adımlarını mutabakata dayanarak sürdürmesi
kaçınılmaz. Önümüzdeki birkaç kongreden sonra birden çok aday, listeyle
delegasyonun karşısına çıkabilir. Programlar yarışabilir. Henüz daha bu
olgunluk düzeyine gelmedik"
Şimdi bunun
neresinden başlamalı?
İnsan
yanlışlıkların bolluğundan doğan bir sıkıntı yaşıyor.
“Hazırlık Kurulu” dünyanın her yerinde,
Kongre’nin teknik hazırlıklarını
yapma kuruludur. İdari, siyasi, örgütsel vs. hiçbir yetkisi ve görevi olmaz.
Kongre salonunu ayarlamak; delegelerin gelişini, kalacakları yerleri; ses
düzenini; yemekleri, su ve tuvalet ihtiyaçlarını vs. hazırlamaktan başka bir
görevi olmaz hazırlık kurullarının dünyanın hiçbir yerinde.
Kongreye
sunulacak karar tasarıları; hangi organlara kimin aday gösterileceği vs.ye
gelince, bunların “hazırlık kurulu” olmaz. Bunların “Hazırlık Kurulu” tüm parti
kamuoyu, yani üyeleri olur. Tüm üyelerin, tüm üyelere görüşlerini, önerilerini
ileteceği; önerilerini savunacağı ve başka önerilere ve görüşlere karşı
görüşlerini açıklayabileceği organlar gerekir. Yani bu gibi tartışmaları
yayınlayacak ve herkese ulaşmasını sağlayacak tartışma bültenleri, yayınlar
veya tüm üyeleri kapsayan e-grupları gerekir.
Buralarda
farklı tezler ve öneriler arasında tartışmalar olur bunlar tüm görüşlerini tüm
parti veya örgüte ileterek insanları kendi görüşlerine kazanmaya çalışırlar.
Yönetici
organların bir tek görevi olur: herkesin bu haktan yararlanmasını garanti altına
almak ve bunun fiili koşullarını sağlamak.
Bunların
olmadığı yerde demokrasiden söz etmek mümkün değildir ve olamaz. HDK ve HDP’de
de Demokrasiden söz edilemez.
Peki, “mutabakat”
aranmaz mı?
Elbette, ama
farklı tezler, farklı aday önerileri yapanlar; görüşlerini sistemli platformlar
şeklinde savunanlar vs. aralarında, görüşmeler yaparak kendilerine çoğunluğu
sağlayacak veya ağırlıklarının artmasına yarayacak uzlaşma metinlerinde, karar
tasarılarında veya adaylarda uzlaşabilirler. Mutabakat buna denir. Mutabakattan
söz etmek için, örgüt içinde mutabakat yapacak farklı birimlerin olması
gerekir.
Bütün bunlar
olmadan, mutabakattan söz etmek, “Hazırlık
Kurulu” diye yetkisi teknik değil,
içeriği ve seçilecek yöneticileri belirlemek olan; yani fiilen Kongre’nin hak
ve yetkilerine sahip olan bir kurulun, Kongrenin yetkilerini fiilen
kullanmasıdır. Yani “Hazırlık Kurulu”
Kongre’yi hazırlama adı altında toplanmış ases kongredir ve bu kongre kendi
yaptıklarına yasallık ve meşruiyet elbisesini de giydirmek için, bir Kongre
denen mizanseni de hazırlamaktadır. Bu “Hazırlık Kurulu” Kongrenin akışını,
kimlerin seçileceğini vs. dengelere göre belirlemektedir. Bundan sonrası
tamamen kamuoyuna yönelik bir mizansendir.
Delegeleri bu kadar
aşağılamak akıl alır gibi değil. Ama delegelerin çoğunun da buna ses
çıkarmayarak; yüzüne tükürülse “yarabbi şükür yağmur yağdı” dercesine
memnuniyet ifade etmeleri ve bu oyuna katılmaları ve böyle bir aşağılamayı hak
ettikleri de bir gerçek. “Her halk kimin
tarafından yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye layıktır” sözünün yeri
tam da burası olsa gerek.
Ertuğrul Kürkçü,
fiilen sözleriyle, ama Allah için “güzel” anlatıyor, “Kongre Hazırlama
Kurulu”nun asıl kongreyi yaptığını söylüyor.
Devam edelim.
“Çarşaf liste ay da alternatif liste olmayacak”
Ertuğrul, gaipten
haber alıyor, vahiy iniyor ve Kongre’nin nasıl bir seyir izleyeceğini biliyor.
En azından insan nezaket icabı, “elbette
kongre karar verecektir ama başka bir liste çıkacağını pek sanmıyorum” gibi
bir şey der. Kongre’yi bunca adam yerine koymazlık nedir?
Eğer Kongre’ye insanlar
bireyler olarak katılacaklarsa; eğer Kongre en yüce organsa sen bu organın
nasıl bir seyir izleyeceğine nasıl bilebilirsin?
Öte yandan, “mutabakat”
ile mutabık olmayanlar olmayacağını
nereden biliyorsun?
Bu fiilen
onlara söz hakkı verilmeyecek anlamına gelmez mi?
(Verilmediğini biliyoruz. HDK’nın ilk kongresinde bu satırların yazarının başına gelen tam da bu olmuştu. Komisyon’un hazırladığı program önerisine karşı kendi program önerimi okumak istemiştim. Bana söz vermemek için Akın Birdal kongrenin neredeyse tüm ikinci gününü misafir konuşmalarına ve mesajlara ayırmıştı. Arada da bana Ender İmrek’i yollayarak “Sen artık emekli ol. Bak zaten hastaymışsın. Bu işlerle uğraşma. Bütün kongreyi berbat ediyorsun” diyorlardı. Bu rezaletin üstü örtüldü ve kimse bunun hesabını sormadı. Ancak hatalar sizden hızlı koşarlar. Bu rezaletin üzerinden atlayarak veya unutturarak ileri gitmek mümkün değildir. Bu her yerde karşısına çıkacaktır. HDK ve HDP kaybettikleri masumiyetlerini kaybettikleri yerde aramalıdırlar.)
(Verilmediğini biliyoruz. HDK’nın ilk kongresinde bu satırların yazarının başına gelen tam da bu olmuştu. Komisyon’un hazırladığı program önerisine karşı kendi program önerimi okumak istemiştim. Bana söz vermemek için Akın Birdal kongrenin neredeyse tüm ikinci gününü misafir konuşmalarına ve mesajlara ayırmıştı. Arada da bana Ender İmrek’i yollayarak “Sen artık emekli ol. Bak zaten hastaymışsın. Bu işlerle uğraşma. Bütün kongreyi berbat ediyorsun” diyorlardı. Bu rezaletin üstü örtüldü ve kimse bunun hesabını sormadı. Ancak hatalar sizden hızlı koşarlar. Bu rezaletin üzerinden atlayarak veya unutturarak ileri gitmek mümkün değildir. Bu her yerde karşısına çıkacaktır. HDK ve HDP kaybettikleri masumiyetlerini kaybettikleri yerde aramalıdırlar.)
Devam ediyor
arkadaşımız.
“Bunu
tarihte bulunmuş en demokratik yöntem olduğunu iddia edecek değiliz.”
Ertuğrul burada
geri dönüş için küçük de olsa açık bir kapı bırakmak, demokratik olmadığını
teslim etmek zorunda kalmış. Ama Allah için bunu da “güzel” söylüyor. “En demokratik yöntem olduğunu iddia edecek değiliz”
ne kadar güzel ve demokratik çalan bir ifade. İnsan Kırk yıl düşünse “anti demokratik” demek
için bu kadar güzel bir ifade bulamaz.
Ama bu bile bir
ilerleme. Çünkü şu an nerede bilmiyorum ama sanırım seçimlerden önce adayların yine
böyle mutabakat ile seçileceğini söylerken bunu neredeyse en büyük demokrasi,
demokrasinin karesi veya aşılması gibi tanımlama eğilimi gösteriyordu.
Daha önce Çatı
Partisi için yine Ankara’da yapılan bir kongrede, bu sefer de o kongrenin
divanındaki bir başka Akın Birdal olarak görev yapan Celal Beşiktepe, biz artık
demokrasiyi bile aştık diyerek en sıradan oylama hakkını bile gasp ediyordu. Yani
bu demokrasinin karesi olma, demokrasiyi aşma diyerek en küçük demokratik
mekanizmayı bile çalıştırmama katkılarının patenti aslıda Celal Beşiktepe’ye
aittir.
Devam edelim.
“Bizim gibi oluşum halinde bulunan partinin
ilk adımlarını mutabakata dayanarak sürdürmesi kaçınılmaz. Önümüzdeki birkaç
kongreden sonra birden çok aday, listeyle delegasyonun karşısına çıkabilir.
Programlar yarışabilir. Henüz daha bu olgunluk düzeyine gelmedik"
Şimdi
Ertuğrul’un sözlerini kızının orospuluk yaptığını söyleyen patavatsız adamın diline
çevirelim. “Mutabakat”ın güzel ifadeyle “en demokratik yöntem olmadığı”, yani antidemokratik bir yöntem olduğu
eşitliğinin bizzat Kürkçü’nün dilinden ifade edildiğini unutmadan çevirirsek bu
cümle şunu söylemektedir:
“Bizim gibi oluşum halinde bulunan partinin
ilk adımlarını antidemokratik yöntemlerle sürdürmesi kaçınılmaz”
Bu ne demek?
Ertuğrul bunu
herkesten iyi bilecek durumdadır ve politik olarak intihar etmektedir.
Eh egemen ulusan
bir sosyalist olarak, kendini ezilen ulusun destekçisi olmaya adamış ya.
O intihar et
deyince de ediyor. Önemli olan destek olmak değil mi?
Peki, nasıl mı
intihar ediyor? Abdülhamit Han’ın rolünü çalarak:
Ertuğrul’un iyi
tanıdığı Kıvılcımlı, 1954’te kurulmuş Vatan Partisi Programı’nın “Hürriyet ve Ucuz Devlet” başlıklı
birinci bölümünün gerekçesine şu
sözlerle başlamıştı:
“DEMOKRASİ Halka inanmakla başlar.
Abdülhamit, resmi İngiliz gazetesi Times'e
şöyle demişti:
"Beni Hürriyete muhalif görenler
yanılıyorlar. Kullanmasını bilmeyen bir memlekete hürriyet vermek, kullanmasını
bilmeyen birisine tüfek vermeye benzer. Herif, babasını, anasını, kardeşlerini öldürür.
Sonra döner kendi kendisini vurur."
Yani, "Kızıl Sultan" millete inanmıyordu: Onun için, "memleketi hürriyeti kullanmaya hazırlamak" bahanesiyle, 'Kanuni esasi’yi 33 yıl rafa kaldırdı.”
Yani, "Kızıl Sultan" millete inanmıyordu: Onun için, "memleketi hürriyeti kullanmaya hazırlamak" bahanesiyle, 'Kanuni esasi’yi 33 yıl rafa kaldırdı.”
Ertuğrul’un
sözlerinin Abdülhamit’in sözlerinden ne farkı var?
Birinin “Hürriyet”
dediğine öbürü “demokrasi” diyor zamane ruhuna uygun olarak.
Ama ikisi de
aynı içeriği aynı mantıkla savunuyor.
Ertuğrulhamit
de, “beni demokrasiye muhalif görenler
yanılıyor. Hele bir olgunlaşalım, Kullanmasını bilmeyen delegelere demokrasi
vermek, kullanmasını bilmeyen birisine tüfek vermeye benzer” diyor
Eh bizlere
demokrasiyi “önümüzdeki birkaç kongreden
sonra”ya ertelediğine göre ve bizlerin ne zaman olgunlaştığımızı sevgili Ertuğrulhamit’lerimiz
tayin edeceğine göre, Abdülhamit’inki kadar uzun olmamasını dileyelim.
Bizim gibi
yaşlı kuşakların bu demokrasiye layık görüldüğümüz günleri hiçbir zaman
göremeyeceğimiz ise çok açık.
*
Ertuğrul, şu
anki emanetçi eş başkan.
Peki, gelecek eş
başkan kim?
Zaten gelecek
eş başkanın kim olacağının bilinmesi bile yeterince anti demokratik, ancak aday
olabilir. Ama bunlar “vakai adliye”den.
Gelecek başkan
Selahattin Demirtaş, kongrenin nasıl olacağını biliyor:
“Görkemli bir kongre ile sürece cevap olmaya
çalışacağız”
Kongrenin “görkemli” olacağını bile biliyor.
Bizim kafamızda
“Görkemli Kongre”ler en canlı tartışmaların yapıldığı; tezlerin birbiriyle
kıyasıya mücadele ettiği kongrelerdir.
Örneğin Rus Sosyal
Demokrat İşçi Partisi’nin İkinci Kongresi, şu Bolşevik Menşevik bölünmesinin
olduğu kongre, “görkemli bir kongre”dir.
Bizim de
hayatta katıldığımız ve benzerini hala göremediğimiz, 1969 sonbaharında Siyasal
Bilgiler fakültesinde toplanmış, FKF’nin Dev Genç adını alığı Kongre görkemli
bir kongredir.
Bizim dilimizde
görkem, içeriğe ilişkin, fikirlere, tartışmalara, kararlara ilişkindir.
“Görkem” bir de,
afişleri, flamaları, katılımcı sayıları ifade eder. Organizasyonu ile görkemli
kongreler vardır. Bunların en görkemlilerini Tayyip Erdoğan yapıyor. Demirtaş’ın
görkemi böyle bir görkem.
HDK ve PDP
kongrelerinin böyle görkemli olacağından şüphe yok.
Demirtaş şöyle
sözler de etmiş:
“Biz gelecekte kimlerle hangi hukukta yaşamak
istiyorsak bunu bugünden örmek zorundayız. HDP işte geleceğin Türkiye'sinin
prototipidir. Belki Türkiyelileşme kavramını çok kullandık. Bu defa Türkiye'yi
HDP'lileştireceğiz. HDP'yi Türkiyelileştirmek artık gerçeği karşılamıyor.
Türkiye'yi HDP'ye benzeyen bir modele dönüştürmek zorundayız”
Eyvah. Şimdiden
başımıza “ör”ülen çorap belli.
Hangi hukukta
yaşayacağımızı HDP kongrelerinde göreceğimize göre, Allah yardımcımız olsun.
Türkiye’yi de
HDP’leştireceklermiş.
Bin HDP’yi Türkiyelileştirmeye
soyundular diye biliyorduk.
O artık
ihtiyaca yetmiyormuş.
Allah sonumuzu
hayır etsin.
*
Evet, feci
durum böyledir. Türkiye’nin umudu olarak ortaya çıkan ve gerçekten hala birçok
demokrat için bir umut olan HDK ve HDP’nin durumu budur.
Demokrasiye
kendi inanmayan bu örgüt mü Türkiye’yi demokratikleştirecek?
Kürt hareketi
bu örgütle mi “Türkiyelileşecek”?
Bırakalım
Türkiye’yi, HDP destekleyicileri bile Türkiye HDP’lileşirse (BDP’lileşirse de
denebilir) HDP Türkiyelileşemez.
*
Bütün bunlara
şunu ekleyelim.
Hala yüzlerce,
binlerce insan HDP’den umutvar.
HDP’de olanı
değil, görmek istediklerini görüyorlar insanlar.
Ancak bu haliyle
HDP’nin Türkiyelileşmesi mümkün değildir.
PKK’nın Türkiyelileşme
projesini HDP’liler ve gelecek başkanı bir kenara atmışlar bile.
Türkiye’yi
HDP’lileştimeye soyunmuşlar.
Ertuğrul gibi
bileşen ve bağımsızları gerçekten HDP’lileştirdikleri görülüyor.
Ama en azından
demokratlara şu çağrıyı yapmak gerekiyor.
HDP’nin Türkiyelileşebilmesi
için, HDP’nin BDP’lileşmesine ve Türkiye’nin HDP’lileşmesine direnmek gerekiyor
HDP’yi Türkiyelileştirmeyi
amaçlayan gerçek demokratların platformunu kurup açık ve demokratik bir
mücadele içine girelim. Yoksa her şey çok kötüye gidiyor.
Kürt özgürlük
hareketi hem Kürdistan’daki esas gücün yitirebilir hem de Batı’da boşlukta
kalabilir. Böyle tehlikeli bir izolasyonda ezilebilir. Bu ise Türkiye’deki
demokrasi mücadelesinin yıllarca geri gitmesi anlamına gelir.
Bunun için, sorumluluk sahibi ve gerçekten radikal demokrat olanları ilk
elde bireysel üyelik üzerine kampanyamızı desteklemeye çağırıyoruz. (Lütfen şu
adrese gidip, imza kampanyasına katılınız ve siz de arkadaşlarınızı imza
kampanyasına davet ediniz: http://chn.ge/1j6OCcK )
Açık siyasi mücadele,
hedeflerin açıkça deklarasyonu. İnsanları bu görüşlere kazanmak için açkı
mücadele ve ikna çabası olmadan HDP Türkiyelileşemez ve demokrasi güçleri
örgütlenemez.
Demokrasi güçleri
ancak demokratik bir biçimde örgütlenebilir.
Antidemokratik
biçimlerde hazırlanmış kongreler ve örgüt yapılarıyla demokrasi olanaksızdır.
Başarı halinde
bu Türkiye’nin de demokratikleşmesini değil; bugün aratacak bir anti demokratik
sistemin içine düşmesini getirir.
*
Geçenlerde
Selahattin Erdem imzasıyla yazan Duran Kalkan şöyle yazıyordu:
“Öncelikle şunu netleştirmemiz gerekiyor: 22
Haziran’da yapılacak kongre HDP’yi yeniden mi yapılandıracak, yoksa rutin bir
kongre mi olacak? Yine mevcut BDP ve HDP kongreleri AKP iktidarına karşı yeni
bir demokratik alternatif yaratacak mı, yaratmayacak mı? Yani HDP yeniden
yapılanmak ve bir demokratik alternatif olmak istiyor mu, istemiyor mu?
Belki bir anda ve yüzeysel bir bakışla bu
sorularım anlamsız gelebilir. ‘Böyle soru mu olur’ denebilir. Fakat bence
mevcut sorular önemlidir ve demokratik siyaset tarafında olan herkesin açık
yüreklilikle bu soruları sorması ve yeterince cevaplar vermesi gerekir. Çünkü
mevcut yaklaşım ve işlerin yürütülüşü bunu pek göstermiyor. İmralı tecridinde
tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan kadar bile kimse bu konu ile ilgilenmiyor.
Neredeyse benden başka kimse bu konuyu pek fazla gündem yapıp tartışmıyor. Eğer
bu konu gündem yapılıp tartışılmazsa ve aylar öncesinden bu temelde bir çalışma
yürütülmezse, o durumda HDP ve BDP nasıl yeniden yapılanabilir ve bir
demokratik alternatif haline gelebilir?
Örneğin bir gün sonra BDP kongresi
yapılacak, ama ortada ciddi bir tartışma, çalışma ve heyecan yok. Böyle bir
kongre alternatif siyaset yaratabilir mi? Böyle bir kongre Kürt halkını
heyecanlandırıp demokratik özerkliği inşa ve savunma çalışması içine çekebilir
mi? Böyle bir kongre demokratik siyaseti büyütebilir mi? Bütün bunların
gerçekleşemeyeceği açık. O halde kendini demokratik siyaset gücü olarak
görenler neden böyle davranıyorlar? Anlamak mümkün değil. Demokratik siyasetin
örgütlendirilmesini ve eyleme geçirilmesini sadece Önder Abdullah Öcalan’ın ve
Özgürlük Hareketinin üzerine yıkmak kesinlikle doğru değildir.”( http://yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nivis&id=6041
)
İşte Duran
Kalkan’ın yazdıkları, iste iki eş başkanın söyledikleri.
Durn Kalykan’ın
yazdıkları şunu da gösteriyor. Kürt hareketinin gerillaları, yoksulları,
kadınları canlı bir hareket olmanın kendilerine kazandırdığı yeteneklerle
demokrasiye ve öğrenmeye çok daha yatkındır bürokratlaşmış yöneticilerden ve
bileşenlerden .
Eğer bu yapılanlara
karşı bir direniş gösterilir, bir ses çıkarılabilirse, Özgürlük Hareketinde bir
yankı bulabilir.
Henüz başlamış,
bireysel üyelik imza kampanyasının (http://chn.ge/1j6OCcK
) bile etkileri görülüyor: Örneğin Kürkçü’nün şu sözleri bu etkinin
izlerini taşıyor:
“Partinin en büyük bileşeni hiçbir bileşene
ait olmayan yurttaşlarımızdan olacak. Bence en sağlıklısı bu. Muhalefet
potansiyelinin yüzde 80’inin platform ve politik merkezler dışında
kümelendiğini görüyorum. HDP’nin onlar için bir siyaset ve muhalefet alanı olma
cazibesini kazanması için teşvik edeceğiz. Yekpare olma iddiasında bulunmadık.
Farklılıklar olacak. Hepsine yanıt verecek esnek ve çoğulcu yapıyı inşa etmek
bizim görevimiz. Türkiye siyasetinin bilinen bir deneyimi değil.”
Bu bireysel
üyeliği iğdiş eden onları da bir “bileşen”e çeviren bir bakış ama Kürkçü’nün
vurgularının değiştiği görülüyor.
Henüz yeni
başlamış bir imza kampanyası bile, yüzde sekseninin örgütler dışında olduğunun
ifade edilmesine; hedefin bu olduğunu söylemeye yol açıyor.
Peki, bu nasıl
olacak. Bizim ilk ve acil bir önerimiz var:
“Bileşenler” esas büyük sorundur. Bu
bileşenler aracılığıyla “hazırlık
komiteleri” gerçek kongreler haline gelmektedir. Kongreler de medyatik
mizansenler olarak kalmaktadır.
Bu nedenle örgütsel
temsile son! Bileşenlerin temsiline son!
Bileşenler
ancak bireysel olarak üye olmuş üyeleri aracılığıyla, partinin organları içinde
nicelik ve nitelikleri ile etkili olabilmelidirler. O zaman bu paralel
kongreler; derin HDK ve HDP’ler yok olur.
Herkes için
bireysel üyelik. Eşit bireylerin katıldığı organ ve kongrelerde alınan kararlar;
seçilen organların gerçek gücü eline alması. (http://chn.ge/1j6OCcK)
Bu kongrelerin
ilk doğru ve küçük adım bu olabilir.
Bunu yapmadığı
sürece her şey boşlukta kalacaktır.
Elbette bir
mizansen olarak hazırlanmış “görkemli”
ve medyatik bu kongrede, öneriler görmezden gelinecek, alayla karşılanacak, hor
görülecek, politik inceliklerden anlamadığı, gerçekçi olmadığı söylenecek,
gülünecektir.
Ancak biz
sadece her delegeye, her üyeye amaçlarımızı ifade etsek, bunu duyursak bile
büyük bir yol kat etmiş oluruz. Çünkü zaman bizim doğru şeyler söylediğimizi
gösterecektir.
*
Cesaret sadece
ölmeyi bilmek değildir.
Cesaret
genellikle çoğunluğu oluşturanların alay ve kahkahalarına dayanabilmektir.
Sözümüzü bir
arkadaşın yolladığı Mevlana’nın olduğunu söylediği ve biraz üzerinde
oynadığımız, şu güzel satırlarla bitirelim:
“Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim
genç yaşta…
Sonra kitlelerle birlikte meyden okumak
gerektiğini..
Sonra da asıl meydan okumanın, kalabalıklara
karşı olması gerektiğini..”
16 Haziran 2014
Pazartesi
(İmza
kampanyasına katılınız. http://chn.ge/1j6OCcK
adresine giderek bir imza veriniz ve arkadaşlarınızı da imza vermeye davet
ediniz. Bu taşlaşmış yapıları kırmak için küçük de olsa bir adım atmaktan açık
bir mücadeleye girmekten başka çare yok.)
Yazıları e-posta ile otomatik
olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder