“Yaklaşan Felaket
Nasıl Durdurulabilir? Somut Bir Öneri: #Hayır” başlıklı yazı ve yazıda dile
getirilen, #Hayır parola ve işareti
ile hukuken politik olmayan ve en temel insan haklarına dayanan, slogansız,
bayraksız, pankartsız sivil bir direniş hareketi önerisi epey bir ilgi gördü ve
çeşitli yerlerde dağınık biçimde tartışıldı tartışılıyor.
Bu tartışmalarda ortaya konan tereddütler, soru işaretleri,
itirazlar konusunda birkaç yazı daha yazmak gerekecek. Çünkü en iyi niyetli
destekçilerin bile en temel sorunları anlamadıkları görülüyor.
Ancak bu #Hayır parolasıyla
sivil hareket önerisi gökten zembille inmedi. Seçimlerden önce yapılmış ama
herkesin seçimde Erdoğan’ın kaybedeceği beklentisinden dolayı başarısız kalmış
bir #istifa denemesi vardı.
O zamanlar bugün daha geniş ölçüde yapılan tartışmalar, dile
getirilen tereddütler, itirazlar, yanlış anlamalar vs. daha dar bir çerçevede
yapılmıştı. O zamanlar da bu konularda yazılar yazılmıştı. Hata bu itirazlara,
tartışmalara, sorulara yanıt olarak bir tür “Sık Sorulan Sorular” ya da “Kullanım
talimatnamesi” veya “İlaç Reçetesi”
gibi bir yazı yazma gereği hasıl olmuştu.
Bu yazıda hem o deneyi ve o zamanın ortamını hatırlamak bakımından;
hem de itiraz ve argümanların çoğu bugün de geçerli olduğundan, bu nedenle bu
günün kimi itiraz, soru ve tereddütlerine de bir tür toplu cevap vermek
kabilinden, bir taşta iki kuş vurup zaman ve enerjiden tasarruf etmek için o
dönem yazdığımız bir yazıyı aşağıya olduğu gibi aktarıyoruz.
O zamanlar #istifa
için yazılmış bu argümanlar bugün o #istifa’ların
yerine bir #hayır konularak da
okunabilir.
Birkaç üslup değişikliği dışında bir değişiklik yapmadan
aktarıyoruz.
Ancak bazı yerlerde o kendimizi alamayıp bir iki not koyduk.
Bu notları da büyük harflerle yazdık ki eski metinle karışmasın.
Lütfen aşağıdaki yazıyı okuyun. Ayrıca ne kadar haklı
çıkıldığı ama maalesef bu sesi kimsenin duymadığını veya duymak istemediği de
görülür.
14 Ocak 2017 Cumartesi
Demir Küçükaydın
Erdoğan Neden Gitmelidir? Nasıl Gider?
Bir süredir, bu günün Türkiye ve Ortadoğu’sunda en acil ve
aşılması gereken sorunun Erdoğan’ın bulunduğu mevkii terk etmesi; onun oradan
uzaklaştırılması gerektiğine; bunun tüm diğer kör düğüm olmuş sorunların çözümü
için yakalanması gereken ana halka olduğuna dair yazılar yazıyor ve buna
ilişkin somut öneriler yapıyoruz.
En somut önerimiz de şöyle özetlenebilir:
Tamamen yurttaşların seyahat ve fikrini ifade ve istediği
gibi giyinme özgürlüğü bağlamında en temel haklarına dayanarak; hukuken politik olmayan ama sosyolojik olarak politik bir hareket
öneriyoruz.
Yapılacak şey basittir diyoruz.
Başka hiç bir pankart,
bayrak, şilt, yazılı slogan vs. olmadan; hiçbir slogan atmadan, müzik çalmadan,
bağırmadan, sessizce, sadece göğsümüze gerekirse sırtımıza #Erdoğanİstifa[1] yazarak durmak, yürümek, oturmak veya
uzanmak.
Bu kişiler tesadüfen aynı yerlerde bulunabilirler. Bunu
kimse bilemez ve engelleyemez. Bu toplantı ve gösteriye girmez.
Durduğumuzda, “durma” denirse, orada diyelim ki beş on metre
içinde yürürüz, (bir ileri bir geri veya 8 çizerek veya yuvarlak çizerek).
“Yürüme” derlerse dururuz. “Durma” derlerse otururuz. “Oturma” darlarsa
yatarız. “Yatma” derlerse yürürüz. Bunları herkes aynı anda aynı şekilde
yapacak diye bir kural da yok, kimi otururken kimi yürüyebilir, kimi dururken
kimi uzanabilir vs.. Önemli olan binlerce insanın bunu aynı yerde ve zamanda
yapmasıdır.
Bunlar, bütün bunlar yurttaşların temel hakkıdır. Gösteri
yürüyüşü değildir.
Ve bu hakların kullanımına her müdahale en temel yurttaşlık
haklarının çiğnenmesi anlamına gelir.
Suçtur.
Buna rağmen yasak ve müdahale olursa, bunu videoyla,
telefonla, tutanakla, avukatlarla tespit ettirip gereken hukuki yollara
başvurulur.
Böyle bir davranıştan dolayı kimse tutuklanamaz. Çünkü suç
olarak tanımlanmamış bir eylem olmadan suç olmaz. İnsanların fikrini göğsüne
yazıp, kimseyi rahatsız etmeden, bağırmadan, çağırmadan, bir yerde durması veya
yürümesi suç değildir.
Böyle bir hareket biçimi, milyonlarca insanı
birleştirebilir.
Şu an milyonlarca insan Erdoğan’ı temel sorun olarak
görmektedir ve bunun için bir şeyler yapmaya hazırdır.
Ancak bunun için küçük de olsa bir maya (katalizatör) ve herkesin katılabileceği bir biçim gerekmektedir.
Bugün, genellikle küçük sol grupların sloganlarla,
pankartlarla direnişleri, polisin ve devletin zaten tanımadığı yurttaşların
gösteri ve yürüyüş hakkını çiğneyerek şiddet kullanıp dağıtmasına yol açmakta;
bu da geniş kitleleri fikrini ifade edemez; protestosunu dile getiremez durumda
bırakmaktadır.
Bu da o direniş ve protestoların hareketlerin güçsüz
olmasına yol açmaktadır.
Bu “fasit daire”den
çıkışın tek yolu vardır.
Gösteri ve Toplantı yürüyüşü kanunu vs. alanına girmeden
(çünkü fiilen bu alan artık yok) bütünüyle daha
geri ve en sıradan hakların çerçevesinde hareket etmek ve hareketin tüm provokasyon
ve diğer girişimlere direnerek burada kalmasını sağlamak.
Bu, ayrıştırıcı olmayan ve küçük grupların rekabet ve olaya
müdahalesini ve damgasını vurmasını engelleyen bir biçimdir.
Yani içerik ve biçim birbirini bütünlemelidir. Ve önerilen
biçim de bütünlemektedir.
*
Erdoğan’ın baş sorun olması yetmez.
Bunun geniş kitlelerce görülmesi gerekir. Erken seçim
zorlamasından ve çatışmaların başlamasından beri nüfusun büyük çoğunluğu bunu
görmüş bulunmaktadır. Bir zamanlar başkanlık seçiminde Erdoğan’a oy verenlerin
bile artık önemli bir bölümü onu artık bir sorun olarak görmektedir.
Bunun sonuçları, örneğin bir türlü yükselmeyen AK Parti ve
tüm provokasyonlara ve iktidar olanaklarına rağmen düşmeyen muhalefet oylarında.
(O DÖNEMDE KİMSE VE ANKETLER SEÇİM SONUÇLARININ BÖYLE OLACAĞINI ÖNGÖRMEMİŞTİ,
KALDI Kİ İLERDE GÖRÜLECEĞİ GİBİ YAZIDA BU SONUCU ENGELLEMEK İÇİN DE BÖYLE BİR
HAREKET GEREKTİĞİ SÖYLENİYORDU); HDP’ye çetelerce saldırılara sonradan normal
halkın hemen hemen hiç katılmamasında; genellikle lümpen çeteleriyle sınırlı
kalmasında; cenazelerde ölenlerin yakınlarının Erdoğan ve iktidara
yönelttikleri eleştirilerde görülmektedir
Sorun, yurttaşlardaki, Erdoğan’ın oradan gitmesi gerektiği
düşüncesinin, arzusunun, kendini ifade edeceği bir kanal, bir mecra bulamamasında
ve bunun ifadesinin nasıl olacağındadır.
Bunun için de tek yol vardır.
Tamamen yasalar çerçevesinde, hiçbir şekilde şiddete
başvurmadan; hatta gösteri ve toplantı yürüyüşü hakkı alanına bile girmeden;
tamamen seyahat, bir yerde durma, oturma, yürüme, istediğini giyme veya fikrini
yazılı olarak ifade etme hakları çerçevesinde kalarak hareket etmek.
Bu yol izlenirse milyonlarca insan buna katılabilir.
Bu hareket, provokasyonlara, belli bir partinin veya görüşün
hareketi kendine mal etme çabalarına karşı da sessiz, slogansız, pankartsız
olmalıdır. Ya da şöyle diyelim: sessizlik, slogansızlık, pankart ve
bayraksızlık bu gibi çabalara bir alan bırakmaz.
Herkesin göğsünde #İstifa
(Bugün
#Hayır OLARAK OKUNABİLİR) yazdığında,
kimin hangi partiden veya görüşten olduğunun hiç bir önemi yoktur ve bu fark
orada anlaşılmaz. Böylece herkes, tüm farklılıkları içinde aynı ortak noktada
birleşmiş olur.
Bu hareket bir de barışı temsil eden, kâğıttan turna kuşları
yapabilir. İnsanlar dururken veya önceden kâğıttan yaptıkları turna kuşlarını
çocuklara verebilir.
Herkes 100 turna kuşu yapıp dağıttığında, dilek gerçekleşir.
(ÖNERİNİN BU KÂĞITTAN TURNA KUŞLARINI DA SEMBOL OLARAK KULLANMA KISMINDAN SONRA
VAZ GEÇİLDİ. KUŞLARI YAPMAK ÇOK ZORDU.)
Kısaca ve özetle böyle
*
Böyle bir hareketi, gerekliliğini, nedenlerini vs.
anlattığımızda genellikle çok büyük bir kabul görüyor, coşkunlukla
karşılanıyor.
Ama bazılarının da olumlasa bile öneriyi tam anlamadığını
gösteren eklemeleri oluyor.
Tabii bazen da bazı itirazlar yapılıyor.
Bu nedenle, şimdiye kadar yapılmış ve/veya yapılması
muhtemel itirazlara bir toplu cevap verelim ve yanlış anlamaları giderelim.
Bir tür “Sık Sorulan
Sorular” gibi bir “kullanım talimatı”
denemesi aşağıdaki satırlar.
İlerde elbet geliştirilebilir. El birliğiyle.
*
İTİRAZ
“Daha önce de “Hükümet İstifa”, “Erdoğan İstifa” gibi sloganlar vardı.
Ne oldu? Hiç bir şey olmadı. Bunun onlardan farkı ne? Hiç bir özelliği yok. O
zamanlar bu sloganlara karşı çıkanlar şimdi neden böyle diyor”
CEVAP VE AÇIKLAMA
Evet, özellikle Gezi sürecinde Erdoğan veya AK Parti istifa
sloganları atılmıştı.
Ancak o zamanlar bu sloganın ya da hedefin, insanları
birleştirici bir işlevi yoktu; aksine hareketi bölücü bir işlevi ve anlamı
vardı.
O zamanlar bu slogan, genellikle ulusalcı çevreler
tarafından atılıyordu. Bazen da CHP’liler atıyordu. Bu onların kendi politik
hedefleri için, Gezi hareketini bu hesapların yörüngesine çekme girişimlerinin
bir aracıydı.
Gezi’yi yaratan AK Partiye ya da Erdoğan’a muhalefet
değildi. En temel yurttaşlık haklarına bir saldırılara; polisin keyfiliğine bir
tepki ve protestoydu. Daha derine inen bir kitle hareketi vardı. Bu daha derine
inen hareketi, bir partiler mücadelesinin aracı yapmaya yarardı o zamanlar bu
slogan.
Bu nedenle Gezi’nin geniş ve esas kitlesi tarafından
benimsenmedi ve Gezi’ye katılan en geniş kesimlerin bile direnciyle karşılaştı.
