Türkiye’de Sosyalist de, İslamcı da, Liberal de, Kemalist de
demokrat değildir ve aslında nesnel olarak demokrasiye karşı savaşır.
Neden ve nasıl?
Örneğin şimdilerde “cemaatin” devleti ele geçirmesinden onun
içinde gizli bir yapı oluşturmasından şikâyet ediliyor. Bu, dün ulusalcıların
ve CHP’nin şikayetiydi, şimdi hükümetin.
Liberaller Ergenekon’dan, devletin yasa dışı bir örgütün
eline geçmesinden şikâyet ediyorlar.
Müslümanlar, Masonlardan, onların devleti ele geçirdiğinden şikâyet
ediyorlar.
Sosyalistler burjuvaziden veya emperyalizmden, onların
devleti ele geçindiğinden; onların devlet içindeki gizli yapılarından şikâyet
ediyor.
Gerçek bir demokrat ise, devletin bürokratik kayırmalar,
tayinler vs. ile ele geçirilebilir olan yapısından
“şikâyet” eder; bu yapıya karşı mücadele eder.
Kendisiyle mücadele edilecek hedefi olarak, devleti “ele
geçirenleri” cemaati veya diğerlerini değil; devleti ve onun yapısını nişan tahtasına koyar.
Gerçek bir demokrat cemaatlerin veya partilerin hatta gizli
mason örgütleri benzeri yapıların ve kötü niyetlilerin “devleti ele geçirebilme”
özgürlüğünü savunur.
Ama gerçek bir demokrat, aynı zamanda ve öncelikle, bu özgürlüğü
savunurken, tayin, kayırma vs. ile ele geçirilemez bir devlet için, bugünkü
devlete karşı mücadele eder.
Türkiye’de ise bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve
onun yapısını hedef tahtasına koyan
yok. Halka bu merkezi ve bürokratik yapıyı yıkma, parçalama ve onun yerine
demokratik bir cumhuriyet kurma çağrısı yapan yok. En hızlı sosyalistler bile,
neo liberalizmi, globalizmi, emperyalizmi, burjuvaziyi hedef tahtasına koyuyorlar
da şu devleti ve onun yapısını zerrece hedef e
koymuyorlar.
Demokrat olmanın asgari koşulu ise merkezi ve bürokratik;
ulusu bir dille, dinle vs. ile tanımlamayan bir yapıya karşı mücadele etmektir.
İstiklal caddesinde veya Kadıköy’de elinde ayakkabı
kutusuyla yürüyen veya “Hırsız vaaar!” diye bağıran gençler demokrat değildir.
Aksine gerçek hedefi gözlerden gizledikleri için, bu merkezi bürokratik aygıtı,
bu Türkiye Cumhuriyeti’ni, bu yapıyı, baş düşman olarak hedefe koymadıkları; kişileri
veya hükümetleri mücadele hedefi olarak belirledikleri için, demokrasinin en büyük
düşmanıdırlar ve bu hırsızlardan bile daha tehlikelidirler.
*
Türkiye Cumhuriyeti’nin tam aksine, Demokratik bir
cumhuriyette, merkezi devlet mahalli idareleri ve yetkileri belirlemez; mahalli
birimler merkezi devlete hangi yetkileri vereceklerini kendileri belirlerler.
Her köy, her mahalle, her şehir, her bölge tam bir fikir ve
örgütlenme özgürlüğü ortamında kendisini yönetecekleri belirler. Onun
yöneticileri merkezden atanamaz.
Öyle bir yapıda tüm karar yetkisi olan memurlar, yani
yöneticiler, Amerikan filmlerindeki şerifler gibi seçimle gelirler.
O yöneticilerin altında fiili işleri yürüten aparatı
oluşturan çalışanların tayin ve terfileri ise, yine bağımsız sendikaların belirli
ve nesnel ölçülerle belirlenmiş açık ve denetlenebilir sicillere göre
yapılabilir.
Sadece bu özellikleri bile sıraladığımızda, cemaatlerin,
gizli dayanışma derneklerinin veya partilerin devleti ele geçirmelerinin tek
yolunun, nüfusun çoğunluğunu ele geçirmek ve çoğunluğun oylarıyla seçilmekten geçtiği
ortaya çıkar.
Demokrasi ise, tam da çoğunluğun desteğini almak ve
çoğunluğun onay verdiği politikaları uygulamak değil midir?
Yani gerçek bir Demokratik cumhuriyette, en “kötü niyetliler”,
en gizli komploları kuranlar bile davranışlarıyla demokratik olarak mücadele
etmek zorunda kalırlar. Çünkü kendi gizli amaçları için, devlet cihazında karar
organlarına gelmelerinin tek yolu halkın oylarını ve desteğini kazanmaktır.
Ama yurttaşların oyu ve desteğini kazanmak için, onun
çıkarlarına ve eğilimlerine uygun davranmak zorundadırlar.
Demokratik bir cumhuriyette, görevliler bir yerden alınıp
başka yere tayin edilemezler. Demokratik bir cumhuriyette, öğretmenler, polisler,
savcılar, hakimler vs. tamamen kendi mesleki bağımsız birlikleri tarafından
tutulan açık ve nesnel ölçülere göre tutulan sicillere göre terfi edebilirler. Yani
bir öğretmen, yetiştirdiği öğrencilerin başarısı ölçüsünde, olumlu puanlar
alabilir. Bir savcı açtığı davaların uygunluğu, bir hâkim verdiği kararların
doğruluğu oranında puan alır ve terfi edebilir örneğin. Bunlar devletin gizli
servislerinin raporları değil; açık ve denetlenebilir bağımsız meslek örgütlerinin
tuttukları sicillerdir. Tayinler ve terfiler ancak bunlara göre yapılabilir.
Öte yandan, demokratik bir cumhuriyette valilik, kaymakamlık
vs. gibi işler ve işlevler olmayacağından, merkezi devletin memurları oradan
oraya atamak gibi bir gücü ve yetkisi de olmaz. Çünkü her il, ilçe, köy,
mahalle, kendi yöneticisini kendi seçer ve kendini yönetir.
Gelsin de Ergenekon ya da Fethullahçılar böyle devleti ele
geçirsin.
Demokratlar böyle bir devlette Ergenekonların veya Fethullahçıların
bu devleti ele geçirebilme hakkını savunurlar.
Bunlar devleti ele geçirmek için, tüm mahalli düzeylerde ve
ülke düzeyinde seçimlerle yöneticililer olarak seçilmeli; meclislerde çoğunluğu
oluşturmak zorunda olurlar.
Savcılar olarak gerekli gereksiz değil, isabetli davalar
açmak zorunda olurlar.
Öğretmenler olarak eğitimi ele geçirmek için, öğrencileri en
iyi biçimde yetiştirmek ve öğrencilerinin başarısına göre kendi böylece başarı
puanlarını yükseltmek zorunda olurlar.
Yargıçlar olarak doğru kararlar vermek zorunda olurlar. Verdikleri
ve bozulmuş yanlış kararların her biri onların terfi ve tayinini, puanını
etkiler.
Eh böyle doğur ve başarılı işler yaparak, halkın
çoğunluğunun desteğini arkalarına alarak ele geçiriyorlarsa ele geçirsinler.
Demokratik bir cumhuriyet kendisini ele geçirenleri ele
geçirir. Demokratik bir cumhuriyet namussuzların bile namuslu; kötü
niyetlilerin bile iyi niyetli olmasına yol açar.
Türkiye Cumhuriyeti veya merkezi bürokratik bir cumhuriyet
de kendini ele geçirenleri ele geçirir ama tersi sonuçlarla, namusluları namussuz;
iyi niyetlileri kötü niyetli yapar nesnel olarak.
Kimse bu skandallar vesilesiyle olsun, sorunun devletin
yapısı olduğunu ve esas mücadele edilmesi gerekenin bu olduğunu söylemiyor. En
tutarlı demokratlar olması gereken solcular ve sosyalistler bile. Onların da
mantığı AKP’nin veya ulusalcılarınkinden farklı değildir.
*
Örneğin HDK veya HDP’ye bakınız. Bu yapı bürokratik merkezi
cumhuriyetin sol versiyonudur. Orada sık sık şöyle eleştiriler duyarsınız. “Ya
biz adam olmayız. Örgütler kendi adamlarını yerleştirmek için numaralar çeviriyorlar.”
Ama bu eleştirileri yapanların hiç biri nedense, HDK veya
HDP’nin bireysel üyelik üzerinden kurulması gerektiği yolundaki eleştiri ve
önerilerimiz karşısında ses çıkarmaz ve bunun gündeme alınması için mücadele
etmezler.
Yani tıpkı AKP’liler gibi, CHP’liler gibi, yapıyla değil
sonuçlarla uğraşırlar.
Biz ise, tıpkı ülke ölçüsünde bir demokratik cumhuriyeti
savunduğumuz gibi, örneğin HDP ve HDK
için de bireysel üyelik temelinde bir örgütlenme; her üyenin tüm üyelere
ulaşabileceği; çoğunluğu kazanabilme olanaklarının olduğu bir yapı öneriyoruz.
Buyursun örgütleri HDP veya HDK’ üzerinde etki sağlamaya
çalıştıkları için değil; bu etkilerini merkezden örgütler olarak yaptıkları ve
demokratik, bireysel üyeliğe dayanan bir yapıyı reddettikleri için
eleştiriyoruz.
Biz örgütler olsun, ama HDP’ye veya HDK’ya üyelerinin
niceliği ve niteliği üzerinden; demokratik seçim ve tartışmalar aracılığıyla
etkili olsunlar, ele geçirsinler diyoruz.
Onlar da o zaman, tıpkı demokratik bir cumhuriyeti ele
geçirmeye çalışan kötü niyetli, gizli veya açık partiler veya cemaatler gibi
ele geçirmek için çoğunluğu kazanmak; çoğunluğu kazanmak için de kendi niyet ve
arzularına rağmen iyi ve doğru işler yapmak zorunda olurlar diyoruz.
*
Türkiye’nin sosyalistleri demokrat olmadığından, demokratik
bir muhalefet yoktur.
Demokratik bir muhalefet olmadığından bütün bu krizler sadece
var olan merkezi ve bürokratik cihazın, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kendini
yenilemesine, modernleşmesine yol açmakta ama en küçük bir demokratikleşmeye
bile yol açmamaktadır.
Demokratların (ki gerçekten demokrasiyi ancak gerçek
sosyalistler savunabilirler) görevi, hırsızlıklarla, rüşvetle, keyfilikle “mücadele”
değil; bütün bunlara imkân tanıyan ve tekrar takrar onları yeniden üreten bu merkezi baskıcı, bürokratik aygıtla mücadele;
onu parçalayıp demokratik bir cumhuriyet
kurmayı mücadelenin baş hedef i
yapmak olmalıdır.
Bunun için de ilk önce, kendi yapılarından başlamaları
gerekmektedir.
İşte somut bir örnek.
Az önce bir mail geldi “Taksim
Dayanışması” bugün Kadıköy’de yapılacak mitinge çağırıyor. “Yağmaya, Soyguna, Talana Karşı Dayanışmaya
Devam” diye başlıyor.
İşte Taksim Dayanışması’nın bir CHP’liden veya bir
ulusalcıdan farkı olmayan ve nesnel olarak da uzun vadede bu merkezi bürokratik
cihazın kendini yenilemesine hizmet eden parolası.
Bir demokrat ise, “Yağmaya, soyguna, talana karşı
dayanışmaya” değil; bunlara olanak tanıyan, bunları yaratan yapıya, nedenlere karşı mücadeleyi baş hedef olarak koyar; yani şu merkezi
bürokratik devleti; yani şu Türkiye Cumhuriyeti’ni.
Bir demokrat dürüst, soygunsuz, talansız bir Türkiye
Cumhuriyeti için değil; tüm yağmacıların, soygunluların, talancıların dürüst
yurttaşlar olarak davranmaktan başka bir olanaklarının olmadığı bir demokratik
cumhuriyet için mücadele eder.
Bir demokrat, HDP veya HDK’yı örgütlerin kontrol altına almaya
çalışmalarına karşı değil; onların HDK’yı üyelerinin örnek çalışmalarıyla “ele
geçirme” haklarının garanti altında olduğu demokratik bir yapı için mücadele
eder.
Bir demokrat “Hırsız vaaar” diye değil, “merkezi, bürokratik
bir devlet vaaar, TC vaar” diye bağırır.
İşte bir afiş resmi.
“Yağmanın, talanın hesabını soracak”mış. Yine aynı yanlış,
yapıyla değil, sonuçlarla mücadelenin öne
çıkarılması.
Bu baskıcı, bürokratik, merkezi devletin, yaniz Türkiye
Cumhuriyetinin hesabını görmek, demokratik bir cumhuriyeti yurttaşların
kafasında somutlaştırmaktır demokratin görevi.
22 Aralık 2013 Pazar
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder