4 Ağustos 2013 Pazar

Seçimlere Nasıl Girileceği Tartışması Üzerine

Seçimlere nasıl girileceği tamamiyle taktik bir sorundur. Yani aynı amaçlarda, aynı stratejide (o amaçlara ulaşmak için hangi güçlere dayanılacağı veya dayanmak gerektiği) anlaşanların, hangi örgüt ve mücadele biçimlerini seçeceği sorunudur.
Bu mücadele biçimlerini belirlerken de, bir yükseliş ve hücum fazında mı; yoksa bir savunma ve gerileme  fazında mı olunduğunun doğru tesbitinin hayati önemi vardır.
Ancak teorik ve kategorik olarak taktik bir sorundur. Gerçek mücadelelerde, genellikle aynı konumda ama farklı amaçlara sahip güçler arasındaki mücadelelerde, programatik ve stratejik ayrılıklar, sanki aynı program ve stratejide anlaşanların arasındaki taktik ayrılıklarmış gibi tartışılırlar.
Ama böyle tartışılınca da gerçek tartışılması gereken tartışılmaz ve bu tartışmalar ilerletici olmaz.
Olmaz ama böyle yürütülen bir tartışma, tarafların fikirlerini mantık sonuçlarına kadar götürmedene durumu sürdürmelerini; bir kopuşmaya gitmeden fiili işbirliğini sürdürmelerini sağlar.
*
Ne ver ki, bu küçük burjuvazinin ya da burjuvazinin ittifak anlayışıdır. Devrimci ve Marksistlerinki tamamen farklıdır. Marksisler, gerçekte tartışılanın ne olduğunu ısrarla söyler, tartışmayı o programatik ve stratejik tartışmaya çekmeye çalışır. Bunun yanı sıra taktik olarak en geniş uzlaşmaları, en toparlayıcı biçimleri savunurlar.
Yani programda ve teoride açıklık ve kesinlik; taktiklerde esneklik ve toparlayıcılık. Tartışmayı daima programatik ve stratejik ayrılıklara çekme çabası.
Neden?
Çünkü ancak programatik bir tartışma, ezilenleri hızla eğitir, toplumsal ve sınıfsal özün herkesçe görünür olmasını sağlar. Tam da bu nedenle, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmleri, bu tartışmaya girmezler, çünkü düşmanın istediği koşullarda savaşı kabul etmiş ve daha baştan yenilmiş olacaklardır.
Savaşın ilk kuralı ise, düşmanın istediği koşullarda savaşı kabul etmemektir.
Bu durumda burjuva ve küçük burjuva sosyalizmleri, devrimci sosyalistler karşısında hiçbir şey söylemezler; tartışmayı ve gündemi kendi aralarında yaparlar. Birbirlerine karşılıklı güç verirler. Bir yandan birbirlerine karşı mücadele ederlerken, diğer yandan devrimci sosyalizme karşı onu susuşa getirerek birlikte mücadele ederler.
Böylece de ideolojik egemenliklerini sürdürerek ezilenleri “kafadan gayrı müsellah” bırakırlar. Burjuva ve küçük burjuva sosyalizmleri, devrimci sosyalizme karşı, onu yok sayarak, mücadala etmeyerek mücadele ederler.
*
HDP ile mi, BDP ile mi; aynı partide mi ayrı partide mi tartışması aslında iki farklı gücün, programın ve stratejinin tartışmasıdır.
Kürt hareketi içinde kabaca iki temel güç vardır ve bunların program ve stratejileri farklıdır.
Bir yanda Öcalan, KCK, Kandil, PKK’nın temsil ettiği, Kürt kadınlarına ve yoksullarına dayanan; demokratik bir programı, demokratik bir ulusçuluğu savunmaya çalışan güç.
Diğer yanda Kürt burjuvazisine dayanan, ulusu Kürtlük üzerinden tanımlayarak bir Kürt devleti hedefine sahip olan eğilim ve güç.
Normal olarak, ulusal hareketlerin başında bu ikinci eğilim (Burjuvazi) olur. Ulusal hareketin içindeki radikal eğilimleri, karşı tarafa bazı koşulları kabul ettirmenin aracı olarak kullanırlar.
Ancak Kürt hareketinde Burjuvazi korkaklığı nedeniyle, başta, bir şekilde öncülüğü Kürdistan’ın yoksullarına kaptırmıştır.
Bunu tekrar ele geçirmek için binbir yolu, Türk burjuvazisinin de desteğiyle uygularlar. Örneğin KCK tutuklamaları, bu plepleri tutuklayarak, meydanı Kürt burjuvazisine bırakmak; PKK ve Öcalan’ın etkisini kırmak için hükümetin Kürt burjuvazisine verdiği destektir.
Ancak plepler, yoksullar öyle bir mekanizma oturtmuşlardır ki, bu mekanizma su sızdırmaz ve bu güne kadar bütün parçalama ve burjuvazinin kontrolü ele alma çabalarını başarıyla savuşturmuşturr.
Batılı aydınlara çok anti-demokratik gelen PKK’nın yapısı sayesinde Kürt hareketi içinde burjuvazi etkili olamamıştır.
Yani Kürt hareketi içinde, kim PKK’nın anti demokratik olduğundan; Öcalan’ın tartışılmadığından; mutlak otorite kabul edildiğinden şikayet ederse, o aslında örgütsel bir demokrasiyi savunuyormuş gibi yapıp, Öcalan ve PKK’nın etkisini ve gücünü azaltmak ve sıfırlamak için mücadele ediyor demektir. Her kim ki, “Önderlik gerçeğ vardır”; “Bedel ödemeyenler konuşuyor, bedel ödeyenler konuşsun” gibi sözler ediyorsa, o PKK’nın pleplerinin çıkarlarını ve gücünrü Kürt burjuvazisi karşısında savunuyor demektir.
Bunu marksizmi yüzeysel olarak anlamış, sınıfların sadece ekonomik değil, tarihsel ve kaltürel bir dizilişi de olduğunu anlamayan küçük burjuvalar anlamaz.
Kürt hareketi içinde aslında son derece özgür bir tartışma ortamı vardır, ama bu Öcalanı tartışmayanlar arasındadır. Öcalan Kürdistan pleplerinin bayrağıdır.
Pleplerin başka bir çaresi yoktur. Çünkü Kürdistan’da modern bir işçi sınıfı ve sosyalist entelijansiye gelişmemiştir. Neredeyse bütün enteljansiya, Kürt burjuvazisinin safındadır.
Ortadaki soru şudur: ezilenden yana mısın ezenden yana mı? Kürt hareketi içinde burjuvaziden yana mısın, pleplerden yana mı?
Ezilenler ezenlerin, burjuvların kendilerini kurtarmasını mı bekleyeceklerdir; yoksa kendi insiyatifleriyle mücadeleye girip mücadele içinde deişmeyi mi deneyeceklerdir?
Dünyadaki bütün ulusal kurtuluş hareketlerini veren ve ezilenlere dayanan örgüter “anti-demokratik” olmuşlardır.
Kenya’da Mau Mau’lar İngilizlere karşı savaşırlarken, İngiltere demokrasiydi. Mau Mau’lar aşiretler halinde yaşıyorlardı. Şimdilerin küçümseyici moda tabiriyle “Birey” bile olamamışlırdı. Vietkong gerillaları Fransız ve Amerikan demokrasisine; Çin gerillalalırı Amerikan demokrasisine karşı savaşıyorlardı.
İşte burada yine aynı sorun vardır: Sanki bir örgüt demokrasisi tartışılır; taktik ve örgüt sorunları tartışılır gibi yapılırken aslında progrmatik ve stratejik bir farklılık tartışılmaktadır. Bunu gözden uzak tutan, birden egemen sınıfın basit bir piyonu haline dönüşür.
Şunu hiç gözden uzak tutmamak gerekir. Eğer Türkiye’nin batısında güçlü bir demokratik ve sosyalist hareket olsaydı, bu Kürdistan’ın pleplerinin güçsüzlüğünü dengeler, onlara burjuvazi karşısında güç verirdi. O koşullarda PKK çok daha esnek ve “demokratik” biçimleri deneyebilirdi. Ancak bu güç hiçbir zaman var olmadığından, su geçirmez bir önderlik ve kadro hareketi olmakan başka bir çaresi yoktur Kürdistan kadın ve yoksullarının.
Şunu hiç kimse unutmasın, Kürt hareketine Öcalan ve PKK egemen olmasaydı, diyelim ki 2003’deki Osman Öcalan’ların girişimi başarılı olsaydı, bugün Türkiye’de ve Kürdistan’da kan gövdeyi götürüyor olurdu.
Türkiye’deki demokrat ve sosyalistlerin en büyük şansı, Öcalan ve PKK’dır.
*
Kürt ulusal hareketi tüm sınıflar ulusal baskıya maruz kaldığından tüm sınıfları kapsar. Dolayısıyla bu hareket içinde çok güçlü bir burjuva nüfuzu vardır. Dağlarda, Hapishanelerde, her gece bir yoksul evde geceleyen, bir lokma bir hırka yaşayan KCK’lılar arasında burjuva bulunmaz. Ama legal partilerde, derneklerde, medyada Kürt burjuvazisi egemendir. Kürt ulusal hareketi, Türkiye’nin batısında bir demokratik hareket de bulunmadığından, Kürt burjuvazisiyle ittifak yapmak, demokratik bir ortadoğu kurmak için, onlarla bir süre ittifak yapmak, birlikte yürümek zorundadır.
Ancak kullananlar her zaman kullanılırlar. Kürt burjuvazisi hareketin kendisine bu muhtaçlığından yararlanarak, Öcalan ve PKK’yı sürekli sabote eder, orasından burasından kemirir, içeriğini boşaltır. Buna karşı Kürt Plepleri onların başına, güvenilir ve denenmiş kadrolarını diker. Onları şeytan azapta gerek diye sürekli şahta tutar. Bu mücatdele yıllardır böyle sürer gelir.
Sanılır ki PKK ve Öcalan her şeylere kadirdir. Hayır, onlar da boşlukta hareket etmezler; bir yandan onların sırtından sopayı eksik etmezken diğer yandan da onları hep bir müttefik olarak tutmaya çalışır.
Belki başkalarına garip gelebilir ama PKK bir kadın hareketidir. Öcalan kadınlara özgürlük getirerek, onların desteği ile, PKK ve KCK’yı; PKK ve KCK ile tüm hereketi kontrol altında tutar.
 Bu ilişki tersinden şöyle de formüle edilebilir; Kadınlar Öcalan aracılğıyla, PKK ve KCK’yı ve de tüm hareketi kontrol altında tutmaktadırlar.
*
Şimdi bu arka plan ışığında sçimlere nasıl girileceği tartışmasın görelim.
HDK aslında bomboş bürokratik bir aygıttan başka bir şey değildir. HDP ise seçime katılmak için gerekli koşulları tamamlamış bir partidir.
Durumun ne kadar saçma olduğunu görmek için, seçimlere nasıl girileceği tartışmasının HDK veya HDP’de değil; BDP toplantısında yapılmasına bile bakmak yeter. (Kimileri, örneğin Evrensel’de bugün birileri buna dikkati çekiyor ama düne kadar da böyle olmasına rağmen bundan kimse şikayet etmiyordu.)
Gezi sürecinde de çok açık ortaya çıktığı gibi, BDP bugün neredeyse bütünüyle Kürt burjuvazisinin eline geçmiş bulunmaktadır.
Kürt burjuvazisinin esas yaklaşımı şudur: “biz Kürtler ayrıyız, Türkler ayrı; Türklerin nasıl bir devleti varsa, Kürtlerin de olmalı. Türklerin ezilenlerini kazanmak, ortadoğuda demokratik bir cumhuriyet kurmak falan bunlar ütopyalarla uğraşmaktır.”
Bu yaklaşımın mantıki sonucu Kürt illerinde Kürt partisi, Türk illerinde Türk partisi; yani Kürdistan’da BDP, Batı’da HDP ile seçimlere girmektir.
Örneğin bu mantıkla Kürt hareketi Gezi hareketinden uzak tutulmaya çalışıldı.
Buna karşıyık Öcalan koca koca kitaplar yazarak, bir demokratik milliyetçiliğin teorik ve programatik temellerini oluşturmaya çalıştı. Kürtlerin kurtulmak istiyorlarsa, kendilerini ezenleri de kurtarmak zorunda oldukları, bunu ancak demokratik bir programla olabileceğini savundu.
Tabii böyle bir bakışınız varsa, Türklerin demokratlarını kazanmak; orada bir demokratik hareket yaratmak için sürekli çabalamak gibi bir durumunuz olur. Öcalan’ın zorlamasıyla Seçimlerde Türk sosyalistleriyle Blog olarak katılmalar, Pınar Selek’lerin gazetenin veya partinin başına getirme denemeleri; Sırrı ve Ertuğrulun adaylıkları ve seçilmeleri. Bütün bunların hepsi, Türkiye’de bir demokratik hareket; kendine bir müttefik güç yaratmak çalbalarından başka bir şey değilir.
Böyle bir program ve strateji ise elbette Kürdistan ve Türkiye’de aynı demokratik parti ile girmeyi savunur.
*
Öcalan’ın muhalifleri her zaman kısa vadeli ve dar kafalı düşünürler.
Şunu anlamazlar, politikada her kayıp bir kazançtır.
Böyle yapılırsa, belki Kürtler arasında örneğin Barzanicilerin desteğini yitirecektir ama aynı zamanda, Türkiye’nin batısına kendi demokratik mesajını iletecektir.
Böylece Kürdistan ve Türkiye’nin demokratik güçlerini birleştirip, tüm ortadoğuyu değiştirecek bir sinerjiyi harekete geçirecektir.
Ufku bir Kürt devletinden başkasına gitmeyenler için bu elbette istenen ve savunulan bir taktik değildir. Ama başta da dediğimiz gibi, Program ve strateji farklı olduğu için değildir.
Kürt burjuvazisinin programının aynısı, Türk sosyalistleri taafından da savunulmaktadır. Ulusların Kaderini Tayın hakkı, Kürt burjuvazisinin de programıdır.
Dolayısıyla Türk sosyalistleri ve Kürt burjuvaları, zımni bir işbirliği içindedirler. Aynı zamanda, örgütsel olarak bir örgütler ittifakını savunarak, Kürnt burjuvazisine el ve bel vermeketdirler.
Öcalan’ın programının ittifak yapabileceği biricik programı biz savunuyoruz. Ama yıllardır bu programın bırakın gündeme alınmasını tartışılsanını, duyulmasını bile Türk soyalistleri ve Kürt burjuvaları birlikte engelliyorlar.
Bizim programmızın özü, ulusun Türklüğe veya Kürtlüğe göre tanımlanmasını ortadan kaldırarak; merkezi yapıyı parçalayarak bir demokratik Cumhpuriyet’tir.
Bu program Kürt hareketine hem el verir hem de onu ileriye çeker.
Özetle, taktik bir ayrılıkmışçasına tartışılan, demokratik miilyetçilk mi “ilkel milliyetçilik” midir?

04 Ağustos 2013 Pazar

Hiç yorum yok: