(Ortada ne Gezi, ne Barzani’nin Diyarbakır çıkarması yokken
beş yıl önce (Ekim 2008) yapılmış bir analiz. Günlük politikanın hay huyu
arasında kaybolmak istemeyenler için bir yazı. 28.11.2013)
Liberallerin ve onların sosyalistler içindeki uzantılarının
hiç sormadığı ve sorulmasından hoşlanmadığı soru şudur:
Barzani ile Öcalan arasındaki fark nedir?
Kişiler ve semboller
düzeyinde sorulmuş bu soru, politik ve
örgütsel olarak şöyle de sorulabilir:
PKK ile diğer Kürt ve/veya Kürdistan partileri, özellikle KDP
ve KYB (ve onların Türkiye'de ve diğer parçalardaki uzantıları) arasındaki fark
nedir?
Bu soru Programatik ve
Stratejik olarak şöyle de sorulabilir:
PKK'nın ve diğer Kürt/Kürdistan partilerinin hedefleri (Programları); kazanmaya ve yedeğe almaya çalıştığı
güçler ile karşıya aldığı güçler
arasındaki fark nedir?
Bu soru sosyolojik olarak
şöyle de sorulabilir:
PKK ve diğer Kürt partileri hangi farklı sınıfların konum ve çıkarları savunmaktadır?
Bu soruları sormadan ve bu sorulara açık ve doğru cevaplar
vermeden, Türkiye'de ve Ortadoğu'da kimse doğru dürüst, bırakalım sosyalisti,
demokratik karakterde bir politika bile yapamaz.
Biz bu soruya son derece açık ve net cevaplar veriyoruz.
PKK Kürdistan’daki pleplere (yoksullara), kadınlara, gençlere
dayanan, en modern, laik ve demokratik bir ulusçuluğa açık ve buna evrilen
devrimci demokratik karakteri ağır basan bir partidir.
Öcalan da bu sınıfsal ve toplumsal eğilimin örgütsel, politik
ve teorik önderidir.
Barzani ve diğer bütün Kürt partileri, burjuvaziye ve
aşiretlere dayanmaktadırlar, laik ve modern olmaktan çok uzaktırlar, devrimci
demokratik değil, mücadele ettikleri ülkelerin ulusçuluğuyla aynı gerici
ulusçuluğa dayanmaktadırlar ve bu eğilimlerin önderidirler.
*
Sorunu böyle koyup tartışan liberale nedense rastlanmıyor.
Burada yanlış veya doğru bir cevaptan değil, sorunun böyle sorulmamasından söz
ediyoruz. Diyebilirsiniz ki, Öcalan Barzani ve Talabani'den daha anti
demokratiktir. Bu yanlış da olsa bir cevaptır. Tartışılır. Ama bu soru
olmayınca bu cevap bile var olamıyor.
Çünkü böyle bir cevabı olgularla kanıtlamak güçtür.
Kanıtlanamaz da. Ama örneğin bizim savunduğumuza benzer bir değerlendirme
yapılırsa, o zaman niye daha demokratik bir eğilimin desteklenmediği; niye PKK
ve Öcalan'ın bu niteliğinin vurgulanmadığı ve bunun mantıki sonuçlarının ortaya
koyulmadığı soruları birbirini izleyecektir. Bütün bu tutarsızlıklardan
kaçmanın bir tek yolu vardır: suyu baştan kesmek, bu soruyu hiç sormamak.
Bir parça demokrat olan herkes, bölge oligarşilerine ve
bunlardan en etkilisi olan Türk devletine karşı mücadelelerinde genel olarak
Kürt hareketini desteklemelidir. Çünkü baskıya karşı bir harekettir ve nesnel
sonuçları itibariyle demokratiktir.
Ama demokrat olan, Kürtler içinde de, diğerleri karşısında
PKK'yı desteklemelidir.
Emperyalistler, Türk devleti ve Bölge oligarşileri çok açık
olarak, PKK'ya karşı diğer partileri, Barzani ve Talabani'yi desteklemektedir.
Bu anlaşılır bir durumdur.
Ama Türkiye'deki sosyalistlerin, demokratların ve
liberallerin, PKK'yı diğer Kürt partileri karşısında desteklememeleri ve bir
fark yokmuş gibi davranmaları açık bir intihar politikasından başka bir anlama
gelmez.
Türk Devleti, Amerika, Avrupa, bunların politik eliti,
istihbarat teşkilatları, orduları, stratejik araştırma merkezleri vs. bu farkı
ve farkın ne olduğunu çok iyi bilmektedirler. Yani PKK'nın bütün Kürt/Kürdistan
partilerinden farklı olarak, Modern, Laik ve Plebiyen (Yoksullara Dayanan) bir
hareket olduğunu çok iyi bilmektedirler.
Ama tam da bunu çok iyi bildikleri ve bu gerçeği diğer
uluslardan milyonlarca ezilenden gizlemek ve onu tecrit edebilmek için, bu
gerçeği gizlemek zorundadırlar. Onlar karşı cephededirler ve böyle
davranmalarında anlaşılmayacak hiçbir yan yoktur.
Bu güçlere, yani Türkiye'nin egemenlerine, büyük ve güçlü
emperyalist ülkelere karşı olduğunu, demokratik olduğunu iddia eden güçlerin bu
soruyu sormamaları ve sorduklarında açık bir cevap vermemeleri kendileri
hakkındaki kendi tanımlarıyla çelişmektedir. Ama bu çelişki, tam da Küçük
burjuvazinin karakterinin bir dışa vurumdur. Yani, mantıksal olarak çelişki
olan, sosyolojik olarak çelişki değildir.
*
Peki, niçin PKK'nın sınıfsal niteliği ile Türkiye ve Orta
Doğu'da politika yapabilmek arasında kopmaz bir ilişki vardır?
Bu ilişki en iyi bir analoji aracılığıyla açıklanabilir.
PKK'nın niteliği, sınıfsal temeli ve programının ne olduğu,
tıpkı duvarın çökmesi öncesinde Soyetler'in niteliği gibidir.
O zamanlar Sovyetlerin niteliği konusunda doğru bir görüşe
sahip olmadan, dünyada kimse doğru dürüst bırakalım sosyalisti, demokratik
karakterde bir politika yapamazdı.
Sovyetler kapitalist bir ülke olarak tanımlandığı takdirde,
"Üç Dünya Teorisi"ni ortaya atan Çin veya onun Türkiye'deki
uzantıları gibi (Doğu Perincek ve partisi), birden bire en saldırgan
emperyalist politikaların yedeği konumuna düşmek kaçınılmazdı.
Örneğin bu bakışı mantık sonuçlarına götüren Doğu Perincek
"Ege Ordusu Rus hududuna" diye slogan atıyor ve böylece en
azgın, en şahin NATO generalleriyle, en saldırgan ve savaşçı emperyalist
politikaların savunucularıyla aynı telden çalıyordu. Bırakalım bir demokrasi
veya reformlar cephesini, en gerici emperyalistlerin cephesinde yer alıyordu.
Benzer şekilde, Sovyetleri sosyalist olarak tanımlamak da,
onun sosyalist olduğunu söyleyen emperyalistlerle ve kendi egemenliklerinin
sosyalizm olduğunu söyleyen bürokratik kastla aynı varsayımı paylaşmak,
dolayısıyla oradaki eşitsizlikler ve baskı bir gerçeklik olduğundan, tutarlı
bir demokrat olamamak; ezilenlerin sosyalizmden uzaklaşmasına yol açmak;
politik olarak da Sovyet dış politikasının, bu Bürokratik kastın dış
politikasının ve diplomatik manevralarının basit bir aracı olmak sonucunu
veriyordu.
Ancak Sovyetlerin hiç de kapitalist olmadığını, ama sosyalist
de olmadığını, orada kapitalist olmayan bir ekonomiye egemen bürokratik bir
kastın, bir "Nomenaklatura"nın egemen olduğunu savunan doğru
bir çözümleme, böylece ne emperyalist gericiliğin ne de bu bürokratik kastın
yedeği olmayan devrimci ve demokrat bir politikayı mümkün kılardı.
*
İşte PKK'nın niteliği sorunu da Türkiye ve Orta Doğu'da aynı
durumdadır.
Kimi radikal Türk solcularının veya birçok PKK'lının kendisini
gördüğü gibi, PKK'yı bir sosyalist örgüt olarak, bir proletarya partisi olarak
görmek ve değerlendirmek, tıpkı bir zamanlar Sovyetler Birliğini sosyalist
görmek gibi sonuçlar verir. Sosyalizmi diskredite eder ve PKK politikalarının
ve diplomatik manevralarının basit bir aracı olmakla sonuçlanır.
Ama PKK'yı diğer Kürt ve Kürdistan partileri gibi, sadece bir
ulusal hareket, bir Kürt hareketi olarak görmek de, tıpkı bir zamanlar Sovyetleri
kapitalist bir ülke olarak tanımlamak gibi en gerici politikaların destekçisi
olmakla sonuçlanır.
"PKK'nın diğer Kürt ve Kürdistan partilerinden farkı
nedir?" sorusunu sormayan veya sorsa bile bu soruya yanlış cevap verenler;
yani zımnen ve fiilen onu sadece Kürtlerin hakları için mücadele eden bir Kürt
partisi olarak tanımlayan liberaller ve onların sosyalistler içindeki
uzantıları (en tipik örneği ÖDP'dir) son duruşmada hem Türkiye'de hem de
Kürtler içinde en gerici parti ve politikaların nesnel destekçisi olurlar.
Bu nedenle PKK'nın niteliği konusunda açık bir görüş, doğru
bir görüş, ekmek kadar su kadar hayati öneme sahiptir.
*
Türkiye'nin liberalleri bu sorudan niçin kaçmaktadır? Niçin
kendi ayaklarına kurşun sıkmaktadırlar?
Bu mekanizma şöyle işlemektedir.
Liberal demek burjuva demektir.
Burjuvazinin en kendine demokrat diyenleri bile, 1848
devriminden beri ezilenlerden, pleplerden korkar.
Burjuvazi on dokuzuncu yüzyılda, birkaç kere bu plepleri
(Baldırı çıplakları, Donsuzları, San Külot), feodal beylere ve büyük toprak
sahiplerine karşı bir koçbaşı olarak öne sürdü. 1791'de, 1830'da ve en son
1848'de. Ama her seferinde, başına topladığı cinleri dağıtamayan büyücüye
döndü. Her seferinde Plepler bir süre sonra burjuvaziye karşı yöneldiler. Bu
cinleri tekrar şişeye sokmak için, yani ezmek için, burjuvazi tüm programından
vazgeçmek, tüm söylediklerini inkâr etmek, kendi kurduklarını yıkmak; tekrar
Napolyon avantüriyeleriyle, eski rejimin destekçileriyle ittifak yapmak zorunda
kaldı.
İlk Fransız devriminde o plepler henüz modern proleterler
haline gelmemişlerdi, o nedenle onları bir koçbaşı olarak kullanmak o kadar
büyük bir risk oluşturmamış ve kolaylıkla ezilmişlerdi. Ama onlar yavaş yavaş
modern sanayinin ürünü işçiler haline gelince, onları kontrol etmenin güçlüğü
daha bir açık olarak görülmeye başlıyordu.
Örneğin daha 1848'in arifesinde, hala yarı esnaf karakterini
taşıyan lonca benzeri meslek esasına dayanan sendikalarda örgütlü olsa bile, bu
artık modern proleterler haline gelmiş plepler, burjuvazinin karşısına "Komünist
Manifesto" gibi, bambaşka bir programla çıkabiliyorlardı. Burada onu
yazan ve kabul edenlerin gücü değil, niteliği, sembolik anlamı önemlidir.
Bu nedenle bir rastlantı değildir, 1848'in burjuvazinin son
kez demokratik özlemlerle ayaklanan kitlelerle çok kısa bir süre için de olsa
aynı saflarda olması. Korkusu haklıydı.
Ve o günden beri, burjuvazi kitlelerden korkar olmuştur. Anti
demokratik bir rejimin artık katlanılmaz olduğu tipik Türkiye gibi ülkelerde
bile, burjuvazi (yani liberaller) kitleleri örgütleyip sokağa çıkarmaya
kalkmazlar, bundan korkarlar ve bu eğilimdeki sosyalist ve plebiyen (devrimci
demokrat) hareketlere karşı güç gizleyebildikleri bir düşmanlık ve kuşku
beslerler.
Bu durumda, bu artık katlanılmaz olmuş keyfi askeri bürokratik
oligarşinin egemenliğine karşı ezilenlerin devrimci demokrat kitle
hareketlerini destekleme ve örgütleme olmayınca, dayanılacak güç, uluslar arası
çelişkilerde aranır. ABD'nin Orta Doğu'da "ılımlı İslam" planı veya
Avrupa Birliği'nin kendisine rakip bir siyasi irade oluşturmasını engellemek
için Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesini desteklemesi ve bunlar için
gereken kimi reformlar, biricik gerçekçi program ve ezilenlerin kitle
hareketlerinin yerini dolduracak biricik güç kaynağı olarak ortaya çıkar
liberallerin bakışında.
O zaman, liberaller konumlarını bu güçlere göre belirlerler.
Ama tam da bu güçler bilmektedir PKK'nın plebiyen özelliğini ve tam da bu
nedenle PKK'yı tecrit etmek istemektedirler.
Çünkü bu hareketin başarısı, sadece Türkiye'ye değil bütün
bölgeye gerici ulusçuluğa dayanmayan, bölge halklarını birleştirebilecek bir
demokrasi getirebilir. O zaman bölgenin, emperyalist ihtiyaçlara uygun olarak
bu günkü gibi birbirine karşı kullanılması mümkün olmaz.
Emperyalistler bu hesapça, çok iyi bildikleri niteliği
nedeniyle PKK'ya karşı Barzani ve Talabini'yi desteklerler. Liberaller de,
kitlelerden korktukları ve bunun yerini dolduracak gücü Amerika ve Avrupa'da
buldukları için, otomatikman bu politikaların destekçisi olurlar. Böylece
demokrasi özlemleri ile gerçek yaptıkları arasında bir çelişki oluşur. Demokrasi
isterler ama bölgedeki ve Türkiye'deki en büyük ve demokratik kitle hareketine
karşıdırlar, onun başarısını istemezler. Böylece demokratik hareketten tecrit
olurlar. Ve demokratik hareketi tecrit etmenin aracı olurlar.
Ama bu durum, onu karşı olduğu güçler karşısında da tecrit
eder.
Çünkü bu konumlarıyla liberaller, aslında Amerika ve Avrupa
ile Türkiye’nin askeri bürokratik oligarşisinden çok daha az içli dışlı
olmalarına rağmen (Türk ordusu NATO üyesidir. Bütün silahlarını hatta günlük
istihbaratını bile onlardan alır), fiili politikalarıyla bu güçlerin
Türkiye'deki bir uzantısı olma görünümünden kurtulamazlar. Ve böylece aslında
kendilerinin destekçisi olabilecek şehir orta sınıflarını, Askeri Bürokratik
Oligarşinin yedeğine terk ederler. Şehir orta sınıflarının böylesine Askeri
Bürokratik Oligarşinin kontrolüne kaymalarının kendi suçlarının sonucu
olduğunu; tutarlı demokrat bir çizgiyi savunamadıkları için onların oraya
hapsolduğunu göremezler.
Ve tam bu durum nedeniyle, geniş orta sınıfları ve işçileri
örgütleme potansiyeli gösteremezler. İşçiler AKP'nin, orta sınıflar Askeri
Bürokratik Oligarşinin yedek gücü olmaya devam ederler.
*
Liberallerin kurtuluşun bir tek yolu vardır.
Demokrasi mücadelesinin öz gücünü, Amerika veya Avrupa veya
AKP'de veya Barzani AKP işbirliğinde değil, Kürt Özgürlük hareketinin Plebiyen
kanadında görmek. Açıkça ondan yana tavır almak. O zaman liberaller PKK'nın bir
türlü başaramadığı Batı'nın şehirlerini örgütleme becerisini gösterip gerçek
bir güç haline gelebilirler.
Ama bu takdirde de Amerika ve Avrupa'nın desteğini
kaybedecekleri açıktır. Askeri bürokratik Oligarşinin ve AKP'nin saldırılarının
hedefi olacakları da açıktır. Bu saldırıları göze almadan da olumlu bir gelişme
ve tıkanıklığın aşılması mümkün değildir.
Ama böyle davranabildikleri an Liberal olmaktan çıkıp bir
demokrat haline gelirler.
*
Liberaller ve onların uzantıları, bu günkü yaklaşımlarıyla
sadece işçileri AKP'ye, orta sınıfları Askeri Bürokratik oligarşiye mahkûm
etmezler; kendilerini ve Kürt hareketini de güçsüzlüğe mahkûm ederler.
Ama daha önemlisi, bu miyop politikalar sonucunda karşı
çıktıkları askeri bürokratik oligarşinin ömrünü ve egemenliğini güçlendirme
şansı sunarlar.
Nasıl mı?
ABD+AB+AKP+Barzani= Ilımlı İslam denklemi karşısında, iyice
tecrit olan ve egemenliğini tehlikede gören Askeri Bürokratik Oligarşi, bu
denklemin tecrit edip yok etmeye çalıştığı PKK ile açıktan ittifaka girip, yani
onun önünü açıp, yani liberallerin korkusundan yapamadığını yapıp bütün
inisiyatifi ele alıp, ömrünü bir elli yıl daha uzatmanın yolunu arayabilir. Bu
sanıldığından çok daha güçlü bir olasılıktır ve bütün bilinen kalıplar alt üst
olur.
O zaman "bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz
getiririz" diyen Ankara Valisi gibi, en iyi ve hızlı Kürtçülüğe de
soyunup liberallerin bütün silahlarını elinden almakla kalmaz, cephesini
korkunç ölçülerde genişletebilir de.
Bu eğilimin Askeri Bürokratik Oligarşi içinde her zaman
bulunduğu açıktır. Yalçın Küçük'ten, Erdal İnönü'ye kadar geniş bir yelpaze bu
stratejiyi savunmuştur. Ancak bu stratejinin Askeri Bürokratik oligarşi içinde
güçlenmesi ve başat eğilim halini alması, inkâra dayanan konseptin iflasıyla,
yani ciddi askeri yenilgiler ve tecrit ile mümkündür.
Ama o zaman liberaller tüm silahlarının elinden alındığını,
dayandıkları tüm kavram ve kabullerin tuzla buz olduğunu göreceklerdir. Ve bunu
hazırlayan bizzat liberallerin kendisidir.
Örneğin Taraf, bu gün fiilen, böyle bir stratejinin
askeri bürokratik oligarşi içinde daha etkili olmasının koşullarını
hazırlamaktadır muhtemelen. Ve yine muhtemelen böyle bir stratejiyi savunanlar Taraf'a
gerekli belge ve bilgiyi sunmaktadırlar.
Yani tarihin liberallerle alayı öyle olabilir ki, liberaller
askeri bürokratik oligarşinin Kürt sorununa bir çözüm bulmasının, örneğin Kürt
ve Türk devletinin veya Anayasal vatandaşlıkta bir Türkiye devletinin ve
dolayısıyla onun ömrünün bir elli yıl daha uzamasının aracı olabilirler. Ve
şimdi gidiş de bu doğrultudadır.
*
Tarihsel tecrübelere bakıldığında, burjuvazinin korkaklığı
karşısında, Askeri Bürokratik Oligarşi daha kararlı ve zorda kaldığında epeyce
esnek de olabilme özelliği göstermiştir.
Örneğin Burjuvazi İkinci dünya savaşı sonrasında, Demokrasi ve
Çok Partili Rejim isteme cesareti gösteremezken, o günkü dünyanın değişen
dengelerini gören "Milli Şef" İnönü, çok partili rejime geçmiş ve bu
oligarşinin egemenliğinin bu güne kadar yaşamasını sağlayan bir esnekliği
sisteme sağlamıştır.
Yarın çok sıkışınca, Ilımlı İslam projesi, liberallerin de
desteğiyle yerleşip şehir orta sınıflarının ve Alevilerin tepkisini arttırınca
ve bu durumda Askeri Bürokratik Oligarşi köşeye sıkışıp egemenliğinin ve
gücünün elinden gittiğini görünce, stratejik bir dönüş yapabilir tıpkı
İnönü'nün 1946'da yaptığı gibi. AKP ve ABD'nin Barzani ile ittifakı karşısında
PKK ile ittifak yapabilir. PKK modern ve laik bir harekettir, böyle bir ittifak
Alevilere ve Şehir orta sınıflarına sadece muazzam bir enerji vermez büyük
ölçüde işçileri de kazanabilir.
Bu olasılık sanıldığından çok daha güçlüdür. Ve Ilımlı İslam
projesi güçlenip mevziler kazandıkça bunun gerçekleşme olasılığı artar.
*
Türkiye'de geleceği PKK ile ittifak yapan kurar.
AKP (Anadolu Burjuvazisi) bu şansı kaçırdı. Liberaller (Batı
Burjuvazisi) bu şansı tepmeye devam ediyorlar. Askeri Bürokratik oligarşi ise
bu kartı henüz oynamadı.
Oynadığında ne olur? Bu otomatikman onun egemenliğini
pekiştirmez.
Askeri Bürokratik Oligarşi açısından bu kartı oynamak, Alman
Genel Kurmayı'nın, Doğu cephesinde rahatlamak için Lenin'in Rusya'ya girişini
sağlamasına benzer. Cinler şişeden çıkar. Bundan kimin kazançlı çıkacağı belli
olmaz.
PKK'nın plep ve jakoben özelliği ile Askeri Bürokratik
Oligarşi'nin Bonapartist özelliği çelişki içindedir. Ama PKK’nın bu günkü
durumda yeterince ortaya çıkmamış bürokratik ve Bonapartist bir yanı da vardır.
Türkiye'nin askeri bürokratik oligarşisi PKK'nın bu yanıyla
ittifak edip bir Kürt-Türk bürokrasisi biçiminde egemenliğini ve ömrünü
uzatabilir.
Ama böyle uzlaşma için bile, PKK'nın önünün açılması, aynı
zamanda, Türkiye'deki yoksulların da hızlı bir politizasyonu ve radikalizasyonu
demektir. Ve PKK'nın esas başat eğilimi, yoksullara dayanan radikal
demokrasidir.
Bu eğilim o zaman kendini ifade ve Türkiye’nin ezilenlerine
anlatma olanağı bulabilir.
Bu gün Kürtleri linç etmek isteyen veya Apo'yu yakmak isteyen Türkiye'nin
şehir yoksulları, şimdiye kadar aldatıldıklarını anlayınca, yaktıklarına
tapmaya başlarlar.
Türk Askeri Bürokratik Oligarşisinin devletini ve ömrünü
uzatabilmek için böyle bir girişimi, hiç hesaplanmayan sonuçlarıyla, batıda
gerçekleşecek böyle bir politizasyon ve radikalleşme gerçek bir demokratik
devrimin vesilesi de olabilir.
Sonuç ne olursa olsun, Askeri Bürokratik Oligarşinin stratejik
bir dönüşle yol açacağı gelişmelerle, her halükarda, Bürokratik ve Bonapartist
güçler ile Plebiyen ve Jakoben güçler arasında bir hesaplaşma ve çatışma
kaçınılmaz olur.
Sonucu mücadele belirler: Sonucu bu günden oluşan küçük de
olsa birikimler belirler.
Demir Küçükaydın
22 Ekim 2008 Çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder