3 Haziran 2014 Salı

Kürt Hareketi’nin Gezi ve İşçi Hareketiyle Birleşebilmesinin (HDK ve HDP’nin) Sorunları

Bugünün Türkiye’sinde bu üç hareketi veya bu üç hareketin omurgasını oluşturan toplumsal kesimleri ya da memnuniyetsizlikleri kapsamayan; onları ortak bir program etrafında birleştirmeyen herhangi bir hareketin en küçük bir başarı şansı olmaz.
Çünkü bu üçünü birleştirmeyen bir program ve bayrak, bunların birbirine karşı kullanılmasının yolunu açık bırakır ve binlerce yıllık tecrübeli devlet ve sermaye gemisini buradan yürütür. Bugün olan da zaten budur.
Sorun böyle koyulunca, ilk sorun, bu üç kesimi birleştirebilecek bayrağın ya da programın ne olabileceği ve ne olması gerektiğinde toplanır.
Bu hareketlerin içinde sadece Kürt hareketinin örgütlü bir yapısı, diğer hareketleri kapsamak veya onlarla birleşmek gibi bir amacı; bunun için önerdiği bir programı; örgütsel biçimleri var. Diğerlerinin ise henüz böyle bir örgütlülüğü olmak bir yana problemi böyle koyuşu bile yok.
Gezi Hareketi bütün bu aşamalardan henüz çok uzakta bulunuyor. Yeni doğdu ve yaşayıp yaşayamayacağı bile belirsiz. Berkin Elvan’ın cenazesinde ya da Soma’daki katliamın Taksim’deki ilk protestosunda sezildiği gibi henüz ölmedi, soluk alıyor ama ne yapacağını nasıl davranacağını bilmiyor. Ağır “çocukluk hastalıkları” geçiriyor.
Gezi Hareketi bu iki hareketle birleşme özlem ve niyetlerini, en güçlü olduğu geçen senenin Haziran günlerinde ifade etmeye çalıştı. Ama bunu örgütsel ve programatik bir ifadeye kavuşturmaktan çok uzakta iken dağıldı.
İşçi Hareketi ise onlarca yıldır (1920’lerde Stalin’in zaferinden, 1990’larda Sovyetler’in çöküşüne kadar) birbiri ardına gelen, gerek dünya çapındaki; gerek Türkiye çapındaki yenilgiler nedeniyle tam anlamıyla atomlarına ayrılmış ve içgüdüleriyle davranır durumda. Bu sadece Türkiye’de böyle değil, neredeyse dünya çapında böyle. Bu ağır yenilginin altından elbet kalkacaktır. Çünkü modern kapitalizmde sürekli büyüyen en büyük güç, tüm toplumu sırtında taşıyan esas güç işçilerdir. Bu temel her zaman bir şekilde ifadesini bulur. Ama bu süreç bir insanın hayatının ölçüleriyle değil; dünya tarihinin ölçüleriyle ele alınmalıdır.
Altmışlı yıllarda işçi hareketinin yükselişi DİSK’i ve TİP’i yaratmıştı. Bugün artık böyle örgütleri bile yok. İşçi hareketi, sendikalar aracılığıyla tamamıyla devletin ve polisin kontrolündedir. İşçilerin önündeki ilk görev, küçük ve eski ezberlerini sürdüren sol grupların sendikaları ele geçirmek değil; Sendikalardan çıkmak ve ilk 18. Yüzyılda olduğu gibi, bürokrasisiz, polise bildirimsiz, gönüllü bağışlarıyla kendi birliklerini kurmalarıdır.
Bu dağınıklık nedeniyle de işçiler, sınıfsal içgüdüleriyle, askeri bürokratik oligarşinin geri dönüşü tehlikesi ve demokratik bir alternatif olmayış koşullarında, şimdilik kendilerine su son on yılda hayat seviyelerinde mütevazı da olsa bazı iyileştirmeler getirmiş AKP’nin ardında saf tutuyor. Gezi’ye karşı AKP’nin istediği türden bir saldırganlık ve düşmanlık göstermiyor ama Gezi Radikal ve Demokrat bir tutuma cesaret edemediği için onların yanında da yer almıyor.
İşçi Hareketi, örgütsüzlüğü ve programsızlığı nedeniyle, içgüdüsel olarak, Türk milliyetçiliğini benimsemediğine, Türklükle tanımlanmış bu devlete karşı olduğuna ilişkin mesajını AKP’nin İslamcılığı aracılığıyla dışa vurarak Kürtlere demokratik özlemlerini belirtiyor. Benzer şekilde, yine darbecilerin, bürokratların, askerlerin iktidarına karşı parlamenter araçlarla iktidara gelen AKP’nin arkasında durarak demokratik karakterini ve özlemlerini tersinden ve yanlış araçlarla da olsu, dışa vurarak Gezi’ye demokratik eğilim ve özlemlerini yansıtıyor. Bu dışavurumlar aynı zamanda İşçi Hareketinin, yeterince radikal ve demokrat olunursa, diğer hareketlerle birleşmeye eğilimli olduğunun bir ifadesidir. Ama bu mesajları okuyacak ve alacak gözlere gerek var.
Bu hareketler içinde sadece Kürt hareketi bu iki hareketle birlikte hareket etme, ittifak kurma veya birleşme ya da onları aynı örgüt ve bayrak atında toparlama amacını ifade etmiş bulunuyor.
Eğer diğer iki hareket de Kürt özgürlük hareketinin bulunduğu örgütlülük, politizasyon ve programatik netlik düzeyinde bulunsaydı, şimdi çok başka bir yerde başka konuları tartışıyor olabilirdik.
O halde Kürt hareketi bu hareketleri kapsama ve onlarla birleşme gibi bir amacı ifade ettiğine; bunun için örgütsel form olarak HDP ve HDK gibi örgütleri bir adres olarak gösterdiğine göre konuyu Kürt hareketini merkeze alarak tartışmayı deneyelim.
Elbet bu tartışma Gezi Hareketi veya İşçi Hareketi açısından da yapılabilir. Ama bugünkü durumda bunlar örgüt ve programdan yoksun olduğu için, öyle bir tartışmanın konusu bu hareketler içinde, bu örgüt ve programın nasıl sağlanabileceği biçiminde olur. Elbet bu yönde de somut önerilerimiz ve çalışmalarımız var. Yazılarımızı izleyenler, Radikal Demokrasi girişiminden, Forumlardaki tartışma ve girişimlere kadar birçok konuda yazıp etkilemeye çalıştığımızı göreceklerdir.
*
İlk soru şudur: Kürt hareketi diğer hareketlerle birleşmeyi sağlayacak; onların da kabul edebileceği bir programa sahip mi? Yani programı stratejisine uygun mu?
Kanımızca hayır?
Kürt Özgürlük Hareketi’nin programı elbette şu an Ortadoğu’da bir örgütlü ve bir güce dayanan en demokratik programdır ve daha ileri gitmeye de kapalı değildir.
Ancak onun izleyeceği evrimi muhtemelen diğer güçlerin nasıl davranacakları belirleyecektir. Eğer diğer hareketler ortaya örgütlü ve amaçları belli bir biçimde çıkabilirlerse, Kürt Özgürlük Hareketini ileri ve daha demokratik programlara çekebilirler. Aksi takdirde Kürt hareketi bugünkü sistemi kurtarmak için reforme etmenin bir aracı olarak da kalabilir.
Ancak Kürt hareketinin şu veya bu yöndeki davranışları da diğer hareketlerin evrimi ve doğrultusu üzerinde bir etkide bulunacaktır. Bu nedenle, Kürt Hareketinin nasıl davranacağı kritik bir önem taşımaktadır.
Kürt Özgürlük Hareki’nin Programını “Demokratik Cumhuriyet”, “Demokratik Ulus”, “Radikal Demokrasi” ve “Demokratik Özerklik” gibi kavramlarla ifade ediyor. Kavramlar güzel olmakla birlikte, somut olarak içeriğinin ne olduğuna bakıldığında “ismiyle müsemma” olmadıkları görülüyor. Pratik uygulamalarında bu makasın daha da büyüdüğü görülüyor.
Bu programın en temel sorunu şuradadır: Politik olanı, ulusu, devleti bir dille ya da dinle tanımlamaya son vermiyor; onu sadece bir tek dille veya dinle vs. tanımlamaya son veriyor ya da bu iddiada. Yani bütün dillere ve dinlere eşit temsil veya ağırlıklarına göre politik temsil hakkı vererek ya da bunu savunarak demokratik olunabileceğini savunmuş oluyor. Örneğin Rojava bu programın bir uygulaması. Orada Kürtler olarak diğer dillerden dinlerden insanlara, dil ve din kimlikleriyle temsil hakkı veriyorlar politik alanlarda.
Ama demokrasi de, demokratik ulus da, radikal demokrasi de, demokratik cumhuriyet de bu değildir.
Demokrasi’de Kürtlerin ya da herhangi bir başka dilin ya da dinin hiçbir politik anlamı olmaz. Temsiller dilsel veya dinsel kimlikler üzerinden olmaz. Devletin ya da politik olanın dili ya da dini olmaz. Bayrağı herhangi bir dile ya da dine göndermede bulunmaz. Yani Kürtler diğer dinleri ve dilleri tanımaz ve tanıyamaz ve onlara temsil hakkı vermez ve veremez bir demokraside. Demokratik devlet Türkler de, Kürtler de dâhil hiçbir dile, dine politik organlarda temsil hakkı vermez veya politik organları buna göre belirlemez. Çünkü devletin dili ve dini olmaz. Ama ve tam bu nedenle herkesin ana dilinde eğitim hakkı olur. Herkes ana dilinde aynı ders kitaplarını okur; aynı okullara gider. Diğerinde ise, okullar da ayrılır. Kürtler “Kürt Tarihi”, Türkler “Türk Tarihi” okur.
Yani Kürt hareketinin programı ve Demokrasi arasında dağlar kadar fark vardır.
Kürt hareketinin önerdiği program geçici bir konjonktürde, örneğin bugün Suriye’de olduğu gibi, bir çözüm sunar gibi görünebilir. Ancak bu gericiliğin güçlenmesini ve uzun vadede, ilk krizde parçalanmayı ve Lübnanlaşmayı getirir veya Türkiye ve Suriye’de ve de dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi bunu engellemek için güçlü ve baskıcı bir devleti.
Çünkü politik organlarda temsilin dillere ve dinlere (Aşiretlere, cemaatlere, kültürlere vs.) göre yapılması, yapısı gereği, kilisenin, caminin, aşiret şeflerinin veya “cemaat liderleri”nin veya burjuvazinin etkisini arttırır ve gerici milliyetçiliğinin yükselişini getirir. Örneğin okulların ayrılmasını getirir. Çünkü bu durumda örneğin herkes kendi dilinde kendi tarihinin öğrenilmesini talep edecek, aksi takdirde baskı altında olacak ve başka dil ve dinlerin tarihinin okutulmasına direnecektir. Yani her dil ve din bir politik birime dönüşür ve bundan her zaman burjuvazi ve diğer en gerici sınıflar karlı çıkar; onların etkisi artar. Zaten ilk krizde de bunların savaşı ve Lübnanlaşma başlar.
Gerçek bir demokraside ise, devletin dili ve dini olmadığından, ama insanların farklı diller ve dinlerde örgütlenmesi bir temel bireysel hak da olduğundan; politik anlamı olmayan bir şekilde; çeşitli diller, dinler, kültürler vs. istedikleri gibi örgütlenip birleşebilirler.
Bu çok temel bir programatik yanlışlığıdır Kürt hareketinin. Ama Kürt hareketinin bugünkü yapısıyla ve HDK ve HDP gibi örgütleriyle kendi programını tartışmaya açacak; onun eleştirilmesine ve belki de değiştirilmesine imkân tanıyacak bir eğilimi ve yapısı bulunmamaktadır. Bunun esas suçlusu da Türkiye’nin sosyalist hareketleridir. Onlar da aynı programı savunmaktadırlar.  Dolayısıyla bu programı herhangi bir şekilde tartışmaya açma girişimlerini boğmaktadırlar ve Kürt hareketinin yanlışını görmesinin yolunu bile tıkamaktadırlar. Çünkü canlı bir hareket olan Kürt hareketi hepsinden daha fazla öğrenme yeteneğindedir ve bunu defalarca da kanıtlamıştır. (Örneğin bu satırların yazarı 2007’den beri bugünkü HDP’nin atası olan örgütler ve girişimlerde, birçok teşebbüste bulunmasına rağmen, tamamen keyfi ve idari önlemlerle (Söz vermeyerek, gündeme alınıp alınmayacağını gündeme almayarak vs.) bu girişimler ve bir alternatif programın gündeme gelip tartışılması engellenmiştir.)
Yani bu programla, Kürt hareketi ne Gezi Hareketi’ni, ne de İşçi Hareketi’ni kapsayamaz, onları kendi bayrağı altında toparlayamaz.
Eğer olmaz olan olur da Kürt hareketinin programındaki gibi bir düzen kurulursa, bu zaten bir süre sonra Lübnanlaşma veya onu engellemek için de bu sefer Esat’ınki gibi ya da şimdiki Türkiye’de olduğu gibi, dil ve din ayrılığı dengelerini gözeten, ama son derece merkezi ve baskıcı bir cihazla sonuçlanır. Yani az gidilir, uz gidilir, bir arpa boyu yol bile gidilemez.
*
Ama bu programatik sorunun olmadığını var sayalım.
Var olan örgütlerin yapısına bakalım.
Kürt hareketinin önerdiği örgüt nedir? HDK ve HDP.
Peki, bu örgütler demokratik midir? Demokratik bir yapıları var mıdır?
Hayır.
Bütün kararlar örgütün görünür organlarının dışında örgütler arası görüşmelerle ve dengelere dayanarak alınmaktadır. Yani aslında, programdaki dile, dine göre politik temsilin,  örgütlere göre politik temsil biçiminde bu sefer bizzat örgütün içinde uygulanmaktadır. Kürt hareketi açık arayla en güçlü ve dinamik hareket olduğundan, diğer hareketlerin de gücünü hesap ederek, onlarla görüşmelerle karar vermektedir. Sonra bu kararlar göstermelik ve hiçbir gerçek güce dayanmayan organlardan geçirilerek birer örgütsel karar haline getirilmektedir. Bunun demokrasi ile falan ilgisi yoktur.
Örneğin HDP ve HDK’nın “Kongre” denen mizansenleri, bu yapı ve işleyişin bütün özelliklerini gösterirler. Program akışlarına “Gündem” denir ve bu “gündemler” örgütler arası ilişkilerle önceden belirlenir. Gelenler de vitrinde demokratik görünüm dekoru olurlar. Hâlbuki Gündem demek bir öncelikler tartışmasıdır her şeyden önce, yani bir politik tartışmadır.
Bu durum tıpkı, dillere, dinlere dayanan bir “demokratik özerk”liğin fiilen burjuvazinin ve gerici sınıfların gücünü ve egemenliğini arttırması gibi, HDP ve HDK’yı oluşturan örgütlerin bürokratik yapılarının egemenliğini ve gücünü pekiştirmekte, onları yeniden üretmektedir.
Bir Demokratik Cumhuriyet nasıl dillerin ve dinlerin temsiline son verip, herhangi bir dile ve dine dayanmayan, tam bir eşitliği böyle sağlayan bir yapıda olmak zorundaysa; HDK ve HDP de, örgütsel temsile son vermek, bireysel üyelik temelinde, programın ve tüzüğün kabulü temelinde (program ve tüzüğün yanlışlıkları ayrı bir sorun, burada bu sorunları soyutluyoruz)  en alttan en üste doğru seçimle ve seçilmiş organlara tüm yetkileri vererek bu organları oluşturmak zorundadır.
Yani bugünkü HDP ve HDK yönetimleri, üzerinde var oldukları yapıyı öldürmek, parçalamak ve yepyeni bir yapı inşa etmek zorundadır.
Ancak bunu göze alabildikleri takdirde, belki kendini yenileyecek ve programını geliştirecek bir dinamizm gösterebilirler. Türkiye’deki demokrasi mücadelesini çıkmazdan kurtarma yolunda tayin edici bir adım atmış olurlar.
Bu olmadığı takdirde, var olan yapının, tersine seleksiyon ile, var olan bürokratik yapıları güçlendirmesi veya onları yeniden üretmesi kaçınılmazdır. Yine de böyle bir cesareti göstermeye en yatkın kesim Kürt hareketidir, çünkü hala canlıdır.
Bu önerilen biçim sakın “örgütler bu yapıyı etki altına alma çabasından az geçmelidir; bu olmadan bir şey olmaz” diyenlerin anlayışıyla karıştırılmamalıdır. Örgütler isterlerse, tıpkı bir ülkedeki partiler gibi varlıklarını sürdürsünler ve yine tıpkı bir ülkedeki halkı bireyleri etkileyerek, HDK ve HDP’yi etki atına almaya çalışsınlar. Ama tıpkı bir ülkenin içinde herhangi bir partinin taraftarı veya üyelerinin sıradan yurttaşlar olarak çalışmalarıyla etki sağlamaları gibi.
Çeşitli örgütlerin HDK ve HDP’nin içindeki taraftarlarının, HDK ve HDP’nin örgütsel yapısının içindeki çalışmaları; bunların diğer üyeleri etkilemesi; demokratik tartışma ve seçilmeleri aracılığıyla. Örgütler buna zorlandıkları zaman, HDK ve HDP’yi ele geçirmeye çalıştıkları takdirde, bir süre sonra, bireysel üyelik, demokratik tartışma ve seçim ortamında oluşmuş organlar; o örgütlerin kendilerini ele geçirmek için çalışan üyelerini ele geçirirler ve bugün “bileşen”leri oluşturan örgütlerde parçalanmalar ve bölünmeler; kopuşlar; eski yapılar güç yitirmeye, kan kaybetmeye başlar. Tıpkı gerçek bir demokratik cumhuriyette olacağı gibi.
Ama örgütsel temsil, Demokratik bir Cumhuriyet yerine, tıpkı dile, dine vs. göre politik birimleri belirlemek ve tanımanın, dile, dine dayanan cemaatleri ve gericiliği güçlendirmesi gibi; küçük, kısır örgütleri ve onların taşlaşmış bürokrasilerini güçlendirmektedir.
O halde, Türkiye’de ve Kürdistan’da ve hatta Ortadoğu’da (Çünkü birinde başarı kazandığında bir “Sürekli devrim” eğilimi gösterip diğerlerine de yayılır) Demokratik Bir Cumhuriyet kurmak; Aydınlanma’yı bu topraklara getirmek için, ilk adım, şu an ortadaki biricik örgütlü güç ve demokratik bir cumhuriyet gibi bir özlemi ifade etmiş olan Kürt hareketinin bunun için yöneldiği HDK ve HDP’nin örgütsel temsile son vermesidir.
Ancak, Kürt hareketinin bütün dinamizmine rağmen böyle bir adım atma ihtimali azdır.
Neden?
Böyle bir biçim sadece küçük sosyalist örgütlerin varlığını tehdit etmez; KCK’nın da hem yönlendirmesini güçleştirir; hem de bir süre sonra onun üzerinde de küçük örgütlerde yaptığına benzer bir etki yapar.
Kürt özgürlük hareketinin örgütünün dertsiz başına dert açması olur; işini güçleştirir. Çünkü şimdiki biçimde KCK’nın veya Kürt hareketinin işi kolaydır. Her biri güçsüz, Kürt hareketi olmasa yaşayabileceği bir niş bile bulamayan örgütlere, onların güçleri ve etkilerini gözeterek; fazla bir memnuniyetsizlik yaratmayacak küçük tavizler ve kırıntılar vererek HDK ve HDP’nin bileşenlerini istediği gibi kolayca yönlendirebilir ve de zaten işler böyle yürüyor.
Ama bireysel üyelik ve demokratik olarak tartışma içinde seçilmiş gerçek güce sahip organlar olduğunda; KCK’nın bu örgütü yönlendirmesi giderek güçleşir. KCK üyeleri de ancak bu örgütün organlarında gerçek liderlik nitelikleri göstererek organlara seçilip bir etki sağlayabilir hale gelirler. Bu da aslında hem uzun vadede hem de ezilenler açısından iyidir ve KCK’daki bürokratlaşma eğilimlerine karşı da bir panzehirdir. Ama bir örgüt veya yapı kolayı varken niye kendini zora soksun?
Bu nedenle, bugünkü yapısıyla KCK’nın ya da Kürt hareketinin, böyle bir yapısal dönüşümü isteyeceği ve bunun için diğer küçük örgütlere, bireysel üyelik için bastırması çok şüphelidir. Bu kendi gücünün ve etkisinin araçlarına kendi eliyle son vermesi anlamına gelir. Ama böyle bir karar verse, bunu uygulatacak gücü de vardır. Yani KCK istese, bizim önerdiğimiz tarzda bir yapı temelinde her şeyi yeniden kurmak için bugünkü var olan yapıyı baştan aşağı yıkmaya karar verse, bugünkü gücü ve yapısıyla HDK ve HDP’ye bunu kabul ettirebilir.
Ancak bunu yapabileceğine ve yapmak istediğine dair en küçük bir ışık yoktur. Bu görevden kaçışını da “bileşenler o zaman kaçar ve buna direnir” diyerek “yerim dar”, yer açınca “yenim dar” diyen utangaç gelin gibi davranmaya devam eder.
Politikada her kazanç bir kayıptır. Sorun kimin kazanılmak istendiği ve kimin kaybının göze alındığıdır. Bu bürokratlaşmış küçük örgütleri kaybetmeden bağımsız ve geniş insan kitlesi kazanılamaz. Kaldı ki Örgütler için hiçbir kaçış yolu yoktur dikte edileni kabul edeceklerdir. Yeter ki bu karar verilsin ve cesaretle uygulansın.
Kürt hareketi bunu cesaretle yapamadığı takdirde, HDK veya HDP’nin canlı ve dinamik bir organizmaya dönüşmesi; dolayısıyla Türkiye’nin batısındaki demokratik özlemlere sahip insanlar için bir çekim merkezi olması şüphelidir. Hatta neredeyse sıfır olasılıktır.
*
Haydi, yukarıda ele alınan örgütsel yapı sorununu da sorun saymayalım. Bir de kültür ve politik kültür farklarından kaynaklanan sorunlar vardır.
“Kültür” derken bir politik içeriğe doğrudan denk düşmeyen ama alışkanlıklardan, geleneklerden, özellikle kapitalizm öncesinin kalıntılarından doğan farkları kastediyoruz.
Diyelim ki Kürt hareketi devasa bir cesaret gösterdi, programı değiştirdi; en azından değişmeyle sonuçlanabilecek bir tartışma başlattı. Var olan HDK ve HDP’nin eski yapılarını da havaya uçurup bireysel üyelik temelinde; basit ve sade bir tüzükle demokratik bir tartışma ortamında seçilmiş organlara gerçek yetkileri devri için bastırdı. Bu yeni program ve yapı Türkiye’nin batısındaki insanlara, Gezi’cilere ve işçilere bir umut verdi ve uzak duranlar yavaş yavaş gelmeye başladılar. Ama orada da politik kültür farklılığının zorluğu dikilir. Ne demek “politik kültür farkı”?
Çok basit bir örnek verelim. Bugün Kürt hareketi içinde Öcalan’ın tartışılması ve eleştirilmesi söz konusu değildir. O “önderlik”ir. “Önderlik Gerçeği” diye özel bir kavramı bile vardır. İşin doğrusu bu güne kadar bu hareketi de bu “önderlik gerçeği” başarıyla yönetmiştir. Ama Öcalan bir tabudur.
İşçi hareketi ile haşır neşir olmuşlar bilir ki, işçiler çok gerçekçi insanlardır, tabular, dokunulmazlıklar vs. tanımazlar. İşçi sınıfı modern bir sınıftır; sadece üretim araçlarından değil; feodal bağlar, alışkanlıklar ve geleneklerden de özgürdür. Elbet işçiler yekpare bir bütün olmadığından toplumsal konumuyla işçi ve ruhsal ve kültürel olarak köylü ve feodal kesimleri de vardır. Ama bunlar her zaman azalma eğilimindedirler ve geçmişin bir kalıntısını temsil ederler. Modern işçi; bir iki kuşak işçi ve şehirli olanlarda bambaşka bir kültür vardır.
Bu özellikler kendisi bizzat işçilerden (ücretlilerden) oluşan Gezi hareketinde de vardır.  Hatta Gezi hareketi işçilerin daha şehirli ve kültive kesimlerine dayandığı için, bu özellikler çok daha belirgindir. Gezi hareketi bu yana o kadar vurgu yapmaktadır ki, bu onu zaman zaman zaafa bile düşürmektedir.
Ama şu bir gerçektir: bir yanda örneğin Öcalan’ı tartışmayan, onu tabu kabul eden bir politik kültürün; diğer yanda herhangi bir şeyi ya da kişiyi ya da fikri tabu kabul etmemeyi tabu yapmış bir karşı kültür. Bunlar ateş ve su gibidir. Su varsa ateş olmaz ateş varsa su olmaz.
Bu politik kültür HDK ve HDP’de etkili olduğu sürece, güçlü bir etki ve katılım sağlamak umudu neredeyse yoktur. Yani Gezi’yi ve İşçileri kazanmak için Öcalan kendi dokunulmazlığını veya Kürt hareketi Öcalan’ın tabusunu kurban etmek zorundadır.
Bunu yapabileceği ise oldukça şüphelidir.
*
Peki, bütün bu zorluklara rağmen Kürt Hareketi’nin Batı’da destek bulma şansı var mı?
Var ve kanımızca Kürt hareketi bu tarihsel olasılığı ve olanağı bekliyor.
Politik Konjonktür öyle gelişebilir ki, biricik örgütlü güç olarak Kürt hareketi, laik yaşam tarzındaki şehirlilerin ve Alevilerin can havliyle sarıldıkları tek güç olarak ortada kalabilir.
O zaman bu tabakalarla zaten belli bir iç içelik içinde de bulunan ama belli bir hareketsizlik ve felç de yaşayabilen devlet sınıfları da bunu bir olanak olarak görür ve tarafsız kalabilir veya ağırlıklarını Kürt hareketi tarafına aktarabilirler. Bu durumda PKK ve Öcalan büyük bir destekle iktidar veya iktidar ortağı olabilir.
Ama böyle bir gelişme, sadece var olan sistemi reforme etme sonucunu verir. Bizans, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti biçimlerini almış Sümer Rahiplerinden kalma bu devleti, bir Kürt aşısıyla ve Kürt hareketinin dinamizmiyle canlandırmış olur. Bu dinamizmle Türk-Kürt devletinin etkisi ve egemenlik alanı bütün Kürt bölgelerine yayılabilir. Zaten Türk devleti tam da bu opsiyonu açık tutmak için Öcalan’la görüşmekte, geleceğe yönelik olarak iyi bir yer tutmaya çalışmaktadır.
*
Görüldüğü gibi, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun gerçekten demokratikleşmesi için Kürt hareketinden hareketle yapılacak öngörüler pek umut var görünmüyor.
Peki, Gezi, işçi hareketini ve Kürt hareketini kazanabilir mi?
Gezi yapısal olarak, modernliği ve toplumsal bileşimiyle bunu yapmaya daha uygundur.
Ama onun sorunu da programsızlık, örgütsüzlük, kendini örgütleyebileceği araçlardan yoksunluk; hatta ortak bir dilden (ayni aynı teorik kavramlara dayanma vs.) yoksunluktur.
Sorun öyle derinde ve temeldedir ki, bu sorunların önceliğinde bir birlik yoktur; bütün bunların tartışılacağı bir organ ve dil bile yoktur.
Ama yine de çabalamak gerekiyor.
Sahte hayallere kapılmadan.
Sahte hayalleri kaybetmek en büyük kazançtır.
Demir Küçükaydın


Hiç yorum yok: