Bugün Gezi’nin birinci yılı.
Taksim Dayanışma’nın Çağrısı: Taksimdeyiz (“Alanlardayız”).
Eğer bir mucize olmaz ise, 1 Mayıs’ın ikinci bir versiyonu
olur. Gezi’nin esas kitlesi oraya gelmeyecektir.
Örgütlü gruplardan veya onlarla ilgili insanların
oluşturduğu bir kitle gelir. Her zaman olduğu gibi, Polis’in vahşi şiddeti ve gazla
geri püskürtülüp dağıtılır. Moraller daha bozulmuş; sonraki protestolara
gelecekler daha azalmış olarak biter.
Dün akşam Kadıköy’deki forumların buluşması vardı, “ne
yapalım” diye.
Birçok konuşmacı, Çağrı zaten yapılmış, giden gider ve ister
istemez gidilir; ama bu çerçevede daha iyi neler yapılabilir; gidiş nasıl
örgütlenebilir; orada nasıl olsa gazı yiyip alana giremeyeceğiz ama en azından
nasıl dönülür; Gezi bir günlük bir süreç değil, iki haftalık bir dönemdi. İki
hafta neler yapılabilir? Bari bunlara kafa yoralım anlamında konuşmalar yaptı.
Forumlar kendi almadıkları bir kararın uygulaması ile onu
düzeltmeye; madem alınmış ve çağrı yapılmış, oyunbozan olmayalım diyerek bir
çözüm bulmaya çalışıyorlardı.
*
Gezi ve Forumlar örgütlenip, yatay ilişki kuracak
mekanizmalar ve organlar yaratamayıp; birleşemeyip, içindeki gerçek eğilimleri yansıtamadığı
için; şimdi artık forumlardan ve alanlardan uzak duran gezi kitlesinin gerçek
eğilimlerini hiçbir şekilde ifade edememekte ve iradesini fiilen Gezi öncesi
dünyanın klasik örgütlerine dayanan ve onların eğilimlerini yansıtan organlara (Taksim
Dayanışma, Forumlar Koordinasyon vs.) bir yıl önce olduğu gibi, hala teslim
etmiş bulunmaktadır.
Bu durumda “Taksim Dayanışma”, “Forumlar Koordinasyon” gibi
organlar, varlıklarını onun bu zaafına bağlı olarak sürdürdüklerinden, bu zaafı
yok etmek için hiçbir şey yapmamaktadırlar.
İşçi sınıfı kendini yok etmek için iktidar olur? Bir parça
devrimci olsalar ve gezinin ruhuna uygun davransalar, kendi gerçek işlevlerini,
kendilerini var eden koşulları yok etme; yani Gezi’nin örgütsüzlüğüne son
verecek koşulları hazırlamak olarak tanımlarlar ve bu yönde tartışıp girişimlerde
bulunurlardı. Sadece bunu yapmamaları bile, bunların Gezi ile ilgisi olmadığını
gösterir.
Gezi’nin birinci yılında Taksim Dayanışma veya Forumlar
Koordinasyon’un yayınlayacağı bir tek doğru bildiri olabilirdi: “Tüm forumlardan ve Gezi Kitlesinden özür
diliyoruz. Bu bir yılda, Gezi’nin ve Forumların gerek İstanbul; gerek Türkiye çapında
bir irade geliştirebilmesi; yatay ilişkiler kurabilmesi; bunun maddi altyapısının
oluşturabilmesi için; kendimizin varlık koşulunu ortadan kaldırabilmek için hiçbir
şey yapamadık. Gezi’nin ve Forumların atomlarına ayrışmış ve iradesiz durumunu
veri kabul edip; sanki onun temsilcisi ve eğilimlerini yansıtan bir organmışız
gibi; onun adına kararlar alıp ilan ettik. Bize gösterilmiş ve gösterilen toleransı
bozuk para gibi harcadık. Bunun için özür diliyoruz ve şu andan itibaren bunu
değiştirmeyi temel hedefimiz olarak belirliyoruz. Bu bağlamda da Gezi’nin ve
Forumların kararını, yaratıcılığını ipotek altına almamak için hiçbir karar
almıyor; herhangi bir çağrı yapmıyoruz” diyebilirdi.
Bunu deseydi hiç olmazsa, Gezi’nin ve Forumların saygısını
ve güvenini kazanır; onları kendi yerini almaya zorlayabilirdi. Aksine bir zaafı
sürdürme ve ona dayanma vardı.
Öte yandan bu fiili durum, Gezi’nin gerçek kitlesinin
alanlardan ve forumlardan uzak durmasına; Forumlarda Gezi’den kalanların ise, genel
örgütlenme sorunlarını gündemlerinden iyice çıkarıp; özellikle çevre ve Kent
yaşamıyla ilgili kısmi ve yerel sorunlara yönelmesine yol açıyor.
Böylece Gezi ve Forumların zaafı iyice ebedileşiyor.
*
Bu nedenle, bugün Gezi’nin ve Forumların en acil sorunu:
Gezi’nin ve Forumların nasıl ve hangi araçlarla eğilimlerini ve iradesini
yansıtabileceği sorununu gündeme almaktır. Bizzat bunun tartışılması ve gündeme
alınması hayati önemdedir. Çünkü diğerlerinin varlığı ve etkisi tam da bunun
gündeme alınmamasıyla var olabilmektedir. Birini var eden koşullar diğerini yok
etmektedir.
Tam da bu nedenle; örneğin “Özyönetim ve Demokrasi çalıştay/forumları”,
tüm iyi niyetine ve bu sorunlara bir çözüm aramasına rağmen, tam da sorunu
böyle ele almayıp tartışmayı gündemden düşürdüğü; politik ve hedeflere ilişkin
bir farklılığı bilince çıkarıp tartışmadan uzaklaştırdığı için; sorunu sanki
bir bilgi ve uzmanlık sorunu imiş gibi ele aldığı için politik olarak, kendini
var eden kaygıya bile karşı işlev görmektedir.
Hedeflerin farklılığına ilişkin bir sorunu böyle ele almamanın
kendisi de bir hedefin tartışılmadan zımni dayatılması anlamına gelir nesnel
olarak.
*
Bugün Gezi’nin birinci yılında, ne yapılacağı; ne yapmanın
veya yapmamanın en doğru davranış olabileceği sorunu aslında taktikler; örgüt ve mücadele biçimleri sorunudur.
Taktikler, yani örgüt
ve mücadele biçimleri ise, bağlı oldukları strateji ve program
bağlamında anlam taşırlar. Bambaşka bir amaca hizmet için belirlenmiş bir
taktik ve mücadele biçimini; bambaşka bir amaç açısından doğru mu yanlış mı
diye tartışmak anlamsızdır.
O taktiklerin hangi amaçlara hizmet ettiğini göz önüne
almadan taktikler üzerine bir tartışma yürütmek; aslında farkına varmadan;
amaçlara ve programa ilişkin bir farklılığı yokmuş gibi varsayıp tartışmayarak;
tartışmayı taktikler üzerinden yürütmek anlamına gelir ve bu da tam bir
konfüzyona yol açar.
Dün akşamki tartışmaların özü de buydu.
Dün akşamki tartışmaların özü de buydu.
Gezi ve Forumlar şu çok açık sorunla yüzleşmek zorundadır: amaç
bu AKP iktidarını zayıflatmak ve yıkmak mı; yoksa bu merkezi, bürokratik, keyfi,
militer polis devlet cihazını parçalamak ve bunun için de için “karşı iktidar”
organları oluşturmak mı?
Bu esas programatik farklılıktır.
Gezi ve forumlar geçen yılın Haziranındaki kahramanlık
günlerinde, amacının ikincisi olduğunu; var olan bölünmelerle bölünmek
istediğini fiilen dile getirdi. Lice’deki ölümleri protestoya katılımıyla;
Yeryüzü İftarları’na katılımıyla hep bu iktidar muhalefet bölünmesinin dışına
çıkmak istediği mesajı vermeye çalıştı. Bu onun gerçek eğilimiydi.
Ancak içinde çok güçlü bir eğilim daha vardı. Gezi’yi
iktidara karşı bir muhalefet organına dönüştürüp, bir anti AKP veya anti Erdoğan
cephesinin kitlesel koçbaşı yapmak.
Geniş Kitlenin Taksimde ve forumlarda olduğu dönemde, bu
yöndeki girişimlere kendi varlığı ve yokluğuyla, katılımıyla, içgüdüsel bir
cevap vererek hep bir mesafe koymaya çalıştı. Ama kendisi bizzat kendi
eğilimlerini yansıtacak organlardan yoksun olduğu için dağıldıkça ve kendi
varlığı zayıfladıkça, bu olanağını yitirdi. Sadece Berkin Elvan’in cenazesi
gibi, çok istisnai durumlarda eğilimini gösterip ortaya çıktı; ve orada yine
iradesini ortaya koyamayınca geldiği gibi yok oldu. Gezi’nin ve forumların
eğilimi gibi yansıyan, CHP politikalarının bir benzeri oldu.
Gezi ana vuruş yöne olarak bu hükümeti değiştirmek amacını
benimsemiyordu ama hiçbir zaman bu amacı benimsemediğini açıkça ortaya koyacak
cesaret de gösteremedi ve örgütsüzlüğü ile bu olanağa da sahip olmadı
Örneğin kendisi Türk
bayrağı sallamadı; orada sallanmasını doğru da bulmadığını ima etti. Ama oraya
ısrarla gelen Türk bayraklarına karşı; Türklüğe veya başka bir şeye de prim
vermeyen; başka bir bayrak sorununu da gündeme getirmedi ve başka bir bayrak
çıkaramadı. Türklere, “biz Türk veya
Kürt; Alevi veya Sünni tanımıyoruz; kendimizi bunu tanımamakla tanımlıyoruz.
Türklüğün senin özel sorunundur; Forumlar ve Gezi kendini Türklükle tanımlamaz;
Türklük veya başka bir şeyle tanımlamamakla tanımlar” da demedi.
Tabii bunun denmediği yerde “karşı iktidar” veya “alternatif toplam” yaratma iddiaları; en can alıcı sorunla yüzleşmeyen ileriye kaçışlardan başka bir anlama
gelemezdi ve gelmemiştir.
Bu ciddi farklılık açık programatik ifadeler ile ortaya
koyulmadığı için; taktikler ve mücadele biçimleri üzerine tartışmalar hep Gezi’nin
ve Forumların amacının ne olduğu ve olması gerektiğine dair farklı görüşlerin
adının koyulmadan tartışılması olmaktan öteye gitmez ve gidememiştir.
Öte yandan ancak bunun esas gündeme alınmamasıyla fiili
durum sürdürülebileceğinden; bunun gündeme alınıp tartışılacağı bir altyapının
nasıl oluşturulabileceğini gündeme almayı engellemek de aslında özünde
forumların amacını Hükümet ve AKP karşıtlığı ile sınırlayan anlayışın bir
yansımasıdır.
Toparlarsak, Gezi’nin birinci yılında ne yapmanın doğru
olduğu, onun hangi amaç açısından tartışıldığı ile ilgilidir.
Eğer CHP’yi ve hükümeti değiştirmek gibi bir amacı
benimsemişseniz; iktidar muhalefet mücadelesinin dışına çıkmak; bir karşı iktidar
örgütlemek gibi bir amacınız yoksa elbette Taksim’e gelin demek, Polis’le
çatışma çıkacağı ve bile bile yenileneceği ama ertesi gün gazetelere, çatışma
resimlerinin dolacağı, dolayısıyla Hükümet’i zayıflatma ve tecrit politikasına hizmet
edeceği ileri sürülebilir.
Tabii amaç bir karşı iktidar tohumu atmak; var olan devleti kökten
değiştirmek; devlet olmayan bir devlet olarak tanımlanınca farklı örgüt ve
mücadele biçimleri doğru olur.
Tabii bu farklı amaçlara ilişkin olarak hangi taktik ve
mücadele biçimlerinin doğru olduğu tartışmasında da ayrılıklar olabilir ve bu
ayrımlıklarda aslında farklı amaçlardakiler, geçici olarak benzer taktik ve
mücadele biçimlerinde anlaşıyormuş gibi de görünebilirler.
Ancak bunların her biri için getirilecek argümanlar farklı
olur. Birinde argümanlar o araçların amaçlara hizmet edip etmediği açısından;
diğerinde ise amacın kendisinin yanlışlığı bakımından.
Bu nedenle bizim Taksim Dayanışması’na veya Forumlar
Koordinasyonu’na esas eleştirimiz bu taktik mücadele biçimine ilişkin yaptığı
çağrılar kadar ve onlardan öte onların amacınadır. Bu taktik biçimin bir karşı
iktidar amacına değil; Hükümete veya Erdoğan’a karşı bir amaca ve stratejiye
hizmet ettiği ve edeceği noktasındandır. Biz bizzat bu amacın kendisini yanlış
buluyoruz.
Türkiye’nin en acil sorununu Demokrasi olarak görüyoruz. Hükümet veya AKP veya Erdoğan’ın iktidardan
uzaklaştırılmasıyla hiçbir şey değişmez ve Türkiye’ye demokrasi gelmez. Çünkü
ezilenlere hizmet edemeyecek o baskıcı, bürokratik, militer, keyfi polis
devleti yerinde durmaya devam eder.
Ama biz bu devleti değiştirmek ve bu cihazı tasfiye etmek
için mücadele ettiğimizde en geniş birliği kurabilir; var olan bölünmeyle
bölünebilir ve kemikleşmeyi aşıp bu arada, bir yan ürün olarak, hükümeti de uzaklaştırabiliriz.
Bizim hedef ve stratejimiz budur. Biz bütün taktik adımları
ve mücadele biçimlerini bu açıdan değerlendiririz.
*
Program amacı; strateji
ise o amaca ulaşmak için dayanılabilecek güçleri
belirler. Dolayısıyla bunların arasında özsel,
zorunlu ve yakın bir ilişki vardır.
Hedefiniz hükümeti yıpratmak ve değiştirmek ise başka
güçlere ihtiyacınız vardır; devletin yapısını yıkmak ve değiştirmekse başka
güçlere.
Sadece nicelik olarak bile farklıdır. Basit bir çoğunluğu
alarak seçimlerde hükümeti değiştirebilirsiniz. Ama devleti değiştirmek ve yıkmak,
toplumun en azından yüzde seksenini, doksanını kazanmayı veya bunun önemli bir
bölümünü tarafsızlaştırmayı, hayırhah bir tavra kazanmayı gerektirir. Yani AKP’nin
tabanı da kazanılmadan bir değişiklik yapılamaz.
Güçler sadece nicelik olarak değil, nitelik olarak da
farklıdır. Kemalist darbecilere dayanarak; orduya dayanarak, bürokrasiye
dayanarak. Kökleri buralardaki nüfus kesimlerine dayanarak devleti
değiştiremezsiniz. Ama bunlara dayanarak hükümeti değiştirebilirsiniz.
Öte yandan AKP’ye oy verenler ve destekleyenlerin çok önemli
bir bölümü, ülkenin en yoksul ve alt kesimlerinden olduğundan, onların
kazanılması sizin için birinci derecede önemli olur. Bu durumda her örgüt ve
mücadele biçimini belirlerken, bu kitleye nasıl mesaj verebilirim; bunları nasıl
kazanabilirim gibi bir amacı gözetmeniz gerekir.
Tabii böyle bir kaygıyla hareket eden ile Hükümete karşı
zaten kemikleşmiş olanı mobilize etmek gibi; diğerine ulaşmak, onu anlamak ve
değiştirmek gibi bir derdi olmayanın önereceği ve benimseyeceği örgüt ve
mücadele biçimleri farklıdır.
*
Ama sorun ve farklılıklar burada da bitmez; bir de
mücadelenin yükseliş mi yoksa düşüş mü, ilerleme mi gerileme mi; aşamasında
bulunduğu da örgüt ve mücadele biçimleri bakımından büyük önem taşırlar.
Saldırı aşamasında, ricat aşamasında doğru olacak taktiklere
bağlı kalmak kadar; ricat aşamasında saldırı taktikleri uygulamak da aynı
şekilde yenilgilere ve bozgunlara sebep olurlar.
Örneğin Gezi ve forumlar, aslında bir gerileme içindeyken,
birçok eylem sanki bir saldırı aşamasındaymış gibi biçimlerde yapılmaktadır. Strateji
içindeki taktik hedef, mücadeleyi çok
haklı zeminlere çekerek; en geniş kitlenin desteğini alarak, gerilemeyi
durdurmak olmalı iken ve ancak yasalar ve olağan yurttaşlık haklarını uygulamak
ve savunmaya yönelik, pasif mücadele biçimleri buna uygun iken; sanki durum
tersiymiş gibi polisle bir güç mücadelesini davet eden biçimler, sadece ve sadece
bu yenilgi ve ricatın pekişmesine hizmet eder.
Özetle, Amaç (Hükümet mi – Devlet mi), Dayanılacak Güçler
(En geniş yoksullar ve karşı tarafında destekçilerini kazanmak mı; var olan
kemikleşmiş bölünmeler içinde mi?) Hangi aşamada (Saldırı mı Savunma mı)
bulunulduğu konularında doğru cevaplar verildiğinde ancak bu koşullarda hangi
örgüt ve mücadele biçimleri bu amaçlara hizmet eder sorusuna doğru bir cevap
verilebilir.
Bizim Cevaplarımız çok açıktır:
Amaç hükümet değil devleti
değiştirmektir; onun yapısını kökten değiştirmektir.
Bugün karşı tarafta bulunan en büyük güçleri (İşçilerin Sünni ve Türk ama aynı zamanda alt
kesimleri) kazanmayı hedeflemeli. Bürokratlar vs. kaybedilmeli.
Bir muhalefet partisi veya muhalif bir hareket gibi değil;
bir “karşı devlet” gibi örgütlenmelidir.
Mücadele gerileme konağındadır ve bu nedenle en geniş
kitleleri birleştirmeye ve örgütlemeye yönelik; karşı tarafı kendi koyduğu kuralları bile çiğnemeye zorlayan (Bir
zamanlar bir politikacının dediği gibi: “Yasallık
bizi öldürüyor”) pasif mücadele
biçimlerinin ağırlıkta olduğu taktik bir çizgi izlenmelidir.
Örgüt ve mücadele biçimleri de bu amaçlara hizmet edecek
şekilde olmalıdır.
Tabii, böyle bir amaç ve akıl yürütmeyle örneğin Taksim
Dayanışma’nınki gibi Taksim’e gel çağrısı yapmazsınız. Böyle bir çağrı yapsanız
bile, örneğin “bizlerin yurttaşlar olarak seyahat ve gezme hürriyetimiz var. Gösteri
anlamına gelecek, hiçbir slogan, özel işaret olmadan, gezide gezinmeye gelelim ve
orada gezinelim, gezinerek dolduralım dersiniz.
Normal bir günün normal vatandaşları gibi gezide gezinme
hakkını savunursun. Ama hükümetin buna bile tahammülünün olmadığını gösterir
onun kendi koyduğu ve uygulamakla yükümlü olduğu yasaları ve sözleri bile
çiğneyen keyfi bir hükümet olduğun gösterir; onun gerçek yüzünün kavranmasını
sağlarsın; moral üstünlük elde edersin.
Veya Taksim her yerde deyip, Parklarda Gezi’de bir zaman
olduğu gibi, komünler kurup; örgütlenme eksiklerini gidermeye; iki hafta boyunca
tartışıp, düşünmeye; aynı zamanda yerel sorunları gündeme getirmeye ve
yereldeki halkın katılımını sağlamaya yönelik bir eylem çizgisi benimsersin. Bu
vesileyle, o parklarda var olan TC’nin alternatifi bir Demokratik Cumhuriyet’in
tohumlarını atmaya çalışırsın.
İşte böyle.
Olmayanlar bunlar.
Tartışılması gerekenler bunlar.
Gezi, Hükümeti yıkma hedefine yönelik ve maalesef örgütlü
oldukları ve iyi manüplasyonlar yapabildikleri için Gezi’nin ve Forumların
eğilimleriymiş gibi görünenlerle bölünmeden; kendisi birleşemez.
Bu bölünme bugünkü somut koşullarda aslında Gezi’nin ve
Forumların, yatay ilişkiler aracığıyla kendisinin yeniden örgütlenmesi ve bunu
gündeme getirebilmesi sorunuyla doğrudan bağlantılıdır.
31.05.2014 08:42
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder