En olağan ve biçimsel
anlamıyla Demokrasi: “azınlığın çoğunluğa
uymasını prensip olarak kabul eden rejimdir” (Lenin).
Bu en biçimsel demokrasi tanımı ister istemez demokrasinin
olmazsa olmaz iki koşulunu ifade edilmemiş bir var sayım olarak içerir: zor ve özgürlükler.
Bu tanıma göre, Azınlıklar
ve çoğunluklar demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur.
Ama azınlık ve çoğunlukların oluşabilmesi için de insanların
farklı alternatifler etrafında yoğunlaşmaları gerekir.
Bunun için de, tam bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü
ortamında farklı görüşlerin, eşit biçimsel koşullarda ortaya çıkmaları ve
birbirleriyle yarışmaları gerekir.
Yani farklı görüşlerin özgürce örgütlenip çoğunluğu kazanmak
için mücadele etme hakkının olmadığı bir yerde, azınlık ve çoğunluklar
oluşamaz, bunlar olmayınca da demokrasinin en temel koşulu azınlıklar ve
çoğunluklar eksik olur; demokrasiden söz
edilemez
Yine yukarıdaki tanıma göre, Zor, yani yaptırım
demokrasinin ayrılmaz bir koşuludur. Tanım, azınlığın çoğunluğa uymasından söz ediyor.
Burada hemen şu soru akla gelir: "Ya azınlık çoğunluğa uymazsa?"
O zaman da uydurulması
gerekir.
Nasıl?
Yaptırımlarla,
yani zorla.
Yaygın kanaatin aksine, demokrasi ve zor birbirlerine zıt
kavramlar değildir, zor olmadan demokrasi olmaz.
Ama demokrasinin zorla ilişkisi sadece bu kadar değildir.
Demokrasi ancak zora dayanarak, azınlığın çoğunluğa zorla uydurulduğu bir düzen
haline gelebilir. Örneğin insanları eşit bireyler olarak kabul etmeyen,
azınlığın çoğunluğa uymasını kabul etmeyen kralların egemen olduğu bir dünyada,
demokrasi ancak onlara karşı zorla egemen olabilir. Yani aslında her demokrasi
bir diktatörlüktür, demokrasinin ilkesini, azınlığın çoğunluğa uyması ilkesini
kabul etmeyenlere karşı bir diktatörlüktür. Görüldüğü gibi Demokrasi ve diktatürlük
de azlında birbirine çok zıt kavramlar değildir.
Şimdi bu zor ve demokrasi ilişkisini üç farklı soyutlama
düzeyinde ele alalım.
*
Demokrasinin özü, azınlığın çoğunluğa uyması ve eğer
uymuyorsa uydurulması olduğundan, Marksizm, özgürlükler
âleminin, zorunluluklar âleminin, yani demokrasinin, yani yaptırımlar âleminin
ötesinde sonsuz bolluğun bir âlemi olabileceğini vurgular.
Marksizm, Sosyalizmin yani eşitlikçiliğinin "çalışmayana ekmek yok", "herkese emeğine göre" gibi ilkelerinin,
demokrasiyi, yani zoru gerekli kıldığını vurgular ve özgürlük (Komünizm) ve demokrasiyi
(Sosyalizm) birbirine zıt kavramlar olarak konumlandırır.
Bu kullanımda özgürlükler âlemi, demokratik bir sistemin
ayrılmaz parçası olan fikir, örgütlenme özgürlükleri gibi haklar değil,
demokrasi gibi bir toplumsal sistem anlamına sahiptir ve onun ötesinde var olabilir.
Yani ancak ekmeğin çalışma koşuluna bağlı olmadığı, emeğin
yok olduğu, "herkese ihtiyacına göre
ve herkesten yeteneğine" göre ilkesinin geçerli olabildiği bir
sistemde artık demokrasi olmaz.
Çünkü azınlığın çoğunluğa uyma uydurulma mecburiyeti yoktur
ve bu nedenle de zor yoktur. Eşitlik yani çalışmayana ekmek yok ilkesinin
olduğu yerde ise özgürlük olmaz. Bu nedenle Marksizm, bu anlamda eşitliği, sosyalizmi,
burjuva hakkı veya hukuku olarak tanımlar. İlk elde sosyalistlerin görevinin
burjuva hakkı veya hukuku, yani sosyal eşitlik için mücadele etmek olduğunu
söyler.
*
Bunun nasıl bir şey olduğunu tasavvur edebilmemizi bize dil
sağlayabilir.
Her hangi bir dili konuşurken, sözcükleri herkes ihtiyacına göre ve yeteneği kadar kullanabilir.
Yani bizler konuşurken farkına varmadan, komünist toplumun ilkesine, demokrasi âleminin
ötesindeki özgürlükler âleminin ilkesine göre davranırız ama Molliere’in nesir
konuştuğunu bilmeyen kahramanı gibi, “komünist”lik yaptığımızı bilmeyiz[1].
Dilin kelimelerini kullanımda, özgürlükler âleminin
kuralları geçerlidir. Belli bir kelimeyi kullanmak için belli bir emek
miktarına gerek yoktur.
Ama insanların
hayatları boyunca kelimeleri diyelim ki sadece onar defa kullanma hakları
olsaydı, on defadan fazla kullanımları tespit etmek, kullananları cezalandırmak
için bir zora gerek olurdu. Yani dil, özgürlükler âleminden, zorunluluklar âlemine
geri düşerdi. Ya da belli sözcükleri kullanmak belli bir ücrete tabi olsaydı,
dil de özgürlük âleminden demokrasi âlemine; yani zorunluluklar ve yaptırımlar âlemine
düşmüş olurdu.
Bu dildeki kelimelerin kullanımının sınırlanması veya ücrete
tabi olması örneği, ilk bakışta okuyucunun "olur mu öyle şey"
diyebileceği saçma bir durum gibi gelir. Ama maalesef gözlerimizin önünde sanal
uzayda (cyberspace, daha bilinen deyimiyle İnternet) yaşıyoruz.
Sanal Uzayda her hangi bir bilgiyi, bir yazıyı, bir müziği,
bir resmi, yani dijitalize edilebilen her
şeyi, yani görme ve işitme duyularıyla kavranabilen her şeyi (belki ilerde
dokunma da simülasyonlarla bu kategoriye girebilir) bir bilgisayarı olup
internete fazla telefon masrafı kaygısı olmadan girebilen gelişmiş ülkelerin
orta gelirli bir yurttaşı için pratik olarak ihmal edilebilir bir emekle, yani bilgisayarınızın tuşuna basıp kopyala
emrini vermekle yine pratik olarak ihtiyacınız ölçüsünde çoğaltıp
kullanabilirsiniz.
Sanal Uzay, en azından belli bir toplumsal kesim için,
digitalize edilebilir nesneler alanında, zorunluluklar âleminin ötesindeki
özgürlükler âlemidir teorik olarak.
Gözlerimizin önünde sanal uzayın, tıpkı dildeki kelimelerin
kullanımının ücrete tabi olması gibi, özgürlükler âleminden bir zorunluluklar
ve yaptırımlar âlemine çekilişini yaşıyoruz.
Burjuvazinin bütün çabaları bu emeksiz çoğaltma ve kullanma
olanağını, ekonomi dışı cebir
aracılığıyla ortadan kaldırmaya, sanal uzayı, özgürlükler âleminden
zorunluluklar âlemine düşürmeye yöneliktir. Tıpkı dildeki kelimelerin
kullanımını bir defayla sınırlamak, ya da belli bir ücrete tabi kılmak ve bir
emek karşılığı yapmak gibi.
Kapitalizmin dokunulmaz kutsal özel kişi mülkiyetiyle
özgürlükler âlemi bir arada yaşayamaz. Bir müziğin isteyence istenildiği kadar
kopyalanıp dinlenebilmesi ve bunun yaratacağı toplumsal ruhsal zenginlik, o
müziği yapanın bireysel maddi zenginliğine feda edilir. Bu nedenle tıpkı bir
kelimeyi kullanımın ücrete tabi kılınması gibi, kopyalamayı olanaksızlaştıran
teknikler araştırılmakta, sanal uzay dışı zor aracılığıyla cezalandırmalarla,
hükümetlerin kontrol çabalarıyla orası bir demokrasi âlemi haline getirilmeye
çalışılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, emeğin, dolayısıyla metaın olmadığı bir âlemden
emeğin geçerli olduğu, dolayısıyla meta ve değer yasasının egemen olduğu bir âlem
haline getirilmeye çalışılmaktadır.
Bu durum, bu gün kullandığımız dildeki kelimeleri
üretenlerin, ürettikleri kelimelerin başkaları tarafından kullanılmasını
yasaklamalarına benzer. İnsanlık binlerce yıl böyle bir şeyi düşünmemiştir
bile, ama şimdi, birçok firma kendi adının kullanımını bile patente bağlayarak
böyle bir durum yaratmaktadır. Örneğin, yukarıda, "ekonomi dışı zor" kavramından esinlenerek, "sanal uzay dışı zor" diye bir
kavram kullandık. Muhtemelen bu kavramı ilk kullananız. Bunun patentini alıp
başkaları tarafından kullanılmasını yasakladığımız ve kullanmak isteyenin bize
belli bir meblağ ödemesi gerektiği bir durum düşünelim. Tam böyle bir duruma
denk düşmektedir bu gün gözlerimizin önünde oturtulmaya çalışılan sistem.
Konumuz “sanal uzayın
ekonomi politiği” olmamakla birlikte, demokrasinin özgürlükler âleminin
berisinde, zoru zorunlu kılan bir âlem olduğunu göze batırabilmek için;
demokrasinin bir bolluk âleminde kullanılmaya kalkmasının ne kadar irrasyonel
ve yoksullaştırıcı olduğunu göze batırabilmek için sanal uzayı ve dili bir
örnek olarak aldık.
Elbette bu sorunlar, henüz kendi dilini konuşma özgürlüğü
için bir mücadelenin yürütüldüğü koşullarda çok anlamsız gibi de görülebilir.
Bizlerin Türkiye’de, günlük hayatta ve politikada karşılaştığımız zor ise,
demokrasinin kendi içindeki, çoğunluğa uyma zoru, kıtlıktan doğan zor, emekten
doğan zor değil, demokrasiye karşı bir
zor. Fikir ve örgütlenme özgürlüklerinin oluşup yerleşmesine, yani
demokrasinin koşulu olan azınlık ve çoğunlukların dolayısıyla demokrasinin
olmazsa olmaz koşulu olan zora karşı bir zor. Yani bırakalım sosyal eşitliği
bir yana biçimsel eşitlik bile yoktur Türkiye’de ve onun mücadelesi
verilmelidir.
O halde her biri doğru olan ama birbiriyle çelişiyormuş gibi
görünen şu önermelerle özü toparlayalım.
Özgürlükler âlemi demokrasi âleminin, yani zorunluluklar âleminin
ötesindedir. Bu anlamda, demokrasi ve
özgürlük bir arada bulunamaz.
Demokrasinin koşulu olan azınlık ve çoğunluklar özgürlükler
olmadan olamaz. O halde özgürlük ve
demokrasi birbirinden ayrılamaz.
Bugünün Türkiye’sinde ise, demokrasi için bir savaş
gerekiyor.
Savaş, ister silahla, ister başka siyasi ve kültürel vs.
araçlarla yapılsın, karşı tarafa iradeyi zorla kabul ettirmektir. Yani zora
karşı bir zordur.
Savaşta savaşın kuralları geçerlidir. Amaç karşı tarafı
tecrit etmek, etkisiz hale getirmektir.
Demokrasi de bu anlamda demokrasiye karşı zoru etkisiz
kılmak, demokrasiye ulaşmak için bir savaş
aracıdır.
Bu farklı soyutlama düzeyleri ve farklı anlamlarını
ayırmadan demokrasiyi savunmak üzerine sarf edilen her söz bile, aslında
demokrasiye karşı bir savaşın bir aracından başka bir şey değildir nesnel
olarak.
Demir Küçükaydın
22 Kasım 2013 Cuma
[1] Komünist
bir toplumun ahlakının nasıl bir şey olabileceğini de dil örneği bize
gösterebilir. Dildeki kelimeleri istediğimiz kadar kullanabiliriz diye ha bre
tekrarlamaya veya biteviye konuşmaya kalkmayız. Hatta esas sorun, az ve öz konuşmaktır. Olabildiğince az
sözcükle çok şeyi ifade etmektir iyi “komünistlik”, dil söz konusu olduğunda.
Zenginliklerin gürül gürül aktığı bir toplumda da insanlar bugünkünden çok daha
az tüketip, tıpkı az kelimeyle yüksek anlama ulaşmak gibi, çok daha anlamlı bir
yaşam süreceklerdir. Ama buna varmak için, önce eşit olarak tüketmeye ulaşmak,
bunun için de eşitsizliklere dayanan bugünkü gibi bir ekonomiden (Kapitalist
dünya) veya çok sınırlı bir üretim
düzeyinde temel ihtiyaçlara göre eşit dağıtımından, (tam öyle olmamakla birlikte
biraz öyle sayılabilecek Kuzey Kore) çıkmak gerekmekte, emek üretkenliğinin
belli bir düzeyine varmak gerekmektedir. Pratik olarak insanlığın dünya
ölçeğinde bu düzeyde olduğu var sayılabilir. Bunun için de dünya çapında
biçimsel eşitlik, yani demokrasi için mücadele gerekmektedir. Ulusların ve
ulusal sınırların olduğu bir dünyada demokrasi oluşamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder