Bugünkü yazı #HAYIR üzerine pratik girişimleri duyurmak ve tanıtmak üzerine olsun. Ne de olsa
yazılar gerek e-grupları, gerek doğrudan mailler, gerek sosyal medya, gerek
blog, gerek gelen yazıları kendisi paylaşanlar üzerinden on binlerce kişiye ulaşıyor.
Bütün medya kanallarının iktidarın tekelinde olduğu; örgütlü yapıların da
kendilerinin dışındaki dünyayla pek ilişkilerinin olmadığı bir ortamda bu
olanaklar posta güvercini veya megafon işlevi de görebilirler.
4 Şubat 2017 Cumartesi
1 Şubat 2017 Çarşamba
#HAYIR’ın Örgütlenmesinde İnternet ve Sosyal Medya’nın Hükümetin Kontrolü ve Engellemesi Dışında Kullanılabilmesi İçin Somut Bir Öneri
#HAYIR diyenler iki sorunla karşı karşıya.
Neredeyse bütün medya iktidarın kontrolünde bir bilgi ve haber
akışı nasıl sağlanabilir?
İktidar her türlü örgütlenmeyi fiilen olanaksız hale
getirmekte; en temel haklar bile kullanılamamaktadır, bu fiilen nasıl aşılabilir?
Bu ikincisine yönelik olarak önerimizi defalarca yazdık.
Temel haklar alanında kalarak, hiçbir pankart, bayrak olmadan, hiçbir slogan
atmadan, sadece #HAYIR yazılı olarak her gün aynı saatlerde aynı yerlerde BULUNMAK.
“Bulunmak” sözcüğü bilinçli olarak
seçilmiştir. Yani orada oturabilir, yürüyebilir, dolaşabilir, durabilir, sohbet
edebilir, etrafa bakabilirsiniz. Bunların hiç biri gösteri ve yürüyüş alanına
girmez hukuken. Tesadüfen de milyonlarca insan her gün, aynı yerlerde aynı
saatlerde “Bulunabilir”. Evet, birbirimizi belli yerlerde ve zamanlarda bulunarak bulabiliriz. Her gün aynı saatlerde
aynı yerlerde bulunarak birbirimizi bulalım.
Kadıköy #HAYIR Forumu Değerlendirmesi - Gezi’den #Hayır’a (Audi - sesli versiyon)
Burada yazımızın sesle okunmuş versiyonu var. Podcast olarak dinlenebilir. Ayrıca offline dinlemek için indirilebilir ve sonra da dinlenebilir. Yazıları uzun bulanlar veya okumak için zaman bulamayanlar için bu çözümü deniyoruz. Bundan sonra yazıların sesle okunmuş versiyonlarını böyle paylaşacağız
Temel kuvvetler, Yıldızların Oluşumu ve #HAYIR diyenler - (Dinlemek için okunmuş biçim)
Burada yazımızın sesle okunmuş versiyonu var. Podcast olarak dinlenebilir. Ayrıca offline dinlemek için indirilebilir ve sonra da dinlenebilir. Yazıları uzun bulanlar veya okumak için zaman bulamayanlar için bu çözümü deniyoruz. Bundan sonra yazıların sesle okunmuş versiyonlarını böyle paylaşacağız.
31 Ocak 2017 Salı
#HAYIR’ın Örgütlenmesi
Faşist bir diktatörlüğü durdurmak için ilk koşul #HAYIR’ın çoğunluğu almasıdır.
Elbette #HAYIR’ın
başarısı, Erdoğan’ın tıpkı 7 Haziran’dan sonra yaptığı gibi onu tanımama ve
sonuçlarını yok etmek için saldırıya geçme tehlikesini ortadan kaldırmaz ama
var olan dengeleri değiştirerek, en azından kartların yeniden karılması
olanağını yaratır.
Keza bu arada Erdoğan’dan da öğrendik. Karşı taraf zafer sarhoşluğu
içindeyken veya dağılmışken ona hiç ayıkma veya toparlanma fırsatı vermeden
üzerine gitmeye devam etmek ve dağıtmak gerekir. 7 Haziran, zafer
sarhoşluğunun; 15 Temmuz da yenilginin ardından nasıl davranılması gerektiğinin
derslerini verdi bizlere.
#HAYIR başarı
kazandığında bir gün bile gecikmeden Erdoğan’ı Beştepe’den uzaklaştırmanın ve
#İstifa’sının mücadelesine girebilir ve girmelidir.
Ayrıca #HAYIR’ın
kazanmasının ve #İstifa’nın sağlanmasının ortaya çıkaracağı moral ve
dinamikler, çok daha köklü ve demokratik dönüşümlerin yolunu açabilir.
Hayvanlara İşkence, Yaklaşan Felaket ve #HAYIR
Gün geçmiyor ki
hayvanlara yapılan korkunç işkence ve kötü muamelenin bir haberi medyada yer
almasın. Medyaya geçenler ise gerçektekinin binde biri bile değil. Milletler ve
milliyetçilikten insani hiçbir şey çıkmaz. O nedenle milliyetçiliğin ortaya
çıkışı ve yükselişi ve egemen oluşuyla insanlığın tarihteki en korkunç
savaşları, işkenceleri, acıları çekmesi arasında kopmaz bir ilişki vardır.
Milliyetçilik deyince de dile, etniye göre tanımlanmış milletleri anlamamalı. Politik
olanı, yani devleti İslam’la veya başka bir dinle tanımlamak isteyenler de
milliyetçidir ve Müslüman veya başka dinden değildirler. Bir dini milleti
tanımlamanın aracı olarak kullanmakla dinlerin ilişkisi yoktur. Bu en açık
biçimde her yıl Kurban bayramlarında şehirlerin hayvanları işkence ederek
öldürenlerin, bunu sevap adına yapışlarında görebiliriz. Bunlar Türk
milliyetçileridir. Bunlar Müslüman değildir. Zaten artık bu günün dünyasında
demokrat olmadan, yani tüm insanların eşitliğini savunmadan, günümüze uygun
Müslüman olunamaz.
30 Ocak 2017 Pazartesi
Kadıköy #HAYIR Forumu Değerlendirmesi - Gezi’den #Hayır’a
Birkaç gün önce yazdığımız bir yazıda,
kendi bloğumuzun istatistiklerine de dayanarak, #Hayır diyenlerin tabiri caiz ise “çaktırmadan”
(Yani iktidarın tutuklamak, işten atmak vs. gibi keyfi uygulamalarına maruz
kalmamak için, kimliğini açığa vurmamaya dikkat ederek sosyal medyada konuyla
ilgili beğenme ve paylaşmaların düşmesi) çok büyük bir enerji topladığını ve hızla
aktive olmaya hazır olduğu (Bloğa girişlerin adeta patlama yapması) gözlemini
yapmıştık.
Arada başkalarının da günlük hayatındaki gözlemleriyle
benzer sonuçlara ulaştığını duyduk ve gördük.
Bu gözlem elbet, #HAYIR diyeceklerin havuzu içinden bir gözlem
olabilir. Ve muhtemelen öyledir de.
Ama #Hayır diyenlerin kendi havuzunun içinde bile olsa, bu
ruh hali değişimi, bu mücadeleyi kazanabilecekleri yönünde bir inancın ve
mücadele etme azminin ortaya çıkması çok önemlidir.
Son birkaç hafta içinde, genel psikolojinin çaresizlik, küskünlük,
panik ve umutsuzluktan bir mücadele kararlılığına doğru dönüşüm gösterdiği
giderek daha çok netleşiyor.
29 Ocak 2017 Pazar
Temel Kuvvetler, Yıldızların Oluşumu ve #HAYIR Diyenler
Sözlü meddah kültürünün yazılı bir biçimde zamana uyarak
devam etmesinden başka bir şey olmayan “köşe yazarlığı”nın bir özelliği de
hafta sonlarında genellikle politika dışı alanlarda yazı yazılması.
Bunlar içinde de biraz doğu bilimlerine falan meraklı
olanlar, bunu doğa bilimlerindeki veya teknikteki kimi yeni gelişme ve
keşifleri anlatmak için kullanırlar.
Neredeyse her gün #HAYIR cephesi ve sorunları hakkında
yazıyoruz. Hani ne demişler “Her zaman
politikayla yaşanmaz”.
Biraz çeşni değiştirmek ve bu hafta sonunda gazete
meddahlarının geleneğine uymak taktik olarak yararlı olabilir.
Bu hafta da doğadaki temel kuvvetler ve Yıldızların oluşumu
konusuna girelim. Buradan hareketle #Hayır cephesinin kimi temel sorunlarını ele almaya ve çözüm
önerilerimizi sunmaya devam edelim.
Ama yanlış anlamalara karşı başta bir uyarıyı öncelikle
yapalım. Bu satırların yazarı, doğa yasalarından veya kimi paralelliklerden
hareketle toplumun hareket yasalarının anlaşılabileceği ve toplumsal sorunlara
çare bulunacağı gibi bir anlayışı asla benimsemiyor.
Hikmet Kıvılcımlı Kitabı Üzerine
Hikmet Kıvılcımı’nın seçme metinlerinden ve üzerine
yazılardan oluşan bir “Hikmet Kıvılcımlı
Kitabı” dipnot yayınları tarafından yayınlanmış.
Kitabı görmedim, elimde yok, okumadım.
Bianet’te kitap hakkında Güney Çeğin’in bir tanıtma yazısı
yayınlandı. Kitabın içeriğine ilişkin bilgim bundan ibarettir.
Ama sanırım yine de o kitap üzerine birkaç söz etmem gerekir.
Bu satırların yazarına yapılan muameleyi kitaba yapmayalım en azından.
Niçin bir şeyler söylemem gerekiyor?
Çünkü Türkiye’de ve dünyada Kıvılcımlı üzerine en çok ve
sistematik yazı yazmış kişiyim ve belik de tek kişiyim.
Yazdığım yazılar her halde en az iki üç yüz sayfa tutan bir
kitabı doldurur. Bu kitabı, kitaplarımı kimse basmadığı için basabilmiş değilim
ama bütün kitaplarım gibi dijital olarak herkesin bedava okuyum indirebilmesi
için emre amadedir ve internette şu adresten indirilebilir: Kıvılcımlı
Üzerine Yazılar (1975-2012)
Ayrıca bu güne kadar, Kıvılcımlı hakkında herkesin son
derece başarılı bulduğu; biri 2001 yılında Almanya’da Wremen’de; diğeri 2013
yılında Mimar Sinan Üniversitesi’ne yapılan iki Sempozyumun hem örgütleyicisi,
hem tartışmacısı hem de bildiri sunumuyla katılımcısıyım.
26 Ocak 2017 Perşembe
#HAYIR’ın Biriken Enerjisi ve Korkusu
Son yıllarda kimse sorunları açıkça ortaya koyup tartışmaz
oldu. Sanki zaaflar, sorunlar ortaya koyulsa, açıkça tartışılsa karşı tarafın
eline silah verilecek; ona zayıf yönler gösterilecekmiş gibi bir korku var. Bu
gereksiz ve anlamsız bir korkudur. Poliste bütün bildiklerini okuyup da
Cezaevinde ifadesini veya iddianameyi arkadaşlarından gizlemek gibi bir şeydir.
Aslında korkunun ardında, fosilleşmiş örgütlerin açık
tartışmadan, eleştiriden ölümü görmüşçe kaçışları bulunmaktadır.
Bugün sol örgütlerin ve hatta ülkenin entelektüel hayatının
tepesindekilerin hepsi demeyelim ama ezici çoğunluğu, korkunç tutucudur ve var
olanı yıkma değil, onu savunma modundadırlar, daha açık ifadeyle çürüme
modundadırlar.
Dinamik bir #HAYIR hareketinin oluşabilmesi ve başarıya
ulaşabilmesi için, bu hareketin her şeyden önce bu yerleşik sisteme, yapılara
ve geleneklere karşı da bir savaş vermesi gerekmektedir. Ancak böyle bir “iç savaşı”
göze aldığı takdirde, “dış savaşı”, yani Erdoğan’ın diktatörlüğüne karşı savaşı
da kazanabilir. Her iç savaş aynı zamanda bir dış savaşla birlikte yürür.
Hazreti Muhammet, savaşların en kutsalı insanın kendine karşı savaşıdır diye
boşuna dememiştir. Neredeyse bütün peygamberler ve devrimciler esas mücadelelerini
kendileri ile aynı safta görünenlere karşı vermişlerdir. İster İsa, İster
Paulus, ister Musa, ister Lut, ister Muhammet, ister Lenin olsun bu kural
değişmez.
Bu nedenle, sorunlarımızı, zaaflarımızı, bunların
nedenlerine ilişkin görüşlerimizi; bunları aşabilmek için önerdiğimiz yolları
açık açık ortaya koyup tartışmalıyız.
Bu eylemin kendisi bizzat var olan yapılara, yerleşik
kültüre karşı fiili bir itiraz ve savaş anlamına gelir zaten nesnel olarak.
Bir seri yazıda, #HAYIR cephesinin handikaplarını,
sorunlarını, zayıflıklarını ele almaya çalışalım.
*
#HAYIR cephesi, bugün çok özgül nitelikleri olan bir
politikleşme, radikalleşme, enerji biriktirme eğilimi gösteriyor.
Ama önce olgu olarak böyle bir eğilim gerçekten var mı ona
bakalım.
Önce aşağıya Bekir Ağırdır’ın Cumhuriyet’te yayınlanmış
söyleşisinden bir gözlemi aktaralım.
“Bunu başarıp
başarmayacağını da göreceğiz. Burada şöyle bir dinamik olduğunu da gözlüyorum
ben. Hani o laik kesimler, seküler hayat tarzsına sahip kesimler, illa CHP’li,
HDP’li de olmayabilir, hayat tarzı olarak seküler kesimlerin, 12 yıldır bütün
seçimlerde, referandumlardaki mağlubiyetten ve özellikle 1 Kasım’dan sonraki
çaresizlik duyguları, benim gözlediğim, kırılıyor artık, tersine dönüyor.
Bundan daha dibi yok çünkü. Şimdi herkes ‘ben de bu ülkede olduğuma göre bu
ülke için daha aktif, etkin olmalıyım’ arayışında. Dolayısıyla bütün bu
arayışlar doğru bir enerjiye, stratejiye dönüşebilirse o zaman referandumda
hayır çıkma ihtimali de vardır yani.” (Cumhuriyet, Konda Genel müdürü Bekir Ağırdır: HAYIR
başarabilir)
*
İlginç bir şekilde epeydir benzer bir gözlemi biz de
yapıyoruz. Ama daha çarpıcı bir grafik ile bunu göstermeyi deneyelim.
Yazılarımı yayınladığım “Demir’den
Kapılar” adlı bir bloğum var.
Bloğun kendi sayaçları girenlerin sayılarını, hangi
yazıların ne kadar okunduğunu, nereden girdiklerini, hangi işletim sistemi
kullandıklarını vs. akla gelebilecek her şeyi kaydediyor ve özet olarak
gösteriyor.
(Yani İnternette her hangi bir yazıyı okuyan, bir yere
tıklayan herkes müthiş bir veri yığınını da ardında bırakıyor aynı zamanda. Yani
aslında gizlilik artık anlamını da yitirmiş durumda. Ve bu bırakılan veri
yığınları çok büyük olduğunda çok gerçekçi profiller çıkarma, çok isabetli
öngörüler yapma oranı korkunç yükselmektedir. Buna “Big Data” (Büyük Veri)
deniyor ve önümüzdeki dönemin belki de Petrolden bile daha kıymetli madeni bu.
Bu konuyu nicedir ele almayı düşünüyoruz ama önce şu Erdoğan işini halletmek
için tüm enerjiyi oraya yoğunlaştırmak gerekiyor. Bu nedenle bu geçer ayak
dokunuştan sonra yine konumuza dönelim.)
Benzer blokları, siteleri olanlar bilirler. Toplumun adeta
tansiyonunu ölçebilirsiniz. Kritik anlarda, toplumun birden bire gerildiği,
politize olduğu, arayışa yöneldiği anlarda sitelere girişler adeta patlama
yapar. Geçenlerde Medyaskop’un birinci yılı vesilesiyle bir yayında Ruşen Çakır
da bu olguya ve gözlemine dikkati çekmişti.
Ama sadece anlık ve günlük toplumdaki titreşimleri
algılamazsınız. Aynı zamanda okuyucunun ne kadar yüzeysel şeylere meraklı
olduğun da görürsünüz. En kaliteli, en üzerine düşünülmüş, en temel sorunlara
yönelik yazılar en az okunanlardır; en yüzeysel, olgulara yönelik; hatta
kişisel tartışmalara giren yazılar ise her zaman çok okuyucu bulur. Bu gibi
sonuçlar uzatılabilir. Biz bu yazının konusu bakımında genel bir eğilime ve bu
bağlamda #HAYIR için toplumun nasıl bir psikolojide bulunduğuna ilişkin
verilere bakalım.
Yanda bir grafik yer alıyor. Grafikte Demir’den Kapılar bloğunda yazmaya başladığım günden beri bloğa
aylık girişler yer alıyor. Bu girişlere bakınca ne görüyoruz?
Toplumdaki en önemli olaylar aynen girişlerde de
görülebiliyor.
Bloğu açtığım 2011’den 2013’e kadar hafif bir yükseliş varken,
tam Gezi sürecinde ani bir yükseliş
görülüyor.
İkinci ani yükseliş Kobani
savaşı esnasında oluyor ve Gezi sırasındaki girişin iki katı aşılıyor.
Üçüncüsü 7 Haziran
seçimleri ile tam anlamıyla bir zirve. 7 Haziran aslında seçim kampanyası
biçiminde bir Gezi sayılabilirdi.
Yani 2013 Mart’ında Öcalan’ın mesajı ve “Barış süreci” denen
ateşkesle birlikte bir “Devrimci Yükseliş
Fazı” diyebileceğimiz bir dönem var.
Politize olma oranı giderek artan oranlarda yükseliyor.
Ancak Haziran zaferini hızlı bir düşüş izliyor ve sadece Kasım
seçimlerinde son bir gayretle bir yükseliş görülüyor ondan sonra düşüş eğilimi
devam ediyor.
Ancak Aralık 2016’dan beri yavaş bir yükseliş başlıyor ama
önce Aralıkta yavaşça başlayan, Ocak ayında ortada hiçbir şey yokken. Aksine
tam bir yılgınlık, korku ve umutsuzluk ortalığa egemen iken bütün diğer
yükselişleri bile aşan bir yükseliş görülüyor.
Bu çok ilginç bir durum olduğunun göstergesidir. Üstelik
henüz daha ayın 25’i muhtemelen ay sonuna kadar Diğer yükselişin yarısı kadar
aşması bile mümkündür.
Bu nicel veriler nasıl yorumlanmalıdır?
Bu nicel veriler nasıl yorumlanmalıdır?
*
Ancak sadece bu kadar değil. Bir de bu okuyucuların profili
hakkında verilere bakalım.
Bilenler bilir. Benim esas okuyucularım Kürtlerdir.
Ben kendim Marksist olmama rağmen Türk sosyalistlerinin
genellikle pek okumadığı bir insanım.
Eleştirel bir Marksist olduğumdan, neredeyse bütün Stalinist
sosyalistler okumaz. Troçkistler beni Doktorcu görür okumaz. Doktorcular
Troçkist olup Doktor’a ihanet etti diye okumaz. Ama aydınlar da okumaz. Çünkü onlar
Marksizm’in hiçbir değerinin olmadığı, ölü köpek muamelesi gördüğü post-modern
bir dünyada ve ideolojik iklimde büyüdüklerinden onlara benim dilim,
kavramlarım, yaklaşımlarım arkaik nesli tükenmeye yüz tutmuş bir dinozorunki gibi
gelir. O nedenle bu görünüşe aldanıp, onlar da okumazlar.
Kürtler okur ama aslında sadece politik durumlara ilişkin tavırlarımdan
dolayı, Kürt hareketini destekleyen bir Türk diye okurlar. Böyle okudukları
için de aslında tartıştıklarımı anlamazlar. Çünkü benim en politik yazılarımın
bile konusu aslında politika değil, Marksist metodolojidir. Politik tavır ve
analizler sadece temel metodolojik ve teorik sorunların ele alınışında bir
örnek işlevi görürler.
Yazılarımı birazcık da İslamcılar okur. İslam'ı çok takdir
eden, Hazreti Muhammet’i çok devrimci bulan bir laik ve Marksist bulmak zordur.
Onlar da biraz Kürtler gibi, karşı taraftan bir destekçi diye okurlar, kendi
konumlarının doğru olduğuna karşı taraftan gelen bir kanıt diye okurlar. Zaten he
iki kesim de Marksist kavram sistemine kapalıdırlar.
Kültürel olarak kotlarım çoğu laik şehirli olan
Kemalistlerinkine yakınsa da, Kürtler ve Müslümanlar karşısında onlarınkine
tamamen zıt politik tutumum nedeniyle o kesimler açısından da lanetli ve
okunmayan bir insanımdır.
Bu genel bilgiden sonra o yükselişlerde siteye girenlerin politik
ve kültürel ağırlıklarının değişimi hakkında bir şeyler söylenebilir.
Gezi sırasındaki yükselişi sağlayanların büyük bölümü
muhtemelen şehirli ve genç insanlardır. Ortalama gezi tipleridir büyük
olasılıkla.
Kobani’deki yükselişteki artışı ise yüzde yüzünün Kürt
okuyucuların girişinden kaynaklandığı kanısındayım.
Ancak 2015 Haziran yükselişinde her iki kesimin de yer
aldığını düşünüyorum.
Son bir aylık yükselişi sağlayanların profili ise kanımca bütün
diğerlerinden farklı bir özellik sunuyor.
Birincisi ortada bir “devrimci Kabarış” diyebileceğimiz
Gezi, Kobani savaşı ve zaferi, 7 Haziran zaferi ve bu zafer öncesi coşkunluk gibi
bir durum yok. Aksine morallerin bozuk olduğu bir dönemdeyiz.
Peki, bu yükselişi sağlayan okuyucu profilinin özelliği ne?
Ben bunun büyük ölçüde laik kesimlerden, şehirli kesimlerden, şimdiye kadar
yazılarıma soğuk durmuş kesimlerden kaynaklandığı izlenimine sahibim.
Bu sonucu şuradan çıkarıyorum. Yazılarıma özelden yazılan
yankı, soru, eleştiri veya övgülerin neredeyse hepsi bu kesimden. Ayrıca gelen
arkadaşlık teklifleri, Facebook’taki yine izleyicilerin profilleri vs. de bunu
doğruluyor. Eskiden bana neredeyse sadece Kürtlerden arkadaşlık teklifleri gelirdi.
Şimdi ise Kürtler mutlak rakam olarak azalmış olmasa bile, oran olarak, şehirli
ve laik kesimler o kadar artmış durumda ki çok küçülmüş durumdalar.
Kanımca bu veriler Bekir Ağırdır’ın gözlemleriyle tam bir
uyum halindedir. Laik ve şehirliler bir şey yapmaya hazır durumda, ölümden öte
köy yok diyerek hızla politize ve radikalize olmuş durumdalar.
*
Ancak bu radikalize olma, bloğu her gün binlerce kişinin
ziyaret edip o yazıları okuması ile tam bir zıtlık içinde başka bir olgu daha
var.
Ben yazılarımı Bloğumda yayınladıktan sonra Facebook ve
Twitter’de de paylaşırım. Çünkü orada başkalarını da paylaşımı aracılığıyla
sürekli yeni okuyucular da gelir. Hemen hemen her yazımı paylaşan beş on arkadaşımı
bir yana bırakırsak, genellikle paylaşanlar yazıya göre değişirler ve Facebook’ta
paylaşım arttığında Bloktaki okuyucular da artardı. Oranın ortalama bire yirmi
ile yüz arasında oynadığı yönünde bir izlenimim var. Yani Facebook’ta yeni bir
kişi paylaştığında genellikle o paylaşımdan bloğuma gelip yazımı okuyan ortalama
yirmi ile yüz arası artar. Bu kesin bir rakam değil, ama pek de yanlış
olmadığını sandığım bir tahmin.
Ama son bir ayda ne görüyoruz? Sadece paylaşımlar
sıfırlanmış değil, beğenmeler de azalmış durumda, yorumlar da. Bunlar da yine genellikle
yurt dışında yaşayanlar.
Bloğa girenlerin sayısına bakılırsa, özellikle Facebook’ta
yazılarımı paylaşımların yüzlerle, hatta binlerle olması gerekir. Önceki bütün
yükselişlerdeki oranlar böyle olması gerektiğini gösteriyor.
Ancak paylaşımlar tümüyle düşmüş durumda. Birkaç eski arkadaşım
ve yurt dışında yaşayan okurlar dışında yazılarımı paylaşanlar neredeyse
sıfırlanmış bulunuyor. Hele Twitter’de en kötü zamanlarda bile bir iki kişi
beğenen veya rt eden çıkardı. Şimdi günlerdir hiçbir şey yok.
Öte yandan istatistikler siteye gelenlerin hangi kanallardan
geldiğin de gösteriyor. Bakıyorum
neredeyse hepsi Facebook’tan geliyor. Google arama ile gelenler falan çok az.
O halde buradan çıkacak tek sonuç var, yine Bekir Ağırdır’ın
da değindiği gibi, müthiş bir korku iklimi egemen durumda.
Yani bir yanda ortalıkta görünen bir korku var. Bu korku
paylaşmama, beğenmeme biçiminde ortaya çıkıyor. Herkes sanki ilgisizce ıslak
çalarak geçiyormuş gibi yapıyor.
Ama aynı zamanda korkunç bir politizasyon, radikalleşme ve
enerji birikimi var.
Bu biriken enerji, bu radikalleşme, bu politizasyon eğer
kendini ifade edeceği, dışa vuracağı bir imkân bulursa, Tüm Türkiye’nin hatta
bölgenin kaderini değiştirebilir.
*
Ancak bu dışa vurumun klasik laikçi tepkilerle ve ulusalcı
bir renkle gerçekleşmesi halinde hızla tecrit olup bir yenilgiye uğraması ve
oradan da tam bir yılgınlığın yerleşmesi tehlikesi bulunmaktadır.
Bu nedenle şehirli, aydın ve laik kesimlerdeki bu
radikalleşmenin kendi egemen kültürel ve politik renklerinin damgasını vurmadan
bu dışa vurumun gerçekleşmesinin hayati önemi bulunmaktadır.
Bunu CHP yapmaz ve yapamaz. HDP yapamaz çünkü bu kesim onu
Kürt partisi olarak görüyor. Bu kesimin dışından.
Sosyalist örgütler de aslında bu kesimden sayılır kültürel
kotlarıyla. Onlar ise hiç yapamaz çünkü gerçeklik duygularını yitirmişlerdir
bütün küçük örgütlerde olduğu gibi. Kaldı ki ne teorik hazırlıkları ve
birikimleri vardır; ne de kültürel kotları, dilleri buna uygundur.
Ama yine de bir umut olduğu söylenebilir.
Ama yine de bir umut olduğu söylenebilir.
Gezi’nin Taksim’den sürüldükten ve Parklara çekildikten sonra
gösterdiği radikalleşme çizgisi, burada bir deney ve umut olarak ortaya
çıkmaktadır.
Bilindiği gibi, Gezi, İhsan Eliaçık ve arkadaşlarının Gezi’de
namaz kılmalarına koruma sağlayarak, birlikte yeryüzü sofraları ve sokak
iftarları yaparak, klasik laikçi duruş, kültür ve politikayla arasına sınır
çekmiş ve böylece Erdoğan’ın oyununu bozmuştu.
Gezi aynı şekilde, Kürtlerin bir siyasi hareket olarak uzak,
sembolik olarak orada halay çekmekle yetinmelerine rağmen, Türk
Milliyetçilerinin Kürt düşmanı tavrına da sınır çekmiş, özellikle Lice’deki
olayın ardından Yoğurtçu’daki Geziciler protesto için Kadıköy sokaklarını
doldurmuş, yaşlı Kemalist teyzeler bile “Biji Apo” diye Kürtçe sloganlar atar
hale gelmişti.
Elbette bu tüm Türkiye'de böyle olmadı. Alevilerin yoğun
olduğu semtlerde veya İzmir ve Ege’de Gezi bu kadar net ve hızlı bir evrim
geçirmedi ama bu yönde bir evrime de kapalı olmadı. Hatta bu evrimin devam
ettiğini ve meyvelerinin 7 Haziran’da görüldüğünü bile söyleyebiliriz.
O halde, istatistiklere yansıyan bu radikalleşme ve enerji
toplamanın Gezi’nin ileriki dönemindeki “Laikçi” ve Türkçü politik çizgiye
mesafe koymuş çizgisi ile ortaya çıkması halinde; en zıt kesimlerin birliğini
sağlayabilir; sadece Kürtleri kazanmakla kalmaz; aynı zamanda Müslüman ve muhafazakâr
Sünni kesimden de çok ciddi bir destek alabilir. Erdoğan’ın bütünüyle Kürt –
Türk; Sünni Müslüman – Alevi ve Laik bölünmesine ve gerilimine dayanan
stratejisini başarısızlığa uğratabilir ve 7 Haziran seçimleri öncesinde olduğu
gibi belli bir coşku ve seferberlik yaratabilir.
Evet, hızla radikalleşen veya harekete geçmek için enerji
toplayan “laik yaşam tarzındaki” şehirli ve de Alevi kesimde duruma uygun bir
örgüt ve önderlik belki ama bir şekilde yazılmamış hafızaya geçmiş bir deney de
var. Buna Gezi’nin Ruhu diyelim. Bu ruh egemen direnişe damgasını vurursa
başarı mümkündür.
Ama Gezinin başarısızlığının ve adeta buharlaşmasının en
önemli nedeni adeta örgütlenmenin gereğini reddetmesiydi. Bu nedenle Örgütlenme
konusunda ciddi bir handikap olduğu düşünülebilir ama bunun bir eksiklik ve
yanlış olduğu fikrinin de epeyce yerleştiğini kişisel gözlem ve konuşmalardan
çıkarabiliyorum.
Ama bu örgütlenme konusuna daha sonra ayrıca girmek
gerekecek. Dünkü “Kritik Kütle” başlıklı yazıda kısmen değindik; daha da ele
almak gerekiyor. Burada geçelim.
*
Peki, bu nasıl olacak?
Yani Erdoğan’ın stratejisinin dayanacağı; birbirini iten; genellikle “Fay hatları” denen kültürel ve politik ayrımlar nasıl bir arada bulunabilir?
Yani Erdoğan’ın stratejisinin dayanacağı; birbirini iten; genellikle “Fay hatları” denen kültürel ve politik ayrımlar nasıl bir arada bulunabilir?
Bunun iki yolu vardır. Biri Hazreti Nuh’un yoludur, diğeri
Hazreti Muhammet’in yoludur.
Ama tek mümkün yol, Hazreti Muhammet’in yoludur.
Hazreti Muhammet, her biri diğeriyle rekabet halendeki, her
birinin ayrı putu olan kabileleri bir araya getirmeyi denemedi. Putları yıktı
ve hepsini bir Allah’ın kulluğunda eşitledi. İnsanların kabileleri onların
ilişkilerini düzenleme işlevini yitirdi, adeta kişisel sorunları haline geldi;
yani gerçekten laik bir düzende dinin kişilerin özel sorunu olması gibi oldu
kabile ilişkileri. Veya gerçekten dil körü bir demokratik cumhuriyette dilin
bir politik sorun olmaması herkesin ana dilinde eğitimin bir hak olması gibi
oldu.
İşte bunun benzeri, #HAYIR direnişinde de yapılabilir.
Yani örgütler, sloganlar, bayraklar, hepsi en temel
haklarına dayanan Yurttaşlar olarak bir tek politik #HAYIR bayrağı ve parolası
altında bir araya gelirler. Bir araya gelişin dışında elbette herkes kendi
rengiyle, sözüyle yine isterse bildiğini okuyabilir.
Böyle bir tek bayrak, parola, somut hedef etrafında bir ağ
gibi birleşme, bir denenmiş önderlik yokluğunun zaafını giderebilir.
Ayrıca somut bir tek #HAYIR etrafında birleşilen eylem,
eylemin dışında herkesin olabildiğince renkli ve kendi gerekçeleriyle istediği
gibi propaganda çalışması yapmasıyla çelişmez.
Çünkü herkes bilir ki, evet farklıyız ama somut eyleme gelirken bir tek somut talepten ibaret bir tek politik hedefi ifade etmekte ve yığınsallaşmakta yoğunlaşacağız.
Çünkü herkes bilir ki, evet farklıyız ama somut eyleme gelirken bir tek somut talepten ibaret bir tek politik hedefi ifade etmekte ve yığınsallaşmakta yoğunlaşacağız.
Bunun biçimini diğer yazılarımızda ayrıntısıyla anlattık. Tekrar
edelim.
Tamamen temel haklar alanında; toplantı ve gösteri
yürüyüşleri alanına girmeyecek biçimde kalarak; yani sessiz, bayraksız, pankartsız
ve göğsünde, basit pankart sayılamayacak bir #Hayır yazısıyla, her gün aynı
yerde aynı saatlerde buluşmak.
Bir tek bu biçim altında milyonlar her gün meydanları fiilen
doldurup, sessizliği ile çok şey söyleyen; renksizliği ile tüm renkleri
toplayan mitingler ülkedeki bütün dengeleri değiştirip; kim bilir belki oradan
aldığı hızla, bu orta doğuya yüzlerce yıl sonra demokrasiyi tekrar getirebilir.
Bu bir hayal değildir.
Bir kere başlanırsa hızla büyüyecektir. Grafiklerin
gösterdiği budur. Yeter ki insanlar bu biçimin mümkün ve gerekli biricik biçim
olduğunu görsünler ve kabullensinler.
Bu nedenle bıkmadan bu öneriyi ve konuyu; bu biçimi sürekli
gündeme alarak tartışmak; duyurmak, insanların aklına düşürmek gerekiyor.
Gelecek yazılarda Erdoğan’ın stratejini dayandırdığı iten
kuvvetlere karşı birleştiren kuvvetlerin üstünlüğü nasıl sağlanabilir ve
örgütlenmenin sorunlarına girelim.
26 Ocak 2017 Perşembe
Demir Küçükaydın
@demiraltona
25 Ocak 2017 Çarşamba
#HAYIR ve Kritik Kütle
#HAYIR’ın kazanabilmesi için #HAYIR’ın bir kitle hareketi
olması gerekiyor. Ama bu da yetmez, bir büyük sosyal hareket haline gelmesi gerekiyor.
Ancak o zaman (Erdoğan diktatörlüğünün kendisine dayanarak
evet almayı planladığı) taşlaşmış ve bu merkezi bürokratik oligarşinin
egemenliğini sürdürmek için sürekli beton döktüğü, “kültürel fay hatlarını”
aşabilir ve toplumdaki temel güçler arasında tektonik hareketlere, kıtaların
yer değiştirmelerine yol açabilir.
Ve ancak kitlesel bir sosyal hareket olduğunda ev ev dolaşmalar,
kampanyalar, seferberlikler vs. başarı getirebilir; sandıklar ve referandum
sonuçları kontrol edilebilir.
Ama bir kitle hareketinin oluşması için önce başlayacak bir kritik kütle gerekir; büyümesi de belli
bir kritik kütleyi aştıktan sonra tüm
dengeleri sarsabilir.
Ama bunun için de bu kavramların ve bu kavrayışın bir
şekilde bilinmesi, yayılması ve üzerine düşünülmesi, gerekiyor.
24 Ocak 2017 Salı
#HAYIR Cephesinde “Eleştiri Silahı” ve “Silahların Eleştirisi”
Anayasa değişikliği teklifi Meclis’ten geçmiş bulunuyor.
Değişikliğin kararlaştırılmasını geciktirmeye yönelik çok değerli olanaklar ve
zaman yitirilmiş bulunuyor.
Eğer bundan sonra aynı şekilde hareket edilmeye devam
edilirse, #HAYIR cephesinin referandumda ağır bir yenilgi alacağı şimdiden
öngörülebilir.
Bu nedenle biz bütün eleştirilerimizi ve enerjimizi #HAYIR
cephesindeki yanlışlara yöneltmek gerektiğini düşünüyoruz.
Ve bir akım, bir görüş, bir örgüt bize ne kadar yakınsa veya biz ne kadar kendimizi ona yakın görüyorsak eleştirilerimiz o ölçüde sert olacaktır.
İnsanların eşitliğinin düşmanları, kendilerine ve
yakınlarına karşı fazlasıyla anlayışlı; hatta kayırıcı; kendilerine uzak ve
karşı olanlara karşı acımasız ve gaddar olurlar.
Sosyalistler ise, peygamberler ve evliyalar gibi, kendilerine ve dostlarına karşı acımasız;
kendilerine uzak olanlara ve hatta düşmanlarına
karşı anlayışlı ve toleranslı olurlar.
23 Ocak 2017 Pazartesi
PKK’ya Açık ve Acil bir Çağrı
Hiç lafı uzatmadan damardan girelim.
PKK derhal, TAK veya benzerlerinin yapacağı şiddet hareketlerinin,
Erdoğan’a; kurmak istediği İslamcı-faşist dikta rejimine ve Türk devletindeki faşist,
ırkçı ve de Ergenekoncu güçlere hizmet edeceğini; yapılacak böyle hareketleri
tasvip etmeyeceğini; kendisiyle hiçbir bağı olmayacağını; bu tür eylemlerin
doğrudan Erdoğan’ın ve şu an Erdoğan’la ittifak halinde bulunan Türk devletinin
içindeki en inkârcı, ırkçı faşist ve kanun dışı güçlerin provokasyonları olarak
değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ilan etmelidir.
Ve bunu hiç geciktirmeden yapmalıdır.
PKK böyle bir açıklama yaptığı takdirde, Türkiye’deki
demokratik güçlerin; gelen faşist dikta rejimine hayır diyenlerin ve demek
isteyenlerin, önümüzdeki iki ay içinde verecekleri ölüm kalım mücadelesinde, en
azından olumsuz bir işlev görmekten kendini korumuş olur.
22 Ocak 2017 Pazar
#HAYIR! Şimdi “Ev Ev Dolaşma Zamanı” Değildir
Onların duruşu, CHP’nin duruşunu değiştirmesine yol açar. Bu
da dengelerin değişmesinin yolunu açar.
HDP ve Sosyalist örgütlerin, aydınların, demokratların gücünün
az olması önemli değildir.
Duruş, politika, strateji ve taktikler eğer doğru olursa, bu
diğer güçlerin konumlanışlarını da etkilerler.
Tarih güçsüz ama kıvrak olanın güçlü ama hantal olanın
örnekleriyle doludur. Bu, Davut’un Golyat’ı yenmesi biçiminde kutsal kitaplara
bile geçmiştir. İslam’ın nenedeyse yarı peygamber gibi değerlendirdiği İskender
(Zülgarneyn, Çit boynuzlu) koca uygarlıkların (Mısır, Pers, Hindistan) devasa
ordularını, küçük güçlerle ama akıllıca bir stratejiye ve taktiklere dayanarak
yendiğinin en çarpıcı örneklerini sunmuştur.
Ne var ki, eğer bu örgütler, bugün Evrensel’deki haberde yansıyan anlayışla
hareket edeceklerse, bu referandumdan #HAYIR çıkmayacağına kesin gözüyle bakılabilir.
Çünkü uluslararası sosyalist ve işçi hareketinin, yeni
sosyal hareketlerin son iki yüz yıllık deneylerinin sonuçları yokmuş gibi
hareket ediliyor.
Siyaset sanatının alfabesi bile unutuluyor.
PKK’nın “İsyanla
oynanmaz” ilkesini çiğneyince, o mücadeleci Kürt kitlelerini nasıl felç
ettiği; dinamizmini nasıl yok ettiği ve şimdi içinde bulunduğumuz kritik duruma
düşmemize yol açtığı ortada.
Öyle görülüyor ki, şimdi de legal alandaki parti ve
örgütlerin benzer yanlışları ile ikinci bir ağır yenilgi bizleri bekliyor.
Ve bu yenilginin sonuçları sadece bu ülkedeki değil; bütün
bölgedeki dengeleri de değiştirecek kadar ağır olacak ve on yıllara
yayılacaktır.
Bu nedenle bıkmadan uyarılarımızı ve eleştirilerimizi
yapmaya devam edelim.
(Bu uyarılar, artık yetmişine dayanmış bir kişinin uyarıları
değildir. Bu kişi yarım yüzyıldır Türkiye’deki mücadelede yer almış; onlarca
yılını hapis ve sürgünlerde geçirmiş; onlarca kitap yazmış; sadece boş vakitlerini
değil; yirmi dört saatini ve ömrünü insanların eşitliği davasına vakfetmiş; son
iki yüz yılın işçi, sosyalist ve diğer sosyalist hareketlerin derslerini
sistemli olarak öğrenmeye çalışmış ve onlardan bazı sonuçlar çıkarmış; bir
birikimi özümlemeye çalışmış bir devrimcinin, bir sosyalistin uyarılarıdır. Bizim
örgütümüzün, gücümüzün olmamasına bakıp bu uyarı ve eleştiriler
küçümsenmemelidir. Hele hakkımızda orada burada dile getirilen saçma sapan ve
yalan yanlış ön ve bön yargılara bakıp çiğnenmemelidir. Onlar fikirlerimizin gücü
karşısında cevap veremeyenlerin savaş hilelerinden başak bir şey değildirler.)
Hangi dersler unutuluyor ve ne gibi yanlışlar yapılıyor?
Bu yazıda sadece birini, başlıktaki “evlere gitme” imgesinde
ifade edileni, örnek olarak ele alalım.
Ama önce alfabetik bir önerme.
Strateji yanlış ise, bu yanlışlığın oluşturduğu handikaplar doğru taktiklerle
telafi edilemez.
Adorno’nun “yanlış bir hayat doğru yaşanamaz”
önermesi, bu temel ilkenin daha genel bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Genel ve temel sorunlardan
kaçılamaz. Genel ve temel sorunlarda yaptığınız bir hatalar her zaman sizden
hızlı koşarlar ve tam onları aştığınızı sandığınız anda, aşılmaz bir duvar
olarak karşınıza dikilirler.
*
#HAYIR cephesi, #HAYIR mücadelesini bir strateji sorunu
olarak tartışmıyor.
Temel yanlışı bu.
Onu sadece taktik, mücadele biçimleri ve örgütlenmelere
ilişkin bir sorunmuş gibi ele alıyor.
İkinci temel yanlışı da bu.
Ama böyle ele aldığında da önerdikleri tamamen ve kategorik
olarak yanlış oluyor.
Bunu somut olarak görelim.
Ancak bunun için önce sosyal hareketlerin ve işçi
hareketinin, Marksizm’in ve sosyalist hareketin tarihinden bir dersi; temel bir
sorunu ve yanlışı hatırlatmak gerekiyor. Çünkü yapılan yanlış tamı tamına
budur.
Yukarıda değinilen genel
ve temel sorunlardan kaçış, genellikle çok
temel ve hayati bir takım işlerin acil ve temel görev gibi sunulması biçiminde
ortaya çıkar ve aslında böylece yanlış bir görev tanımı yapılmış; yanlış
bir strateji izlenmiş olur.
*
Ne demektir bu?
Örneğin, yemek, içmek, soluk almak. Hayati işevlerdir. Bunlar
olmazsa yaşayamayız.
Ama bir insanın görevlerini belirlerken, bunları bu temel
önemlerinden hareketle görev olarak öne koyması, aslında başka görevlerden
kaçması anlamına gelir.
Daha da somutlayalım.
Bir siyasi örgüt için, “ev
ev dolaşmak”, görüşlerini yaymak, anlatmak, kampanyalar yapmak; halkı
örgütlemeye çalışmak; toplantılar tertiplemek; bildiriler dağıtmak vs. gibi
işler, tıpkı bir insanın yemek yemesi, soluk alması, su içmesi gibi; olmazsa
olmaz, ona hayatiyetini veren, onu o yapan şeylerdir.
Bu nedenle özel bir
siyasi görev oluşturmazlar.
Ama can alıcı bir durumda, ortada bir strateji yokken,
bunları sanki o duruma uygun bir strateji, acil görev, çözüm yolu gibi ortaya
koymak; aslında gerçek acil görevden, bir strateji yokluğu gerçeğinden kaçmak,
ya da fiilen tamamen yanlış bir strateji önermek anlamına gelir.
*
Şimdi, can alıcı bir Anayasa referandumu var. Fazla bir
zaman kalmamış. Bu hayati noktada, nasıl
bir strateji izlemek gerektiği konusunda öneriler de var. En
azından bizim yaptığımız öneri var.
Bu noktada, bu öneriyi duymazdan gelerek veya kendiniz nasıl
bir strateji izlemek gerekir gibi bir soruyu ortaya atmayıp ondan kaçarak;
görevimiz “ev ev dolaşmaktır”, “hayır kampanyası yapmaktır”; “yaratıcı şeyler yapmaktır”; “hayır toplantıları yapmak”; “hayır meclisleri kurmaktır” derseniz,
aslında spesifik bir siyasi görev olmayan işleri bir siyasi görev
olarak koymuş ve gerçek günün acil görevlerinin ne olduğu sorusunu gündeme
almaktan kaçmış olursunuz.
Bu gibi bir görev belirlemesi, ilkelliği ebedileştirmektir.
Yani politika yapmayı, bir siyasi
organizasyonunun, onu o yapan en temel işlevlerine indirmektir.
Bu da elbet bir strateji olarak kabul edilebilir. Yani O en
temel işlevlerin içeriği olması gereken, politika ve stratejinin gündeme
gelmesini engellemek, için bir stratejidir.
*
Son iki yüz yılın deneylerini unutmuş olan bugünkü kuşaklar
bilmez belki ama bu aşağıda aktaracağımız örgütler (CHP Hariç) Sosyalist ve
Marksist olma iddiasını sürdürdüklerinden onlara sosyalist hareketin
tarihindeki bir örneği ve dersi hatırlatalım.
Lenin ile Ekonomistler arasındaki tartışmanın özü bir bakıma
tam da buydu. Ekonomistler, “işçilere gitmek, onları örgütlemek” çok önemlidir
diyerek, bir siyasi örgütün oluşturulması sorunundan kaçıyorlardı.
Lenin de onlara evet baylar elbet ilk tahsil orta veya
yüksek tahsilden önemlidir, ama bunu yüksek tahsilin yapmayı gündemden
kaldırmanın gerekçesi olarak ve özel bir görev olarak öne çıkarmak ilkelliği
ebedileştirmektir diyordu. Rus sosyalist hareketinin jargonunda da bu ilkelliği
ebedileştirmenin adı “ekonomizm” idi.
İşte bizim sosyalistlerin ve hatta genel olarak demokratik
muhalefet diyeceğimiz nebulanın temel yanlışı budur.
Sorunu bir strateji ve politika olarak tartışacak ve bu
düzeyde öneriler getirip, uygulamaya geçecek yerde; en temel, özel bir politik
görev olmayan işleri, özel bir politik görevmiş gibi koyarak, aslında ilkelliği
ebedileştiriyorlar ve günün görevlerinden kaçmış oluyorlar.
Böylece kendilerini ve hepimizi yenilgiye mahkûm ettiklerini
görmüyorlar.
*
Bu hataya yol açan gizli bir varsayım olan başka hatalar da
var sonra her biri ayrıntısıyla ele alınması gereken. Geçerayak ikisine
değinilebilir.
Birinci temel hata referandum sandığına kilitlenmiş
olmaları; referandum’u bir kitle hareketinin aracı olarak değerlendirmek gibi bir
sorunları olmaması; esas savaşın referandum sandığında değil, öncesinde ve (evlerde
değil) meydanlarda verileceğini görmemeleridir.
İkinci temel hata, referandumdaki oyları bir “seferberlik”lerle, “kampanya”larla anlatarak sonucu değiştirebilecekleri varsayımıdır. Bir
tür reklamcı yaklaşımı.
Üçüncü temel hata: bir kitle hareketi örgütlemedikçe,
sokaklara ve gündeme egemen olmadıkça, güç dengelerinin değiştirilemeyeceği ve referandumun
kaybedileceğini anlamak istememeleridir.
Bütün bunlara bağlı olarak da bir kitle hareketi nasıl
yaratılabilir? Güçler, konumları, biçimleri nelerdir sorularını tartışmaktan
kaçıyorlar veya bu konuda yapılmış önerileri görmezden geliyorlar.
İşte bu temel hatalar üzerinde, iş bir “seferberlik” veya “kampanya”
yapmaya ve bunun nasıl yapılacağı noktasına (“evlere gitmek”) “geliyor.
Bu ise yenilginin daha baştan ilanı demektir.
Bu ise yenilginin daha baştan ilanı demektir.
Birincisi iktidarın bütün bu alanlardaki gücü kat be kat
fazladır.
Bizzat iktidar savaşı güçlü olduğu bu alanda kabul etmeyi
ister. Savaşın birinci kuralı ise, savaşı düşmanın istediği koşullarda kabul
etmemektir.
İkincisi, insanların anlatılanlarla fikir değiştireceğine
inanmak ise, burjuva rasyonalizminin bir yanılgısından baka bir şey değildir. Değişimleri
doğru fikirler değil; toplumsal güçler, onların çıkarları ve konumlanışları
belirler.
Marksistler, sosyalistler, eğer insan çıkarlarına aykırı
ise, matematik aksiyomlar bile tartışma konusu olurlar önermesinden yola
çıkarlar. Marksizm’in doğarken ağzından çıkan ilk çığlık, düşüncelerin varlığı
değil, varlığın düşünceleri belirlediği olmuştur.
Üçüncüsü, geniş yığınların anlatmalarla değil, bizzat eylem
içinde kendilerini değiştirebileceklerini, bunu hızla ve kitlesel olarak
yapabilecekleri gerçeğini unutmaktır.
Bütün bu alfabetik dersler unutulmuş bulunuyor. Buyurun şu
en iri sol örgütlerin sözcülerinin dilinden referandumda #HAYIR çıkmasını
sağlayacağı düşünülen stratejileri veya reçeteleri okuyalım.
Bugünkü Evrensel’de
“HDP,
CHP, EMEP, ÖDP VE Halkevleri: Ev ev dolaşma zamanı” başlığı altında tam
da bu eleştirdiğimiz konu sanki bir marifetmiş gibi öne çıkarılıyor. Evrensel haberinin
sıralamasına göre aynen aktaralım.
CHP Genel başkan yardımcısı Bülent Tezcan:
“Referandum için
çalışmalara hemen başlayacaklarını söyleyen Tezcan “Yapacağımız tek bir yol
var, ulaşabildiğimiz bütün kanalları kullanacağız.Bire bir temas önemli. Her
noktada Türkiye’de bütün milletvekillerimizi, parti kadrolarımızı harekete
geçireceğiz her yerde. Dağılacağız, Anadolu’nun, Trakya’nın dört bir yanına
dağılacağız. Yüz yüze anlatacağız” dedi.”
Hadi Tezcan CHP’li, o “fıtratı gereği” geniş yığınların
kendi deneyleriyle hızla ve kitleler halinde siyasi eğitiminden korkar. Bizim
sosyalistler ondan farklı bir şey söylüyorlar mı?
EMEP’ten Genel Başkan yardımcısı Şükran Doğan:
“Partimiz bu süreçte
işçilere emekçilere, halklara neden hayır demeleri gerektiğini anlatmak için
yoğunluk bir seferberlik içinde olacaktır.”
Aferin!
ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş:
“Ev ev, kapı kapı
dolaşacağız. Demokrasi güçleriyle eşzamanlı olarak örgütleyeceğiz bu süreci.
ÖDP'de üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecek. Haziran Hareketi üzerinden
dışarıya dönük çalışma yapacağız. ÖDP olarak da bazı çalışmalarımız olacak.
Sol, emekten yana hayır güçleriyle eşgüdümlü yürüteceğimiz çalışmalarla
karanlığa geçit vermemek için gereken tüm çabayı göstereceğiz. Bir hafta içinde
yürüteceğimiz kampanyayı, söylemlerimizi dilimizi ortaya koyacağız. Böyle bir
çalışmayı da sol ve demokrasi güçlerinin koordinasyonu içerisinde sürdüreceğiz”
Alper Taş’a da kocaman bir aferin.
Halkevleri Genel başkanı Oya Ersoy:
“Örgütlü kesimler,
siyasi partiler, emek güçleri, sendikalar, köy dernekleri başta olmak üzere
‘hayır’ diyen herkes komşuna köylüsüne, arkadaşına, iş arkadaşına, lise
arkadaşına 'Evet' demekle ne belaların
açılacağını anlatacağı ve ikna etmek üzere çalışacağı 3 ay var. ‘Hayır’ diyen
herkes üzerine görev yaparsa bu anayasa geçmez. ‘Hayır’ diyen herkesi kendi
sokağında, mahallesinde, ‘hayır’ meclislerini kurmaya, halk seferberliğine
davet ediyoruz.”
Ersoy’a da yıldızlı aferin.
Başlıkta HDP da olmasına rağmen haberde HDP yok. O nedenle HDP’ye
şimdilik bir aferin veremiyoruz.
Olmaması ya bir unutkanlık (yani bilinçaltının dışa vurumu,
güdük fiil) olarak da yorumlanabilir elbet. Ama belki bugün HDP yönetim organlarında
tam da bu konu görüşüleceği için alınmamış da olabilir. Her heyse.
Zaten HDP’yi ayrıca ele almak gerekir. Ama HDP’nin de farklı
bir şey söylemeyeceğini ve Aferin alacağını şimdiden tahmin edebiliriz. Zaten “herkesin #hayır’ı kendine” parolası da
farklı bir şey söylenmeyeceğinin ipuçlarını sunuyor.
*
Peki, biz ne diyoruz?
Önerimizi tekrar ediyoruz:
1)
Gelen sıradan bir tehlike değildir. Başkanlık rejimine
geçildiği andan sonra bu örgütlerin HDP dâhil hiç biri kalmayacaktır. Hala
sanki sonrasında da bugünkü gibi ama biraz daha zor koşullarda devam edecekmiş
gibi; sorunu bir nicelik değişimi gibi ele alarak düşünülüp davranılamaz.
2)
Bu tehlikeyi önlemek için referandum aslında bir
şanstır da. Ama bunu kullanmayı bilmek gerekir.
3)
Referandum sonucunu, temel sosyal ve politik
güçlerin konumlanışı; ona da sokağa egemen olan yığınlar belirler.
4)
Soru şudur: OHAL koşullarında, devletin bütün
baskı aygıtının desteğine; lümpenlerden örgütlenen ve hızla hazırlanan çetelere
rağmen muhalefet nasıl meydanlara egemen olup gündemi belirleyebilir.
5)
Bunun şartı kitlesel ve yasal olanakları
kullanan, politik alana girmeyen bir politik harekettir. Kitlesellik, politik
alana girmeme, şiddetsizlik ve doğru ve toparlayıcı bir parola veya bayrak birbirinden
ayrılmaz. Biri eksik olunca diğerleri de mümkün olmaz.
6)
Herkesin altında kendini bulacağı somut, kısa ve
öz parola, bayrak sadece sade bir #HAYIR olabilir.
7)
Geniş katılım için, devletin şiddetine olanak
tanımamak gerekir.
8)
Bunun tek yolu, politik özgürlükler alanına
girmeden, yani hiçbir bayrak, pankart açmadan, slogan atmadan, toplu halde
yürümeden, toplu halde durmadan, toplu halde oturmadan her gün aynı yerde aynı
saatlerde durmak, oturmak, yürümek, yani olağan günlük davranışları sürdürmek
ama aynı zamanda göğsümüzde bir düğmede, bir kâğıt parçasında, çocuğumuzu
balonunda vs. bir #HAYIR’ı da taşımaktır. Ancak böyle bir hareket Erdoğan’ı can
evinden vurur ve gerçek bir kitle katılımı sağlar. Belki Referandum’a bile
varmadan, Gambiya’nın seçimi kaybeden devlet başkanı gibi, uçağa atlayıp
kaçabilir.
9)
Elbette herkes kendi propagandasında, evinde,
sokakta, ev ziyaretlerinde, kendi “#Hayır” gerekçelerini anlatır. Ama tabiri
caiz ise bu herkesin kendi “özel sorunu” olur. Genel direniş bir tek parolada
ifadesini bulur: #HAYIR
Kısaca özetlediğimiz bu öneriyi yineliyoruz.
Herkesi üzerine tartışmaya, düşünmeye çağırıyoruz.
Bu öneriyi yanlış mı görüyorsunuz?
Bu öneriyi yanlış mı görüyorsunuz?
Susmayın.
Neresi Yanlış? Neden yanlış? Bunu açıklayın ve kendi
önerilerinizi ortaya koyun.
22 Ocak 2017 Pazar
Demir Küçükaydın
@demiraltona
21 Ocak 2017 Cumartesi
Garbis Altınoğlu’nun Yaklaşan Felaket Üzerine Uyarıları ve Önerisi
Aşağıdaki satırlar değerli
Garbis Altınoğlu’nun bizim yazımızı da söz konusu ederek yaklaşan felaket
üzerine uyarı ve değerlendirmeleridir.
Facebook’ta paylaştığı
bu yazısını olduğu gibi aşağıya aktarıyoruz.
Bu kritik günlerde
böylesine ayık duruşların ve örnek tavır alışların duyulmasının hayati önemi
bulunmaktadır.
Bu duruş ve öneri,
Garbis Altınoğlu’nun özgül durumu nedeniyle ayrıca çok değerlidir.
Meraklısı için şunu da
belirtelim. Garbis Altınaoğlu ve Demir Küçükaydın, ikimiz de 68’liyiz. Kısa bir
hapishane beraberliğimiz de vardır.
Ama aslında son derece
farklı; hatta birbirine zıt ideolojik duruşlara sahibizdir. Resmini aldığımız
kitapta örneğin Kıvılcımlı’yı eleştirmektedir.
Bilenlerin bileceği
gibi, Demir “Doktorcu” gelenekten sayılır ve Kıvılcımlı’nın Marksizm’e büyük
katlıları olduğu düşüncesindedir. (Elbet Küçükaydın’ın da Kıvılcımlı’ya metodolojik
eleştirileri var ama çok başka noktalardan)
20 Ocak 2017 Cuma
HDP ve CHP, CHP Gelmezse Tek Başına HDP, Meclis’te “İş Yavaşlatma Grevi” Başlatmalıdır
Dün Meclis’te bağımsız milletvekili Aylin Nazlıaka’nın kendini
mikrofona kelepçelemesi çok önemli dersler sunuyor.
Birincisi, aslında CHP’li olan, hatta “ulusalcı” denebilecek
bir vekilin, artık bir şeyler yapma gereğini görerek kendini mikrofona
kelepçelemesi, “laik yaşam tazı”ndakilerin,
yani CHP’nin ve kısmen de MHP’nin tabanının, hızla gelen Erdoğan’ın
diktatörlüğü altındaki İslamcı-Türk faşizmine karşı, direnişe ve sokağa çıkmaya,
hâsılı her şeyi yapmaya hazır olduğunu göstermektedir.
Bunu zaten herkes günlük hayatında gözlemleyebilir. Örneğin
birkaç gün önce bir e-mail grubunda biri, canlı canlı şöyle bir gözlemeni paylaşmıştı:
“Şu anda Esenyurttan
Taksime taksiyle dönüyorum. Taksi şoförü MHP'li çok öfkeli. Toz şekerin, yağın
fiyatını söylüyor, bu nasıl iş ben ailemi nasıl besleyeyim diyor. Bir de bir
milyon dolara vatandaşlık satılmasına öfkeli.”
CHP’li tabanın öfkesi ise Aylin Nazlıaka ile Meclis
kürsüsüne kendini kelepçelemiş bulunuyor.
Çok alametler belirdi. Ama anlayana.
19 Ocak 2017 Perşembe
Güvercinler, Müslümanlar, Türkler ve İnsanlar
Hrant Dink “Ruh halimin Güvercin Tedirginliği”
başlıklı yazısının son satırlarında umudunu ve güvenini şu sözlerle dile
getiriyordu:
“Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde
görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında
dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”
Ama bu satırların Dink’in son satırlarından biri
olması, aynı zamanda bu umudun ve güvenin hiçbir dayanağı olmadığını da
kanıtlamış bulunuyor.
Niçin böyle?
Çünkü Hrant’ın unuttuğu
bir şey vardı, biyolojik bir kavram
olarak insan ile (yani küçük harflerle insan olmakla), sosyolojik olarak İnsan (büyük harflerle
İnsan) olmak arasındaki farkı göremiyordu.
Yani unuttuğu “bu ülkede” İnsanların değil Türklerin yaşadığı idi.
18 Ocak 2017 Çarşamba
HDP Niçin “#HAYIR” Demiyor?
“Yanlış biliyorsun?
HDP “#HAYIR” diyor” demeyin.
#HAYIR, HDP “#HAYIR” demiyor.
HDP, “#HDPhayırDiyor”
diyor.
Bu ikisi çok farklıdır.
#HAYIR dediğinizde
politik mücadele verirsiniz. Başkalarının, hatta düşmanlarınızı bile altında toplanabileceği
bir bayrak açarsınız.
#HDPhayırDiyor
dediğinizde ise, kendi kendinizi tatmin etmiş; kendi reklamınızı yapmış
olursunuz. Bu başkalarını, hatta size en uzak ve düşman olanları hareket
geçirmek; altında yer almaktan gocunmayacağı bir bayrak, bir sembol, bir parola
bulmak gibi bir derdinizin olmadığı anlamına gelir.
Politika yapmak ise her şeyden önce, verili anda, en can
alıcı, “zinciri sürükleyecek” halkayı yakalamak ve onu tüm gücüyle çekmek
sanatıdır.
Politika yapmak hakkındaki tasavvurunuzu, kongrelerinizi
yöneten moderatörler gibi, liberal medyacılar belirlemişse; rengârenk #HAYIR’larınızın insanların sempatisin
toplayıp, #HAYIR çıkmasına yol
açabileceğini sanabilirsiniz.
17 Ocak 2017 Salı
#HAYIR ve Mücadele Biçimleri
“Her yiğidin bir
yoğurt yiyişi vardır.”
İsyan eden köylüler dağa çıkabilir veya dağa çıkanları
koruyabilirler.
Sömürgelerde bir “ilk
kurşun” sömürgecinin ya da beyaz adamın dokunulmazlığı ya da yenilmezliği
efsanesini yıkarak bir direnişin başlatıcısı olabilir.
Köleleşmemiş, henüz tamamıyla direnci kırılmamış toplumlarda
“göze göz, dişe diş” diyen bir
geleneğin sürdüğü toplumlarda, sert mücadele biçimleri çok daha büyük destek
bulabilir.
Ancak Türkiye’deki gibi 5000 yıldır şark despotluğunun hükmü
altında yaşamış; her umudu en kısa zamanda o devlet tarafından olmamışa
çevrilmiş ve bu tarihsel tecrübeyi bilmeden bilen insanların olduğu bir ülkede, bu yöntemler bir işe yaramazlar.
16 Ocak 2017 Pazartesi
Sade ve Yalın bir #HAYIR Niçin Hayati Önemdedir?
OHAL ile zaten fiilen kurulmuş olan tek kişinin
diktatörlüğünü vaftiz edecek olan Anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçeceğine
kesin gözüyle bakılabilir.
Erdoğan, gelen ekonomik kriz; Suriye’de tekrar çıkmaza
saplanma (Örneğin El Bab önlerine takılıp kalma ve büyük kayıp verme); şu an “beka sorunu” diyerek kendisini
destekleyen Ergenekon ve Ordu ile papaz olma ihtimallerini ve bunların ortaya
çıkaracağı kendi durumunu sarsacak dalgalanmaları minimuma indirmek için,
yangından mal kaçırırcasına Referanduma gidecektir.
Elinden gelse hemen yapmak ister. Ancak teknik nedenlerle
(Referandumun hazırlıklarının gerektirdiği zorunlu zaman nedeniyle) aşağı
yukarı iki veya iki buçuk ay içinde Referandum’un yapılacağına kesin gözüyle
bakılabilir.
15 Ocak 2017 Pazar
Dünya’da ve Türkiye’de Neden Güçlü Demokratik Hareketler Yoktur?
Gerek
Türkiye’de; gerek dünyada demokrasi mücadelesinin böylesine güçsüz olmasının ve
son duruşmada ardında bilince çıkmamış demokratik özlemler bulunan toplumsal
hareketlerin demokrasiye düşman politikaların aracı haline gelmelerinin, biri
üst diğeri alt sınıflardan kaynaklanan iki temel nedeni vardır.
Birincisi
egemen sınıfın korkaklığıdır; yani Burjuvazinin korkaklığı. Ama bunu şöyle de
ifade etmek mümkündür: sınıfların çıkarları
ve karakterleri özdeş değildir veya çakışmaz.
Kapitalizm (Ya
da bir bütün olarak burjuvazinin tarihsel ve genel çıkarı) kendi saf mantığı
içinde, demokrasi ile yani insanların
biçimsel eşitliği ile çelişmez.
Çünkü işgücü denen metanın maddi ve manevi özellikleri onun kullanım değeri üzerinde herhangi bir etkide bulunmaz. Bütün diğer
metalarda ise o malın maddi ve manevi özellikleri onun kullanım değerini belirler.
14 Ocak 2017 Cumartesi
Niçin #Hayır? Nasıl #Hayır? - Sık Sorulan Sorular (SSS)
“Yaklaşan Felaket
Nasıl Durdurulabilir? Somut Bir Öneri: #Hayır” başlıklı yazı ve yazıda dile
getirilen, #Hayır parola ve işareti
ile hukuken politik olmayan ve en temel insan haklarına dayanan, slogansız,
bayraksız, pankartsız sivil bir direniş hareketi önerisi epey bir ilgi gördü ve
çeşitli yerlerde dağınık biçimde tartışıldı tartışılıyor.
Bu tartışmalarda ortaya konan tereddütler, soru işaretleri,
itirazlar konusunda birkaç yazı daha yazmak gerekecek. Çünkü en iyi niyetli
destekçilerin bile en temel sorunları anlamadıkları görülüyor.
Ancak bu #Hayır parolasıyla
sivil hareket önerisi gökten zembille inmedi. Seçimlerden önce yapılmış ama
herkesin seçimde Erdoğan’ın kaybedeceği beklentisinden dolayı başarısız kalmış
bir #istifa denemesi vardı.
13 Ocak 2017 Cuma
Çocuklarınız Okullarda Nasıl Bir Erdoğan Portresi Okuyacak?
Gelecek Tarih’te kurulur.
Bugün genişçe bir kesimin alayla bakıp, izlemediği “Kuruluş”, “Diriliş” gibi dizilerde, aslında Erdoğan diktatörlüğünün gelecekte
yazacağı ve okullarda mecburen okutacağı tarih kitaplarının ilk denemeleri
yapılıyor diyebiliriz.
Erdoğan’ın diktası kurulduğunda çocuğunuzun nasıl bir
Erdoğan portresini okulda tarih ve diğer kitaplarda okuyacağını merak
ediyorsanız, Atatürk’ten bir analoji yapılabilir.
Okullarda okutulan resmi Atatürk’ü herkes yeterince biliyor;
bu nedenle onu değil, bilinmeyen ve unutulmuş gerçek Atatürk’ün kısaca bilinmesinde
yarar var.
Bu nedenle uzatmamak için, gerçek Atatürk’ü anlatan Sevan Nişanyan’ın
bir yazısını aşağıda aktaracağız.
Böylece gerçek ile okunan Atatürkler arasındaki uçurum,
bugün bildiğimiz gerçek Erdoğan ile yarın okullarda okutulacak Erdoğan
arasındaki uçurumun nasıl bir şey olacağı hakkında bir fikir verir.
Yarın nasıl bir Erdoğan Portresi okunacağını yazmayacağız. Bunu
okuyucunun ferasetine bırakıyoruz.
9 Ocak 2017 Pazartesi
Yaklaşan Felaket Nasıl Durdurulabilir? Somut Bir Öneri: #Hayır
“Bu bonapartist plebisitte HAYIR demek sırtımızı dayayabileceğimiz bir
siyasi hat demek. HAYIR çıkarsa ertesi günü güllük gülistanlık olmayacak
ülkemiz. Ama “biz de varız, buradayız, konuk değil, malsahibiyiz” diyebilmiş
olacağız.
Sağdan diz, soldan say, üst üste koy, ne yaparsan yap bu ilkbaharda
önümüze konacak referandum sandığı hayati önemde. Bu sandıktan yüzde elli
virgül sıfır birle de olsa çıkacak HAYIR oyu bize bir nefes aldırır.”
Aydın Selcan – Hayır diyorum
Pazartesi günü mecliste Anayasa değişikliğini görüşülmeye
başlanacak.
Gaflet ve delalet içindeki CHP hala televizyonlarınızın
başına geçin nasıl mücadele edeceğimizi görün diyor.
Halkı bu kader günlerinde, bir seyirci olarak evinde televizyon
seyretmeye çağırıyor.
Kaldı ki, Meclisteki kayıkçı dövüşünde kaybeden CHP
olacaktır.
Hem gücü yoktur, hem de ortada kural da yoktur.
Kuralları Erdoğan koymakta ve istediği an da
değiştirmektedir.
7 Ocak 2017 Cumartesi
“Laik Yaşım Tarzı” Neden “Ulusal Sorun”dur ve Öyle Olduğu Niçin Anlaşılamaz? (2)
“Laik yaşam tarzı”nın
bir “ulusal sorun”, yani tıpkı “Kürt sorunu” gibi bir sorun; aynı kategoriden bir sorun olduğunun anlaşılamamasının,
biri daha genel ve metodolojik;
diğeri daha özel, despotik Şark
devletinin, yani Türk devletinin, temel yapısının ve özelliğinin
kavranmamasıyla ilgili iki nedeni bulunmaktadır.
Bu ikisini biraz açmadan konunun anlaşılması neredeyse
olanaksızdır.
Birinciden, genel ve
metodolojik olandan başlayalım.
*
“Laik yaşam tarzı”nın
ulusal sorun olduğunun anlaşılamaması; ulusun
ve ulusçuluğun (yani milletin ve milliyetçiliğin) ne olduğunun
anlaşılamaması ile ilgilidir.
Ama ulusun ve ulusçuluğun anlaşılmasında, metodolojik düzeyde çok temel bir sorun bulunmaktadır.
Bu sorun, eğer bir benzetme yapmak gerekirse, tıpkı kuantum fiziğindeki Heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” gibi çok temel bir
sorundur.
4 Ocak 2017 Çarşamba
“Laik Yaşam Tarzı” Nedir? Ne Olduğunu Anlamak Niçin Hayati Önemdedir?
Reina katliamının veya Noel Baba’ya ve Yılbaşı kutlamaya
karşı saldırıların “Yaşam Tarzı”na
yönelik olduğunda herkes hemfikir.
Peki, bu “yaşam tarzı”
veya “laik kimlik”[1]
denen “şey” nedir? Hangi türden bir olgudur? Hangi toplumsal ve/veya politik kategoriye
girer?
Bu soruyu pek soran ve bunun cevabının hayati önemini pek kavrayan
yok.
Aslında “yaşam tarzı”
veya “laik kimlik” gibi kavramların
kendisi son derece yanıltıcı ve yanıltıcı olması da yine ne olduğunun
bilinmemesi ve/veya anlaşılmasının engellenmesi ile ilgili.
Teorik açıklık olmayınca programatik stratejik ve taktik
açıklık olmasının; dolayısıyla “laik
kimlik kıyımı”na karşı mücadelenin de olanağı yoktur.
“Laik Yaşam Tarzı”nın ne olduğunun, özelikle HDP ve Kürt özgürlük
hareketinin kavramasının hayati önemi vardır.
Ama daha da önemlisi, o “yaşam
tarzı” veya “laik kimliği” nedeniyle
hedefe alınanların ve Alevilerin anlamasının hayati önemi vardır.
2 Ocak 2017 Pazartesi
Reina Katliamının Düşündürdükleri: Artık Gâvur ve Kâfir olmak Tek Demokratik ve Politik Eylemdir.
“Yaklaşan Felaket ve
Kurtulma Çareleri” başlıklı yazı serisinde bugün strateji; strateji
değişimleri gibi konulara kısaca değindikten sonra, felaketi önlemek için
strateji değişiminin hayati önemine ve somut olarak nasıl bir strateji değişikliği
yapmak gerektiği konusunu ele alacaktık.
Ancak yılbaşı gecesi yapılan Reina katliamını ele almadan da
geçmek olmazdı. Çünkü bu aynı zamanda Strateji konusuyla da yakından
bağlantılıydı. Bu nedenle tekrar kaldığımız yere dönmek üzere kısaca bir yan
yola da uğrayalım
*
IŞİD bütün o arkaik görünüşünün aksine son derece modern ve modernist bir harekettir.
Aslında bu ulusçuluğun da tipik bir özelliğidir. Bütün gerici uluslar ve
ulusçuluklar köklerini tek tanrılı dinlerin bile öncesine, ta neolitik devrim
öncesi topluluklara kadar götürürler ama aslında son derece modernist ve modern
hareketlerdir. Arkaiklik, gelenekçilik modern hareketlerin bir özelliğidir.
Dile ya da kültüre dayanan ulusçuluk karşısında ırka dayanan
ulusçuluk nasıl bir faşizme denk düşerse; IŞİD gibi hareketlerin dine dayanan
ulusçuluğu da, ırkçılık benzeri ama bunun dinci versiyonu bir faşizmdir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)