Öte yandan o zamanlar hem Erdoğan başkan olmuş ve bugünkü
gibi bir sivil darbe yapmış değildi; hem hala “barış süreci” sürüyordu; hatta yeni ilan edilmişti ve hem de
Erdoğan o zamanlar bu sürecin başlatıcısı olarak görülüyordu.
Örneğin “barış süreci” denen ateşkesin, aslında Erdoğan’ın kendi amaçları bakımından taktik bir hamle olduğunu sık sık
yazılarımızda yazdığımızda, bu yazdıklarımız hiç yankı bulmuyordu.
Bunun yanı sıra, o sırada kitle hareketi zaten vardı. Sorun
o hareketin daha geniş ve kapsayıcı olmasıydı. Daha radikal ve demokratik
taleplere yönelmesiydi.
Bu o zaman bizim önerdiklerimiz somutunda daha kolay
görülebilir.
Biz o zamanlar, yani Gezi sırasında, örneğin, Türk bayrağına
ve Kürt bayrağına karşı, beyaz bir bayrak öneriyorduk Gezi hareketine. Türklük
veya Kürtlükle tanımlanmayacak; hepsinin eşit olacağı bir Demokratik Cumhuriyet
hedefinin sembolü olarak. Radikal bir programa ulaşamayan Gezi’ye sembollerle
bunu somutlanmaya çalışıyorduk.
Aslında tıpkı bugünkü mantıkla davranıyorduk. Yani “dinin, milliyetin senin özel sorunun olsun;
bunları kişilerin özel sorunu olarak gören; hiçbir dile, dine, cinse, kültüre,
siyasete gönderme yapmayan bir beyaz bayrak Gezi’nin bayrağı olsun”
diyorduk.
Yani hareketi hem birleştirecek; hem de ileriye götürecek,
daha tutarlı ve radikal bir demokrasiye götürecek bir öneri yapmış oluyorduk.
Sadece bunu da önermiyorduk. Bu program veya hedefin yanı
sıra, Gezi’nin aynı zamanda gerçekten demokratik, alternatif devletin tohumu
olabilmesi için, tüm ülke çapında
örgütlenmesinin önemini vurguluyor; bunun oylama ve karar mekanizmalarının kurulması için somut öneriler
yapıyorduk (Demokratik karar ve haberleşme mekanizmaları için cep telefonu,
tablet ve bilgisayardan yararlanmanın önemi; herkesin herkese yatay ulaşma
olanakları, bunun için Liquid Feedback
gibi programlar; örgütlenme ve bürokratikleşme korkusuna karşı, en az karşı
çıkılanı bulmaya yarayan oydaşma (oylama
değil) teknikleri vs.)
Özetle, gerçeklik
somuttur. Bugün örneğin, Gezi’de önerdiklerimizi önermiyoruz. Yanlış
değildirler. Hala da geçerlidirler. Ama bugün ortada bir hareket yoktur.
Onların bugün pratik ve politik bir
anlamı olmaz, aşılması gereken bir sorun karşısında birleştirici olmaz.
Ama Gezi’de Beyaz bayrak nasıl birleştirici ve hareketi
ilerletici idiyse, bugün de #İstifa aynı
birleştiriciliğe ve ileriye götürücülüğe sahiptir.
*
İTİRAZ
“Erdoğan’ın İstifası’nı istemek yanlıştır. Erdoğan İstifa etse hiçbir
şey değişmez. Esas mesele “(…)”dir. (Bu noktada itiraz edenin siyasi görüşüne
veya meşrebine göre “esas mesele” olarak saydığı değişmektedir: “Kürt
Sorunu”dur”, “barış”tır; “kapitalizm”dir, “emperyalizm”dir, “AK Parti”dir;
“kemalist ideoloji”dir, “İslam”dır vs. vs..)”
CEVAP VE AÇIKLAMA
Bu itirazın temel yanlışı şöyle tanımlanabilir: Sosyolojik olarak temel nedenler ile politik olarak aşılması gereken acil sorunlar veya yakalanması gereken halkalar arasındaki farkı görmemek; politik mücadeleyi sosyolojik kavramlarla veya açıklamalarla yürütmeye çalışmak.
Bu itirazın temel yanlışı şöyle tanımlanabilir: Sosyolojik olarak temel nedenler ile politik olarak aşılması gereken acil sorunlar veya yakalanması gereken halkalar arasındaki farkı görmemek; politik mücadeleyi sosyolojik kavramlarla veya açıklamalarla yürütmeye çalışmak.
Bu sorun, siyasi mücadele yöntemleri bakımından da şöyle de
ifade edilebilir: Propaganda sloganlarıyla
(veya bilinçlendirme açıklamalarıyla, İslam’da “Tebliğ”); acil ve birleştirici ve harekete geçirici politik
sloganlar, mücadele ve örgütlenme biçimleri arasındaki farkı görmemek.
Daha da acil bir hedef noktasını bir örnek olarak ele alarak
bu itiraza bir cevap verelim.
Bugünün Türkiye’sinde en önemli, en can alıcı sorun örneğin
barıştır; hatta barış bile değil; ateşkestir; öncelikle ölümlere son vermektir.
Ama “barış” ya da “ateşkes” talebi yükseltilerek bunlara
ulaşılamaz. Çünkü Barış’ın ya da “Ateşkes”in önündeki en büyük engel
Erdoğan’dır. Ama Erdoğan gittiği an Barış veya Ateşkes kesin gibidir.
Ya da bugünün Ortadoğu’sunda, en önemli sorun, IŞİD’in yok
edilmesidir.
Ama onun önündeki en önemli engel, Suruç’tan sonra bile,
hala IŞİD’e doğru dürüst savaş açmayan ve Suruç katliamını Kandil’i bombalamak
için kullanan Erdoğan’dır. (Kaldı ki,
Suruç’u IŞİD’in yaptığı da şüphelidir. Her şeyi üstlenen IŞİD, bu eylemi
üstlenmemiştir ve Erdoğan, bu bombalamayı bahane ederek, IŞİD’i değil de
Kandil’i bombalamaya başlayıp, ateşkesi bitirmiştir.)
*
Bir problemler yumağını bir iplik yumağına benzetirsek,
yumağı açmak için, sosyolojik analizde en
içteki ucu bulmak gerekir ama politik
mücadelede, en dıştaki ucu bulmak gerekir. Bir yumağı ya da “tarihin
düğümü”nü, en içteki ucundan değil; yani o problemler yumağının oluşmasına yol
açan temel nedenden değil; en dıştaki ucundan tutup öyle açmaya başlamak
gerekir.
Henüz kör düğüm olmamış bir yumağı bile en içteki ucundan
açmaya kalkarsanız, bir “kördüğüm” ortaya çıkar. Bu gibi tarihin “kördüğüm”leri ya da “Gordiyos Düğümleri” eskiden İskender’in
kılıcıyla, kesilerek açılıyor ya da çözülüyordu. Bugün elimizde kılıç yok.
Aklımızı kullanmak zorundayız. Deneyen bilir en çözülmez düğümler bile sabırla
ve dikkatlice çalışılırsa çözülebilirler.
(Bu nedenle örneğin Marks ve Engels, kendi öğretilerine “bilim” derken, Politika ve Savaş’a “sanat”
derler. Onun gerektirdiği esnekliğin ve yaratıcılığın önemini vurgulamak için.
Marks ve Engels örneğin, kendi zamanlarında Çarlık Rusya’sını Avrupa
gericiliğinin ve karşı devriminin öz gücü olarak gördüklerinden, tüm
politikalarını onun yenilmesi veya zayıflatılmasına yöneltiyorlardı. Örneğin
Çarlık Rusya’sına karşı savaşan Osmanlı’ya “Cesur
Türkler” bile demekten çekinmiyorlardı. Yoksa Osmanlı’nın nasıl bir “şark despotluğu” olduğunu herkesten iyi
biliyorlardı.)
Sosyolojik düzeyde
nedenleri tespit etmek elbette bir program
veya stratejiyi belirlerken en önemli noktadır. (Kaldı ki yukarıdaki
“sosyolojik” yani “temel neden”
denebilecek nedenleri sıralayanların bu bahiste de yanlışları saymakla
bitmez. Ama konuyu dağıtmamak için geçelim.)
Ama politik mücadele, burada kalamaz. Bu temel üzerinde
yükselen sorunlar zincirinin en acil politik sonuçlarından, “zinciri sürükleyecek ana halkadan”
(Lenin) hareket etmek gerekir.
Şu an Türkiye’deki muhalefetin en büyük yanlışı, en can alıcı noktayı doğru tespit
edememesindedir.
Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılması, yani istifası (veya
başka bir yere kaçması. Çünkü istifasını zorlayacak koşullar olduğu an,
muhtemelen mahkemeye çıkmamak için kaçacaktır.) en önemli sorun iken ve derhal
zincirin bu halkasını çekmek gerekirken; muhalefet, başka sorunlarla uğraşıyor.
Örneğin kimi “Demokratik Özerklik”
ilanlarıyla; kimi “Barış”
kampanyalarıyla; büyük bir bölümü de seçimlerde alınacak oyla uğraşıyor.
Bunlarla elbet uğraşılabilir. Ama bunların hiç birisi,
yakalanacak ana halkayı oluşturmaz.
Burada, Erdoğan’ın özgül durumunu ve yaptığının ne olduğunu
kavrayamama; kavramış olsa bile mantık sonuçlarına ulaşamama sorunu
bulunmaktadır.
Erdoğan için başkanlık sistemi veya mahkeme arasında bir
üçüncü yol bulunmamaktadır.
Erdoğan fiili başkanlığı terk ettiği an, mahkemeye çıkmayla
sonuçlanacak bir sürecin başlaması kaçınılmazdır.
Somutlayalım.
Örneğin Erken Seçim mi bugün can alıcı sorun?
Erken Seçim’den AKP çoğunluğu çıkarsa, o zaman varılacak
yer, şimdi bizim önerdiğiniz #Erdoğanİstifa
noktasına gelmekten başka bir şey olamaz.
Tabii arada nice güçler harcanmış; zamanlar ve mevziler
yitirilmiş olarak.
Belki o zaman artık böyle bir hareketin koşulları bile
olanaksız olacaktır. (İŞİN KÖTÜSÜ AYNEN DE BÖYLE OLDU.)
Erken Seçim’den diyelim ki, tek başına AKP iktidarı çıkmadı.
Sanılıyor mu ki, Erdoğan kuzu kuzu bulunduğu mevzii terk
edecektir.
Etmez, etmeyecektir. Geri adım attığı an, gücü azalır.
Gücünün azalması, kendisinden uzaklaşmalara ve muhaliflerinin seslerini daha
güçlü çıkarmalarına ve daha sert muhalefet yapmalarına yol açar; bu da yeni güç
azalmalarını tetikler ve bu süreç sonunda mahkemeye çıkmasına kadar gider.
Cumhurbaşkanlığı mahkemeye çıkmamak için, Erdoğan’ın son tutamağıdır. Elinin
altında bu devasa aygıt ve bunun sağladığı maddi olanaklar olmadan Erdoğan bir
hiçtir.
Varılacak yer yine şimdi bizim önerdiğimizdir: #Erdoğanİstifa
Kaldı ki, Erdoğan orada olduğu sürece adil bir seçim mümkün
değildir. Daha dün “yerli milletvekilleri” istedi. Yani açıkça HDP’ye karşı
tavır aldığını belirtti. Bu kişinin elindeki olanakları, karşı olduğuna karşı
kullanmasını engelleyecek hiçbir mekanizma da bulunmamaktadır. Ve bizzat bu
ifadesi, yetkilerini bu partiye (HDP’ye) karşı kullandığının ve fiilen
anayasayı çiğnediğinin somut bir örneği ve kanıtıdır. (Çünkü Cumhurbaşkanı,
kişisel eğilimi ne olursa olsun, Cumhurbaşkanı olarak, herhangi bir partiye
karşı açık tavır alamaz ve bunu belirtemez. En azıdan biçimsel olarak hala
yürürlükte olan Anayasa’ya göre böyledir veya böyle olması gerekir.)
O halde, sağlıklı bir erken seçim için veya Seçimlerden
çıkacak sonucun fiilen politik dengeleri belirleyebilmesi için bile, Erdoğan’ın
oradan uzaklaştırılmasını acilen talep etmek gerekmektedir: #Erdoğanİstifa
Ancak böyle bir talep ve bunun etrafında birleşmiş bir
hareket Erdoğan’ın hareket alanını daraltabilir; istifasını sağlayacak güce ve
yaygınlığa ulaşamasa bile, seçimlerin en azından daha eşitçe bir yarış içinde
yapılmasını sağlayabilir. (BUNLARI AYNEN BUGÜN REFERANDUM İÇİN DE
SÖYLEYEBİLİRİZ.)
Yani seçim emniyeti, eşitlik ve açıklık için bile teknik
olarak yapılanların (sandık kurulları, gözlemcilik vs.) yanı sıra Erdoğan’ın
İstifasına yönelik bir talep ve politik hareket gerekir.
Bütün muhalefet partileri bunu anlayamamaktadırlar. Böylece
çok değerli zaman kaybına yol açmakta; sahte hayaller yaymakta ve kendi hareket
alanlarını daraltmaktadırlar.
Erdoğan başarırsa bunu kendi yetenekleriyle ve güçlü bir
halk desteği olduğu için değil, muhalefetin yeteneksizliğiyle ve desteği boşa
harcamasıyla başaracaktır.
*
İTİRAZ
“Erdoğan’ın İstifası doğru ama seçimlere kadar bunu öne sürmenin ve
yükseltmenin bir anlamı yok. Kimse ilgi göstermez. Seçimlerden sonra bir daha
şimdiye kadar olduğu gibi davranamaz.”
Bu itirazın bir kısmına zaten üstte cevap verilmişti. Ama
şimdi Seçimlere kadar bir şey olmayacağı, yapılmaması gerektiği; yapılamayacağı
gibi noktalara cevap verelim.
Sorunun en can alıcı yanlarından biri, seçime odaklanmanın
günün en acil görevini atlama anlamına geldiğini görmemekte yatıyor.
Burada da kavramsal olarak, burjuvazinin yaydığı, Politik mücadele ile seçimleri ve parlamentoyu özdeşleştirme yanılgısı var. Seçimler ve Parlamento,
Politik mücadelenin; demokratik politik mücadelecin alanlarından biridir sadece.
Öte yandan, Seçim ve Sonuçları ile Erdoğan’ın konumu
arasında bir ilişki varmış gibi koyuluyor.
Seçim sonuçları ne olursa olsun, AK Parti ile bir ortak
hükümet gerekmektedir. Ya CHP ve AK Parti hükümeti; ya da MHP ve AK Parti
hükümeti.
AK parti ise bütünüyle Erdoğan demektir. Tümüyle kendisinin
atadığı elemanlardan oluşan bir meclis grubu ve parti mekanizması.
Yani sonuç ne olursa olsun Erdoğan devletin başında olmanın
kendisine verdiği güçle, her şeye müdahale edecek demektir. Şimdiye kadar
yaşananlar yaşanacakların bir girizgâhıdır sadece.
Erdoğan’ı meclis seçmedi. Onun istifasını da yine meclis
dışındaki halkın oyu tayin eder. Bu oyun ille de bir sandıkta oylama biçiminde
yansıması gerekmez. Yurttaşlar, seçtiklerinin değişmesi veya kendilerinin
fikrinin değişmesi durumunda, aradaki makas dayanılmayacak kadar açıksa, pek
ala kendi eğilimlerini ifade etmeli ve yansıtmalıdırlar. Bu hakları vardır ve
bu demokrasinin en temel koşuludur.
Nüfusun yüzde altmışının göğsüne #Erdoğanİstifa yazarak sessizce ve tamamen en temel yurttaşlık
hakları çerçevesinde reyini ifade ettiği bir ülkede Erdoğan’ın bu başkanlık
sistemini oturtması ve orada başkan olarak kalması mümkün olamaz.
*
Kaldı ki, Erdoğan’ın “ya
herro ya merro”; “ya devlet başa ya
kuzgun leşe” konumu iyi kavranırsa, onun, muhalefetin seçime böyle
odaklanmasından çıkarlı olduğu görülür.
Çünkü böylece o kaybedilen zamanda, güçlerin örgütleyecek,
kendine bağlı lümpen çeteleri pekiştirecektir. Karşı tarafı bölmek için yeni
manevralar yapacaktır. Seçimlerin sağlıklı olmasını engelleyecektir.
Bütün bunları engellemek ve zaman kaybetmemek için şimdiden
bu hareketin yaratılması gerekmektedir: #Erdoğanİstifa
Böyle bir hareketin şimdiden ortaya çıktığını; hızla
büyüdüğünü ve seçimden önce büyüklüğü ile Erdoğan’ın istifasını sağladığını var
sayalım.
Bu hem seçimlerin daha eşit ve adil bir ortamda olmasını
sağlar; hem de seçimler sonucunda yeni bir Cumhurbaşkanı olanağı yaratır.
Ayrıca şimdiden böyle bir hareket, AK Parti içinde bile tam da böyle sonuçlara
yol açacağı için fiili bir destek de bulur.
AK Parti içinde durumdan rahatsız olanlar, ancak böyle bir
hareketin varlığında başlarını kaldırabilirler.
Başlarını kaldırabilmek için böyle bir harekete ihtiyaçları
olduğundan bir noktadan sonra, hareket belli bir kritik kütleyi aştığında, ona
katılabilirler bile.
Özetle, seçimlere yönelerek bu acil politik hedefi ikinci
plana atmak, bizzat seçimlerin adilce olmasını tehlikeye atmakla kalmaz;
Erdoğan’ın bir AK Parti çoğunluğuna dayanarak başkanlığını sürdürmesine olanak
sağlar.
Başkanlık sürdüğünde ise yine tek yol kalır: #Erdoğanİstifa
*
İTİRAZ
“Evet, Erdoğan istifa tamam ama ben kendi gerekçelerimi yazmak
istiyorum. Ben diyelim ki orada, Kürtlerle iyi savaşmıyor diye #Erdoğanİstifa
diyenle, bir ulusalcıyla bir arada bulunmak istemiyorum. Ben ideolojik
mücadeleyi boşlayamam. Troçki ne demiş? “Ayrı bayraklarla yürü birlikte vur”.
Ben bayrağımın bir ulusalcının bayrağına karışmasını istemem.”
CEVAP VE AÇIKLAMA
Bir itiraz ki kendini çürütüyor.
Bu itiraz, ayrı bayrak ve ideolojik mücadeleyi, mekanik olarak anlayıp, bir eylemin özünü oluşturan biçime karşı
kullanmanın örneğidir.
Evet, ideolojik mücadele. Ama bu eylemin özelliği, yılgın ve
hareketsiz, dağınık bir muhalefeti en geniş çerçevede birleştirmektir; yani “birlikte
vur”.
Ayrı bayrak veya ideolojik mücadele kısmına gelince, bunu
fiziksel olarak, eylem yerine ayrı bayraklarla gelme (yani ayrı gerekçeyi
yazma) olarak algılama, bu ilkenin özünü, yani birleştirmeyi, birlikte vurmanın
kendisini, bir biçim sorununa indirgemek
olur.
Çünkü önerilen biçim, burada birlikte vurmayı (yani hedefi,
yani özü) engelleyen bir biçim olmaktadır, ideolojik mücadeleyi veya ayrı
gerekçeyi eylemin kendisine taşımak.
Elbet her insanın ya da yurttaşın kendi gerekçelerini
açıklama hakkı vardır ve veridir.
Ama bunu mekanik
olarak algılayıp veya yorumlayıp da, eylemin
özünü yok etmenin aracı olarak kullanmak yanlıştır.
Bu ideolojik mücadele kısmını elbet herkes, kahvede, yolda,
internette, sosyal medyada yapabilir. Bunlara öncelik veren, eyleme gelmez.
Çünkü eylemin kendisi gerekçeler ve bayrakların eylem esnasında bir kenara
bırakılmasına dayanmaktadır.
Yolda yürürken sürekli ideolojik mücadele mi yapılıyor?
Otururken sürekli ayrı bayraklar mı taşınıyor? Bu eylemin özü, tamamen bu
düzeyi tutturmak, korumak ve sürdürmektir.
Eyleme gelene şunu demiş olmaktadır biçimiyle: Elbette
herkesin gerekçesi farklı olabilir ama bizler bu ortak hedefi ifade etmek için
buradayız. Biz şimdi politik olmayan bir biçim içinde politika yapıyoruz, ayrı
bayrakları buraya getirmek politik olmayan biçimde politika yapma olanağını yok
etmektedir.
Yani gerekçelerin eylem esnasında ifadesi, bizzat eylemin
özünü ve amacını reddetmenin, onu engellemenin bir aracıdır bu itirazda.
*
İTİRAZ
“Evet, öneri doğru ama Erdoğan bu harekete müsaade etmez. Polise emir
vermiş, Erdoğan’ı hedef alan hiçbir eyleme zerrece müsaade edilmeyecekmiş.
Yapılacak iş Oya Baydar’lar gibi oralara aydınların gitmesi, bunun Avrupa’da
duyurulması ve oradan baskıdır. (Bu aşağı yukarı bir HDP vekilinin de önerimize
itirazıdır.)[2]”
Anlaşılmayan ve ayrımı yapılamayan bir temel konu şudur.
Biz elbet bir politik hareket ve eylem öneriyoruz. Ancak bu
öneri hukuki veya kanuni olarak, politik
değildir. Yani toplantı ve gösteri yürüyüşleri alanına; dolayısıyla vali ve
polisin alanına girmez. Eylemin bütün özelliği budur.
Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, iktidarların
ve idari amirlerin keyfine kaldığından fiilen yoktur. Polisin görevi
yurttaşların bu haklarını savunmak değil; devleti ve iktidarı savunmak
olduğundan bu hakkın kullanımı fiilen çok sınırlı olarak mevcuttur.
Ancak Erdoğan’ın başbakanlığında ve şimdi de devlet
başkanlığında bu sınırlı alan bile yok edilmiştir. En sıradan bir hak olan
basın toplantılarına bile gazla derhal, haber bile vermeden müdahale edilmekte
ve herkes dağıtılmaktadır. Bu dağıtmaların bir nedeni de milleti korkutarak
fikrini ifade edemez durumda bırakmaktır.
Ancak, günün herhangi bir saatinde İstiklal Caddesi’ndeki
kalabalık ve insan yoğunluğu;
Kadıköy’deki kalabalık veya insan yoğunluğu, büyük bir mitingdekinden
daha fazla olmasına rağmen hukuken politik değildir ve toplantı ve gösteri
yürüyüşü alanına girmez.
Bir an için İstiklal Caddesi veya Kadıköy’de gezen, yürüyen
insanların, bunu göğüslerine iliştirilmiş #Erdoğanİstifa
yazılarıyla ve hiçbir slogan atmadan, bayrak taşımadan yaptıklarını var
sayalım.
Bu, toplantı ve gösteri yürüyüşüne giremez. Bunu
engellemenin bir tek yolu vardır. Yurttaşların seyahat, herhangi bir yerde
durma, bulunma, oturma, yürüme hakkını ve fikrini ifade etme hakkını tanımamak
ve kaldırmak.
Bu ise, baskıda başka
bir düzeye sıçramak anlamını kazanır. Burada yüzde yüz haksızdır ve artık
kaçacak yeri yoktur. Elbet polisin birilerini alıp götürmesi mümkün olabilir.
Ama bu hiç bir kanun maddesinin alanına girmez. Bir suç oluşturmaz. Serbest
bırakmak zorundadırlar. Ertesi gün, buna dayanarak yine aynı şeyi
yapabilirsiniz.
Yani biz klasik, alışılmış bir gösteri veya yürüyüş
yapmıyoruz. Evet, politik olarak bir gösteri, bir hareket karşısındayızdır; ama
hukuki olarak orada bir gösteri ve hareket yoktur.
Bunun en ilginç bir örneği, Gezi’deki Duran Adam’dır.
Orada en sıradan, herhangi bir yerde durma hakkı bir politik
eyleme dönüştürülmüştür.
O da sosyolojik olarak politik bir hareketti ama hukuki
olarak gösteri ve toplantı kapsamına girmiyordu. Hukuk demek biçim demektir.
Bir insanın bir yerde durma hakkı varsa, onu ne için yaptığı, başkasına zarar
verme söz konusu olmadığı sürece, yasanın konusuna girmez.
Önerilen hareketin slogansız ve bayraksız, pankartsız
olmasının, sessiz olmasının bir nedeni politik olarak en geniş güçleri bir
araya getirmekse, diğer nedeni de hukuki olarak gösteri ve toplantı
sınırlarının içine girmeyen bir hareket olmasıdır. Ancak ve ancak bu iki
koşulun bir araya gelmesiyle milyonların katılımı sağlanabilir.
Erdoğan en küçük bir araya gelişi ve muhalefeti bastırmak
için fiilen her basın toplantısına bile gazla saldırarak milleti politik toplantı
ve gösteri yapamaz mı kıldı?
O halde ceza da suçun cinsinden olacaktır:
madem öyle işte böyle. Erdoğan’a karşı muhalefet de gösteri ve toplantı
yürüyüşü alanına girmeden kendini ifade edecektir ve tam da bu sayede en büyük
bir araya gelişi sağlayacaktır.
Aslında bize ne
yapmamız gerektiğini gösteren bizzat Erdoğan’dır. Politik olarak gösteri
yapmayın, slogan atmayın, basın toplantısı yapmayın diyor fiilen.
Tamam, biz de öyle yapıyoruz.
*
İTİRAZ
“Erdoğan’ın polisleri bir şey demeyebilir ama bu sefer Osmanlı Ocakları
gibi çetelerini üzerlerine salar.”
Evet, teorik olarak bunu yapabilir.
Ama bunun politik sonuçlarını da göz önüne almak zorundadır.
Kürtlere karşı Özel Savaş Dairesi’nin işsiz güçsüzlerden
derlenmiş çetelerini örgütleyip salmak kolaydır.
Ama şehirli ve modern
kesimlere karşı bu tür davranışlar, bir takım sınırları aşmak anlamına gelir.
Birincisi, hukuki olarak, bu vatandaşların en temel
haklarına bir saldırıdır. Polisin görevi bu hakları olsun savunmaktır. Eğer
bunu yapmıyorsa, o da suçlu olur.
Dolayısıyla böyle girişimleri göze almak gerekir.
Çünkü bunu yapanlar ne olursa olsun hukuken suçlu duruma
düşerler.
Kaldı ki böyle bir saldırı birden Erdoğan’ı tecrit de eder.
Sınıfsal ve politik olarak, hiç ses çıkarmadan bağırmadan,
bayrak veya pankart açmadan #Erdoğanİstifa
yazısını göğsüne asmış insanlara saldırmak; açıkça bir iç savaşı davet anlamına gelir.
En devletçi ve demokrasiye uzak, ama hukuk, guguk devleti
diyen kesimler bile bunun kendi varlıklarına da bir tehdit anlamına geldiğin
görürler ve seslerini çıkarmak zorunda kalırlar.
*
Bunu bizzat son yakıp yıkmalardan sonra gördük.
Dikkat edilirse son Ankara ve İstanbul bayrak mitinglerinde,
saldırgan çeteler arka plana çekildi. Bu belli çevrelerin, yani Devlet
Partisinin, yani Askeri Bürokratik Oligarşinin Erdoğan’a bir mesafe koymasıdır
da aynı zamanda.
Devletin suflörlerinden Serpil Çevikcan’ın “Hakem düdük çaldı...” yazısı bunun bir
ifadesidir.
“Ankara dün olağanüstü
günlerinden birini yaşadı.
Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği (TOBB) başta olmak üzere 14 sivil toplum kuruluşunun öncülük
ettiği, kısa bir sürede 200’ü aşan örgütün katıldığı toplumsal bir çıkışa tanık
olduk.
Açılan derin bir
yaraya tepki gösterirken başka yaralar açmamak esas olmalı. (…)
Yürüyüşü görünmeyen
bir elin organize ettiği ve “Kardeşliğe evet” sloganı konusunda HDP cenahından
gösterilen tepki not edilmekle birlikte dünkü buluşmayı gölgelemediğini gördük.
Başkentteki yürüyüşün
önemli özelliği, teröre karşı ilk kez bu ölçekte sivil bir ortak tepki
gösterilmesiydi.
Organizasyonu
gerçekleştiren 14 büyük demokratik kitle örgütünün yürüyüşte Türk bayrağı
dışında başkaca sembol taşınmaması ve belirlenen az sayıdaki slogan dışında
slogan atılmaması kararı amaca uygundu. (Dikkat edilsin, aslında o
“görünmeyen el” bile ancak farklı sloganları engelleyerek geniş bir katılım
sağlayacağını biliyor.)
Bu özen sayesindedir
ki bir ucu Sıhhiye’de bir ucu eski Meclis’te olan dev kortejde taşkınlık ve
istismar girişimi olmadı. Sivil toplum
kuruluşlarından olması ve siyasetten arındırılmış bir katılımın gerçekleşmesi
yürüyüşün demokratik olgunluk içinde geçmesini sağlayan temel faktördü.”
“(…) Terörün bir
siyaset aracı olarak kullanılmasına gösterilen bu ortak tepki, silah yerine
demokratik araçların kullanılmasına destek (ABÇ) mesajı da taşıyordu.”
Yani “devlet partisi” veya “devlet aklı” veya “görünmeyen bir el” Erdoğan’ın
yöntemleriyle arasına mesafe koymak gerektiğini görmüştür.
*
İTİRAZ
“Evet, ama bu sol örgütler slogan atmadan duramazlar. Eylem biraz
başarı gösterse bütün Sol örgütler hemen sloganları, flamalarıyla gelirler.
Gezi’de de öyle olmadı mı?”
CEVAP VE AÇIKLAMA
Evet, bunu yapabilirler. Ama eyleme karşı bir provokasyon
yapmış olurlar.
Bizlerin onlara diyeceği şudur. Eğer sesinizi çıkarmadan,
bayraklarınız, flamalarınızı kapatarak, herkes gibi burada durursanız durun,
yoksa buradan gidin. Bizler gösteri yapmıyoruz. Kanunlara saygılı yurttaşlarız.
Bizim sessizce oturma, durma hakkımıza tecavüz etmeyiniz.
Gitmedikleri takdirde bir daha hiçbir yere gidemeyeceklerini
anlarlar.
Onlar gitmezse biz gideriz. Nasıl olsa yürüyebiliriz,
oturabiliriz. Tesadüfen bir aradayız. Ertesi gün yine oradayız veya onlardın
gelmediği bir yerdeyiz.
Eğer ertesi gün de gelirlerse, başkasının kanını emen bir
parazit olmaktan başka bir anlamları kalmaz.
*
Evet, kısaca “Sık
Sorulan Sorular”a (SSS) yapılabilecek açıklamalar bunlar.
Bu eylem, bütün eylemlerden farklı olarak, kendini gizlice hazırlayarak, aniden ortaya çıkmayacak ve çıkamaz.
Kendisinin sınırlarını, biçimini, amaçlarını, nasıl
örgütleneceğini açık açık tüm kamuoyuyla paylaşacaktır ve paylaşmalıdır; herkes
bu tartışmaya katılmalıdır.
Bu eylem olursa olduğunda elbet gücünü açıklığından alacaktır ama sadece bu kadar değil; kendisi gibi hazırlığının da bir tek gücü vardır: Açıklık.
Her şeyin açıkça
ortaya koyulması. Tüm sorunların, korkuların, tereddütlerin,
açıkça
ortaya koyulup tartışılması başarının ilk şartıdır. Bu, alışılmış eski
yöntemlerin tam zıddıdır.
Çünkü bu hareket her şeyden önce insanların kendi iradeleriyle, kabulleri üzerinden
gerçekleşebilir.
Çünkü amacın doğru tanımı ve doğru kavranması
binlerce haberleşme mekanizmasından daha mükemmel bir organizasyon, uyum ve
koordinasyon sağlar.
Çünkü amacın iyi kavranması, insanlara hiç
karşılaşılması öngörülmemiş durumlarda amacı yaralamayan ona hizmet eden yaratıcılık
ve inisiyatif kullanma olanağı sağlar.
Çünkü amacın iyi kavranması, disiplin
ve ortaklık sağlar.
Bunlar ise başarının olmazsa olmazlarıdır.
Tekrar edelim:
Bu eylemin gerçekleşmesi ve başarısı, insanların modern
ve demokratik özlemleri olan yurttaşlar olarak, sorumluluk duyarak, en
temel haklarını savunma ve korumayı göze almasına dayanmaktadır.
Bu olmadan hiçbir şey olmaz.
Eğer bu en temel haklarını savunmayı göze bile alamıyorsa
insanlar; hiçbir yasa maddesini çiğnemeden fikrini açıklamayı göze
alamıyorsalar, o zaman söylenecek bir tek söz vardır: “Her halk kimin tarafından
yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye layıktır.”
*
(YAZININ BUNDAN
SONRASI PRATİK İŞLEYİŞLE İLGİLİ. BUGÜN çalışma sitemi ESASIyla DOĞRUdur AMA
PRATİK OLARAK BELİRTİLEN ADRESLER VS. GEÇERSİZDİR VE ESKİMİŞTİR. Ama benzerlerini
bugün #HAYIR İÇİN DE YAPMAK GEREKMEkTEDİR.
Bir Fikir edinilmesi bakımından olduğu gibi aktarıyoruz)
Bu yöndeki çalışmalarımızı sürdürülüyor.
Çalışmalar esas olarak, bir e-mail grubu aracılıyla
yürütülüyor.
Burada açıklanan fikirler, bir bakıma şimdiye kadarki
çalışma ve tartışmaların özüdür.
Bu fikirlere katılanları ve çalışmalarda yer almak
isteyenleri e-mail grubumuza üye olmaya çağırıyoruz.
E-mail grubunun tanıtımında şunlar söylenmektedir:
“Erdoğan İstifa e-Mail
Grubu, Erdoğan'ın istifasını talep eden yurttaş girişiminin haberleşmesi ve
çalışmalarını organizasyonu için kurulmuştur.
Grubun Tüm çalışmaları
açıktır. Grubun üyeleri tartışmalara ve karar oylamalarına katılabilir.
Kararlar en az reddedileni bulmaya yarayan oydaşma yöntemiyle alınır.
Grupta sadece
sabotajlara karşı teknik moderasyon uygulanabilir. Hiç bir fikir engellenemez.
Eğer bunlara katılıyor
ve çalışmalara katılmak istiyorsanız:
Gruptaki tartışma ve
kararlar hakkında bilgi edinmek, dışarıdan izlemek veya gruba üye olmak
isterseniz de
https://groups.google.com/d/forum/erdogan-istifa
Adresini ziyaret edebilirsiniz”
Eğer yine de gruba üye
olmayı başaramazsanız
erdogan.istifa.etmeli@gmail.com
adresine bir mail yazarak e-mail grubuna
katılmak istediğinizi bildiriniz.”
*
Şimdiye kadar ve bundan sonraki çalışmalar hakkında
#Erdoğanİstifa isimli blogtan bilgi edinebilirsiniz.
Adresi şöyledir:
*
Eğer Facebook üyesi iseniz, grubu ve
sayfayı ziyaret ederek, hem paylaşımları izleyebilir hem de paylaşımlar
yapabilir yorumlarınızla katılabilirsiniz.
Girişimin Facebook Grubu: https://www.facebook.com/groups/erdoganistifagrubu
Adresindedir. Gruba üye olup paylaşımlar yapıp tartışabilir
ve paylaşımlardan haberdar olabilirsiniz.
Facebook sayfası:
https://www.facebook.com/Erdoğan-İstifa-834753616639513
adresindedir. Ziyaret edip beğenirseniz. Paylaşımlardan otomatik olarak
haberdar olursunuz.
*
Twitter’de iseniz, şu adresteki hesabı izleyebilirsiniz.
*
Üçüncü toplantı yarın. Yukarıda açıklanan amaç ve yollarda
anlaşan tüm yurttaşlar davetlidir.
#Erdoğanİstifa
Yurttaşlar Hareketi üçüncü hazırlık toplantısı için buluşulacak. Yer:
SODİD'de 22 Eylül Salı günü 19.00'da buluşulacak. Tüm yurttaşlar davetlidir.
(Osmanağa Mah. Kırtasiyeci Sok. No:15, Kat: 2)
21 Eylül 2015 Pazartesi
[1] #Erdoğanİstifa ilk önerilen biçimdi sonra bu sadece #istifa sözcügüne indirgendi. Erdoğan’ın
kastedildiğini herkes anlayabilir dendi.
[2] Daha sonra #Erdoğanİstifa yerine sadece #İstifa parolasına geçilmesinin bir
nedeni de bu itirazı ortadan kaldırmak ve polisin saldırı bahanesini minimuma
indirmekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder