28 Kasım 2013 Perşembe

Liberaller ve PKK

(Ortada ne Gezi, ne Barzani’nin Diyarbakır çıkarması yokken beş yıl önce (Ekim 2008) yapılmış bir analiz. Günlük politikanın hay huyu arasında kaybolmak istemeyenler için bir yazı. 28.11.2013)
Liberallerin ve onların sosyalistler içindeki uzantılarının hiç sormadığı ve sorulmasından hoşlanmadığı soru şudur:
Barzani ile Öcalan arasındaki fark nedir?
Kişiler ve semboller düzeyinde sorulmuş bu soru, politik ve örgütsel olarak şöyle de sorulabilir:
PKK ile diğer Kürt ve/veya Kürdistan partileri, özellikle KDP ve KYB (ve onların Türkiye'de ve diğer parçalardaki uzantıları) arasındaki fark nedir?

Bu soru Programatik ve Stratejik olarak şöyle de sorulabilir:
PKK'nın ve diğer Kürt/Kürdistan partilerinin hedefleri (Programları); kazanmaya ve yedeğe almaya çalıştığı güçler ile karşıya aldığı güçler arasındaki fark nedir?
Bu soru sosyolojik olarak şöyle de sorulabilir:
PKK ve diğer Kürt partileri hangi farklı sınıfların konum ve çıkarları savunmaktadır?
Bu soruları sormadan ve bu sorulara açık ve doğru cevaplar vermeden, Türkiye'de ve Ortadoğu'da kimse doğru dürüst, bırakalım sosyalisti, demokratik karakterde bir politika bile yapamaz.
Biz bu soruya son derece açık ve net cevaplar veriyoruz.
PKK Kürdistan’daki pleplere (yoksullara), kadınlara, gençlere dayanan, en modern, laik ve demokratik bir ulusçuluğa açık ve buna evrilen devrimci demokratik karakteri ağır basan bir partidir.
Öcalan da bu sınıfsal ve toplumsal eğilimin örgütsel, politik ve teorik önderidir.
Barzani ve diğer bütün Kürt partileri, burjuvaziye ve aşiretlere dayanmaktadırlar, laik ve modern olmaktan çok uzaktırlar, devrimci demokratik değil, mücadele ettikleri ülkelerin ulusçuluğuyla aynı gerici ulusçuluğa dayanmaktadırlar ve bu eğilimlerin önderidirler.
*
Sorunu böyle koyup tartışan liberale nedense rastlanmıyor. Burada yanlış veya doğru bir cevaptan değil, sorunun böyle sorulmamasından söz ediyoruz. Diyebilirsiniz ki, Öcalan Barzani ve Talabani'den daha anti demokratiktir. Bu yanlış da olsa bir cevaptır. Tartışılır. Ama bu soru olmayınca bu cevap bile var olamıyor.
Çünkü böyle bir cevabı olgularla kanıtlamak güçtür. Kanıtlanamaz da. Ama örneğin bizim savunduğumuza benzer bir değerlendirme yapılırsa, o zaman niye daha demokratik bir eğilimin desteklenmediği; niye PKK ve Öcalan'ın bu niteliğinin vurgulanmadığı ve bunun mantıki sonuçlarının ortaya koyulmadığı soruları birbirini izleyecektir. Bütün bu tutarsızlıklardan kaçmanın bir tek yolu vardır: suyu baştan kesmek, bu soruyu hiç sormamak.
Bir parça demokrat olan herkes, bölge oligarşilerine ve bunlardan en etkilisi olan Türk devletine karşı mücadelelerinde genel olarak Kürt hareketini desteklemelidir. Çünkü baskıya karşı bir harekettir ve nesnel sonuçları itibariyle demokratiktir.
Ama demokrat olan, Kürtler içinde de, diğerleri karşısında PKK'yı desteklemelidir.
Emperyalistler, Türk devleti ve Bölge oligarşileri çok açık olarak, PKK'ya karşı diğer partileri, Barzani ve Talabani'yi desteklemektedir. Bu anlaşılır bir durumdur.
Ama Türkiye'deki sosyalistlerin, demokratların ve liberallerin, PKK'yı diğer Kürt partileri karşısında desteklememeleri ve bir fark yokmuş gibi davranmaları açık bir intihar politikasından başka bir anlama gelmez.
Türk Devleti, Amerika, Avrupa, bunların politik eliti, istihbarat teşkilatları, orduları, stratejik araştırma merkezleri vs. bu farkı ve farkın ne olduğunu çok iyi bilmektedirler. Yani PKK'nın bütün Kürt/Kürdistan partilerinden farklı olarak, Modern, Laik ve Plebiyen (Yoksullara Dayanan) bir hareket olduğunu çok iyi bilmektedirler.
Ama tam da bunu çok iyi bildikleri ve bu gerçeği diğer uluslardan milyonlarca ezilenden gizlemek ve onu tecrit edebilmek için, bu gerçeği gizlemek zorundadırlar. Onlar karşı cephededirler ve böyle davranmalarında anlaşılmayacak hiçbir yan yoktur.
Bu güçlere, yani Türkiye'nin egemenlerine, büyük ve güçlü emperyalist ülkelere karşı olduğunu, demokratik olduğunu iddia eden güçlerin bu soruyu sormamaları ve sorduklarında açık bir cevap vermemeleri kendileri hakkındaki kendi tanımlarıyla çelişmektedir. Ama bu çelişki, tam da Küçük burjuvazinin karakterinin bir dışa vurumdur. Yani, mantıksal olarak çelişki olan, sosyolojik olarak çelişki değildir.
*
Peki, niçin PKK'nın sınıfsal niteliği ile Türkiye ve Orta Doğu'da politika yapabilmek arasında kopmaz bir ilişki vardır?
Bu ilişki en iyi bir analoji aracılığıyla açıklanabilir.
PKK'nın niteliği, sınıfsal temeli ve programının ne olduğu, tıpkı duvarın çökmesi öncesinde Soyetler'in niteliği gibidir.
O zamanlar Sovyetlerin niteliği konusunda doğru bir görüşe sahip olmadan, dünyada kimse doğru dürüst bırakalım sosyalisti, demokratik karakterde bir politika yapamazdı.
Sovyetler kapitalist bir ülke olarak tanımlandığı takdirde, "Üç Dünya Teorisi"ni ortaya atan Çin veya onun Türkiye'deki uzantıları gibi (Doğu Perincek ve partisi), birden bire en saldırgan emperyalist politikaların yedeği konumuna düşmek kaçınılmazdı.
Örneğin bu bakışı mantık sonuçlarına götüren Doğu Perincek "Ege Ordusu Rus hududuna" diye slogan atıyor ve böylece en azgın, en şahin NATO generalleriyle, en saldırgan ve savaşçı emperyalist politikaların savunucularıyla aynı telden çalıyordu. Bırakalım bir demokrasi veya reformlar cephesini, en gerici emperyalistlerin cephesinde yer alıyordu.
Benzer şekilde, Sovyetleri sosyalist olarak tanımlamak da, onun sosyalist olduğunu söyleyen emperyalistlerle ve kendi egemenliklerinin sosyalizm olduğunu söyleyen bürokratik kastla aynı varsayımı paylaşmak, dolayısıyla oradaki eşitsizlikler ve baskı bir gerçeklik olduğundan, tutarlı bir demokrat olamamak; ezilenlerin sosyalizmden uzaklaşmasına yol açmak; politik olarak da Sovyet dış politikasının, bu Bürokratik kastın dış politikasının ve diplomatik manevralarının basit bir aracı olmak sonucunu veriyordu.
Ancak Sovyetlerin hiç de kapitalist olmadığını, ama sosyalist de olmadığını, orada kapitalist olmayan bir ekonomiye egemen bürokratik bir kastın, bir "Nomenaklatura"nın egemen olduğunu savunan doğru bir çözümleme, böylece ne emperyalist gericiliğin ne de bu bürokratik kastın yedeği olmayan devrimci ve demokrat bir politikayı mümkün kılardı.
*
İşte PKK'nın niteliği sorunu da Türkiye ve Orta Doğu'da aynı durumdadır.
Kimi radikal Türk solcularının veya birçok PKK'lının kendisini gördüğü gibi, PKK'yı bir sosyalist örgüt olarak, bir proletarya partisi olarak görmek ve değerlendirmek, tıpkı bir zamanlar Sovyetler Birliğini sosyalist görmek gibi sonuçlar verir. Sosyalizmi diskredite eder ve PKK politikalarının ve diplomatik manevralarının basit bir aracı olmakla sonuçlanır.
Ama PKK'yı diğer Kürt ve Kürdistan partileri gibi, sadece bir ulusal hareket, bir Kürt hareketi olarak görmek de, tıpkı bir zamanlar Sovyetleri kapitalist bir ülke olarak tanımlamak gibi en gerici politikaların destekçisi olmakla sonuçlanır.
"PKK'nın diğer Kürt ve Kürdistan partilerinden farkı nedir?" sorusunu sormayan veya sorsa bile bu soruya yanlış cevap verenler; yani zımnen ve fiilen onu sadece Kürtlerin hakları için mücadele eden bir Kürt partisi olarak tanımlayan liberaller ve onların sosyalistler içindeki uzantıları (en tipik örneği ÖDP'dir) son duruşmada hem Türkiye'de hem de Kürtler içinde en gerici parti ve politikaların nesnel destekçisi olurlar.
Bu nedenle PKK'nın niteliği konusunda açık bir görüş, doğru bir görüş, ekmek kadar su kadar hayati öneme sahiptir.
*
Türkiye'nin liberalleri bu sorudan niçin kaçmaktadır? Niçin kendi ayaklarına kurşun sıkmaktadırlar?
Bu mekanizma şöyle işlemektedir.
Liberal demek burjuva demektir.
Burjuvazinin en kendine demokrat diyenleri bile, 1848 devriminden beri ezilenlerden, pleplerden korkar.
Burjuvazi on dokuzuncu yüzyılda, birkaç kere bu plepleri (Baldırı çıplakları, Donsuzları, San Külot), feodal beylere ve büyük toprak sahiplerine karşı bir koçbaşı olarak öne sürdü. 1791'de, 1830'da ve en son 1848'de. Ama her seferinde, başına topladığı cinleri dağıtamayan büyücüye döndü. Her seferinde Plepler bir süre sonra burjuvaziye karşı yöneldiler. Bu cinleri tekrar şişeye sokmak için, yani ezmek için, burjuvazi tüm programından vazgeçmek, tüm söylediklerini inkâr etmek, kendi kurduklarını yıkmak; tekrar Napolyon avantüriyeleriyle, eski rejimin destekçileriyle ittifak yapmak zorunda kaldı.
İlk Fransız devriminde o plepler henüz modern proleterler haline gelmemişlerdi, o nedenle onları bir koçbaşı olarak kullanmak o kadar büyük bir risk oluşturmamış ve kolaylıkla ezilmişlerdi. Ama onlar yavaş yavaş modern sanayinin ürünü işçiler haline gelince, onları kontrol etmenin güçlüğü daha bir açık olarak görülmeye başlıyordu.
Örneğin daha 1848'in arifesinde, hala yarı esnaf karakterini taşıyan lonca benzeri meslek esasına dayanan sendikalarda örgütlü olsa bile, bu artık modern proleterler haline gelmiş plepler, burjuvazinin karşısına "Komünist Manifesto" gibi, bambaşka bir programla çıkabiliyorlardı. Burada onu yazan ve kabul edenlerin gücü değil, niteliği, sembolik anlamı önemlidir.
Bu nedenle bir rastlantı değildir, 1848'in burjuvazinin son kez demokratik özlemlerle ayaklanan kitlelerle çok kısa bir süre için de olsa aynı saflarda olması. Korkusu haklıydı.
Ve o günden beri, burjuvazi kitlelerden korkar olmuştur. Anti demokratik bir rejimin artık katlanılmaz olduğu tipik Türkiye gibi ülkelerde bile, burjuvazi (yani liberaller) kitleleri örgütleyip sokağa çıkarmaya kalkmazlar, bundan korkarlar ve bu eğilimdeki sosyalist ve plebiyen (devrimci demokrat) hareketlere karşı güç gizleyebildikleri bir düşmanlık ve kuşku beslerler.
Bu durumda, bu artık katlanılmaz olmuş keyfi askeri bürokratik oligarşinin egemenliğine karşı ezilenlerin devrimci demokrat kitle hareketlerini destekleme ve örgütleme olmayınca, dayanılacak güç, uluslar arası çelişkilerde aranır. ABD'nin Orta Doğu'da "ılımlı İslam" planı veya Avrupa Birliği'nin kendisine rakip bir siyasi irade oluşturmasını engellemek için Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesini desteklemesi ve bunlar için gereken kimi reformlar, biricik gerçekçi program ve ezilenlerin kitle hareketlerinin yerini dolduracak biricik güç kaynağı olarak ortaya çıkar liberallerin bakışında.
O zaman, liberaller konumlarını bu güçlere göre belirlerler. Ama tam da bu güçler bilmektedir PKK'nın plebiyen özelliğini ve tam da bu nedenle PKK'yı tecrit etmek istemektedirler.
Çünkü bu hareketin başarısı, sadece Türkiye'ye değil bütün bölgeye gerici ulusçuluğa dayanmayan, bölge halklarını birleştirebilecek bir demokrasi getirebilir. O zaman bölgenin, emperyalist ihtiyaçlara uygun olarak bu günkü gibi birbirine karşı kullanılması mümkün olmaz.
Emperyalistler bu hesapça, çok iyi bildikleri niteliği nedeniyle PKK'ya karşı Barzani ve Talabini'yi desteklerler. Liberaller de, kitlelerden korktukları ve bunun yerini dolduracak gücü Amerika ve Avrupa'da buldukları için, otomatikman bu politikaların destekçisi olurlar. Böylece demokrasi özlemleri ile gerçek yaptıkları arasında bir çelişki oluşur. Demokrasi isterler ama bölgedeki ve Türkiye'deki en büyük ve demokratik kitle hareketine karşıdırlar, onun başarısını istemezler. Böylece demokratik hareketten tecrit olurlar. Ve demokratik hareketi tecrit etmenin aracı olurlar.
Ama bu durum, onu karşı olduğu güçler karşısında da tecrit eder.
Çünkü bu konumlarıyla liberaller, aslında Amerika ve Avrupa ile Türkiye’nin askeri bürokratik oligarşisinden çok daha az içli dışlı olmalarına rağmen (Türk ordusu NATO üyesidir. Bütün silahlarını hatta günlük istihbaratını bile onlardan alır), fiili politikalarıyla bu güçlerin Türkiye'deki bir uzantısı olma görünümünden kurtulamazlar. Ve böylece aslında kendilerinin destekçisi olabilecek şehir orta sınıflarını, Askeri Bürokratik Oligarşinin yedeğine terk ederler. Şehir orta sınıflarının böylesine Askeri Bürokratik Oligarşinin kontrolüne kaymalarının kendi suçlarının sonucu olduğunu; tutarlı demokrat bir çizgiyi savunamadıkları için onların oraya hapsolduğunu göremezler.
Ve tam bu durum nedeniyle, geniş orta sınıfları ve işçileri örgütleme potansiyeli gösteremezler. İşçiler AKP'nin, orta sınıflar Askeri Bürokratik Oligarşinin yedek gücü olmaya devam ederler.
*
Liberallerin kurtuluşun bir tek yolu vardır.
Demokrasi mücadelesinin öz gücünü, Amerika veya Avrupa veya AKP'de veya Barzani AKP işbirliğinde değil, Kürt Özgürlük hareketinin Plebiyen kanadında görmek. Açıkça ondan yana tavır almak. O zaman liberaller PKK'nın bir türlü başaramadığı Batı'nın şehirlerini örgütleme becerisini gösterip gerçek bir güç haline gelebilirler.
Ama bu takdirde de Amerika ve Avrupa'nın desteğini kaybedecekleri açıktır. Askeri bürokratik Oligarşinin ve AKP'nin saldırılarının hedefi olacakları da açıktır. Bu saldırıları göze almadan da olumlu bir gelişme ve tıkanıklığın aşılması mümkün değildir.
Ama böyle davranabildikleri an Liberal olmaktan çıkıp bir demokrat haline gelirler.
*
Liberaller ve onların uzantıları, bu günkü yaklaşımlarıyla sadece işçileri AKP'ye, orta sınıfları Askeri Bürokratik oligarşiye mahkûm etmezler; kendilerini ve Kürt hareketini de güçsüzlüğe mahkûm ederler.
Ama daha önemlisi, bu miyop politikalar sonucunda karşı çıktıkları askeri bürokratik oligarşinin ömrünü ve egemenliğini güçlendirme şansı sunarlar.
Nasıl mı?
ABD+AB+AKP+Barzani= Ilımlı İslam denklemi karşısında, iyice tecrit olan ve egemenliğini tehlikede gören Askeri Bürokratik Oligarşi, bu denklemin tecrit edip yok etmeye çalıştığı PKK ile açıktan ittifaka girip, yani onun önünü açıp, yani liberallerin korkusundan yapamadığını yapıp bütün inisiyatifi ele alıp, ömrünü bir elli yıl daha uzatmanın yolunu arayabilir. Bu sanıldığından çok daha güçlü bir olasılıktır ve bütün bilinen kalıplar alt üst olur.
O zaman "bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz" diyen Ankara Valisi gibi, en iyi ve hızlı Kürtçülüğe de soyunup liberallerin bütün silahlarını elinden almakla kalmaz, cephesini korkunç ölçülerde genişletebilir de.
Bu eğilimin Askeri Bürokratik Oligarşi içinde her zaman bulunduğu açıktır. Yalçın Küçük'ten, Erdal İnönü'ye kadar geniş bir yelpaze bu stratejiyi savunmuştur. Ancak bu stratejinin Askeri Bürokratik oligarşi içinde güçlenmesi ve başat eğilim halini alması, inkâra dayanan konseptin iflasıyla, yani ciddi askeri yenilgiler ve tecrit ile mümkündür.
Ama o zaman liberaller tüm silahlarının elinden alındığını, dayandıkları tüm kavram ve kabullerin tuzla buz olduğunu göreceklerdir. Ve bunu hazırlayan bizzat liberallerin kendisidir.
Örneğin Taraf, bu gün fiilen, böyle bir stratejinin askeri bürokratik oligarşi içinde daha etkili olmasının koşullarını hazırlamaktadır muhtemelen. Ve yine muhtemelen böyle bir stratejiyi savunanlar Taraf'a gerekli belge ve bilgiyi sunmaktadırlar.
Yani tarihin liberallerle alayı öyle olabilir ki, liberaller askeri bürokratik oligarşinin Kürt sorununa bir çözüm bulmasının, örneğin Kürt ve Türk devletinin veya Anayasal vatandaşlıkta bir Türkiye devletinin ve dolayısıyla onun ömrünün bir elli yıl daha uzamasının aracı olabilirler. Ve şimdi gidiş de bu doğrultudadır.
*
Tarihsel tecrübelere bakıldığında, burjuvazinin korkaklığı karşısında, Askeri Bürokratik Oligarşi daha kararlı ve zorda kaldığında epeyce esnek de olabilme özelliği göstermiştir.
Örneğin Burjuvazi İkinci dünya savaşı sonrasında, Demokrasi ve Çok Partili Rejim isteme cesareti gösteremezken, o günkü dünyanın değişen dengelerini gören "Milli Şef" İnönü, çok partili rejime geçmiş ve bu oligarşinin egemenliğinin bu güne kadar yaşamasını sağlayan bir esnekliği sisteme sağlamıştır.
Yarın çok sıkışınca, Ilımlı İslam projesi, liberallerin de desteğiyle yerleşip şehir orta sınıflarının ve Alevilerin tepkisini arttırınca ve bu durumda Askeri Bürokratik Oligarşi köşeye sıkışıp egemenliğinin ve gücünün elinden gittiğini görünce, stratejik bir dönüş yapabilir tıpkı İnönü'nün 1946'da yaptığı gibi. AKP ve ABD'nin Barzani ile ittifakı karşısında PKK ile ittifak yapabilir. PKK modern ve laik bir harekettir, böyle bir ittifak Alevilere ve Şehir orta sınıflarına sadece muazzam bir enerji vermez büyük ölçüde işçileri de kazanabilir.
Bu olasılık sanıldığından çok daha güçlüdür. Ve Ilımlı İslam projesi güçlenip mevziler kazandıkça bunun gerçekleşme olasılığı artar.
*
Türkiye'de geleceği PKK ile ittifak yapan kurar.
AKP (Anadolu Burjuvazisi) bu şansı kaçırdı. Liberaller (Batı Burjuvazisi) bu şansı tepmeye devam ediyorlar. Askeri Bürokratik oligarşi ise bu kartı henüz oynamadı.
Oynadığında ne olur? Bu otomatikman onun egemenliğini pekiştirmez.
Askeri Bürokratik Oligarşi açısından bu kartı oynamak, Alman Genel Kurmayı'nın, Doğu cephesinde rahatlamak için Lenin'in Rusya'ya girişini sağlamasına benzer. Cinler şişeden çıkar. Bundan kimin kazançlı çıkacağı belli olmaz.
PKK'nın plep ve jakoben özelliği ile Askeri Bürokratik Oligarşi'nin Bonapartist özelliği çelişki içindedir. Ama PKK’nın bu günkü durumda yeterince ortaya çıkmamış bürokratik ve Bonapartist bir yanı da vardır.
Türkiye'nin askeri bürokratik oligarşisi PKK'nın bu yanıyla ittifak edip bir Kürt-Türk bürokrasisi biçiminde egemenliğini ve ömrünü uzatabilir.
Ama böyle uzlaşma için bile, PKK'nın önünün açılması, aynı zamanda, Türkiye'deki yoksulların da hızlı bir politizasyonu ve radikalizasyonu demektir. Ve PKK'nın esas başat eğilimi, yoksullara dayanan radikal demokrasidir.
Bu eğilim o zaman kendini ifade ve Türkiye’nin ezilenlerine anlatma olanağı bulabilir.
Bu gün Kürtleri linç etmek isteyen veya Apo'yu yakmak isteyen Türkiye'nin şehir yoksulları, şimdiye kadar aldatıldıklarını anlayınca, yaktıklarına tapmaya başlarlar.
Türk Askeri Bürokratik Oligarşisinin devletini ve ömrünü uzatabilmek için böyle bir girişimi, hiç hesaplanmayan sonuçlarıyla, batıda gerçekleşecek böyle bir politizasyon ve radikalleşme gerçek bir demokratik devrimin vesilesi de olabilir.
Sonuç ne olursa olsun, Askeri Bürokratik Oligarşinin stratejik bir dönüşle yol açacağı gelişmelerle, her halükarda, Bürokratik ve Bonapartist güçler ile Plebiyen ve Jakoben güçler arasında bir hesaplaşma ve çatışma kaçınılmaz olur.
Sonucu mücadele belirler: Sonucu bu günden oluşan küçük de olsa birikimler belirler.
Demir Küçükaydın
22 Ekim 2008 Çarşamba



Hiç yorum yok: