12 Kasım 2013’te
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Kulübü’nün düzenlediği Gezi Parkı ve Sol
Hareketler başlıklı etkinliğe yollanan bildiri.
Önce konu tanımlaması ve sınırlaması yapmak gerekir kanımca.
Başlık “Gezi Parkı”
olmakla birlikte, bununla sadece Gezi Parkı eylemlerini veya oradaki 15 gün
kadar süren “Komün” değil; en azından 31
Mayıs’ta başlayıp Haziran ortasına kadar epey yüksek bir tempoda devam ettikten
sonra, genel bir azalma eğilimiyle, Parklara çekilerek neredeyse Temmuz
sonlarına kadar süren ve bütün Türkiye’de, özellikle Alevilerin yoğun olduğu
yerlerde ve bazı büyük şehirlerde süren kitle hareketlenmesi anlamında kullanılacak.
Genellikle bu anlamda kullanıldığından “teamüle uygun” olacağını sanıyorum.
“Sol Hareketler” kavramı
da, CHP’nin solunda kalan, sosyalist hareketler ve bağımsız bireylerin oluşturduğu
nebülöz, yığışım ya da yoğunluk anlamında kullanılacaktır. Bunlara “marjinal sol” ya da “radikal sol” dendiğini de biliyoruz.
Bunların ilişkisini, ilişkinin karakteri ve evrimine ilişkin
kimi gözlem ve sonuçları ele almaya çalışalım.
*
Gezi Hareketinin ana kitlesi ile bu sol arasında çok temel
bir fark olduğu genellikle kabullenilmektedir. Elbette gri bölgeler ve geçişler
vardır. Sol elbette Gezi’nin ve Gezi de bir şekilde bu solun içindeydi. Ama
bunların tamamen farklı karakterde, farklı özellikler gösteren bir yapısı
olduğu da görmezden gelinemez.
Örneğin bu iki öznenin yaş ortalamaları (Gezi 35 altıydı,
Sol örgütlerin esas kitlesi ise 35 üstüydü), nicelikleri (gezi yüz binlerle, bu
hareketler yüzlerle), toplumsal yapıları, internet ve dijital araçlarla
ilişkileri (Gezi bunlarla örgütlenirken, sol bunları efektif kullanmaktan çok
uzaktı) farklıydı.
Ancak ilişkilerin özünü bunlar değil, çok daha derindeki
bazı özellikler belirliyordu.
Sol, neredeyse 30 yılı aşkın sürelik birbiri beşi sıra
gelmiş yenilgilerin ağır yükü altında ezilmiş, birbiri peşi sıra gelen
yenilgilerin demoralize ettiği; büyük ölçüde bürokratlaşmış, hiçbir entelektüel
ve teorik canlılık göstermeyen, küçük ve etkisiz gruplarda örgütlü
durumundaydı.
Gezi’yi oluşturan geniş kitlede ise, bu uzun yenilgilerin
yarattığı ideolojik, entelektüel ve kültürel ve ahlaki atmosferde büyümüş ve
yaşamış olmasına rağmen, yenilgilerin sonuçları onlar için karşılaştıkları
nesnel koşullar, içine doğdukları ortam olduğundan, bir yenilginin travmasını
ve acılarını yaşamamıştı. Tabakhanede çalışan işçi o ufunetin kokusunu almaz.
Başkasını bilmedikleri için, yaşadıkları dönem onlar için
bir yenilgi değil, aksine belli bir yükseliş anlamına bile geliyordu. Çünkü en
azından son on yılda, gerek nadasa bırakılmış bir toprak durumundaki
ekonominin, gerek uluslar arası konjonktürün ve bol döviz akışının da
yardımıyla hızlı büyümesi; bunun yarattığı belli bir talep; bu büyümeden alt
sınıflara aktarılan payın büyümüş olması vs, bambaşka bir ruh halini ve
beklentiler dünyasını besliyordu. Bu bakımdan Gezi, bir yanıyla Avrupa’daki 68
gençliğine benziyordu. 68’liler de savaş sonrasının tarihteki kapitalizmin en
uzun büyüme döneminde yetişmişlerdi[1].
Gezi patladığında Türkiye, terk edilmiş ya da yatakları
tükenmeye yüz tutmuş bir madenci kasabasından ziyade, yatakların yeni
bulunduğu, bir tür altına hücumun yaşandığı dinamik ve gençliğini soluyan bir
madenci kasabası görünümü sunuyordu. Gezi’yi oluşturan kuşaklar en azından
ergenlik veya ergenlik sonrası dönemlerini böyle yaşamışlardı.
Doksanlı yılların özel savaş dönemini bile yaşları gereği
pek bildikleri söylenemezdi. Yani sadece solun yenilgilerin travmasını
bilmemekle kalmıyorlar, Kürdistan’daki savaşın travmasını da yaşamamışlardı
veya çok küçükken yaşadıkları için algılamamışlardı.
Gezi başladığında, Gezi’yi oluşturan geniş kitle ile Sol
arasında her şeyden önce böyle çok temelden bir fark vardı.
Örneğin benzer bir fark, 68’de de vardı. Ama sol örgütlerin
ardında peş peşe yenilgiler değil, aksine hala anıları taze olan ikinci dünya
savaşındaki faşizme karşı başarılar; sosyal haklar alanında birbiri peşi sıra
elde ettikleri kazançlar, sosyal devlet uygulamaları; dünyanın başka yerlerinde (Vietnam) birbiri
peşi sıra başarılar vardı.
Tabii bunlara bağlı olarak örgütler her ne kadar bürokratik
bir yapıda da olsalar, bir kitle örgütü karakterleri ve ağırlıkları vardı.
Tabii bu zaferler, aynı zamanda radikalleşen 68’e sosyalist
fikirleri aktarma veya hareketin bu fikirlerle hızla buluşma olanağını
yaratıyordu. Her yerde hareketin genç öncüleri sosyalistler arasından çıkıyordu.
Türkiye’deki Gezi’de ise, Sol’un ne entelektüel ve moral bir
üstünlüğü; ne de maddi gücü vardı.
Bu nedenlerle Gezi ile Sol neredeyse birbirine tamamen ters
özellikler gösteren yapılardır ve aralarında bir bakıma yapı ve doku
uyuşmazlığı vardır. Bunların ilişkisinin uyumluluğu bir yana, doğru dürüst bir
ilişki kurmaları bile beklenemez. Ancak yine de bir ilişki vardır ve bu hiç de
çok kötü bir bilanço vermemektedir.
*
Gezi tamamen kendiliğinden bir hareket olarak patladı.
Ama en kendiliğinden patlamaların bile boyası kazılınca
altından eski bir komünistin veya anarşistin çabasının kızıl astarı ortaya çıkar.
Bütün yukarıda sayılan olumsuzluklara rağmen, gezinin o kendiliğinden ortaya
çıkışında, yine de solun belli bir işlevi oldu kanımca.
Eski sosyalistler ve eski yenilgilerden bir tortu olmasaydı,
Gezi yine de olamaz ve bir hareket olarak ortaya çıkma ve billurlaşma olanağı
bulamazdı.
Bunu yağmurların oluşmasına da benzetebiliriz. Eğer havada
toz zerrecikleri, bakteriler vs. olmasa, nem oranı ve ısı gibi koşullar ne
kadar uygun olursa olsun yağmur damlacıkları oluşamaz. Sütün içine birazcık
olsun yoğurt atmazsanız o yoğurda dönüşemez, kesilir. Kimyasal ya da biyolojik
süreçlerde olduğu gibi, toplumsal süreçlerde de birçok durumda az da olsa bir
mayaya, bir katalizatöre ihtiyaç vardır.
Örneğin Gezi Hareketinin ortaya çıkışında önemi görmezden gelinemeyecek
olan, Sırrı Süreyya Önder’in atlayıp kepçenin önüne durmasını ve yıkımı durdurmasını
göz önüne getirelim.
Sırrı Süreyya aynı zamanda o soldan bir zamanlar hapis
yatmış bir insandır. Yani solun o gözle görünmez tortusu, o kendiliğinden
olayın başlatıcılarından biridir denebilir.
Bir başka örnek olarak Beşiktaş Çarşı’yı ele alabiliriz. Evet,
Çarşı politik bir organizasyon değildir ama özellikle 70’lerde radikalleşmiş,
fakat var olan örgütlerde kendini bulamayan, epeyce eski solcu Çarşı’ya ruhunu
vermektedir. Bir bakıma örgütler dışında kalmış solcuların bir buluşma noktası,
dolaylı bir politika yapma alanı ve olanağıdır da Çarşı. Çarşı’da da solun
tortusu, geleneği bir şekilde örgütler dışı bir biçim altında vardır.
Keza Gezi’de, başlamadan önceki dönemde, ilk direnenler
içinde en başta sol örgütlerden gelenlerin bulunduğu hiç de görmezden
gelinemez. Ve nihayet Polis’le çatışmalarda, Polis’ten onlarca yıldır dayak
yemiş ve belli bir şerbetlenme veya bağışıklık kazanmış solcuların, binlerce
küçük örneğinin, polis korkusunun atılmasındaki etkisi de görmezden gelinemez.
Bütün bu gözlemler ve veriler ışığında, eski solun
gelenekleri ve tortusu Gezinin oluşmasında ve bir saman yangını gibi
büyümesinde bir katalizatör, maya işlevi görmüştür denilebilir.
Yine Çarşı ve Sırrı Süreyya örneğini göz önüne alınırsa
şöyle bir eğilimin vardığı da görülmektedir. Solun bu katalizör etkisi, daha
örgütler dışı unsurlar aracılığıyla etki göstermiştir denebilir.
*
Taksim Gezisine yerleşildikten, büyük ayaklanmadan sonraki
döneme gelince Sol ve Gezi’nin ilişkisinde şu gözlemler yapılabilir.
Bu aşamada da bağımsız solcuların, uzun zamandan beri
hareketten ve örgütlerden uzak durmuş pasif duruma geçmiş solcuların
aktifleştiğini ve hareketin içinde yer alıp, onu adeta örgütlerin itici ve
dağıtıcı olabilecek etkilerinden korumaya çalıştığı söylenebilir.
Bağımsızlar, hareketi örgütlü gruplardan daha iyi anlamış ve
değerlendirmişlerdir genel ortalamaya bakıldığında.
Sol örgütler ise, bayrak göstermek ve hareketin başını
bağlamak eğilimindedirler. Taksim’de, bütün sol örgütlerin çadırları vardır ama
gerçek kitle başka bir yerde ve dünyadadır. Sol örgütler bu geniş kitlenin
eğilimlerine karşı durdukları takdirde herhangi bir etkilerinin olamayacağını
görmüşlerdir ve onların eğilimlerine uygun davranışlar göstermektedirler. Ama
harekete bir bütün olarak söyleyecekleri hiçbir şey yoktur.
Sol örgütlerin etkisi bir yana, etkili olmasa bile eğer
bürokratlaşmış yapılar olmasalar, harekete söyleyebilecekleri çok şey vardır.
Ancak onlar hareketin demokratik karakterini kavramaktan ve bu yönde
hazırlıktan yoksun oldukları için, hemen hemen hiçbir şey söyleyemez durumda kalmışlardır.
Gezi esnasında ve sonraki dönemde sol örgütlerin yayın ve bildirilerine
bakıldığında bu açıkça görülür. Gezinin örgütlenme biçimleri, mücadele biçim ve
taktikleri, programı gibi konularda tam bir suskunluk ve önerisizlik vardır.
Sol en somut örgütsel ifadesini Taksim Dayanışma’da buluyordu. Burada neredeyse bütün sol örgütler
toplanmıştı. Bu organ, Gezi hareketini temsil etmiyordu, onun ifadesi değildi
ama Gezi tamamen örgütsüz olduğu için, hareket bir şekilde onu belli bir ölçüye
kadar, kerhen ve bir emri vaki olarak kabul etti ya da onun varlığına karşı
çıkmadı bile diyebiliriz.
Elinizde bir çekiç yoksa ve bir çivi çakacaksanız, çekiç yerine
bir taş veya havaneli ile de bu işi belli bir ölçüye kadar yapabilirsiniz.
Tabii bu arada çivi eğrilir, tam yerine oturmaz veya parmağınızı ezebilirsiniz.
Taksim Dayanışma ile Gezi’nin ilişkisi biraz böyleydi.
Hareketin kendisi örgütsüzdü ve bu örgütsüzlük içinde, Taksim Dayanışma, bu
örgütsüzlüğün yarattığı kimi sorunları bir ölçüde giderebiliyor; kamuoyuna Gezi’nin
belli eğilimlerini yansıtabiliyordu. Tabii örgütler de bu geniş hareketin
eğilimlerini hesaba katarak kendi eğilimlerini dayatma gibi bir yöneliş içinde
olduklarından veya olmak zorunda bulunduklarından, bu belli bir ölçüde Gezi’nin
de eğilimlerinin ifadesi oluyordu.
Sol ile Gezi’nin ilişkisi esas olarak bu biçimdeydi
diyebiliriz.
Bu yine de çok olumsuz bir sonuç değildir. Hatta sol genel
olarak Gezi karşısında nispeten basiretli davranmıştır, en azından dağıtıcı
olmamıştır bile denebilir. Aynı şekilde Gezi’nin de Sol’a karşı çok dışlayıcı
olmadığı, düşmanca bir davranış göstermediği söylenebilir.
Karşılıklı bu kabullenmenin bile solun eski mücadelelerinin
bir tortusu olarak görülebileceğini düşünüyorum.
*
Ancak Solun bundan ötesinde hareketi ilerletici hiçbir işlevi
olmadığını, ona ne program, ne örgütlenme araçları ve imkânları, ne yaratıcı
yeni mücadele biçimleri ve taktikler önermediğini söyleyebiliriz.
Bütün yaratıcı mücadele biçimlerinin hepsi neredeyse sol
örgütlerin dışından geldi.
Solun yapabilecek olup da yapmadıkları ise pek çoktur.
Örneğin Taksim Dayanışma, tüm Türkiye’deki direnişçileri,
Türkiye çapında talepleri tartışmak üzere derhal forumlar kurmaya; farklı programlara
göre tartışmaya, farklı programlar etrafında yoğunlaşmaları; gerçek oranlarıyla
yansıtan delegeler seçmeye ve belli bir tarihe kadar bunları Türkiye çapında
bir genel Gezi Meclisi ya da Forumuna yollamaya çağrı yapabilirdi; bunun alt
yapısını hazırlayabilir hamallık kısmını rgütleyebilirdi. Böylece Gezi kendi
içinden çıkardığı bir organa sahip olabilirdi. Bu takdirde, hem geniş mücadele
eden kitle Türkiye ölçüsünde örgütlenmiş olabilir; hem de bir talepler
manzumesinin neler olacağına ilişkin bir tartışma başlatılabilir ve talepler
şekillendirilip somut talepler halinde bir demokratik devrim anlamına
gelebilecek bir program bile ayaklanmanın bayrağına yazılabilirdi.
Ama bunun için, örgütlerin temsilciliği ve ittifakları
üzerinden kurulmuş Taksim Dayanışma
gibi bir organın, kendini en kısa zamanda harekete katılanların temsilcilerine
bütün yetki ve sorumluluğu vereceği bir hazırlık komitesi gibi işlevlendirmesi
ve bunu ilan etmesi gerekirdi. Tabii bunun için de böyle bir perspektif. Bu
parspaktiften yoksunluk sadece Gezi’yi değil, HDK’yı da inmelendirmiştir.
Taksim dayanışma ya da sol örgütlerin, böyle bir şeyi düşünmemiş ve yapmamış olması
bile onların Gezi’nin gelişimini engelleyen bir yapı olduğunu gösterir.
*
Burada solun kendi içindeki ayrımlara da dikkati çekmek
gerekiyor.
Sol içinde iki temel farklı akım olduğunu söyleyebiliriz.
Bir yanda CHP’ye yakın olan, ulusalcılara yakın olan sol (TKP, Halk Evleri, ÖDP
vs.); diğer yanda Kürtlere yakın olan, daha radikal ve genellikle HDK içinde
yer alan sol.
CHP’ye yakın olan sol, Ulusalcıların (Aydınlık, TGB,
Kemalistler) tepki göstereceği, böylece hareketin bölüneceği bahanesinin ardına
gizlenerek, harekete Kürtlerin ve Radikal İslamcıların katılmasını, hareketin
Kürt ve İslam karşıtı olmadığına dair mesajının verilmesini ve onları harekete
çekmeyi engellemeye çalıştılar.
Buna karşılık Kürtlere yakın olan sol, daha radikal sol,
bunlara karşı durdu ve örneğin Cuma namazı kılan İslamcılara garanti ve koruma
vererek ulusalcıların etkisini nötralize ederek, Gezi’nin kendi demokratik
mesajını verecek kanallar açmasını sağladı.
Bu da Gezi’nin ruhuna, demokratik eğilimlerine uygun düştüğü
için, hemen büyük bir coşkuyla karşılandı ve benimsendi. Bu benimseme
karşısında CHP’nin etki alanındakiler veya ulusalcılara yakın olanlar da bu eğilime
ayak uydurmak zorunda kaldılar.
Özetle Kürtlere yakın Sol, ulusalcıları ve ulusalcıları
gözetenleri dengeleyerek, Kürtler ve Politik İslam’a yer açarak, Gezi’nin
kendisini ifadesini kolaylaştırmıştır.
Ama bu sol diğerleriyle birlikte, hem gezinin demokratik
karakterini kavramadığı için politik olarak; hem de örgütsel temsilcilikleri
aşan, geniş kitlelerin bireysel katılımları ile oluşacak organ ve yapılar için
hiçbir şey yapmayarak; hatta varlığıyla bunu engelleyerek, Gezi’nin en kritik
döneminde Gezi’nin gelişmesini engellemiştir denebilir.
*
Bundan Sonra hareketin Parklara yayıldığı, Taksim’den
sürüldüğü bir buçuk aylık dönem gelir.
Parklara sığınma da bizzat hareketin kendisinin, daha
doğrusu Beşiktaş Çarşı’nın kendiliğinden bir buluşu olmuştur[2].
Parklarda da aynı şekilde başlangıçta ilk teknik
ihtiyaçların örgütlenmesini üstlenerek, etki sağlamaya çalışmışlardır ve bütün
perspektifleri bu düzeyde kalmıştır. Ancak manüplasyon denemeleri tepki görünce
geri adım atmışlar; tıpkı Gezi’de olduğu gibi ne programatik ne de örgütsel bir
perspektif ve olanaklar sunmamışlar ve sunamamışlardır. Hatta genel eğilimlere
ters düşmeden ve fazla dikkati çekmeden günlerinin gelmesini beklemişlerdir
denebilir.
Parklardaki hareketin Türkiye çapında gerçekten halkın
kendini yönettiği organlar ve örgütlenmeler yaratması gibi bir perspektifleri
olmamıştır.
Hareket iyice dağıldıktan sonra ise, bu sefer küçük sol gruplar
arasındaki egemenlik mücadeleleri ve rekabetler, manüplasyonlar artmış ve bu da
ayrıca zaten epeyce zayıflamış olan parklardaki katılımcıların uzaklaşması
sonucunu yaratmıştır.
Hareketin Parklarda çalışma gruplarına bölünmesi buna
paralel olarak bir merkezi ve politikanın tartışılacağı bir organ oluşturulma
ya da biçim yaratma yoluna gidilmemesi, yani tek yönlü der kafalı pratikçiliğe
yönelip genel programatik ve siyasi sorunlardan ve mücadeleden kaçması; bunun belirleneceği
organlar yaratmayı önüne bir görev olarak koymaması; hareketin bir bakıma
sonunu getirdi diyebiliriz.
Ama bunda en büyük günah, bizzat Solun kendisine aittir. Bu
yönde hiçbir çabası olmadığı gibi, böyle bir organlaşma ve tartışma içinde,
kendi varlığının tehlikeye düşeceğini gördüğü için, bu konunun gündeme
alınmasını bile engellemeye çalışmıştır.
Çünkü böyle bir tartışma ve organ ancak tam bir bireysel
temsil üzerinden ve farklı görüşlerin farklı programlar halinde kendilerini
ifade edebilmeleri; farklı politik programlar arasında bir tartışma ve
uzlaşmalar yapılabilmesi üzerinden gerçekleşebilirdi. Ama böyle bir yapıda örgütler
ancak üyelerinin görüş ve etkileri ölçüsünde etkili olabileceklerinden ve bu
etkinin çok sınırlı kalabileceğini, hatta kendi yapılarının bile böyle bir
yapılanma karşısında dağılabileceğini gördüklerinden bir engel haline geldiler.
Böylece giderek katılımı azalan forumlar da bazı sol grupların
onu araçsallaştırma ve kendi beklentileri yönünde manüplasyon çabalarının bir
alanı oldu.
*
Ancak, bu eleştirileri yapan, aynı zamanda Gezi süreci
boyunca bütün bu önerileri de yapmıştır.
Yani Sol’a eleştirimiz sadece burada sözlü olarak değil,
aynı zamanda fiili, eylemli ve somut bir alternatif teori ve pratik olarak da
var olmuştur.
Ama Sol’a bu eleştirileri yapan da, Gezi’ye eylem içinde
önerileri yapan da, yani bu satırları yazan da Sol’dur.
Ama bu başka, bilinmeyen, lanetlenmiş bir soldur. Teorik
olarak eleştirdel ve yaratıcı; günahların yükünü taşımayan; moral üstünlüğü
bulunan bir soldur.
Gezi ile politize olan ve radikalleşen yeni kuşak ve Gezi
denen hareket ilerledikçe bu zındık, eleştirel, hetorodoks Sol’la
karşılaşacaktır.
1968’de, o zamanki bütün sol ve bürokratlaşmış örgütlerin
muazzam kitlesel gücü ve prestijine rağmen, bunların büyüsüne kapılmadan,
Troçki, Rosa, Marcuse, Che gibilerini keşfetmişti. Radikalliğinin ihtiyacı olan
teorik gıdayı oralarda bulabiliyordu.
Benzeri Türkiye’de de olmuştu, Dev-Genç, Kıvılcımlı’yla
buluşmuştu.
Gezi eğer yaşamaya devam ederse, bu devrimci ve eleştirel
Marksizm'in mirasıyla da er veya geç buluşacaktır.
11 Kasım 2013 Pazartesi
Demir Küçükaydın
[1]
Yoksulluğun isyanlara yol açtığı mekanik bir anlayıştır. Hatta tam tersine büyüme
dönemlerinin özellikle işçilerde ve diğer ezilenlerde kendine güveni arttırarak
böyle ayaklanmaları beslediği bile söylenebilir.
[2]
Şu adreste Park Meclislerin Abbasağa’da ilk kez nasıl ortaya çıktığının
ayrıntılı bir hikâyesi bulunmaktadır:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder