Deveye sormuşlar “boynun
niye eğri?” diye.
Deve de cevap vermiş: “Nerem
doğru ki?”
Bu hafta sonu (yarın) HDK (Halkların Demokratik Kongresi)
Üçüncü Olağan Genel Kurulunu yapacak. Ertesi gün de HDP (Halkların Demokratik
Partisi) 1. Olağanüstü Kongresi’ni yapacak
HDP’nin kuruluşunda herşey yanlış ve çelişkili. Öyle ki bir
noktada saçmalığa (grotesk) dönüşüyor.
Sadece bir kaçına değinelim.
HDP’nin Gezi ile ortaya çıkan hareketin kendisi olduğunu
veya olacağı söyleminden geçilmiyor. Ama HDP ne parklarda ne de Gezi
hareketinin ortaya çıkardığı başka organlarda tartışılmadı, hatta oralarda gündeme
bile gelmedi. Bu hareketin kendisinin tartışıp, gündemine alıp ortaya
çıkarmadığı bir partinin, bu hareketin kendisi veya organı veya politik ifadesi
olmaktan söz etmesine ne denilebilir?
Haydi, bunu bir yana bırakalım.
HDK’nın resmi internet sayfasına girin bakın. HDP, o sayfada
menüde bir başlık.
Sanılır ki, HDK diye bir kitle örgütlenmesi ve hareketi var,
o benzer programı savunan bir de Parti Kurma kararı almış ve kurulmuş. HDP,
HDK’nın siyasi ifadesi.
Ama HDP’nin seçimlere girip girmeyeceğine ve nerede
gireceğine, HDK veya HDP’de değil, BDP’de karar verildi.
Hatta BDP’den kimlerin ayrılıp HDP’ye ve başına geçeceğine
de.
Bu çelişkiler uzun bir liste halinde sıralanabilir.
Bunca çelişki ve yanlış ortada. Ama daha da korkunç olan şu.
Bu çelişkiler ve yanlışlar kimseyi rahatsız etmiyor. Bu noktada herşey bir
saçmalığa varıyor.
Herkes Michelangelo Antonioni’nin Blow Up filmindeki gibi, ortada ne bir topun ne de raketlerin
olmadığı bir Tenis maçını izliyor ve oyuna katılıyor gibi.
Herşeyin saçmalığa vardığı bir dünyada HDK veya HDP’nin saçmalığı
artık saçmalık olmaktan çıkıp normal bir durum, gerçeklik hatta doğru haline
geliyor.
*
HDK kongre olduğu iddiasındadır. Hatta kendisini HDP’nin “hiç bitmeyen kongresi” gibi de
tanımlıyor.
Bir şeylerin adı değişince kendisi değişmiş olmaz.
Ama Kongre demek , yapısal olarak ittifaktan farklıdır,
ittifak demek değildir.
Yani Kongre tipi örgütlenme, örgütlerin temsili veya
muhataplığı ve ittifakı üzerinden olmaz.
İnsanlar Kongre tipi örgütlenmelerde, amaçları veya sosyal
konumları üzerinden bireyler olarak yer alırlar. Her birey eşit hak ve
görevlerle donatılmıştır. Örgütler üzerinden bir kongre yapıyorsanız. Örgütler
bireyler gibi eşit haklarla ve oylarla yer alırlar. HDK hem örgütleri hem
bireyleri bir araya getirme iddiasındadır. Aslında ne örgütlerin bir
ittifakıdır, ne de bir kongredir. Sadece karşılıklı bir çıkar ilişkisini
yansıtan yeni bir yaşam ortaklığı, bir simbiyoz ilişkidir.
Deve kuşu gibidir. Uç denince ben deveyim uçamam der. Yük
taşı denince ben kuşum taşıyamam der.
Eğer bir örgüt bireylere dayanan bir kongre tipi
örgütlenmenin amaçlarını benimsiyorsa, örgüt olarak temsil aracılığıyla oraya katılmaz;
üyeleri bireyler olarak katılır. En basit bayağı kesir işleminde bile
paydaların eşitlenmesi gerekir. O örgütün o Kongrede örgüt olarak hiçbir politik
ve örgütsel anlamı olmaz. Elbet o örgütün kongredeki üyeleri benzer
pozisyonları savunabilirler ve bunların kongrede çoğunluğu kazanması için
gerekli girişimlerde bulunabilirler ama bunlar o kongrenin çerçevesinde, onun
üyeleri aracalığıyla onun yasallığı içinde olur.
HDK’nın ilk kuruluşunda, başlangıçtka suyu tulumbayla çekmek
için içine bir parça su koymak bağlamında örgütlerle konuşulması onların
katılımının sağlanması belki anlaşılabilirdi. Ama bunun bir geçici olarak
katlanılması gereken bir zorunluluk olduğu bilinciyle hareket edilirse.
Maalesef bu olmadı. Başlangıçtaki zaafiyet bir fazilet derekesine yükseltildi.
HDK bugün kendini Kongre olarak tanımlayan, ama ismiyle
cismi asla birbirine denk düşmeyen bir ittifaktır. Hatta tam anlamıyla ittifak
bile değildir. Simbiyoz bir ilişkidir. Zaten bu sayede yaşamaktadır.
Kürt hareketi bu ittifak ile kendini sadece bir Kürt
hareketi olarak tecritten kurtarmakta, Türkiye politikasında hareket alanını
genişletmektedir. Türk sosyalistleri ve benzeri diğer örgütler de bu sayede
varlıklarını ve konumlarını güçlendirmektedir.
Bu karşlıklı çıkara dayanan simbiyoz ilişkinin kendisinin
zerrece demokratik bir karakteri yoktur. Ama bu simbiyoz ilişkiden çıkarlı
örgütlerin kendileri bugünün Türkiyesinde, kediye göre budu, demokratik
özlemlerin taşıyıcısıdırlar.
Serengeti’yi anlatan belgesel filmlerde, büyük memeli
hayvanların sırtında sürekli onların sırtındaki parazitlerle geçinen, hayvanın
sırtına konan kuşlar ve üzerinde bir bulut gibi uçuşan böcekler vardır. Hayvan
parazitleri temizlendiği için memnundur; kuşlar ve sinekler beslendikleri için.
Böylece geçinip giderler. Benzeri Denizlerde büyşük balıklarla temizlikçi
balıklar arasında da görülmektedir. Bu tür simbiyoz ilişki aslında bütün
canlılar arasında çok yaygındır. İşte HDK’yı oluşturan örgütler ile Kürt
hareketinin ilişkisi ve konumları da böyledir.
Aslında burada Kürt Hareketi ve Türk Sosyalist örgütleri
gibi görünen ilişki, özünde Kürt Burjuvazisi ve Türk Sol örgütlerinin taşlaşmış
ve ruhsuz bürokrasisidir. Bu durumdan ikisi çıkarlıdır ve bu durum onların
konumlarını güçlendirir.
Bu gerici niteliği anlamak için Dünya’dan iki örneği ele
alalım.
*
Bu ilişki bir yanıyla Emperyalizm ve Lübnanlaşma ilişkisi
gibidir.
Bugün emperyalist olan ülklerin hiç birisi, kendi içlerinde
demokrasiyi kurarken, bunu aşiretlere, dinsel veya dilsel ayrılıklara veya etnik
gruplara dayandırmazlar. Aksine bütün bu tür ayrılık ve örgütleri politik
alının dışına iterek, bu dışa itilişin kabulü temelinde; tüm yurttaşların birey
olarak eşitliğine dayandırırlar. Bunlar (din, dil, etni, kültür vs.) yurttaşalırn
fikir ve örgütlenme özgürlüğü bağlamında bir hakları olarak bir anlam
kazanırlar. Politik anlamları yoktur. Politik olan (ulusal olan ya da devlet) onların
politik bir anlamı olmaması üzerinde şekillenir.
Ama aynı ülkeler, geri ülkelerde, “ulus inşası” ya da “demokrasi
inşası” diye, dilsel, dinsel, aşiretsel birimleri kurucu birimler kabul ederler
ve onlara dayanarak sözde demokrasi kurmaya kalkarlar. Tabii buradan demokrasi
değil, Lübnanlaşma çıkar. Çünkü
politik olan, artık politik bir anlamı olmaması gereken bölünmeler üzerinden
kurulmaya çalışılmaktadır. Bu biçim aynı zamanda bu kapitalizm öncesine ait,
gerici bölünmeleri güçlendirir ve ömrünü uzatır ve böylece demokrasinin var
oluş koşullarını da ortadan kaldırır. Orta Doğu’nun ve Orta Asya’nın, Afrika’nın
hatta bütün geri dünyanın trajedisi, oralarda bir türlü demokrasi
kurulamamasının temel nedeni budur.
İşte Kürt hareketinin Türk sol örgütleriyle ilişkisi de benzer
biçimde gericiliği güçlendiren bir ilişkidir. Kürt Hareketi bu örgütleri
muhatap alarak, HDP’yi bu örgütlere dayandırarak, bu örgütleri
güçlendirilmekte; bireyler üzerinden bir örgütlenmenin; dilin, dinin, şu veya
bu siyasi örgütten olmanın hiçbir politik anlamının olmadığı gerçek bir
demokratik birliğin doğuş koşulları ortadan kaldırılmaktadır.
Burada Kürt Hareketi dedik ama aslında Kürt Burjuvasizi ve
Türk Örgütlerin bürokratik yapılarıdır bu durumdan çıkarlı olanlar.
Emperyalizm de bir yandan ayiretleri, cemaatleri muhatap
veya diemokrasinin kurucu birimleri olarak muhatap alır, onları birbirine karşı
kullanır ve güçlendirir; bir yandan da geri ülkelerin demokratik gelenkleri
olmadığından şikayet eder.
Kürt burjuvzisi de, bir yandan böyle örgütsel ilişkiler
üzerinden bu küçük ve gerici örgütleri güçlendirir. Türk ve Kürt ayrımını
pekiştirir, onları gücüyle irbirine karşı manüple edebilir. Diğer yandan
Kürtlere dönüp, Ya bu Apo da hala eski kafayla davanıyor. Bu küçük sol
örgütlerden bir şey çıkmaz der.
Halbuki, Kürt veya Türklerin veya bütün din, dil vs.
herkesin birey olarak katılabildiği bir kongre tipi örgütlenmede, bunu yapması
olanaksızdır. Orada Türk veya Kürt olarak değil, demokratik somut talepleri
benimsemiş bireyler olarak yer alacaktır. Bu ise onların hiç istemediği bir
şeydir. Bu nedenle, örgütsel değil bireysel üyelik önerilerimiz hem BDP hem de
Sol örgütler tarafından hep boğulmuş, susuşa getirilmiştir.
Bu sistem elbet Kürt hareketini ve özellikle Kürt
burjuvazisini rahatsız etmez, aksine ona güç verir ve hareket alanı sağlar. Her
biri etkisiz ve küçük sol grupları muhatap alarak onlara dayanarak Kongre
kurmanın (HDK); aşiretlere, örneğin Amerika’nın dinsel veya etnik bölünmelere
dayanarak Afganistanda Loya Jirga aracılığıyla demokrasi veya ulus kurmaya
kalkmasından farkı yoktur.
Araçlarla amaçlar, örgütsel yapılarla işlevleri arasında
zorunlu ve derinden işleyen bir ilişki vardır. Bu nedenle Marks, burjuva devlet
cihazını ezilenlerin kullanamayacağı ve onların bunu parçalayıp başka bir araç kurmaları
gerektiğinden söz etmiştir.
Aynı durum, demokrasiyi engellemenin; demokratik bir
uluslaşmayı engellemenin aracı olan, dil, din, etni, aşiret bölünmelerini
birimler olarak kabul ederek kurulmuş organlar; demokrasiyi ve demokratik bir
hareketi kurmanın ilişkisi arasında da vardır. Demokrasi veya demokratik bir
hareket ancak bu tür organları ve engelleri parçalayarak kendine yol açıp kendi
araçlarını yaratabilir. Bunun da alfabesinin ilk harfi, bireylerin eşit
katılımı, hak ve görevleri üzerinden bir araya gelmedir
Özetle bu ilişki, Kürt hareketiyle Türk sol örgütlerin
ilişkisi, emperyalist ülkelerle, dini, etnik veya aşiret bölünmelerinin ve
bunların örgütlerinin ilişkisi gibidir.
*
Bu ilişki bir yanıyla da özellikle ikinci dünya savaşı
öncesi ve sonrası dönemde, Sovyetler ve diğer ülkelerdeki komünist partilerin ilişkisine
de, yani devlet bürokrasisiyle sendika ve parti bürokratlarının ilişkisine de
benzer.
O dönemde bütün dünyadaki komünist partileri Sovyet dış
politikasının araçlarıydı, politikaları Sovyet dış politikasının ihtiyaçlarına
göre düzenleniyordu.
Sovyetlerin politik ve diplomatik manevraları, dönüşleri (ki
bunlar da ilkesiz ve yanlış bir politikanın sonuçlarıydı) bu dönüşlere ayak
uydurmaya çalışan, bir gün önce söylediğinin tersini ertesi gün söylemek
zorunda kalan komünistlerin bel kemiğini kırıyordu sürekli olarak.
Dünyadaki bütün demokratik ve sosyalist hareketler,
gelenekler, örgütler onlarca yıllık böyle manevralar sonucu darmadağın olup
bugünkü olmamışa dönmüş duruma geldiler.
Dünyadaki demokratik ve sosyalist hareket hala bu neredeyse
bütün bir yirminci yüzyıl boyunca sürmüş travmayı atabilmiş değil.
Dünya sahnesinde en azından Sovyetler yok. O komünist
partileri ise milliyetçi ve/veya sosyal demokrat partilere dönüşmüş bulunuyor.
Ama Türkiye’de geçmişin bu hayali hala yaşıyor. Türkiye’nin
Sovyetler’i PKK veya Kürt Hareketi; Türkiye’nin Komünist Partileri, çağu şu
HDK’yı oluşturan sol örgütlerdir.
Bir zamanlar Komüntern ya da Komünform ne idiyse, bugün de
HDK veya HDP aynı şeydir. İlişkinin biçimi ve karakteri aynıdır.
Geçici olarak, tıpkı Sovyetler’in ikinci dünya savaşından
galip çıkması gibi, düşman kendisinden daha gerici olduğu, dolayısıyla tecrit
olduğu için başarılar kazanabilir; ama uzun vadede, yenilgiye mahkum,
demokratik ve sosyalist hareketin hayat damarlarını kurutan bir biçimdir bu.
Muhtemelen Türkiye’de de öyle olacak.
Evet, HDP bir sürü çelişkiyle doğuyor, ama AKP’nin ve
Erdoğan’ın politikaları, kendi çıkarları açısından bile daha da saçma.
Kaldı ki, Kürt hareketi kendi hedef ve politikaları
açısından saçma ve aptalca poltikalar uygulamıyor.
AKP ve Erdoğan, kendi çıkarları açısından bile saçma,
öylesine yanlış ve gerici politikalar uygulyor ki, uzun vadede kendisini çöküşe
götürecek şekilde en yakın müttefiklerini bile uzaklaştırıyor.
Tıpkı Hitler ve Alman emperyalizmi tehlikesi karşısında
Sovyetlere yaklaşmak durumunda kalan diğer emperyalistler gibi, Askeri
Bürokratik Oligarşi de (Hatta Amerika da, Esat da, Rusya da. Konjonktür ve
güçlerin ve çıkarlarının dizilişi, Kürt Özgürlük hareketi için giderek çok
elverişli bir hale geliyor.) Kürt Hareketine yaklaşıyor. Roller değişiyor. Bu
değişim Kürt hareketinin etkisini, hareket alınını genişletiyor ve muhtemelen
ona başarı da getirecek. Ama bu başarı Sovyetlerin İkinci Dünya Savaşı’ndaki
başarısı gibi bir başarı olacaktır.
Bu yükseliş içinde, komşuda pişer bize de düşer diyerek HDK
ve benzeri örgütlerde Kürt hareketiyle ittifak yapan Türk sosyalist örgütleri
de elbet çaplarına uygun kemik parçaları elde edeceklerdir. Zaten bu nedenle
her türlü eleştiri ve öneriye kulakları tıkalıdır.
Elbet Türk sosyalistleri (milliyetçileri) Kürt özgürlük
hareketiyle ittifak yapabilir ve yapmalıdırlar. Ama bu ittifaka Kongre demek ve
demokratik bir hareketin oluşmasını engelleyecek biçimleri teşvik edip, demokratik
bir hareketin oluşum kanallarını tıkamak başka şeydir.
HDK’nın ve HDP’nin yaptığı fiilen budur.
Kürt hareketi de Türk sosyalistleri de demokrat değil
milliyetçidir. Daha doğrusu şöyle diyelim, demokratik özlemleri ve eğilimleri
olan ama yanı zamanda milliyetçi ve demokrasiyle ilgisiz yapılardır.
Bizim ise temel derdimiz, programatik, stratejik, örgtsel ve
taktik olarak, radikal bir demokratik hareketin Türkiye’de ve Orta Doğu’da
nasıl örgütlenebileceğidir.
Bütün bu nedenlerle buradaki öneri ve eleştirileri kimse
dikkate almayacaktır.
Biz de sanki dinleyen varmş gibi bıkmadan söylemek ve
tekrarlamak zorundayız.
Çünkü ortada ciddi bir yanılsama var. İnsanlar HDK ve HDP’de
gerçek durumu değil, özlemlerini görüyorlar.
Bu nedenle de, gidecek daha uygun bir yer olmadığından
birçok insan hala orada.
Bu nedenle söylemek, hayalleri yıkmak, yanılsamalarla
mücadele etmek zorundayız.
VE nihayet, “söyledim
ve ruhumu kurtadım” demek zorundayız.
Belki çook ilerde ortaya çıkacak bir devrimci ve sosyalist
hareketin dayanabileceği ve üzerinde yükselebileceği bir gelenek bırakabilmek
için.
*
Bu önerileri HDK’ya yapmıştık, şimdi hem HDK’ya hem de
HDP’ye yapalım bir kez daha.
Daha da somut yazalım.
Burdan Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder’e somut olarak
çağrıda bulunuyoruz.
Bu öneri ve sorunları örgütün ve solun gündemine taşımak
için açıkça mücadeleye giriniz.
Bu işler retorikle yürümez.
Sizlerin bunu yapacak gücü ve etkisi var.
Bunu yapmadığınız takdirde Tarih sizi affetmeyecektir.
Aşağıda en somut biçimiyle son derece basit ve sade öneriler
var. Sondan başa, örgütselden programatiğe; en pratik ve önemsizden; en önemli
ve temel olana doğru.
Örgütsel Olarak Acil yapılması Gerekenler
HDK’nın kuruluşunda, tulumbaya koyulacak bir maşrapa su
olarak Türk sosyalist örgütleriyle ve diğer örgütlerle, örgütler olarak bir
araya gelmek anlaşılabilirdi belki. Ama ilk kongreden sonra, örgütsel tüm
temsillerin ortadan kaldırılması, katılımın sadece birey bazında olması
gerekmekteydi ve gerekmektedir. Örgüt denen urlar kesilip atılmadan, HDK
açısından Politik birimler ve muhataplar olarak işlevsizleştirilmeden, HDK
bağımsız ve sağlıklı bir organizmaya dönüşemez.
Örgütler varlıklarını elbette koruyabilirlier; elbette
HDK’daki üyeleri aracılığıyla onların niceliği ve niteliğinin etkisiyle, HDK
politikası ve yönetiminde daha büyük ağırlıkla temsil edilmek için mücadele
edebilirler. Bu onların tamamen meşru hakları ve hatta görevleridir.
Ama bu örgütsel temsiller aracığıyla değil; üyelerini birey
olarak HDK’ya üye yaparak onların nicelikleri ve çalışmaları ölçüsünde olabilirdi
ve olmalıdır. Bu kural aynen BDP için de geçerli olmalıdır. BDP de HDK içinde,
HDK’ya üye olan bireylerinin ağırlığı ve etkisi ölçüsünde belirleyici olabilir
ve olmalıdır.
Bu ilk adım atıldığında, Türklerin ve Kürtlerin bugünkü
kültürel, örgütsel, psikolojik ve mekansal ayrışmış ve ayrılmışlığının yerini,
Kürt veya Türk, (Alevi veya Sünni vs.) aynı örgütteki insanların, Kürtlük veya
Türklük (Alevilik veya Sünnilik vs.) değil, demokrasi hedefine yönelik, programatik,
stratejik veya taktik kriterlere göre; örneğin demokratik bir programı savunmak
veya savunmamaya göre, ayrılmalarının, öbekleşmelerinin, tartışmalarının yolu açılmış olur. Yani bugünkü bölünmelerle
bölünülmüş olur. Bu modern ve demokratik bir hareketin olmazsa olmaz koşuludur.
Ancak böyle bir yapıda Gezi’de başlayan; politize ve radikalize olan moden ve
demokratik özlemleri ifade eden hareket kendini bulabileceği ve içinde yer alabileceği
bir araç bulabilir. Ve ancak o zaman “Türkiyelileşmek” gerçekleşebilir.
Sadece bireysel üyeliğin mümkün olması, eşit sayıda üyeye
eşit sayıda delege, katılım ve demokratik bir yarışmacılığı besler. Böylece
taşlaşmış örgütlerden uzak duran ve aslında en sağlıklı olan unsurların tekrar
aktifleşmesi ve örgütsel hayata damgalarını vurması gerçekleşir. Ayrıca bunun
bir yan ürünü de, örgütlerin kabuklarının kırılması, başka örgütlerden veya
bağımsızlarla bir arada iş yapmaya başlayan örgüt militanlarının
kabızlıklarının azalması, kendi dar kafalı örgütlerini de sorgulamaya başlaması
gibi bir yan etkisi de olur.
HDK’nın tüm Türkiye’deki bütün birimleri ve bir bütün olarak
tümü, İnternette, tartışma ve haberleşmelerini tüm üyelerinin dahil olduğu bir
tek mail grubundaa yapmalı ve bu grup örgüt üyesi olmayan herkes tarafından izlenebilmeli
ve okunabilmelidir.
Böylece her üye tüm örgütün bütününe ulaşma ve onları
görüşüne kazanma olanağına sahip olur. Bu olanak sağlanmadan bir tek adım bile
atılamaz. Ayrıca bu sayede her üye, örgütün bütününün gücü faaliyeti,
yaptıkları ve yamadıkları hakkında doğrudan bilgi sahibi olur. Ayrıca Örgüt
dışındaki bütün insanlar da herşeyi açıkça görürler. Bizzat bu tür bir açıklık
ve demokratik ortam yepyeni enerjilerin harekete geçmesine; bütün bürokratik
yapıların yıkılmasına da yol açar. Türkiye’de yepyeni bir demokrasi kültürünün
gelişmesine vesile olur. (Bu yönde Almanya’daki Korsanlar Partisi örnektir ve
onun ve dünyadaki birçok sol örgütün kullanımına öncülük ettiği Liquid Feedback veya Liquid Demokrasi isimli bilgisayar
programı da kullanılabilir.) Görülecektir ki bu tür biçim, hızla ve derhal Gezi
Hareketinin politize ettiği ve radikalleştirdiği kitle tarafından da
benimsenecektir.
Taktik Olarak Acil yapılması Gerekenler
Ateşkes ve Barış, (“Kürt Sorunu”nun çözümü
değil) sınırsız bir fikir ve örgütlenme özgürlüğüne bağlı olarak
savunulmalıdır. Kürt Sorunun çözümü ise, programatik bir sorundur ve çok uzun
bir mücadele ve çok köklü bir değişim gerektirir. İlk hedef bunun için en
barışçıl mücadele imkan ve araçlarını sağlamaya yönelik olmalıdır.
Bir tek kanun maddesiyle bile, fikir,
örgütlenme ve gösteri özgürlüklerini kısıtlayan bütün yasalar, yönetmelikler
iptal edilebilir ve edilmelidir. Böylesine tam bir özgürlük, zaten bütün siyasi
hükümlülerin ve davaların dışarı çıkması anlamına gelir. Herkesin her şeyi
savunabildiği ve bunun için birlikler kurabildiği bir ülkede, silaha başvurmak
anlamsız olacağından, Gerilla’nın ve silahlı mücadelenin varlığı anlamsızlaşır.
Böylece Ateşkes ve barış, demokrasiye bağlanır.
Programatik ve Stratejik Olarak Yapılması Gerekenler
Bugünkü program derhal kaldırılmalıdır.
Bunun yani özce Kürtlüğün tanınması ya da
“Statüsü”nü talip eden program yerine Türklüğün tanınmaması veya statüsüzlüğünü
talep eden program geçirilmelidir.
Daha genel ve doğru ifadeyle, Kürtlüğün ya da
Aleviliğin veya başka dinsel, etnik, dilsel kimliklerin tanınması yerine;
bugünkü ulusu belirleyen dinsel, etnik, dilsel vs. tanımların kaldırılması temel
program olmalıdır. Yani ulusun (Milletin) Türklükle ve Sünni İslam’la resmi
veya fiili tanınmasına son verilmelidir. Türklük egemen olmaktan çıkınca
Kürtlük de ezilen olmaktan çıkar. Bunun için son derece net açık ve somut
tedbirler özünde iki tanedir.
·
Herkese anadilinde eğitim hakkı (anadili öğrenme
hakkı değil, o başka bir şeydir ve yeterince demokratik değildir).
·
Ama herkesin ana dilinde, aynı aynı Fizik, aynı
Biyoloji vs. gibi aynı Tarih kitabını okuması.
Bu Tarih kitabının tüm dillerden, dinlerden,
etnilerden eşit sayıda katılımcının yer aldığı bir kurulca yazılması pratik bir
çözüm sağlar. (Bu tarih kitabı fiiliyatta ulusların tarihi olmadığına dair bir
tarih kitabı olur. Demokratik bir ulusun tarih kitabı ancak böyle bir Tarih
kitabı olur.)
İkinci temel ve esaslı program maddesi şudur:
·
Tüm düzeylerde her türlü idari birimde yetkinin
ve gücün, seçimle gelmiş organ ve yöneticilerde olması; merkezi idarenin
atadığı memurlara son verilmesi. Merkezin ve üst ideri birimlerin gücünün ve
yetkisinin sınırlarını mahalli idarelerin belirlemesi. Bugünkü Türkiye’de ise
tam tersinedir. Merkez mahalli idarelerin sınırlarını belirlemektedir.
Bu program özünde şöyle ifade edilebilir:
“Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”nın reddi; ama kendini bir dille,
dinle, etniyle vs. tanımlamadığı sürece bir köyün bile ayrılma hakkının kabulü.
Bu programın adı Demokratik Cumhuriyet’tir.
En özlü biçimde Türkiye Cumhuriyeti değil
Demokratik Cumhuriyet biçiminde ifade edilebilir bu program içeriği doğru
tanımlandığında.
HDK’nın, HDP’nin, BDP’nin bugünkü programı
ise, demokratik Kürt ve Türk Cumhuriyetidir. Bu köşeli Daire gibi bir
oksimorondur. Türk veay Kürtse Demokratik olamaz; Demokratik ise Kürt veya Türk
olamaz.
Birinci değişiklik yapılmadan, yani dil, din,
etni, kültür körü bir ulus taımı yapılmadan bu değişiklik kendi başına tam bir
Lübnanlaşmayla sonuçlanır.
Ama bu olmadan da var olan merkezi bürokratik
devlet cihazı parçalanıp yerine demokratik bir cihaz kurulumaz.
Bütün dikkat ve vuruş bu iki maddelik acil
programa yöneltilmelidir.
Bu Program, Türk ve Kürtlerin demokratlarını
birleştirebilecek; demokratları ve demokrat olmayanları ayrıştırabilecek
biricik programdır.
Bir demokratik hareket ya da oluşturulması için, ilk planda
ve acil olarak yapılması gerekenler bunlardır.
Ayrıca böyle bir demokratik program ve stratejinin partisi “Türkiye Partisi” değil, “Ortadoğu Partisi” olur ve olmalıdır.
*
Biz bu programı 2004 yılında yazdık (Açılım diye bir dergi girişiminin çağrı taslağı olarak).
2005 yılında kitap olarak yayınladık (Büyük Ortadoğu Projesi ve Sosyalist Strateji)
Bu programı 2008’deki Çatı
Partisi toplantısında Kitap olarak tüm delegelere dağıttık, gündeme
alınmasını istedik. Kimse duymak bile istemedi. Eğer bunlar 2008’deki Çatı
Partisi Toplantısı’nda yapılsalardı…
O toplantı fiyaskoyla bitince, zevahiri kurtarmak için bir Program Komisyonu kuruldu. Oraya bir
öneri, tartışmalar için bir taslak olarak önerdik. Bürokratik manevralarla varlığı
ve adı bile alınmadı.
Haydi, o zaman olmadı diyelim, daha sonraki Demokrasi İçin Birlik Hareketi’nin
Ankara Kongresi’nde önerecektik. Gündem tartışması yaptırmayız diyerek, gündeme
bile almadılar ve almamak için demokrasi oylama değildir, biz demokrasiyi
aşıyoruz o nedenle gündem tartışması ve oylama yapmayacağız dediler. Tüm
örgütler utanç verici bir şekilde bu yapılanlar karşısında sustular ve
yapılanları görmezden geldiler.
Haydi, o zaman olmadı diyelim, Halkların Demokratik Kongresi’nin ilk kuruluş kongresinde hiç olmazsa okumuk
ve bir alternatif program olarak sunmak istedik. Akın Birdal’ın başkanı olduğu
Kongre divanı resmen engelledi ve okutmadı. Sadece okutmamak için koca bir günü
selam konuşmalarıyla geçirttirdi.
En son Sosyalist
Yeniden Kuruluş denen birlik girişiminde, Ertuğrul Kürkçü, bu sefer ciddi
program tartışması yapacağız dediği için bir kez daha denedik bu alternatif
programı gündeme aldırmayı, yine gündeme bile aldıramadık. Bütün bunlar
karşısında kimse sesini bile çıkarmadı bir iki kişi hariç. Sonra program
konusunda o seslerini çıkarmayarek bu suça ortak olanlar, kendileri tasfiyeye
uğradılar ve şimdi HDP’nin üzerinden eski konumlarını elde edebileceklerini
düşünüyorlar.
Sonra birçok vesileyle yine bu programı yazdık.
En son Gezi hareketi veslesiyle
Gezi’nin ayaklarıyla oy verdiği program buydu.
Sokak iftarları ve Liceyle dayanışma mitingleriyle; Parklara
ve mahallelere çekilişleriyle, oralardaki agora ve forumlarıyla bu özlemleri
dile getiriyordu.
25 Ekim 2013 Cuma
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder