Bugünün Türkiye’sinde üç program, “üç tarzı siyaset” üç bayrakta ifadesini bulmaktadır: Türk Bayrağı,
Kürt Bayrağı ve Beyaz Bayrak. Bunlar her şeyden önce ulusun nasıl
tanımlanacağına ilişkin programlardır.
Birinci “Tarzı siyaset”in sembolü Türk bayrağıdır.
Bugünün Türkiye’sindeki bütün partiler, ulusun Türklükle
tanımlanmasını savunmakta ve bunda bir sorun görmemektedirler. Türklüğün de
kan, ırk ve Orta Asya’dan kaynaklanan bir tarihle tanımlanmasını savunurlar ve
bunda da bir sorun görmezler.
Dolayısıyla bütün partiler, hepsi sömürgecilik ve 19. Yüzyıl
usulü biyolojik ırkçılığa dayanırlar ulusu ve Türklüğü tanımlarken. Onun da geç
gelmiş ve geç geldiği için de daha da saldırgan Alman emperyalizminden
kaynaklanan versiyonuna dayanırlar.
Ulusun Türklükle tanımlanması ne demektir?
Her şeyden önce, anadili Türkçe olmayan veya kendini Türk
olarak görmeyenlerden alınan vergilerle okullarda Türkçe dersleri verilmesi; Türk
Tarihi okutulması; Türkçe dili, edebiyatı ve Türk tarihi öğretmenlerin eğitimi
ve maaşlarının karşılanmasıdır.
Sadece bunun kendisi bile başka dilden olanların baskı altına alınması; insanların dilleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmaları demektir. Devletin diller karşısında tarafsız olmaması demektir. Dilin politik bir anlamı var demektir. İnsanların ana dillerinde eğitim hakkının çiğnenmesidir. Türk devleti yurttaşlarına ana dillerinde eğitim hakkını tanımaması demektir.
Sadece bunun kendisi bile başka dilden olanların baskı altına alınması; insanların dilleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmaları demektir. Devletin diller karşısında tarafsız olmaması demektir. Dilin politik bir anlamı var demektir. İnsanların ana dillerinde eğitim hakkının çiğnenmesidir. Türk devleti yurttaşlarına ana dillerinde eğitim hakkını tanımaması demektir.
B.u bile eşitsizlikler ve temel insan haklarının
çiğnenmesidir.
Ama şiddet ve baskı bu kadar da değildir. Bir devlet pekâlâ ana dilde eğitim hakkını tanımayabilir ama isteyenin ana dilini kendi imkânlarıyla öğrenme hakkını, herhangi bir dili öğrenme hakkı bağlamında tanımaya devam edebilir. Türk devleti ise bunu da tanımadığı gibi, diğerlerini konuşmayı, öğrenmeyi vs. bile baskı altına alıp cezalandırarak katmerli bir ırkçılığı uygulamıştır.
Ama şiddet ve baskı bu kadar da değildir. Bir devlet pekâlâ ana dilde eğitim hakkını tanımayabilir ama isteyenin ana dilini kendi imkânlarıyla öğrenme hakkını, herhangi bir dili öğrenme hakkı bağlamında tanımaya devam edebilir. Türk devleti ise bunu da tanımadığı gibi, diğerlerini konuşmayı, öğrenmeyi vs. bile baskı altına alıp cezalandırarak katmerli bir ırkçılığı uygulamıştır.
Bu baskı PKK ve Kürt Özgürlük Hareketini ortaya çıkarmıştır.
Bugün gelinen aşamada Türk Devleti ulusun Türklükle
tanımlanmasında en küçük bir gerileme göstermemiştir ve göstermeyi de düşünmemektedir.
O sadece Kürtçenin de örneğin bir İngilizce gibi, öğrenilme hakkını tanımayı,
gidebileceği en uç nokta olarak görmektedir. Yani Ulus Türklükle tanımlanmaya
devam edilmelidir; ana dili öğrenmek de, İngilizce veya herhangi bir dili
öğrenme ve konuşma hakkı gibi bir hak olarak fikir hürriyeti bağlamında anlaşılmalıdır
demektedir.
Bütün partiler de bu konuda mutabıktırlar. Devlet bunun da
alanını dar tutma derdindedir ve bu noktaya gelmiş olmasını, bir taviz veya
Kürt Sorununun nedenlerinin ortadan kalkması gibi görmekte ve göstermektedir.
Bu er veya geç yenilgiye mahkûm ve günü geçmiş bir Türk
milliyetçiliğidir.
*
Ancak burada Türk milliyetçiliğinin ikinci ama henüz politik
ifadesini bulamamış ikinci bir versiyonundan da söz etmek gerekir. Bu daha “çağa
uygun” bir kültürel Türk milliyetçiliğidir. Bu da ırkçılığa dayanır ama bu
kültürel ırkçılıktır. Biyolojik ırkçılık 19. Yüzyıl sömürgeciliği ve
köleciliğin ırkçılığı idiyse; Kültürel Irkçılık da 20. Yüzyılın yeni
sömürgeciliğinin; bağımsız devletlerin oluşumu döneminin ırkçılığıdır.
Bu Türk milliyetçiliği, Ulusun Türklükle tanımlanmasında
sorun görmez; Türklüğün nasıl tanımlandığında sorunu görür ve onu değiştirmeye
çalışır. Yani Orta Asya’dan ve Irktan kaynaklanan bir tarih anlatmaz; Türklüğü,
Anadolu’dan ve buradaki halkların kültüründen çıkmış bir sentez olarak görür. Yani
bu Türklük anlayışında Ermenilik ve Rumluk, Türklüğün kendisini karşı kutup
olarak şekillendirdiği düşmanlar değil; kendisinin mirasını üstlendiği
kaynaklar olarak görülür. Ayrıca bu kültürel bağlar biyolojik olarak da gerçeğe
denk düştüğünden, yani bugünün kendine Türk diyenlerinin yüzde doksan beşi de Müslümanlaşmış
Rum ve Ermeniler vs. olduğundan aslında olgulara da daha denk düşer bu kültürel
ırkçılığa dayanan Türklük anlayışı.
Böyle bir Türk milliyetçiliği, elbette Türkiye için, hem
daha “çağdaş”; daha “post modern”; hem de jeopolitiğine daha da uygun bir Türk
milliyetçiliği olacağından, birçok sorunu çözebilirdi.
Ama bu olanak ve olasılık sadece çok cılız kültürel
eğilimler olarak vardır: Bu milliyetçilik henüz böyle kültürel bir Türk
milliyetçiliğinin dayanacağı bir Tarih bile yazabilmiş değildir; entelektüel
bir canlanma ve üstünlük gösterememektedir ve siyasi bir ifadesi yoktur.
Ancak bu yokluk, uygun bir konjonktürde hızla yayılıp bu
eksiklerini hızla gideremeyeceği anlamına da gelmez. Türkiye’nin “ver kurtul”cularından
aydınlarına ve liberallerine kadar geniş bir kesim böyle bir kültürel Türk
milliyetçiliğine geçmeye hazırdır.
Ancak verili durumda bu tür bir Kültürel Türk milliyetçiliği;
yani ulusu Türklükle tanımlamaya devam eden ama Türklüğü Kültürel olarak ve
başka bir kökenle (Anadolu) tanımlayan bir milliyetçiliğin bir politik programı
ve böyle bir hareket ve parti de yoktur.
*
İkinci “tarzı siyaset”e gelince. Bunun programını ve ulus
tanımını üç renkli Kürt bayrağı temsil etmektedir.
Bunun ulusu bir tarih ve dille tanımlama konusunda Türk
ulusçuluğu ile hiç bir ayrılığı yoktur. Tam da ayrılığı olmadığı için, ana dili
Kürtçe olanların ayrı bir ulus olduğunu savunmakta ve Kürtlüğü de tıpkı Türklük
gibi bir Dil ve Tarih ile tanımlamaktadır.
Ancak Türk milliyetçiliğinin varacağı en ileri nokta, bu
Kürt milliyetçiliğinin hareket noktasıdır. Yani Kürdistan’da okullarda Kürtçe
ve Kürt tarihi okutulmalıdır ama elbette insanların başka dilleri ve kültürleri
öğrenme hakkı da vardır ve olmalıdır. İnsanlar Kürtçe dışındaki diğer dilleri ve
tarihleri de ek derslerde veya özel hayatlarında özgürce öğrenebilirler ve öğrenmelidirler
demektedir.
Bu Kürt milliyetçiliği, özellikle PKK ve Öcalan versiyonunda,
Kürtlüğü, neolitik devrimden ilk uygarlığa geçiş ve İslam’a kadar bütün antik
uygarlıkların kültürel mirasının; Rönesans'tan Aydınlanma ve Sosyalizme, bütün
modern uygarlığın Kültürel mirasının devamı olarak anlatan “Kültürel ve
Aydınlanmacı” denebilecek bir milliyetçiliktir.
Ama bütün bu özellikleri onu bir Kürt milliyetçiliği
olmaktan çıkarmamaktadır. Tıpkı Türklüğün başka tanımlarının mümkün olması gibi;
Kürtlüğün de başka tanımları mümkündür ve PKK ve Öcalan bunun olabilecek en
ileri ve demokratik denebilecek versiyonudur.
Bu “Tarzı siyaset” Türklere, “korkmayın biz ayrılmayacağız ve ayrılmak istemiyoruz; bizi eşit bir
partner kabul eder ve şu ırkçı ve inkârcı Türk milliyetçiliğini bırakırsanız,
birlikte Ortadoğu ve Orta Asya’yı bile böyle bir anlayışa kazanabiliriz”
demektedir.
Bu aslında pek çok Türk milliyetçisinin ve Türk
burjuvazisinin ağzının suyunu akıtacak bir teklif ve programdır.
Bu milliyetçilik daha da ileri gitmekte, bunu Türk devletine
ve Türk ulusuna kabul ettirebilmek için, “İki ulusun ortak bayrağı Türk bayrağı
olabilir; İngiltere’de olduğu gibi Kürdistan’da Kürt bayrağı kullanmak bize
yeter; bu gibi sembolik sorunlarda bunu problem etmiyoruz; Adı Türkiye Cumhuriyeti
olarak da kalabilir; İçerik değiştikten sonra ismin de fazla bir önemi yoktur.”
demektedir.
Aslında bu normal Türklerin bile ağzının suyunu akıtacak bir
programdır. Elverişli bir konjonktürde ve bir krizde pek ala Türkler tarafından
da kabul edilebilir ve Abdullah Öcalan’ın başında bulunduğu bu Türk-Kürt
Devleti, Kürt hareketinin gençlik aşısıyla, hızla Ortadoğu’nun en canlı ve
büyük gücü olabilir. Hızla gönüllü katılımlarla Lübnan dağlarından Şattülarab'a
kadar yayılabilir.
Ancak bunun kabulü, Kürtlerin de eşit haklı bir ulus olarak
tanınmış olmasını gerektirir. Birlikte yaşamaya karar verenler artık Kürtler
olacaktır. Türk devleti bunu kabul edemez bugünkü yapısı ile. Kürtler de devletin,
bireysel haklarla sınırlanmış, Ulusu Türklükle tanımlamaya devam eden projesini.
Şu an bir denge durumu vardır. “Barış Süreci” denen ateşkes de aslında bu denge durumunun siyasi
bir ifadesidir. Zamanın Kürt hareketinden yana çalıştığını görmektedir Türk devleti.
Savaşın sonucunu da Suriye’deki ve Irak’taki gelişmeler belirleyecektir. Yerel
yönetimlere daha geniş alan tanıma sosuyla bugünkü merkezi devleti cilalayarak
Kürtleri Bireysel haklar düzeyinde tavizlere razı ederek Kürtlerin dinamizmini orta
doğuda konumunu güçlendirmenin aracı olarak kullanmayı hedeflemektedir.
Bu nedenle şu an “barış süreci” denen şey, savaşın başka bir
söylemle devam etmesinden başka bir anlama gelmemektedir. Sadece şu an silahlı
biçim, savaşın bir aracı olmaya uygun değildir. Bu biçimde şimdilik her iki
taraf da bir süre için kazançlı çıkmaktadırlar ve bu kazançlar sürdüğü sürece “barış
süreci” denen ateşkes devam eder.
Öte yandan bu projeler ulusu bir dille tanımlayarak,
gericiliğin temelini korurlar. İlk krizde dillere, dinlere (Balkanlaşma) hatta
aşiretlere göre politik birimler (Lübnanlaşma) kaçınılmazdır. Bütün Doğu Avrupa
ve Orta Doğu ve Afrika’nın tarihi bunun örnekleriyle doludur.
Bu iki proje de zorunlu olarak Balkanlaşma ve Lübnanlaşmayı
engelleyecek güçlü devletleri zorunlu kılar ve onlara haklılık ve meşruiyet
verir. İşte bugün Suriye’de Esat bile var olan Lübnanlaşmış bir Suriye’ye göre
daha iyi bir alternatif olarak tekrar ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla bu projeler, ne Türkiye’ye, ne Kürdistan’a ne de
Ortadoğu’ya huzur ve insanlara mutluluk getirmez.
*
Peki, çıkış yok mu?
Var ve çok basit. Bu üçüncü “tarzı siyaset”in bayrağı Beyaz bayraktır. Başka bir renk de
olabilirdi. Önemli olan rengin hiçbir dile, dine, kültüre vs. bir gönderme
anlamı olmamasıdır. Neredeyse bütün renkler belli siyaset, milliyet, din,
kültür ve hatta cins veya cinsel tercihlerle özdeşleştiği için; bunların
herhangi biriyle tanımlamaya karşı tanımlanmış bir ulus için, barıştan başka
bir şeyle özdeşleşmemiş ve hiç birine gönderme anlamı taşımadığı için beyaz
bayraktır.
Bu bayrak demokrasinin ve demokratların programını sembolize
eder. Diğerlerinin ortak olduğu varsayım ve kabullere karşıdır. Ulusu bir
dille, dinle, kültürle, tarihle tanımlamayı reddeder. Onu böyle tanımlamaya
karşı tanımlar.
Yani demokratik bir ulusta, ana dilinde eğitim bir temel hak
olur. Hiçbir dilin en küçük bir imtiyazı olmaz. Devlet herkese anadilinde
eğitim sağlamakla görevli olur. Aynı şekilde, okullarda herkes ana dilinde ama
ne Türk, ne Kürt, ne İslam, ne Aydınlanma vs. tarihi olmayan aynı ortak tarihi
okur. Bu ortak tarih tüm dillerden, dinlerden, kültürlerden, cinslerden vs. bir
araya gelmiş insanların yazacağı ortak bir tarihten başka bir şey olmaz.
Böylece insanlar gerçekten, dili, dini, kültürü, cinsi,
cinsel tercihi vs. ne olursa olsun biçimsel olarak en azından gerçek eşit
yurttaşlar olur. Devletin bir tek görevi bu eşitliği korumak olur.
Ana dilde eğitim bir temel hak olunca, yurttaşlar bu hakkın yanı sıra ve bu hakkı zedelemeden, günlük hayatı; ekonomik, siyasi, politik hayatı daha kolaylaştırmak için, bir “lingua Franz”a gerek görürlerse, buna ve ne olacağına kendileri karar verirler.
Ana dilde eğitim bir temel hak olunca, yurttaşlar bu hakkın yanı sıra ve bu hakkı zedelemeden, günlük hayatı; ekonomik, siyasi, politik hayatı daha kolaylaştırmak için, bir “lingua Franz”a gerek görürlerse, buna ve ne olacağına kendileri karar verirler.
Bu da bir ulustur ve bu da bir ulusçuluktur. Ama bu
diğerlerinden farklı olarak demokratik
bir ulus ve ulusçuluktur. Çünkü diğerlerinin hepsi eşitsizliği; okulların
ayrılmasını getirir. Bu ise eşitliği ve okulların birliğini. Diğerleri dillere,
dinlere göre ayrılmış politik birimlerin çatışmalarını veya bu potansiyel
tehlikeyi varsayar ve davet eder. Bu ise yok eder ve kökünü kazır.
Beyaz bayrak Sadece Türkiye ve Kürdistan için değil;
Ortadoğu için de biricik alternatiftir. Ama sadece Ortadoğu için değil, Dünya
için de. Böyle bir cumhuriyet aynı zamanda bir dünya cumhuriyetinin de tohumu
olur. Çünkü dille, dinle, kültürle bir ulusu tanımlamadığına göre niye bir
toprak parçasıyla da tanımlasın ki?
Bu program ve bayrak, Kürtleri ya da Türkleri birleştirmeyi değil; Kürtleri ya da
Türkleri dönüştürmeyi hedeflemektedir.
Bu Kürtlere ve Türklere, Türklüğü ve Kürtlüğü bırakmaları ve demokrat olmaları
çağrısıdır.
Bu ne demektir?
Bu kullanımda Kürt ve Türk politik kavramlardır: Devleti ya
da politik olanı Türklük ve Kürtlükle tanımlama ve bunu doğru olarak veya hedef
olarak belirleme anlamını taşırlar.
Demokrat ise, kendisinin ana dili Türkçe veya Kürtçe olsa da
ana dilde eğitimin insanların temel hakkı olduğunu; devletin herhangi bir dili
ve dini olmaması gerektiğini; tüm dillerin, dinlerin, kültürlerin, cinslerin
vs. eşitliğinin ancak böyle sağlanabileceğini savunandır. Demokrat için Türklüğün
ya da Kürtlüğün yeşil gözlü veya sarı saçlı olmaktan bir farkı yoktur. Kürtlük
veya Türklük linguistik veya kültürel özellikler anlamını taşır. Demokrat olmak
zaten başka bir anlamı; politik bir anlamı olmasını reddetmektir.
Türklerin veya Kürtlerin demokrat olması, Politik olanın Kürtlükle
veya Türklükle, bir dille veya tarihle tanımlanmasını reddetmeleri demektir.
Kendi dillerini veya kültürlerini değil.
*
Kürt hareketinin kendi dinamizmiyle bir evrim geçirip böyle
bir programa ulaşma olasılığı çok zayıftır.
Bunu ancak Gezi benzeri hareketler yapabilir ve buna
eğilimli olduklarını göstermişlerdir.
Gezi bu programı ve bayrağı benimsediği gün, tekrar doğar ve
hızla büyük bir güç ve umut olarak ortaya çıkar. O zaman hızla AKP’nin
ardındaki işçileri yanına çekebilir.
O andan itibaren, hala bir dinamizm ve değişim eğilimi
gösteren Kürt hareketinin değişimine de yol açıp; onun da bir Kürt hareketi
olmaktan çıkıp bir demokratik harekete dönüşmesinin kapısını açabilir.
Kürt hareketi bir “Türkiye Partisi” olma amacıyla buna da
kapalı olmadığının mesajlarını vermektedir. Eksik olan Türkiye’de bir
demokratik program ve harekettir. Bu hareket henüz olmadığı; İnsanlar henüz
demokrat değil; Türk veya Kürt oldukları için, henüz beyaz bayrak görünmüyor.
Ama Türkler ve Kürtler birer demokrata dönüşmeye başlarlarsa;
bugünkü Kürt ve Türk bayraklarının sembolleri; hiçbir politik anlamı olmayan
zenginliklerin sembolleri olarak beyaz bayrakların bir köşesinde yer
bulabilirler.
Bir de siyah ve kızıl bayraklar var birer alternatif
iddialı. Ama onlar, Türklükle tanımlanmış bir devleti ve ulusların böyle dillere
dinlere göre tanımlanmasını acil ve en temel siyasi mücadele hedefi
görmedikleri için; Türk veya Kürt bayraklarının içinde onlara zenginlik ve
esneklik katan semboller olmaktan öteye gidemiyorlar; gidemezler.
Gerçekten bir alternatif olmak istiyorlarsa, beyaz bayrağı
yükseltmelidirler.
Aksi takdirde, bırakalım iktisadi eşitliği (kızıl bayrak);
bırakalım ekonomik eşitliğin ötesindeki “anarşi”yi (“Cennet”, “Komünist
toplumun üst aşaması”) ve devletsizliği bir yana; en sıradan aydınlanmacı bir
biçimsel hak eşitliğinin bile önünde engel olmaya devam ederler.
10 Haziran 2014 Salı
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder