Yarın meclis açılırken birkaç kadın vekili başörtüsü ya da
türbanla girmeyi deneyecekler. Bu durumda HDP ve BDP’yi vekiller de tarafsız ve
sessiz kalmamalı, Açık ve aktif bir tavır geliştirmeli, hatta bu hareketin
başına geçmelidirler.
HDP ve BDP’li vekillerin meclise başörtüsüyle ve kravatsız
gelmesini öneriyoruz. Yani kimsenin kılığı kıyafeti ile uğraşılmamalı mesajı
verilmeli. BDP’li başık açık vekillerin protesto etmek için başörtüsü veya
türban takmalarının, kesa erkek vekillerin de kravatsız gelmelerinin değeri ve
anlamı farklı olur.
Bu öneriyi genel seçimlerden sonra da Meclis açılışı
öncesinde yapmıştık. Ancak o zaman Meclisin boykot edilmesi vesiyesiyle
uygulanma veya tartışılma imkanı olmamış, öneri kadük olmuştu.
Şimdi tekraraynı öneriyi yapıyoruzz. Bu HDP’nin yeni bir
parti olarak ilk önemli çıkışı da olabilir.
Bu ayrıca Gezi’nin mesajına da uygundur. HDP “Gezi’den
öğreneceğiz” diyor; biz Gezi’yiz diyor. Böyle bir amaç elbette doğrudur. Ama
Gezi’nin mesajı buydu. Cuma namazı klan müslümanlara koruma sağlayarak ve Yeryüzü
İftarlarıyla bu mesajı vermeye bizim kimsenin dini, imanı, giyinişi ile
sorunumuz yok ve bu özgürlükler için de mücadele ediyoruz demeye çalışıyordu.
Duran adam aynı zamanda başörtüsü yasağını protesto eden adamdı. Bütün bunlar
Erdoğan’ın taraftarlarını Gezi’ye karşı mobilize etme ve bunun için de 1950
model cepheleştirme taktiğini geçersiz kılmıştı.
Gezi’nin mirasına ve mesajına sahip çıkmak için HDP ve BDP
yarın Meclis’e Türbanla ve Kıravatsız gelmelidir.
Aşağıda eski yaptığımız biçimiyle öneri.
Blok
Milletvekillerine Yemin Töreni İçin Bir Öneri: Türbanla ve Kravatsız
“(...)Buna rağmen şu ana kadar onlar kadar bürokratik
hale gelmediğimizi ve bu fikrin bizim aramızda tartışılmasının eğlenceden başka
hiçbir şeye neden olmayacağını umuyorum.
Sahiden, zevki neden faydayla birleştirmeyelim? Neden
gülünç, zararlı, yarı gülünç, yarı yararlı ve benzeri şeyleri açığa çıkarmak
için bazı komik veya yarı komik oyunlara başvurmayalım?” (Lenin, Az Olsun Öz Olsun)
Pek yakında Meclis açılacak, ilk kez bu kadar çok demokratik
özlemlere sahip ve bir kısmı kendini sosyalist olarak tanımlayan Milletvekili
bu mecliste yer alacak.
Daha Meclis açılmadan, Sosyalist hareketin tarihinden
bihaber olanların kafalarındaki umacı sosyalist şablonuna göre provakasyon ve
haber üretimi başladı. Sosyalist milletvekillerinin yemin etmeyeceği, bunun
sosyalist ideallerle bağdaşmadığı gibi haberler yayıldı ama bunlar derhal Blok
bileşenleri tarafından yalanlandı.
Öneriye geçmeden önce, bu vesileyle, sosyalistlerin bu yemin
konusundaki temel görüşlerini ve işçi ve sosyalist hareketin tarihindeki bu
konudaki deneyleri de kısaca aktaralım. Bu da önemlidir devrimci gelenekleri
unutup hafıza kaybına uğramışlara karşı.
Bırakalım sosyalistleri, on dokuzuncu yüzyılda, sıradan
demokratlar bile, eski toplumun yadigarı bu yemin ritüellerine karşıydılar. Ama
burjuvazi her zaman olduğu gibi, bu talebi hiç bir zaman tutarlı olarak
savunmadı ve gerçekleştirmedi. Bunu Paris’in işçileri Paris Komünü’nde 1871’de
gerçekleştirdiler, ilk yaptıkları bu yeminlere ve yemin törenlerine son vermek
oldu.
Bu nedenle tutarlı demokratlar ve sosyalistler yeminlerin
ortadan kaldırılmasını savunurlar.
Ancak ritüellerin toplum hayatındaki önemi ve varlığı da
inkar edilemez. Dünya tarihindeki bütün toplumlarda ritüeller vardır. Ritüeller
elle tutulup gözle görülebilir olmayan toplumsal gerçekliklerle bir bağ kurmanın
hatta bu gerçekliği var etmenin
aracıdırlar.
Eğer çok da gerekli görülürse, sosyalistlerin savunması
gereken bir tek yemin olabilir, İslam’ın kelimei şahadeti gibi: “Tüm insanların ve insanlığın eşitliği için
çalışacağıma kutsal bildiklerim üzerine söz veririm.”
Böyle bir yemin, tıpkı putlar karşısında insanları eşitleyen
Allah’ın birliğini ve varlığını kabul gibi, uluslar ve ulus devletler
karşısında tüm insanları ve insanlığı birleştiren ve eşitleyen biricik doğru
yemin olabilir. Bu yeminde hiç bir ulusun ve ulusçuluğun izi yoktur, aksine
günümüzün putları olan ulusal bayraklara ve yine günümüzün aşiretleri olan
uluslara ve ulusal devletlere karşı biricik insanlığı savunur. Anayasa
tartışmaları olursa, Blok milletvekillerinin yeminlerin kaldırılmasını, o da
olmazsa böyle bir yemini savunmaları gerekir.
*
Ama Yemin’e karşı olmaktan sosyalist milletvekillerinin
yemin etmeyeceği sonucu da çıkmaz. Tüm insanlığı birleştirme ve eşitleme ideali
bakımından, meclis te bir mücadele alanıdır, orası da savaşın bir siperidir.
Savaşta ise düşmanı yenmek için savaş hilelerine baş vurmak, hele ezilen
sınıflar ve güçsüzler için şarttır.
İlk Müslümanlar nasıl henüz çok güçsüz olduklarında Putları
tanımadıklarını açıkça ifade etmekten kaçınıyorlardı; Allah’a inançlarını gizli
olarak savunuyorlardı; böyle davranmadıkları takdirde daha doğmadan yok
edilmeleri mukadder idiyse; sosyalistler de hatta demokratlar da benzer
şekillerde davranırlar ve davranmaktadırlar.
Örneğin yeryüzünde binlerce sosyalist uluslara ve ulusçuluğa
inanmadığını söylemektedir. Ama bunu söyleyen sosyalistlerin hepsi aynı
zamanda, bir ulus ilkesine göre örgütlenmiş, var olan ulusların ve ulusal
devletlerin yurttaşları olarak o ulus devletlere askerlik yaparlar, vergi
verirler, onların yasalarına uyarlar. “Benim ulusum yok, ben uluslara
inanmıyorum, bu nedenle bu devlete vergi verimyorum, askere gitmiyorum,
yazalarını ve mahkeme kararlarını tanımıyorum” demezler. Çünkü diyemezler bunu
dedikleri an soluğu tımarhane veya hapishanede alırlar. Toplu halde dedikleri takdirde de isyan etmiş
muamelesi görülüp bire kadar kırılırlar. Yani aslında uluslara ve ulusçuluğa
karşı olan sosyalistler de tıpkı ilk Müslümanlar gibi “takiye” yapmaktadırlar.
Yemin konusu da böyledir, hem genel olarak yemine, hem de o
yemin edilen içeriğe de karşı olunmasına ve reddedilmesine rağmen yemin etmek
gerekir, tıpkı vergi verildiği gibi, ki ona karşı mücadele edilebilsin.
Yanlış hatırlamıyorsam, bu yemin konusu Ekim devrimi öncesi
dönemlerde, Duma’daki Bolşevik Milletvekilleri için de söz ve tartışma konusu
olmuş ve Lenin, buradaki yaklaşıma uygun olarak, sosyalist milletvekillerinin
“Çar baba için” yemin etmeleri gerektiğini söylemişti.
*
Yemin konusunda unutulmuş ve artık kimsenin ilgisini
çekmeyen ezilenlerin hafızası bakımında bu hatırlatmayı yaptıktan sonra
önerimize gelelim.
Tabii bu öneriyi yaparken, seçilmiş ama tutuklu bulunan
milletvekillerinin serbest bırakılıp Meclis’e geldiklerini var sayıyoruz. Bu
olmadığı takdirde, Blok milletvekillleri, “birimiz
hepimiz, hepimiz birimiz için” diyerek, onlar Meclis’e gelmedikçe Meclis’e
gelmeyeceklerini açıklamalı ve diğer milletvekillerini de kendileri gibi
davranmaya çağırmalıdırlar.
Aşağıdaki öneriyi çok uzun zamandır düşünüyordum ve arada
Leyla Zana ile ilgili bir haberde Zana’nın “belki
bu sefer baş örtüsüyle gelirim” anlamında bir şeyler söylediğini görünce,
bu fikirle sadece benim değil başkalarının da oynadığını görüp bu öneriyi
açıktan yapmaya karar verdim.
Bu kısa nottan sonra
önerimize gelelim.
Öneri şudur.
Meclis’in ilk
oturumuna, yani yemin törenine, Blok milletvekillerinden kadın olanlar,
türbanla, erkekler kravatsız katılmalıdır. Diğer milletvekillerini de kendileri
gibi davranmaya çağırmalıdırlar.
Böyle bir eylemin faydaları nelerdir?
Böyle bir toplu eylem, bir anda Türkiye ve Dünya’nın
gündemine oturur ve gündemi belirler.
Böyle bir eylem, somut bir direniş olarak ve alaşılmış
bölünmelerle bölünerek hem bir örnek olarak hem de mesajıyla, ezilenlerin
demokratik eğitimi ve örgütlenmesine hizmet eder.
Böyle bir eylemle, fiilen “Türkiye Partisi” olunur, Türkiye
partisi olmak sözlerinin yerini fiili bir öyle alış alır. Bal bal demenin
yerini bal yemek alır.
Eylemin faydalarını biraz daha ayrıntılı ele alalım.
Türkiye’nin demokratlaşması için önce çoğunluğun
demokratlaşması gerekir. Türkiye’deki insanların ezici çoğunluğu demokrat
değildir. Ne Türkler, ne Kürtler, ne Sünniler ne de Aleviler demokrat
değildirler.
Örneğin Türkler Türk olmayanların haklarını savunmazlar, hiç
bir Türk’ün Türk olarak çıkıp da, “Bu
ülkede anadili Türkçe olmayan milyonlarca insan var, ben anamdan öğrendiğim
dille eğitim gördüğüm için bu insanlar karşısında daha baştan imtiyazlıyım. Bu
durum beni eşitsiz ve imtiyazlı kılmaktadır. Türkçenin zorunlu eğitim dili
olması ülkedeki insanlar arasındaki eşitsizliği arttırmaktadır. Ben bir
demokrat olarak her türlü eşitsizliğe karşı çıkmalıyım. Türkçe eğitim zorunlu
olmaktan çıkarılmalıdır, herkes ana dilinde eğitim almalıdır. Ama herkes ana
dilinde aynı içeriği okumalıdır. Okullarda “Türk tarihi” okutulmaktadır, bu yanlıştır.
Bir tarih, tüm dillerden, uluslardan, dinlerden insanların katılımıyla yazılan
aynı ve ortak tarihi tüm insanlar kendi ana dillerinde okumalıdırlar. Ana dilde
eğitim okulların ayrılması anlamına gelmez.”
Siz hiç böyle diyen,
bunları açıkça ve tavizsiz savunan Türk gördünüz mü?
Türk olmayanların haklarını savunmayan bir Türk demokrat
olamaz.
Müslümanlar da dekmokrat değildirler. Siz hiç, “biz Müslümanlar ve Sünniler, Müslüman olmayan ve müslümanlığı kabul
etmeyenlerden alınan vergilerle var olan diyanetin, Maaşı oradan karşılanan
devlet memuru din adamlarınındesteğiyle ibadetimizi yapıyoruz. Bu eşitsizlikler
Müslümanları imtiyazlı kılmaktadır. Bizler ise insanların eşitliğini
savunmalıyız. Bunun biricik yolu, Diyanetin kaldırılması, orada çalışanların
eğer istiyorlarsa ve kendilerini var olan gelirleri üzerinden istihdem edecek
bir cemaat bulabiliyorlarsa o işe geçebilecekleri, böyleleri olmadığı takdirme
hiç birinin mağduriyetine imkan vermeyecek şekilde başka işlerde istihdamı;
İmam Hatiplerin kaldırılması; din eğitiminin bütünüyle cemaatlerin kendi
inisiyatif ve imkanlarına bırakılması; Din derslerinin kaldırılması veya eğer
çok gerekli görülürse, dünyadaki tüm dinleri anlatan, tüm dinlerden bilginlerin
katılımıyla hazırlanmış din ve etik derslerinin sosyolojinin veya yurttaşlık
bilgisinin bir alt bölümü olarak okutulmusı gerekir. Böyle ezanı insanın
kulaklarını sağır eden bir güçle okutup Müslüman ve Sünni olmayanlar üzerinde
terör estirmenin alemi de yoktur. Gerçekten eşitlik varsa, ateistlerin de, aynı
desibel gücünde ve günde beş vakit “Allah yoktur” deme hakları olması gerekir
ve ben bir demokrat müslüman olarak bunu savunmalıyım” diyen Müslüman
gördünüz mü?
Müslüman olmayanların hakkını ve kendisiyle tüm alanlarda
eşitliğini savunmayan, kendi imtiyazlarına karşı çıkmayan Müslüman demokrat
olamaz.
Bu demokrasi yoksunluğu Sadece üstün ve egemenlere has da
değildir. Eşitsiz durumda bulunanların çoğu da demokrat değildir. Diyanetin Cem
Evlerini tanımasını isteyerek imtiyazlılar arasına katılmak isteyen Aleviler
de; Kürtçenin Türkçenin şimdiki konumunda olmasını isteyen Kürtler de demokrat
değildirler.
İşte, Blok milletvekilleri, aslında hepsi başı açık kadınlar
olmalarına rağmen, türbanla Meclise gelip Meclis ve diğer yerlere türban
taktığı için alınmayanların haklarını fiili bir direnişle savundukları
takdirde, kendileri gibi olmayanların haklarını savunarak, bu ülkedeki bütün
ezberleri bozup, bir demokratlik örneği verirler.
Erkeklerin kravat takmaması belki çok önemli görülmeyebilir
ama erkekler de bununla, bu başörtüsü yasaklarını koyunlara karşı olduklarını
söylemiş olurlar ve direniyşlerinde kadınları yalnız bırakmazlar. Kıyafet’in
hiç bir politik anlamı olmamasını savunurlar.
Böyle bir davranış, bu ülkedeki başı açıkların da
kapalıların da ezberlerini bozar ve Kemalizmin ve Politik İslam’ın ortaklaşa
oluşturdukları bölünme çizgisiyle bölünür.
Bu eylem başarıya ulaşmasa, Blok milletvekilleri hiç bir
zaman meclise giremese bile başarı kazanılmış olur.
Böyle bir eylem karşısında Meclis’in yapabileceği tek şey,
derhal toplanıp iç tüzüğü değiştirerek kravatsız ve başörtüsüz girme kuralını
ortadan kaldırmak ve Blok milletvekillerine yemin etme olanağı sağlamak
olabilir. Bunu yapmadığı takdirde Meclis’te çoğunluğu oluşturan AKP’nin tüm
korkaklığı ve demokrasiye uzaklığı herkesçe görülmüş olur.
Bunun için koşullar olağanüstü uygundur.
AKP yasağı kaldırmasa kendi tabanına ters düşer. Kaldırsa,
başı açıkların mücadelesiyle başı kapalılar Meclis’e girme hakkını kazanmış
olacaklardır.
Ama bu aynı zamanda, politik insiyatifin ele alınması ve
gündemin doğru bir sorun üzerinden belirlenmesi anlamına gelir. Demokrasi
gündeme taşınmış olur.
Böyle bir eylemi, ülkenin ve dünyanın televizyonları
verceklerdir.
Bu nedenle böyle bir eylem, aynı zamanda sadece Türkiye’nin
degil, dünyanın bir çok yerindeki ezilenlere de, imtiyazlıların kendi
imtiyazlarına karşı mücadelesi ile bir
eşitlikçi mesaj olacaktır.
Ama böyle bir eylem aynı zamanda, Blok’un tam da Türkiye
partisi olması., demokratik özlemler üzerinden politika yapması ve toplumun
çoğunluğnu kazanmak için, AKP’ye karşı daha radikal ve demokrat bir çizgi
üzerinden mücadeleye girdiği anlamına gelir.
Tabii bu eylemde, aynı zamanda bir basın toplantısıyla
amaçlar açıklanabilir.
Bu basın toplantısında, örneğin, Meclis’teki Mescit’in yanı
sıra Meclis’e gerçek eşitliği ifade etmek üzere birer Cemevi, bir Kilise, bir
de inançsızlar için bir yer talebi vs. de toplumun gündemine sunulur. Böylece,
AKP’nin çok izlediği mazlum edebiyatına da son verilir, aslyında demokrat
olmadığı, müslüman çoğunluğun imtiyazlarını savunduğu teşhir edilir.
Böylece Anayasayı yapacak meclisin demokrat olması
gerektiği, bunları kendi içinde yapmayarn bir meclisin ülkeyi de
demokratlaştıramayacağı mesajı verilmiş olur.
*
Öneri özetle böyle.
Tabii bu önerinin başka bir verisyonu da olabilir.
Bu daha post modern ve daha medyatik olur. Ne ölçüde ezilen
katmanlarda ilgi ve yankı bulur bilmiyoruz. Ama şehirli, modern ve genç
kuşakların ve dünyanın başka yerlerindaki başka kültürlerden insanların daha
fazla sempatisini toplayabilir.
Bu biçiminde, Kadın milletvekilleri, genellikle politik
islamcılar gibi, yine tesettür elbiseleri giyerler. Onları nasıl yasağı demlke
için peruk takıyorlarsa peruklar takarlar. Ama bu peruklar, son derece çılgın
renkler ve biçimlerde olur. Pembe, mor, bayaz vs.. Böylece bu yasağın
anlamsızlığı daha göze batırılıp onunla aynı zamanda alay edilir ve mücadele
aynı zamanda bir eylenceye de dönüştürülür.
Aynı şekilde Erkek millmetvekilleri de, madem ki kravat zorunluluğu
var deyip çıplak bedenleri üzerine veya yakasız atletler vs. üzerine birer
cırlak renkli ve desenli kravat takabilirler.
Bu biçim de bir çok avantaj ve dezavantajlara sahiptir.
Bütün bunlar ele alınıp hangi biçimde nasıl bir davranış
gösterieceğine bizzat Blok vekilleri karar verirler.
Önerimizin özü sanırız anlaşılmıştır.
Bir yurttaş ve insan olarak, bir demokrat olarak, bu öneriyi
Blok milletvekillerinin bir an önce gündemlerine alıp tartışmalarını diliyoruz.
Bu bağlamda, konuyla ilgili çok önceden, AKP 2002’de
iktidara geldiği sıralar yazdığımız iki yazıyı da aşağıya ek olarak koyuyoruz.
Demir Küçükaydın
20 Haziran 2011 Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder