Nasıl savaşlara karşı olmak ve lanetlemek savaşları ortadan kaldırmaz ve tam aksine savaşın gerçek nedenlerini gündeme getirmeyi ve ortadan kaldırmayı gündemin dışına atarak yeni savaşların yolunu açarsa; darbelere karşı olmak da darbeleri ortadan kaldırmaz, yeni darbelerin yolunu açar.
Herkes, Mısır’daki darbe nedeniyle, bir darbe lanetleme yarışına girmiş bulunuyor. Sanki darbeler lanetlenirse demokrat olunurmuş ve darbeler engellenebilirmiş gibi.
Bu tavırlar en basit şu gerçeği atlıyor: Bir hastalığı yok etmek istiyorsanız onun nedenini ortadan kaldırmanız gerekir.
Örneğin modern toplumda savaşların nedeni nedir?
Ulusal devletler.
Ulusal devletler yıkılıp onların yerini bir dünya cumhuriyeti aldığında, savaşlar otomatikman biter.
Peki, Ulusal devletlerin yıkılıp yok olmasını istemek ve bunun için mücadele etmek, tarihsel ve toplumsal koşulları olmayan bir olanaksızı ve ütopyayı mı istemektir?
Hayır, tam aksine, üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi, ulusal devletlerin dar elbisesine sığmamaktadır. Bugün bütün dünya ekonomisi bir tek bütündür. Yoldaki işportacının sattığı en sıradan malın ham maddesi dünyanın bir başka yerinde çıkmıştır; üretimi birkaç başka ülkede yapılmıştır ve bir başka ülkede satılmaktadır. Tam da insanlığın çektiği acıların en büyük nedeni, siyasi sistemin, toplumsal örgütlenmenin ve bunun birimlerinin, bu küresel ekonomiye uygun olmamasının sonucudur.
Şimdi siz ulusal devletlerin varlığını; bunların savaşın gerçek nedeni olduğunu; bunları yıkmadan savaşların ortadan kaldırılması gerektiğini söylemiyor ve mücadele etmeden, savaşları lanetliyorsanız; öznel niyetleriniz ne olursa olsun, nesnel olarak, ulusal devletlerin varlığının, dolayısıyla yeni savaşların bir aracı, bir tetikleyicisi oluyorsunuz demektir.
Ulusal devletleri yıkmak için savaşmadan savaşları lanetlemek, sinizmden başka bir şey değildir.
*
Aşnı şekilde darbeleri lanetleyip onları ortaya çıkaran nedenler üzerinde hiç konuşmamak da öyledir.
Darbeler, her şeyden önce ulusal devletlerin varlığında mümkün olurlar
Ordusu olmayan bir dünya cumhuriyetinde kimse darbe yapamaz.
Ama haydi bu kadar ileri gitmeyelim. Darbelerin olmadığı ulusal devletler olamaz mı?
Pek ala olabilir.
Neden ve nasıl olur darbeler?
Darbeleri ordular yapar. Ordular, bir devletin diğer devletlere karşı, dışa karşı bir aracıdır.
Peki, neden ve nasıl bu dışa karşı yapılanmış araç içe karşı bir araca dönüşmektedir?
Birincisi onun yapısıyla ilgilidir.
Dünyanın en ucuz ve en etkili savunma silahı, halkın silahlı olmasıdır? Bu hem dışa karşı en etkili savunma silahıdır; bu silah, başka ülkeleri işgal etmek ve baskı altına almak için kullanılamaz; hem de o ülkenin yurttaşlarına karşı kullanılamaz.
Yani örneğin, vergi veren ve çalışan, fiziki olarak da uygun her ergin kişi (diyelim ki 20 ve 40 yaş arasındaki tüm yurttaşlar), tıpkı İsviçre’de olduğu gibi orduyu oluşturur bu milis veya halk ordusu sisteminde. Askeri eğitim, kısa ve insanların yaşamını aksatmayacak biçimde, diyelim ki birkaç yılda bir, birkaç haftalık, bir okul veya tatil havasında geçebilecek eğitimlerle yapılır.
Silahlar, insanların evlerinde veya yaşam yerlerine yakın bir yerde tutulur.
Çok özel görevler için, diyelim ki radar, savaş uçağı vs. özel profesyonel birlikler olabilir.
Yurttaşlara savaş eğitimi veren ve savaş sanatını inceleyen profesyonel subaylar da olabilir.
Böyle bir ordu son derece ucuz bir ordu olur. Ulusal hâsılanın çok küçük bir bölümüyle dünyanın en iyi ve işlevsel savunma ordusu olur.
Böyle bir ordu, sadece kendi ülkesini değil komşularını da rahatlatır. Çünkü böyle milis sistemindeki orduların saldırı ve işgal yeteneği yoktur. Komşular da kendilerine karşı bir tehdit hissetmeyeceklerinden, kendi ordularını küçültüp benzer bir sisteme geçmek için cesaret bulabilirler. Oradaki hal da böyle bir ordu için ayaklanabilir.
Bu ordular başka ülkeleri tehdit veya işgal için kullanılamaz ama aynı zamanda kimse birkaç saat içinde ülkenin bütün ergin nüfusunun milyonlarca kişilik bir orduya dönüştüğü bir ülkeyi işgal veya tehdit etmeye kalkamaz. Yani böyle bir ordu aynı zamanda en iyi savunma aracıdır.
Hitler, Rusya gibi bir deve saldırma cesaretini bulduğu ve içlerine kadar girebildiği o Alman savaş makinesiyle, böyle küçük bir ordusu olan İsviçre’yi işgal etmeye cesaret edememişti. O İsviçre ki, yurttaşlarının çoğunluğunun ana dili Almanca idi ve Almanya ile çok yakın ekonomik ilişkileri vardı.
Çünkü çoğunluğu Almanca konuşan demokrat İsviçre ulusu, ulusu Almanlıkla ve kanla tanımlayan gerici Alman ulusuna ve devletine karşı, demokratik bir ulusu savunurdu böyle bir işgal teşebbüsünde.
Dünyanın en ucuz ve en etkili ve en işlevsel savunmasını savunmayacaksın; kendi halkına karşı kullanılamayan böyle bir orduyu savunmayacaksın, ondan sonra niye darbe oluyor, ben darbeyi lanetliyorum diyeceksin?
Bu bizzat darba yapmaya elverişli bir aracın varlığını korumak değil midir?
Böyle darbe karşıtlığı mı olur?
Peki, böyle bir sistem ütopik midir?
Hayır. Aksine sadece mümkün değil, gereklidir de.
Modern toplumda herkes, bizzat günlük yaşamda ve üretim sürecinin içinde böyle silahları kullanacak ustalıkla ve örgütlenmenin gerektirdiği bilgiyle zaten kendiliğinden donatılır.
Peki, neden yoktur böyle bir ordu, İsviçre gibi birkaç ülke haricinde?
Bu her şeyden önce burjuvazinin kendi halkından korkusuyla ilgilidir.
Böyle kendisi silahlı bir halk olan ordu halka karşı kullanılamaz.
İkinci bir neden de, ulusal devletlerin varlığıyla dünya ekonomisinin çelişmesidir. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin ordu beslemelerinin nedeni, kendi hudutları dışındaki, dünya çapındaki çıkarlarını savunmaktan başka bir şey değildir.
*
Piki bu tür bir ordu ile ulusun nasıl tanımlandığı arasında nasıl bir ilişki vardır.
Böyle bir milis ordusu Türk ya da Kürt ulusuyla ve ulusçuluğuyla birlikte var olamaz; ancak demokratik bir ulusçulukla birlikte var olabilir.
Ulusu Türklükle tanımlayıp, Türkçeyi mecburi dil yapıp, okullarda Türk tarihi okutup, aynı zamanda böyle halkın silahlanmasına dayanan bir ordu kuramazsınız. Çünkü bu aynı zamanda kendini Türk olarak tanımlamayanların baskı altına alınması demektir. O zaman Kürtleri, Rumları, Ermenileri eşit haklı yurttaşlar olarak, bu eşit haklılığı savunmak üzere silahlandıramazsın. Aksi takdirde onlara kendi eşitliklerini sağlamak için silah vermiş olursun.
Demek ki, ulusun bir dille, dinle, etniyle, soyla, sopla, ırkla, kültürle, tarihle tanımlanması ile milis sistemi; yani silahlı halka dayanan ordu bir arada bulunamaz.
O halde darbelere karşı olan, ulusun Türklükle veya Kürtlükle tanımlanmasına da karşı olmalı; Türklüğün veya Kürtlüğün vs. hiçbir politik anlamının olmadığı; bir takım taraftarlığından farklı bir anlamının olmadığı bir sistemi yani demokratik ulusçuluğu savunmalıdır. Yani silahlı halk ya da milis sistemi, ancak ulusun bir dille, dinle, kültürle, ırksal vs. tanımlanmasına karşı tanımlanmış bir ulusta gerçeklik olabilir.
Peki, bunları savunmadığınız, savunanları ütopyacılar olarak gördüğünüz, bu sorunu gündeme almayarak gündemden düşürdüğünüz, yani fiilen darbe yapabilecek bir orduyu savunduğunuz sürece siz darbelere karşı olsanız ne yazar, olmasanız ne yazar? Bu fiili darbe destekçiliğinden başka nedir ki?
*
Kaldı ki, ulusun böyle demokratik bir tanımını savunmak, aynı zamanda bugünkü var olan orduya karşı da hem onu tasfiye edecek güçlerin birliğini sağlamak için de gereklidir.
Siz ulusu Türklükle tanımlamışsanız veya bunu sorgulamıyorsanız, Kürtler direnir. Bu direnişi ezmek için güçlü bir ordu şart olur.
Siz ulusu İslam’ın bir yorumuyla belirlerseniz, gerçek bir laikliği reddederseniz, sizin yorumunuz devletin dini olduğunda, Türbanlılar; Türbanlıların yorumu devletin dini olduğunda Aleviler ve “seküler hayat tarzındakiler” direnecektir.
Ve Sünni Müslümanlarda olduğu gibi, eğer sizin nicel gücünüz çok büyükse ve bu büyüklüğünüze dayanarak, kendi kabullerinizi, hayat tarzınızı diğerlerine zorlarsanız, bu nicel gücünüzü dengeleyebilmek için, Aleviler ve “seküler yaşam tarzındakiler” içlerinden ordunun kendilerini savunacak son sigorta olduğunu düşünüp, onu kurtarıcı olarak göreceklerdir. Böylece toplumda bir destekleri bulunduğunu gören askerler daha cesaretli olacaklardır yeni darbeler için.
Yani sadece darbe olasılığını yok edecek bir milis sistemi için değil; toplumsal güçlerin ilişkilerini de düzenlemek, en geliş kesimleri demokrasi bayrağı altında bir araya getirmek için de ulusun demokratik olarak tanımı olmazsa olmazdır.
Bir an için AK Parti hükümetinin, Diyaneti lağvettiğini; okullardan din dersini kaldırdığını; Hıristiyan ve dinsizlerin de aynı desibel gücünde çan çalma ve “Allah yoktur” diye beş vakit yayın yapma hakkı var olur diyerek ezanı normal insan sesine indirgediğini vs.; benzerinin Kürtler için de yapıldığını, herkesin ana dilinde eğitim hakkının tanındığını; okullarda tüm dinler ve dillerden bir araya gelmiş tarihçilerin yazdığı bir Tarih kitabı okutulmaya karar verildiğini, Türklükle ilgili bütün o saçma ritüel ve dağ yazılarının kaldırıldığını var sayalım.
Daha o saat Aleviler de, dinsizler de, Kürtler de, Hıristiyan “azınlıklar” da korkularından sıyrılırlar ve bunları sağlayan AKP’nin iktidarda bulunduğu düzenin darbelere karşı en büyük savunucusu olurlar.
Bunları sağlamış bir iktidara karşı dünyanın en güçlü ve içi darbeci subaylarla kaynayan ordusu bile bir şey yapamaz. Bu güçle o iktidar bu orduyu tasfiye edip, silahlı bir milis ordusu oluşturabilir. Ve bütün darbe tehlikelerini bir vuruşta tarihin çöp sepetine atabilir.
Peki, kör müdür bu AKP?
Hayır, onun sınıfsal eğilimleri buna izin vermez. Çünkü bunu yaptığı an, ezilenleri Kürt, Türk, Sünni, Alevi diye bölme şansı ortadan kalkar. O zaman emekçilerin hakları için örgütlenmeleri ve direnişleri gündeme gelir. Bu ise ücret ve sosyal hak artışlarına dolayısıyla artı değer oranının düşmesine yol açar.
Aslında mutlak artı değer oranı düşer ama bunun telafisi ve dünya pazarında rekabet edebilmek için, nispi artık değer oranını (emek üretkenliği artışı) yükseltmenin yolları aranır. Bir süre sonra ülke, dünyanın zengin ve emperyalist ülkelerinden biri olur.
Zaten bu günkü dünyada, kapitalizm var oldukça, ya geri bir ülke olunabilir ya da emperyalist. Bunun ikisinin arası mümkün değildir.
Aslında demokratik bir ulus ve ülke için mücadele etmek emperyalist bir ülke için mücadele etmekten başka bir şey değildir. Siz bu sonucu istemeseniz de nesnel olarak böyledir.
Bu açmazdan kurtulmak için ilk şart, sadece demokratik bir ulusçuluk için değil, uluslara karşı bir dünya cumhuriyet için de mücadeledir.
Ama bu ayrı bir konu ve şimdilik ikinci plana alıyoruz.
*
Şimdi, bakın etrafınıza, bütün liberaller, ulusalcılar, sosyalistler, Kürtler, bugünkü politik ortamı dolduranların tümü, aslında darbecilerden başka bir şey değildirler.
Çünkü hiç birisi demokratik bir ulusçuluğu savunmamaktadır; dolayısıyla milis sistemini ve silahlı bir halkı; darbeleri ve darbeciliği bir vuruşta yok edecek olanı.
Bütün bunların karşısında bizim savunduğumuz demokratik ulusçuluk ve milis sistemi vardır.
Gerçek bölünme budur.
Bütün diğer bölünmeler bu gerçek bölünmeyi gizlemeye, gözlerden uzak tutmaya, gündemden düşürmeye; gündeme getirmemeye; unutturmaya yöneliktirler.
“Bu kadar iyi ve doğru yazılar yazıyorsun da niye yazıların hiçbir yerde yayınlanmıyor” diye soranların, sorusunun cevabı buradadır.
Demir Küçükaydın
05 Temmuz 2013 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder