Kıta Avrupa’sı ve İngiltere arasındaki gelişim zıtlıkları,
Balkanlar ve Anadolu’daki gelişim zıtlıklarına benzer.
Avrupa’da kapitalizm ya da burjuvazi, önce Hıristiyanlık
içinde, Püriten/Protestan mezhepler biçiminde eğilim ve çıkarlarını yansıttı.
Ne var ki, bu Burjuva muhalefetin kaderi, Kıta Avrupa’sı ve
İngiltere’de farklı yollar izledi. Püritenlik İngiltere’de iktidar olurken,
aynı Protestanlar Fransa’da, Sen Barthelmi katliamlarında bire kadar kılıçtan
geçiriliyordu. (Doğan burjuva dünyasının Osmanlı’ya sığınan Kılıç artıklarının,
Hügontların, Osmanlı modernleşmesindeki etkileri ayrıca incelenmeye değer bir
konudur.)
Bu modern, burjuva ruhun katledilmesinin sonucu, Avrupa’da
burjuva gelişiminin yüz yıl gecikmesi oldu. İngiltere 1688’lerde burjuva
devrimini yaparken, Fransa aynı devrimi 1789’da yapabiliyordu.
Ama devrimin şiddeti birikimin ölçüsünde sert oldu,
Katoliklik adına Protestanları kesenler, yüz yıl sonra, Hollanda, İngiliz ya da
ABD’yi kuran protestanlıktan da ileri giderek önceki hiçbir dinin kavramlarına
göndermede bulunmayarak, hristiyanlık içinde bir parti olmaktan çıkarak,
Aydınlanma denen modern toplumun dinini kurdu ve önceki dinleri politik alanın
dışına iterek özel olanla tanımladı.
Balkanlar ve Anadolu’nun tarihsel kaderi bu tarihsel sürece
paralellik gösterir.
Fransız ihtilalinden yüz yıl sonra, Üçüncü bir Roma
İmparatorluğundan başka bir şey olmayan Osmanlı’nın Müslüman devlet kastlarının
kapitalizm öncesi dünyasına karşı, Balkanların Hıristiyan kapitalizmi, tıpkı
İngiltere adalarında, Prütenliğin zafer kazanması gibi, zafer kazandı ve
Osmanlı egemenliğini ve Müslümanlığı balkanlardan süpürdü.
Müslüman prekapitalizm ise, bunun rövanşını, Hıristiyanların
tasfiyesiyle, (Ermeni, Süryani, Rum Katliamları; “Mübadele”ler; Trakya Yahudi pogramları,
Varlmık Vergileri, 6-7 Eylüller vs.) yani burjuva ve modern olan her şeyin
tasfiyesiyle Anadolu’da aldı.
Ermeni ve Rumların Anadolu’dan tasfiyesi, Sen Barthelmi’nin Anadolu’daki
paralelidir.
Bu nedenle Anadolu Balkanları ve diğer Akdeniz ülkelerini
(İspanya, Portekiz, Yunanistan, İtalya) en azından yüz yıl geriden izler.
Balkan ülkelerinin bu günkü durumu kimseyi yanıltmamalıdır. Bu ülkeler İkinci
Dünya savaşından sonra Sovyet işgal bölgesinde kalmasalardı, en azından şimdiki
Yunanistan’ın gelişmişlik ve zenginlik düzeyinde bulunurlardı. Örneğin yüzyılın
başında, Bükreş’e “Doğu’nun Paris’i” deniyordu, Panait Istrati gibi yazarlar ve
başka Bolşevik partisinde çalışan uluslararası Marksist teorisyenler
yetiştirebiliyordu o zamanlar Romanya.
Batı Avrupa’da burjuva muhalefeti dinsel biçimde var
olmuştu, Avrupa’nın doğusunda ise aynı muhalefet, modern çağın dini olan
ulusçuluk biçiminde ortaya çıktı. Balkan uluslarının kuruluşu, Protestanlığın
zaferine denk düşüyordu; Anadolu’da Rum ve Ermeni ulusçuluğunun tasfiyesi ve bu
tasfiyeye paralel olarak Türk ulusunun yaratılması ise, Protestanların
katledilmesine.
Ama Kıta Avrupa’sında Protestanlığı katledenlerin torunları,
nasıl yüz yıl sonra tümüyle Hıristiyanlığı yok etme, yerine bir akıl dini
geçirme ve sonra da en azından dini politik alının dışına atma zorunda
kaldılarsa, Anadolu’da Ermeni ve Rum ulusçuluğunu katledenlerin torunları, ulusu
dil, kültür ve etni olarak tanımlayan en gerici biçimiyle ulusçuluğu yok etmek;
bütünüyle hukuki bir ulusçuluk kurmak zorunda kalacaklardır.
Patlama birikimin ölçüsünde derin olacaktır. Kürt
hareketinin el yordamıyla yaptığı, tarihin bu emrini yerine getirmekten başka
bir şey değildir.
Hristiyan halkların ve burjuvazinin tasfiyesi, Türkler ve
Müslümanlar için aynı zamanda bir modernleşme, uluslaşma, burjuvalaşma anlamına
da gelmiştir. Yani Türk “burjuva devrimleri”, burjuvaziye karşı, kapitalizm
öncesi Osmanlı’nın devlet sınıfları tarafından güdülen, burjuvaziyi tasfiye
eden, kapitalizm öncesi sınıf ve ilişkileri güçlendiren burjuva devrimleridir. Tarihin laneti budur.
Görmesini gören gözler bilir. Tasfiye edilen Rum ve Ermeni
burjuvazisinin malları, Türk ve Kürt ağaların ve tefeci bezirganların servet ve
sermayeleri, ya da Osmanlı’nın ruhu devletin daireleri olmuştur.
Böylece yıllarca, Modern Ermeni ve Rum burjuvalarının
mallarına konmuş feodal ağaların kontrolünde, ortaçağ karanlığında, bezirgan
partilerin oy deposu oldu Kürtler. Aynı durum aşağı yukarı Anadolu’nun bütün
bölgeleri için de geçerliydi. 12 Eylül bile hala, Büyük şehirlerdeki sola
yatkın işçi oylarını dengelemek için, Kürtlerin yoğun olduğu bölgelere daha
fazla temsilci veriyordu.
İşte bu denge alt üst olmuş bulunuyor. Kürtler adeta toplu
olarak, var olan sistemin karşısına geçmiş bulunuyor. HADEP’in oyaları silme
götürmesinin anlamı budur. Egemen sistemin Kürtler içinde, maaşlı koruculardan
başka dayanağı kalmadı.
Normal bir parlamenter işleyiş için, Kürtler içinde bir
toplumsal temel bulmak, korucuları, ağaları, aşiretleri bir yana iterek, modern
Kürt burjuvazisiyle tekrar bir ittifak sistemi kurması gerekir Türk
burjuvazisinin. Ama bunun yapılabilmesi, Kürt ve Türk burjuvazisinin eşit bir
partner olarak iş birliğine girmesi, bu günkü ordunun vesayeti, egemen ideoloji
ve politikalarla olamaz. Durum değişmedikçe, burjuvazinin egemenliği için
gerekli bir normal parlamenter sistem işleyemez. Bu durumda ordunun ağırlığı
giderek dayanılmaz olmaya devam edecektir.
Eski sistem, sanki Susurluk, bankalar, çeteler günah
tekeleriyle ellerini yıkayıp yeniden yürüyebilecekmiş gibi görünüyor. Kimi
Partilerin biçimsel değişmeleriyle, makyajlarla, hatta Kürtçe radyo ve
televizyon ile varlığını sürdürebilirmiş gibi görünüyor. Yürüyemez. Toplumdaki
ve sınıf ilişkilerindeki derin değişiklik eski politik sistemle götürülemez.
İdeolojisi, partileri, ordusuyla bu günkü sistem, ne kadar makyaj yapılırsa
yapılsın, Kürt burjuvazisinin desteğini sağlayacak bir politik biçim bulmadıkça
bunalımlardan çıkamaz. Bu politik sistemin tasfiyesi için ise, büyük kitlelerin
aktif eylemi gerekir. Tarihin lanetine ancak büyük kitle hareketleri son
verebilir.
Yüz yılın başında Osmanlı devlet sınıflarının işbirliği ile
Hıristiyan kapitalizmini tasfiye ederek tarihin lanetine uğrayan Müslüman Türk
ve Kürtler şimdi bu lanetten kurtulmak için, kendi 1789’larını yapmak durumundalar.
Ama çok elverişsiz koşullarda.
Burjuvazi korkak.
İşçiler tarihin en büyük yenilgileriyle dünya çapında bir
demoralizasyon, programsızlık, yönelimsizlik içindeler.
Kürt hareketi yapayalnız.
Bu günkü hareketsizlik ve çürüme kimseyi yanıltmamalıdır.
Unutmamalı en güzel çiçekler bataklıklarda yetişir.
20 Kasım 2000 Pazartesi
Yazıları
e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail
yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları
İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder