HDP saflarında genellikle mücadeleyi küçük günlük pratik
çalışmalara indirgeyen, bu yolla har şeye ulaşılabileceğini sanan sığ bir görüş
çok etkilidir ve özellikle örgütlerin bayını bağlamış bürokratlar tarafından
okşanır ve teşvik edilir.
Bu gibi arkadaşları, Kurmay heyetinin yanlış bir stratejiye
dayandığı bir savaşta cepheye yollamalı, bütün askercil yeteneklerin, cesaret
ve savaşçılıklarının, yanlış bir mevzilenme ve strateji sonucu nasıl olmamışa
döndüğün görebilmeleri için.
HDP’nin yöneticileri, böyle bir strateji tartışmasına
üyeleri çekmek diye bir dertten azadeler. Üyeler bölgelerindeki küçük günlük
pratiklerle uğraşsınlar. Yeter.
Hâlbuki, nasıl su içmek, nefes almak zaten yapılması gereken
özel bir iş değilse; günlük pratik çalışma da özel olarak bir tartışmanın
konusu olmaması gereken nefes alıp vermek gibi yapılması gereken işlerdir:
Nefes almayı, strateji ve teori tartışmasının alternatifi olarak koymak ve onun
ne kadar hayati ve önemli olduğundan söz etmek, aslında insanların geri
yanlarına hitap ederek onları gerici bir strateji, teori ve politikanın
araçları olarak tutmaya hizmet eder.
Örneğin HDP’nin tüm üyelerinin içine çekildiği
Cumhurbaşkanlığı seçiminde nasıl bir strateji ve taktik izleneceğine ilişkin
bir tartışma var mı? Yok.
Bu konular konuşuluyorsa bile, yukarılarda bir yerlerde,
bileşenler arasında ve bileşenlerden en bileşen olanın (Özgürlük Hareketi) iç
dengeleri içinde konuşuluyordur.
HDP’nin canlı bir iç hayatı yok. Üyelerini tüm ülke
politikası hakkında fikirlerini söylemeye, tartışmaya iten, böylece siyasi
eğitim sağlayan alanları, araçları, mekanizmaları yok.
Bir bürokratik “silsileyi meratip” içinde her tartışmanın
boğulması var. Eleştirin varsa organında tartış; sonra o da üst organına
iletsin; sonra o da daha üst organa diyen bir bürokratik anlayış egemen. Böylece
aslında her eleştiri bürokrasinin labirentleri içinde yok edilebiliyor;
olmamışa çevrilebiliyor.
Esas sonular bunlardır HDP içinde.
Bu sorunları çözmediği takdirde HDP’nin Türkiye’nin
batısındaki insanları; hele Gezi hareketinde varlıklarını dışa vuranları zerrece
kapsama şansı bulunmamaktadır.
Elbet bunları çözmek de doğru politikalar uygulanacağını
garantilemez. İnsanlar demokratik bir tartışma sonucunda da yanlış politikalara
oy verebilirler. Demokratik tartışma ve karar mekanizmaları, doğru kararları
garantilemez; bu yanlışlardan en az zararla ve en az sancılı yollarla
kurtulmanın yollarını açık tutar.
Peki şimdi HDP’de olduğu gibi, bu koşullar, yani demokratik
bir tartışma ortamı ve mekanizmalar yoksa, bizzat bu koşulları oluşturma
çabasının bir parçası olarak da strateji ve taktiğe ilişkin öneriler yapılamaz
mı? Elbette yapılabilir ve yapılmalıdır.
Örneğin geçenlerde yazdığımız “Cumhurbaşkanlığı Adayı ve
Seçim Yöntemi Üzerine HDP’ye Bir Öneri” başlıklı yazı böyleydi.
Adayın HDP’ye en yakın, onun görüşlerini temsil eden bir
aday değil; Erdoğan karşısında nüfusun en geniş kesimlerinin desteğini alacak
veya en az itiraza uğrayacak bir aday olması gerektiği yönündeydi önerimiz.
HDP en azından örgütünde ve kamuoyunda “Nasıl bir aday?”
diye bir tartışma açabilirdi.
Açtı mı?
Ne gezer?
Aday adayları ve bu alandaki düşünceler bir az bulunur
mücevher gibi saklanıyor.
Sadece böyle bir kriter
önermedik. Bu kritere uyan somut bir örnek olarak bir isim de önerdik: Mehmet
Bekaroğlu. HDP Bekaroğlu’nu aday göstersin dedik. Böylece eğer ikinci tura
kalırsa, kazanma şansı olan bir aday çıkarmış olur dedik.
Ayrıca böyle bir adayın seçilmese bile HDP’nin Kürt ve
Kürdistan gettosu dışına çıkmasını böylece hakkında oluşmuş önyargıları
kırmasını sağlayacağını yazdık.
Yani aynı zamanda “Türkiyelileşmek” için taktik bir hamle
olarak önemi ve doğruluğuna değindik.
HDP böyle bir tartışma açtı mı? İçinde veya kamuoyuna
yönelik? Hayır.
Öneri sadece bu kadarla da kalmıyordu. Kabul edilip
edilmemesinden öte bambaşka bir seçim sisteminin, yani tüm yurttaşların tüm
adaylara on ve sıfır arasında direnç derecesine göre puan vermesi ve bunun
sonuçlarına göre bir Cumhurbaşkanı seçilmesi yöntemini önermesini ve böylece bu
yöntemi Türkiye’nin gündemine taşımasını önermiştik.
Böyle sorunlar ise HDP’ye o kadar uzaktı ki?
Günler geçti en küçük bir ses ve tartışma görülmedi.
Günler geçti en küçük bir ses ve tartışma görülmedi.
Şimdi CHP ve MHP’nin ortak adayı çıktı. Önerdiğimiz yöntemi
izleyenler onlar oldu.
Kendi görüşlerini benimseyen adayları değil; Türkiye’deki
geniş çoğunluğun benimseyebileceği bir aday önerdiler. Doğrusu akıllıca ve
başarılı bir hamle yaptılar. Aslında HDP Bekaroğlu’nu aday göstererek bu hamleyi
yapabilir ve gündeme oturabilirdi. Bu fırsatı elleriyle tepti.
Öte yandan kendisini ciddiye almadığını Kılıçdaroğlu
karşısında kendisi ifade etti. Yani birinci turda gösterecekleri adayın kendi
görüşlerine yakın aday olacağı ve ikinci turda eğer CHP’nin adayı demokratik
olursa onu destekleyebilecekleri anlamına gelen bir beyanat verdiler. Bu
kendini daha baştan iddiasızlığa mahkûm etmektir. Bu bilinçaltının dışa
vurumudur. “Biz CHP’nin de benimseyebileceği bir aday sunuyoruz, CHP’nin ikinci
turda bunu desteklemesini bekliyoruz deme pozisyonunda olmalıydılar veya CHP’yi
böyle bir müzakereye çekmeliydiler. Onun üzerinde MHP ile yapacağı pazarlıkta
bir baskı oluşturmalıydılar. Bunun için de Bekaroğlu gerçekten en doğru
seçimdi.
Olmadı. Ayağa gelen top ıskalandı. Üstüne üstlük kendi
kalesine gol attı.
Neyse, olan oldu. Peki, bu durumda ne yapılabilir?
Bekaroğlu hala gerçek bir alternatiftir ve CHP ve MHP’nin
adayından daha çok şansı olabilir.
Ancak sorun burada değildir.
HDP Bekaroğlu gibi bir aday göstererek CHP ve MHP’nin
adayından daha demokrat bir ismi öne çıkarmış olur. Ama daha önemlisi Türkiye çapında politik mücadeleye
girer. Böyle bir aday, ön yargıları yıkar ve şimdiye kadar ulaşılamayan
kesimlere ulaşmayı, onların söylenenlere kulak kabartmasını sağlar. Türkiye
partisi olma yolunda başarılı bir taktik hamle olur.
Ayrıca Bekaroğlu’nun aday gösterilmesi, Erdoğan’ı ciddi
ciddi düşündürüp paniğe sürükleyebilir. Çünkü, her iki karşı aday da nüfusun
çok farklı kesimlerine hitap eden, genel kabul göreceği düşünülerek gösterilmiş
adaylardır. O zaman cumhurbaşkanlığı seçimi, uzlaşma politikaları mı dayatma
politikaları mı seçimine dönüşür. Erdoğan kendi kazdığı kuyuya düşer: Çünkü
kendisi dayatma politikaları izlemektedir ve halkın büyük çoğunluğu uzlaşma
politikalarına destek vermeye eğilimlidir.
Bu durumda Erdoğan kendini aday göstermeyip, tüzük değişikliği ile başbakan olarak kalmanın yolunu açmaya bile çalışabilir veya seçime girip kaybedip birden bire bir siyasi mevtaya dönüşebilir.
Bu durumda Erdoğan kendini aday göstermeyip, tüzük değişikliği ile başbakan olarak kalmanın yolunu açmaya bile çalışabilir veya seçime girip kaybedip birden bire bir siyasi mevtaya dönüşebilir.
Yani Bekaroğlu’nun aday gösterilmesi, hem verilen mesaj nedeniyle;
hem de muhtemel sonuçlarının genel Türkiye politikasını etkilemesiyle
önemlidir.
Ama diyelim ki HDP kurullarında böyle bir hedef ve taktikler
benimsenmiyor. Muhtemelen de böyle. Uzaktan bir kadın aday göstermek gerektiği
üzerine konuşulduğunu duyuyoruz.
Evet, politikada bazen, sadece bir sorunu gündeme getirmek;
insanları bir sorunda düşündürmek, bazı tabuları kırmak için provokasyon
yapmak, çok ters çıkışlar yapmak da gerekir. Bunlar kısa vadede kazandırmasa da
hem uzun vadede kazandırır hem toplumda bir tür ideolojik egemenlik kurmaya
yararlar.
Herkes sizin söylediğinize karşı çıkıyorsa sizin söylediğinize
karşı çıktığı için aslında sizin tayin ettiğiniz alanda savaşıyor demektir ve
aslında siz kazanmış olabilirsiniz.
Eğer böyle bir strateji izlenecekse, bu durumda daha da ileri
gitmek gerekir.
Bu durumda sadece Türkiye politikasını değil, bütün Ortadoğu
politikasını gözeten bir aday düşünülebilir.
Bunun için en iyi aday: bir Hıristiyan, Ortadoğu’nun kadim uygarlıklarından
bir Ermeni, Süryani veya Rum Ortodoks veya Ezidi bir aday olabilir. Ama en
uygunu Ermeni ve Kadın bir aday olabilir. Hatta Rakel Dink en uygun aday olur.
Böylece Türkiye politikasında gerçek bir deprem yaratılmış
olur.
Oy alıp almaması ve alacağı oy hiç önemli değildir.
Kaldı ki, sanılandan çok daha fazla oy alır.
MHP ve CHP’nin adayının Müslüman kimliği karşısında Hıristiyan
bir aday, şehirli ve laik kesimlerde ve Alevilerde geniş bir destek bulur.
Özel savaş dairesinin Ermenilere yönelik terörünü biraz daha
ileri bir noktada karşılamayı sağlar.
Ama daha önemlisi Ortadoğu’nun Hıristiyanlarına en önemli
mesajı vermiş olur.
Türkiye’deki Rum ve Ermeniler kesildiği ve sürüldüğü için
nüfusun “% 99’u Müslüman”dır.
Bir zamanlar, çok değil 1915’den önce, bu ülkenin en azından
üçte biri Hıristiyan’dı.
Ve Ortadoğu ülkeleri hala bu bileşimi korumaktadırlar oralardaki
Hıristiyanlar bu katliam ve sürgünlere uğramadıkları için.
Çoğu ülkede Hıristiyanlar nüfusun dörtte birine yaklaşırlar.
Ayrıca entelektüel kapasiteleri, kültürel, siyasi ve örgütsel güçleri nüfus
içindeki oranlarından çok daha fazladır.
Böylece örneğin Rakel Dink gibi bir adayla hem Türkiye
sarsılır, hem de Kürt özgürlük hareketi Ortadoğu’nun Hıristiyanlarına, Yahudilerine,
Alevilerine, Dürzîlerine, Kopt Kilisesindekilere, Ezidilere mesajını netçe
iletmiş olur.
Böylece özellikle Suriye’de şu an çok önemli olan destekleri
veya hayırhah tavırları sağlanmış olur.
*
Evet, önerimiz yeni durumda böyle.
a)
Bekaroğlu
b)
Eğer Bekaroğlu değil de bir kadın gösterilecekse,
sadece kadın değil; aynı zamanda bu %99’u Müslüman olan Türklere demokrat olmaları
gerektiğini gösterecek, (örneğin Rakel Dink gibi) bir Hıristiyan yurttaş aday
gösterilmeli.
Ama muhtemelen bu öneri de görmezden gelinecektir.
Büyük politikacıların ince stratejik hesaplarında böyle açık
ve direk ifade edilmiş öneriler gerçekleşmeyecek fanteziler olarak görülürler.
Tarih bu büyük politikacıların ne kadar küçük hesaplarla iş yaptığını defalarca göstermiş olmasına rağmen.
Tarih bu büyük politikacıların ne kadar küçük hesaplarla iş yaptığını defalarca göstermiş olmasına rağmen.
17 Haziran 2014 Salı
Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak
isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder