Gezi Hareketi de Kürt Özgürlük Hareketi de aynı demokratik
özlemlerden kaynaklandığı için nesnel olarak müttefiktirler ve birleşmek
zorundadırlar. Bu buluşma er veya geç gerçekleşecektir ve gerçekleşmelidir.
Ancak toplumsal mücadelelerde, hele zamanın hızlandığı
zamanlarda sınıfların, farklı güçlerin aynı noktaya eş zamanlarda değil de
farklı zamanlarda gelişleri, bir buluşmayı engelleyebilir ve taraflarda bir
aldatılmışlık duygusu, kırılma yaratabilir.
Zaten şu an Gezi Hareketinin karşısında Kürt hareketinin
gösterdiği soğukluk; zaman zaman temsilcilerle, beyanat düzeyinde ve “misafir
sanatçı”lıktan öteye gitmeyen bir destek; yani harekete uzak durma; bir yanıyla Kürt Hareketinin uzun yıllar süren
bekleyişine, kimsenin gelmemesinin yarattığı kırgınlığın bir görünümünden başka
bir şey de değildir.
Kürt Hareketi yıllarca, “bu demokrasi mücadelesi tek ayakla
yürümez” dedi. Türkiye’de bir demokratik hareket yaratma eğilimi veya
potansiyeli gördüğü her girişimi veya eğilimi destekledi. Olmadı kendisi
“Türkiyelileşmek” diyerek, bu demokratik hareketi yaratmaya çalıştı. Bütün bu
çabaları karşılıksız veya başarısız kaldı. Bu durum Kürt hareketi içinde
burjuvazinin konumunu güçlendirdi.
Ancak, Özgürlük Hareketi prestijini ve ağırlığını koyarak burjuvazinin
bu gücünü dengelemez ve sınırlamaz; bir an önce bu soğuk ve uzak duruşa bir son
vermez ise, yarın çok geç olabilir.
*
Taksim Gezi Parkı direnişiyle başlayan hareket, şimdi Parklara çekilmiş orada gücünü toparlamaya,
örgütlenmeye, kendini tanımaya, birbirini tanımaya, direnişini sürdürmeye
çalışıyor.
Ancak bu parklar, parklardaki forumlar, bundan daha
fazlasıdırlar.
Parklar, henüz
kendileri bunun bilincinde olmasa da, Türklükle ve Pozitivist (Kemalist) veya
Emevi Usulü bir Sünni İslam’la (AKP, Politik İslam) tanımlanmış; Parlamento’nun
ayıbını örten bir asma yaprağından başka bir şey olmadığı; keyfi, baskıcı, kırtasiyeci,
bürokratik ve militer cumhuriyetin alternatifi olabilecek bir Demokratik Cumhuriyet’in tohumlarıdırlar.
Parklar, “Gezi Hareketi” denen ipekböceği kurdunun bir
Demokratik Cumhuriyet kelebeğine dönüşebileceği kozalardır.
Yirminci Yüzyılın başında, bir böceğe dönüşmüş Gregor
Samsa’nın, tekrar bir insan ve yurttaşa dönüşmeye başlayabileceği yerlerdir.
Gezi Hareketi, bu eğilimi taşımaktadır, böyle bir özü
olduğunu göstermiştir.
Harekette bu eğilim güçlenmediği, bu dönüşümü başaramadığı
takdirde, kozasının içinde, yumurtasının kabuğunu kıramayan bir civciv veya
anasının karnından çıkamayan bir bebek gibi ölmeye mahkûmdur. Gezi Hareketi ya
bir Demokratik Cumhuriyet kelebeğine dönüşmek zorundadır ya da bu merkezi,
bürokratik ve keyfi “Türk ve Müslüman” Cumhuriyeti, onu Parklar kozası içinde
boğacaktır.
Peki, ölmemesi ve bir Demokratik Cumhuriyet kelebeğine dönüşmesi
için ne yapması gerekiyor?
*
Anti Kapitalist Müslümanlar, Pozitivizm veya Emevi
Müslümanlığı karşısında, bir de otantik, demokratik, şimdiye kadar bastırılmış,
unutulmuş bir ezilenlerin Müslümanlığının da var olduğunu göstererek ve Gezi Hareketi’nde
yer alarak var olan düzen partilerinin hareketi sokmak istedikleri laikçi-İslamcı
çemberini kırmasına muazzam bir destek verdiler.
Eğer 31 Mayıs devrimci hareketin başı ise, Ramazanın ilk
günü İstiklal Caddesinde yapılan “Yeryüzü
İftarı”, bu devrimin kendi içinde ikinci bir devrimdir. Ve devrim, bir
devrim olarak kalabilmek için bu ikinci devrimi yapmak zorundaydı.
Bu devrim kendi içinde yapacağı devrimlerle ilerleyebilir.
Önünde yapması gereken bir devrim daha bulunuyor.
Bu devrimin yapılabilmesinde, sayıca küçük de olsa olsalar,
İhsan Eliaçık ve çevresindeki gençler belirleyici önemde olmuşlardır.
Başlangıçta, ulusalcılar ve ulusalcılardan kopmak istemeyen sözüm
ona sosyalist gruplar, hareketi böler diyerekten, antikapitalist Müslümanların
Taksim’de Gezi Parkı’nda Cuma Namazı kılmalarına karşı çıkıyorlardı. Eğer
sosyalistlerin hala devrimci, demokratik gelenekleri sürdüren radikal eğilimleri
bunlara direnmeseydi; antikapitalist Müslümanlara “siz namazınızı kılın biz
sizi koruruz, kimse sizin kılınıza dokunamaz” demeseydi ve onları korumasaydı
(ki bunlar genellikle HDK saflarında yer alan; Kürt hareketinin yanında saf
tutan radikal sosyalist eğilimlerdi) bugün Gezi Hareketi tüm gücünü tüketmiş; demokratik
mesajı laikçilerin gürültüsünce bastırılmış; tam da Tayyip Erdoğan’ın,
ulusalcıların ve CHP’nin çekmek istediği noktaya gelmiş olurdu.
Antikapitalist Müslümanların varlığı; kandilleri ve
iftarları, harekete laikçiler karşısında şunu deme olanağı sundu. “Bizim insanların dini, imanı, giyinişi ile
sorunumuz yok. Aksine biz insanların bu tercihlerine karışılmamasını istiyoruz.
Bu hareket başı açık pozitivistler hareketi değildir. Bu hareket insanların
giyimlerine, inançlarına karışılmaması hareketidir. Onların bu haklarını savunmak da bizim görevimizdir.”
Demek ki, küçük de olsa, egemen bölünmeyle bölünüldüğüne
vurgu yapma imkânı tanıyan bir gücün, örneğimizde antikapitalist Müslümanların,
hareket içinde var olması hayati önemde olmuş; onun nitel ve nicel olarak yeni
ufuklara açılmasını mümkün kılmıştır.
*
Benzeri insanların cinsel tercihleri konusunda da oldu. Demokratik
özü ifade edebilme olanağını 30 Haziran’da yapılan LGBT onur yürüyüşü de sağladı.
Bu yürüyüşe katılarak ve destek vererek Gezi Hareketi,
insanların cinsel tercihleriyle sorunu olmadığını da vurgulama olanağı elde
etti. Bugün “#direnayol” gibi “hashtag”lar
veya “Nerdesin Aşkım?” “Burdayım Aşkım!”;
“Velev ki ibneyiz..” parolaları her
yerde yankılanabiliyor.
*
Ama ortada görmezden gelinemeyecek bir paradoks var. Kürt
hareketi, en azından onun PKK ve BDP gibi partilerde ifadesini bulmuş radikal
ve demokratik kanadı, diğer deyişle “Özgürlük
Hareketi”, yıllarca, tam da bu hedefleri öne çıkararak mücadele etmesine
rağmen, tam da böyle bir hareket çıktığında kendisi ortada görülmedi.
Harekete, “benim insanların
dili, “ulusu” ile de sorunum yok” mesajını açık biçimde verme imkânı
sunamadı. O koca Kürt hareketi bir İhsan Eliaçık çıkarıp oraya gönderemedi.
Elbette ve şükür ki bu kadar net değil bu resim.
Hareketin ilk başlatıcılarından olan Sırrı Süreyya’nın bir BDP
vekili olması; Öcalan’ın selamı; Karayılan’ın mesajı, Sebahat Tuncel’in Gezi’ye
gelmesi; hatta Taksim Gezi’de birkaç gün sonra, Kürt gençlerinin Gezi’nin
girişinde sürekli halay çekmeleri ve Kürt olarak görünür olmaları önemliydi ve
hareketin Kürtlerle bir sorunu olmadığını göstermesi için bir olanak sundular.
Ama dikkat edilirse bunlar hep sembolik varoluşlardır.
Elbette hareketin içinde sanılandan çok daha fazla, özellikle üniversitelerde
eğitim görmüş Kürt de vardır ve bunların Gezi Hareketine, ulusalcı bir çizginin damgasını vurmasının
engellenmesinde, çok önemli ve görünmez bir yerleri vardır. Ama hem bunlar
birer Kürt olarak değil, birer bilişimci, hukukçu veya birer öğrenci olarak
oradaydılar.
Müslümanlar sayıca azdılar ama azlıklarına rağmen
varoluşları sembolik değildi, içindeydiler tüm varlıklarıyla; Kürtler çokturlar
ama varoluşları semboliktir; varlıklarıyla hareketin içinde değildirler.
Parklarda durum Taksim’deki Gezi Parkından da kötüdür.
Gezi Parkında en azından Gezi’nin girişinde halay çeken, Apo
Bayrağı taşıyan Kürt gençleri vardı. Bunlar Kemalistleri uzaklaştırmak ve
susturmak için bir imkân sunuyorlardı. Gezi Hareketine “sen Atatürk ve Türk bayrağı taşıyorsan, Kürtlerin de Öcalan bayrağı
taşıma hakları vardır” deme olanağı sunuyordu. Ve bu sayede hareket diğer
bütün bayrakların kaldırılmasını fiilen uygulamaya geçebiliyordu.
Ama Parkların hepsinde Atatürk ve Türk Bayrağı, katılanların
çoğu karşı olmalarına rağmen sembolik de olsa durmaya devam ediyor. Ve artık
Apo posterleri veya Kürt renkleri yok. Taksim’de yapılan sembolik katılım bile
Parklarda yapılsaydı, bugün oralarda ya her Türk bayrağı ve Atatürk resminin
yanında bir Apo resmi yer alır veya hareket “eğer siz bunu asıyorsanız onların da bunu asma hakkı vardır, ya ikisi
de kalksın ya ikisi de kalsın” deme olanağı elde ederdi.
Hareket “ulusal sorun”da, inanç sorununda, yeryüzü
iftarları, cumaları, kandilleri olmayan bir Gezi Hareketi durumundadır.
Kürtlerin, bırakalım kitlesel katılımını bir yana, sembolik
katılımının bile yokluğu, Hareketin Türk milliyetçisi görünümden kurtulmasını
engellemektedir. Ve bir an önce bu yokluğa son verilmezse, bir fasit dairenin
ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Kürtler olmadığı için, Türk Milliyetçisi
vurgu varlığını ve gücünü arttırarak sürdürecek; Türk milliyetçiliğinin damgası
güçlendikçe de Kürtler daha uzak hatta düşmanca bir tavır almaya hatta
muhtemelen Müslümanlar bile uzaklaşmaya başlayacaklardır.
Taksim’de Türk bayrağı ve Atatürk’ün yanında Kürt renkleri
ve Apo’nun resmi de vardı. Bu bir arada var oluş sayesinde Öcalan ve Atatürk
resimleri aynı karede buluyor ve Hareketin en azından semboller, imgeler
aracılığıyla “Atatürk ve Öcalan ile sorunumuz
yok” mesajı vermesine imkân sağlıyordu.
Ama bugün hareket parklara çekilince Kürtler de hareketten
çekildi. Her Park yerinde tıpkı Taksim’deki gibi Kürtlerin de sembolleri olması
gerekirken bunlar yok.
Bunlar olmayınca hareket Atatürk ve Türk bayrağı
sembollerine, yasakçı olmamak için bunları kaldırın diyemiyor. Ama bu da yanlış
bir algının oluşmasına yol açıyor. Sanki hareket ulusalcı bir hareketmiş gibi
algılanıyor ve gelecek olanlar gelmiyor. Hareket ulusalcı ve CHP’li bir
destekçi kitlesine hapsoluyor. Dayandığı tabanı genişletemiyor mesajını
yayamıyor.
Ayrıca Ulusalcı medya araçları da hareket hakkında bu
izlenimi besleyen imgeleri yayıp duruyorlar.
Aslında hareket Kürtlere davetini de yaptı, gelin
saflarımıza bizi yalnız bırakmayın dedi. Lice dolayısıyla Kadıköy ve
Beşiktaş’ta yapılan yürüyüşler; Ertesi günkü büyük protesto bir bakıma Gezi hareketinin
Kürt hareketine çağrılarıydı.
Kürt hareketi bu çağrıya cevap vermekte daha fazla gecikirse,
parklara çekilmiş hareketin, ulusalcıların bu saldırısına daha fazla direnme
olanağı da pek bulunmamakta.
Buradan hem genel olarak Kürt hareketine hm de özel olarak
Özgürlük Hareketine bir kez daha çağrıda bulunuyoruz.
Türklerin yıllar yılı bulunduğu konumda kalmayın. Sizin
tecrübeniz, politik birikiminiz çok büyük. Buna layık olarak davranın.
Yarın öbür gün koşullar değişip de geldiğinizde, parklarda
demokratik bir hareketle değil, demokratik özü iğdiş edilmiş bir ulusalcı
hareketle karşılaşabilirsiniz.
Gezi Hareketi kurdunun Demokratik Cumhuriyet kelebeğine
dönüşmesi için, tıpkı “Antikapitalist Müslümanlar” gibi, demokratik Kürtler de
bu hareketin içinde yer almalı ki, varlıklarıyla, laikçiler ve ulusalcılar karşısında
bir denge oluşturabilsin.
Ve ancak bunların birbirini nötralize etmesi ile hala ince
bir tabaka olan modern, şehirli, genç ücretlilerin demokratik özlemleri
harekete damgasını vurabilsin.
Vurabilsin ki bu demokratik damga esas yoksul yığınları
demokratik özlemler için çekebilsin ve onlara çağrısını iletebilsin.
Bu zincirleme reaksiyonun başlayabilmesi için, Kürtlerin
varlığı şart.
Kürtlerin varlığı için de Özgürlük Hareketinin bunca tecrübe
ve birikimine; demokratik özlemlerine uygun davranması.
Hareketin kendi içinde ikinci bir devrim daha yapması
gerekiyor ki gerçek bir toplumsal devrimin tohumu olarak kalabilsin.
Demir Küçükaydın
17 Temmuz 2013 Çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder