Nasıl “yanlış bir
hayat doğru yaşanmaz” (Adorno) ise, stratejik hatalar da taktik başarılarla
telafi edilemez.
Forumlarda, İnternette ve Sosyal Medya’da Gezi Hareketi
katılımcılarının hareketin genişleme; henüz bu harekete uzak duran hatta karşı
duran yeni katmanlara ulaşma ve onları kazanma gerekliliğinin sık sık dile
getirildiğini görüyoruz.
Genellikle birebir ilişkileri temel alan iki yol öneriliyor.
Birincisi: Daha mahalli (örneğin mahalle meclisleri kurmak) veya
daha özel konularda yoğunlaşmak (Örneğin hukuk; beyaz yakalılar veya daha çok
özel konularda atölyeler, gruplar kurmak)
İkincisi: başka
yerlere ve insanlara gitmek derdi oralarda onlara anlatmak (bunu bireyler olarak
veya topla olarak yapmak).
Hareketin toplumun yeni kesimlerine yayılması ve onları
kazanması gereği elbet son derece doğru bir tespittir ve hayati önemdedir.
Ayrıca elbet önerilenler de yapılmalıdır. Ama bunlar zaten hareketin her zaman
ve durumda yapması gerekenlerdir.
Ama bütün bunlar, (felsefi bir dille konuşursak) “yanlış bir
hayatı doğru yaşama” çabaları olmaktan; (askerlik ya da politika sanatının
diliyle konuşursak) stratejik bir sorunu taktik bir sorunmuş gibi tartışmaktan farklı
değildirler.
*
Strateji: hangi
güçlere karşı hangi güçlerle hareket edileceği sorunudur. Güçlerin yer alışı
sorunudur. Mücadelenin statik; uzun
teorik hazırlık ve uzun vadeli bakış gerektiren yanıdır.
Taktik: O
güçlerin ilerleme mi ricat mı yapması gerektiği sorunudur. Bunlarda hangi
mücadele ve örgüt biçimleri kullanılacağı sorunudur. Mücadelenin dinamik, esas
yaratıcılık ve esneklik gerektiren yanıdır.
Şu ana kadar, Gezi Hareketinin taktikte, mücadele ve örgüt
biçimlerinde olağanüstü yaratıcı ve başarılı olduğu görülmüştür. Ancak Strateji
bahsinde aynı durumda olduğu söylenemez. Hareketin en büyük zaafı budur.
*
Gezi Hareketi şu ana kadar esas olarak, “seküler hayat tarzı”
yaşayanları ve Alevileri kapsamaktadır. Elbette harekete şu ana kadar rengini
veren Seküler yaşamı savunun klasik örneğin bay örtüsünü yasaklamaktan yana
olan veya bunun karşısında ses çıkarmayan klasik çizgi ve Alevilik değildir ve
hareket bunlarla arasına çizgi çekmeye özel bir özen ve çaba göstermektedir. Ancak
bu çabalar henüz sembollerle ifade edilmektedir; programatik bir ifadesini bulamamış;
bayraklara yazılamamıştır.
Hareketi destekleyen çok geniş bir kesim bu çabalar
karşısında tarafsız veya hayırhah bir tavır içinde bulunmaktadır. Ama bu ayrım
çizgilerini bir program ve parola olarak bayrağına yazmış da değildir.
Hareketin sembollere dayanan bu mesajı, şimdiye kadar, Erdoğan’ın
istediği kamplaşmayı ve bölünmeyi yapabilmesini; onları seferber edebilmesini engelleyebildi.
Ama henüz çok ince bir katmandan ibaret bu modern ücretliler
tabakasının demokratik özlemleri programatik ve stratejik bir ifadeye
kavuşmadığı; hareketin bayrağı olamadığı için de aynı zamanda onları yanına çekemedi ve
seferber edemedi. Bu durum uzun süre böyle gidimiz. Hareket içindeki
ulusalcılar; Diğer tarafta Erdoğan, birbirlerine destek verecek eski bölünmeyi
egemen kılmak için çabalarını durdurmuş değildir. Ve yorgunluk veya gerileme
ortala çıktığında onların kaybettikleri mevzileri tekrar ele geçirmeleri
başlayabilir.
*
Özellikle iki kesim bu harekete uzak durmaktadır: Kürtler ve
Politik İslam’a oy vermiş geniş İşçi ve yoksul kesimler.
Hareketin bu iki kesime ulaşması ve onları kazanması hayat
memat meselesidir.
Hareket bunu sezmekte ama çözümü yukarıda değinilen taktik
ve örgüt biçimleriyle çözebileceği yanılgısını yaşamaktadır. Bunlar elbette çocukluk
hastalıklarıdır ve doğuşu bir buçuk ayı bile bulmamış bir hareketin böyle çocuksu
hayaller kurması son derece doğaldır da. Ama artık zaman daralıyor. Buhranın
olgunlaşma hızı, hareketin olgunlaşmasını beklemeyebilir.
Kürtleri ve AKP’ye oy vermiş geniş emekçi kesimleri kazanmak,
bir strateji sorunudur; yani program sorunudur.
Program ile strateji, yani hedefler ile dayanılacak güçler arasında
kopmaz bir bağ vardır. Programda radikalleşmeden, dayandığı güçleri
genişletemez bu hareket.
*
Radikalleşme sözcüğü alerji yaratabilir. Çünkü günlük
kullanımda radikal denince kavga çıkarmaya hazır küçük gruplar gibi bir imaj
vardır. Radikalleşmenin bu yüzeysel anlayışına bağlı olarak, radikalleşmenin
genişlemek bir yana daralma ortaya çıkaracağı sanılır.
Biz gerçek anlamıyla radikalleşmeden; içeriksel bir radikalleşmeden
söz ediyoruz. Maalesef politik manzarada olmayan tam da budur. Bu nedenle
gerçek radikalleşmenin ne olduğu pek bilinmemektedir. Gerçek radikaller,
taktikler ve mücadele biçimlerinde son derece esnek, toparlayıcı ve
kapsayıcıdır. Ama hedeflerde radikaldir.
Biçimsel radikalleşmeye iki örnek verelim.
Örneğin boynunuza Zülfikar, alnınıza ölmeye hazır olduğunuza
dair bir bant taktınız; devrimci türküler söylüyor ya da dinliyorsunuz. Cem
evleri tanınsın; Diyanet’e Aleviler de temsil edilsin, Madımak müze olsun vs.
diye yürüyüşler tertip ediyorsunuz. (Örneğin geçenlerde Kadıköy’de yapılan
Miting böyle bir imge ortaya çıkarıyordu).
İlk bakışta her şey çok radikal gibidir. Ama aslında bütün
bunların gerçek bir radikalleşme ile ilgisi yoktur. Bunlar biçimsel ve sözde
radikalliklerdir. Bu radikallik hem içeriğiyle hem biçimiyle daralma yaratır.
Örneğin böyle mesajları olan bir mitinge Aleviler dışında
başka bir kesimin ilgi göstermesi için hiçbir neden bulunmaz. Madımak’ın müze
olması veya Diyanet’in Cem evlerini tanıması veya din derslerine Alevilik
hakkında bilgiler de koyulması vs. Alevi olmayanları harekete geçirmez. Onlar
bu taleplerde kendi özlemlerinin ve sorunlarının bir karşılığını bulamazlar. Yani
bu taleplerin tabanı sadece Alevilerle sınırlı olur.
Gerçek radikalleşme, Diyanet kaldırılsın; azınlıkların
dinsel olarak tanımlanmasına son verilsin ((Rumluk ve Ermenilik (“Azınlıklar”) din
üzerinden tanımlanmıştır. Türkiye’nin laik olmadığının tipik bir örneğidir.);
din dersleri kaldırılsın veya eğer çok gerekiyorsa, tüm dinlerden ve
dinsizlerden eşit sayıda temsilciden oluşan bir heyet tarafından yazılsın
dediğinizde, gerçekten radikal olursunuz. Bu talepler pek ala, Hıristiyanların,
ateistlerin hatta inanç olarak Müslümanların da savunacağı taleplerdir. Bu
radikal içerik daha geniş kesimleri kazanmakla kalmaz, biçimde de itici görünümlerden
kurtulur.
Çünkü böyle talepleri yükselttiğiniz zaman, zaten sizin
Aleviliği vurgulayan, adanmışlığı vurgulayan sembollere ihtiyacınız olmaz.
Aksine, bunlardan uzak durursunuz, demokratlığınızı vurgulayan, her hangi bir
dine veya dile vurguyu içermeyen giyinişiniz, sembolleriniz, diliniz olur. O
dilde bir Sünni, bir Hıristiyan, bir Ateist de kendisine yer bulabilir.
Yani gerçek radikalleşme çok daha geniş kesimlerin
taşıyabileceği bir bayrak sunar çok daha geniş kesimlerin savunabileceği bir
program sunar. Böyle olduğu için de, bütün bu geniş kesimleri kapsayacak son
derece esnek, itici olmayan mücadele biçimleri ve ilişkiler geliştirir.
*
Bir başka örneği Kürt hareketinden verelim.
Diyelim ki, Kürdistan, PKK veya Apo bayrağı ile mitingler
yapıyorsunuz veya Gezi Hareketine öyle geliyorsunuz. Kürtlere statü
istiyorsunuz.
Aşağı yukarı söylemi bir yana Kürt hareketinin yarattığı
imge budur. Böyle bir program Kürt olmayanları kazanamaz. Sadece Kürtleri toplayabilir.
Ama böyle bir program ve strateji, bu kadar az güçle çok büyük bir güçleri
yenemeyeceğinden, ister istemez, mücadele ve örgüt biçimlerinde bir
radikalleşme göstererek karşı tarafı bir takım şeylere zorlama eğilimi
gösterebilir.
Bir de Kürt hareketinin içerikçe radikalleştiğini düşünelim.
Kürtlere özerklik veya statü istemiyor da Türklüğün statüsünün ortadan kaldırılmasını
istiyor. Özeklik değil, bir köyün bile isterse ayrılabileceği, tamamıyla
gönüllülüğe dayanın bir birliğini savunuyor. Yani daha somut olarak konuşursak,
Türkçenin resmi dil olması yerine, herkesin ana dilinde eğitim alması hakkını
savunuyor. Okullarda Türklerin Türk
tarihi, Kürtlerin Kürt Tarihi okuması yerine (“Statü” budur) bütün dillerden ve
“ulus”lardan seçilmiş eşit sayıdaki temsilcinin yazacağı aynı tarih kitabını herkesin
ana dilinde okumasını öneriyor.
Bir milliyetçi açısından bu bir gerileme gibidir. Ama bir
demokrat için bu radikalleşmedir.
Bu talepler hem çok daha radikaldir; hem de çok daha geniş
kesimleri kazanır ve mücadeleye sevk edebilir. Bir kere, sadece Kürtler değil,
Türklerin yüzde doksanı da, bütün diğer uluslar da bu hedefler için mücadele
eder. Böylece çok geniş kesimler bir araya geldiğinden, bu hareketin gücüden
gelen bir esnekliği olur; güçsüzlüğünü mücadele biçimlerindeki keskinlikle
dengeleme gereği görmez. Öyle bir hareketin bayrağı, Öcalan veya Kürt bayrakları
değil; bunların veya Türklüğün de kişisel bir tercih olarak kendini ifade
edebildiği bir nötral bayrak olabilir örneğin.
*
Aynı örneği bir de Gezi Hareketi açısından verelim.
Gezi hareketi öyle değil ama varsayalım ki öyle oldu. Türk
bayrağı veya Atatürk sembolleri ona egemen olduğunda çok radikal gibi görünür.
Ama aslında bunun radikallikle ilgisi yoktur. Bu sadece ulusalcıları, haydi
haydi CHP’lileri kapsayabilir.
Ayrıca bu sözde radikallik, mücadele biçimlerinde bir
radikallikle atbaşı da gider. Örneğin sürekli çatışma çıkararak iktidarı haksız
ve zor durumda bırakarak puan toplamayı hedefler.
Ama bu mücadele biçimleri de ek olarak bir sürü insanın uzak
durmasına da yol açar.
Ama bir de hareketin gerçekten radikalleştiğini, yukarıda
Aleviler ve Kürtler için yazdığımız radikalleşme hedeflerini kendi bayrağına
yazdığını düşünelim. Hem tabanı genişler, hem de daha esnek ve kapsayıcı
mücadele biçimleri ve sembolleri olur. Örneğin o harekette artık, Türk bayrakları
ve Atatürkler değil; Kürt bayrağının ve Apo'nun; Türk bayrağının ve Atatürk’ün
de içinde bir köşede sembol olarak yer aldığı beyaz bayrakları olur. Kürt
bayrağı Türk’ü, Türk Bayrağı Kürdü iter ama Beyaz bir bayrak ve onun bir
köşesinde Türklüğü veya Kürtlüğü temsil eden semboller ikisini de demokrasi
ortak paydasında birleştirir.
Yani Beyaz bayrak, ilk bakışta çok yumuşak bir sembol gibi
görünür ama özünde Türklükle tanımlanmış bir Cumhuriyet yerine Demokrasiyle
tanımlanmış bir cumhuriyeti, Türklük veya Kürtlükle tanımlamaya karşı tanımlanmış
bir cumhuriyeti sembolize eder. Radikalliği ölçüsünde de geniş kesimleri
kapsayıcıdır.
*
İşte hareketin ihtiyacı olan tam da böyle bir radikalleşmedir.
Hareket bu radikalleşmeyi sağladığı takdirde, en geniş kesimlere ulaşabilir ve
onları kazanabilir. Ancak böyle bir stratejinin bileşeni olduğunda, mahallelere
yayılma veya diğer çalışma grupları veya ikna ve ilişki seferleri bir anlam
taşıyabilir. Bu olmadan bütün o çabalar yenilgi ve yılgınlık yaratır.
Evet, Gezi Hareketi hızla genişlemek; genişlemek için de
özden radikalleşmek zorundadır.
Ama Gezi Hareketinin bütün bunları yapacağı bir haberleşme
ve tartıma platformu ve organı yok.
Bu sorun stratejik ve programatik bir sorundur. Bu nedenle tüm
Türkiye çapında Gezi Hareketinin tümü tarafından tartışılması gerekir.
Parklarda yapılacak birbirinden kopuk tartışmalarla bu başarılamaz. Onlar bunun
aracı olamaz. Ama onlar bunu tamamlayabilir, destekleyebilirler
Hareketin program ve strateji tartışmasına acil olarak
ihtiyacı vardır.
Bunu başarmak için de, bu tartışmayı yapacağı, her bir katılımcısının
tüm Türkiye’deki tüm katılımcılara mesajını iletebileceği, on binlerce kişinin
yatay ilişkileriyle bir ağ oluşturabileceği bir dijital “köy meydanı” veya “agora”
veya “forum” veya “cem” veya “cami”ye veya “meclis”, veya
“şura” (Sovyet) veya “komün”e
(“Gemeinde”, topluluk) (Bunların hepsi aynı şeyin farklı biçimleri veya
adlarıdır) ihtiyacı var.
Mahalli tartışmalar bunların destekleyicisi ve tamamlayıcısı
olur. O zaman onlar da gerçek verimli tartışmalara döner ve azalma ve dağılma
eğiliminden kurtulabilirler.
Bütün programcıları, bilişimcileri bu sorunu gündeme almaya,
bunun teknik olarak nasıl çözülebileceğini tartışıp bir an önce bunun alt
yapısını hazırlayarak hareketin emrine vermeye çağırıyoruz.
Günün en acil sorunu sırasıyla:
1)
Genişlemektir.
2)
Genişlemek için radikalleşmektir
3)
Radikalleşmek için bir program ve strateji tartışması
açmaktır.
4)
Program ve strateji tartışması açmak için de bunun
yapılabileceği bir dijital “köy meydanı” oluşturmaktır.
Tüm hareketi oluşturanlar bu “köy meydanı”nın, “agora”nın
üyesi olur.
Gündem önerileri yapılır.
Herkes gündem önerilerini oylar.
En çok oy alan en başa alınır ve adım adım tartışılmaya
başlanır.
Her başlık altında farklı görüşlerin yoğunlaşması yaşanır.
Görüşlerin yüzde kaçın desteğini aldığı herkesçe görülür.
O zaman bu demokratik toplum, insanların kendi kendisini
yönetiminin nasıl olacağının örneğini sunmuş olur.
Bugünkü devletin karşısına artık “devlet olmayan bir Devlet”
bir özyönetim olarak çıkmış olur.
Demir Küçükaydın
12 Temmuz 2013 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder