31 Ocak 2017 Salı

#HAYIR’ın Örgütlenmesi

Faşist bir diktatörlüğü durdurmak için ilk koşul #HAYIR’ın çoğunluğu almasıdır.
Elbette #HAYIR’ın başarısı, Erdoğan’ın tıpkı 7 Haziran’dan sonra yaptığı gibi onu tanımama ve sonuçlarını yok etmek için saldırıya geçme tehlikesini ortadan kaldırmaz ama var olan dengeleri değiştirerek, en azından kartların yeniden karılması olanağını yaratır.
Keza bu arada Erdoğan’dan da öğrendik. Karşı taraf zafer sarhoşluğu içindeyken veya dağılmışken ona hiç ayıkma veya toparlanma fırsatı vermeden üzerine gitmeye devam etmek ve dağıtmak gerekir. 7 Haziran, zafer sarhoşluğunun; 15 Temmuz da yenilginin ardından nasıl davranılması gerektiğinin derslerini verdi bizlere.
#HAYIR başarı kazandığında bir gün bile gecikmeden Erdoğan’ı Beştepe’den uzaklaştırmanın ve #İstifa’sının mücadelesine girebilir ve girmelidir.
Ayrıca #HAYIR’ın kazanmasının ve #İstifa’nın sağlanmasının ortaya çıkaracağı moral ve dinamikler, çok daha köklü ve demokratik dönüşümlerin yolunu açabilir.

*
Ancak hem #HAYIR’ın kazanabilmesi için; hem bir başarıdan sonra var olan partilerin eline düşmemek ve bu başarının tekrar bir Gezi veya 7 Haziran gibi buhar olup uçmaması için, var olan partilerin dışında, tamamen aşağıdan gelme bir hareketin ve bunun için de örgütlenmelerin ortaya çıkması gerekmektedir.
İşimiz bu partilere kalırsa ne #HAYIR başarıya ulaşabilir; ne de #HAYIR’ın başarısından sonra her şeyin tüm kokuşmuşluğuyla geri dönmesine engel olunabilir.
O halde sorun şudur?
Nasıl hangi biçimler içinde Partilerin dışında tamamen aşağıdan gelen bir #HAYIR hareketi ve örgütlülüğü yaratılabilir?
Bu sorunu da tıpkı daha önce “Her gün aynı yarda aynı saatte, temel haklara dayanarak, pankartsız, bayraksız, slogansız sadece #HAYIR hedefinden ibaret bir hareket” şeklindeki önerimiz gibi ortaya atmamız, örgütlenme önerilerimizi tartışmamız gerekiyor.
Bundan sonraki günlerde bu örgütlenmenin sorunlarını ele almaya çalışalım.
Ancak bu ilk yazıda, Şark Devleti ve devletçiliği ile Halk örgütlülüğü arasındaki zıt orantılı ilişkiye; bunun programatik karakterine ve solun zayıflığının nedenlerine ilişkin birkaç söz söylemek gerekiyor.
Bugün bu sözler kimilerine anlamsız gibi gelebilir ama yarın kritik anlarda bunların önemi ve anlamı daha iyi kavranabilir.
*
Türkiye’de ve Çin’den Mağrip’e kadar bütün Şark Despotluklarında, halk her zaman örgütsüzdür. Tek bir örgüt vardır: Devlet. Devlet’in de bir tek görevi vardır: Üzerinde egemenlik kurduğu halkı örgütsüz tutmak.
Sanılanın aksine Türkiye’deki insanların çürümüşlüğünün nedeni kapitalizm değildir; bu devlettir. Sol ve Sosyalistlerin büyük bir çoğunluğu, kapitalizmi hedef yaparak bu devleti hedef olmaktan çıkardıklarını görmezler. Sol fiilen ve nesnel olarak bu devletin bekasının en büyük destekçisi haline gelmiş bunun en temel ideolojik desteği olmuştur.
Ve yine sanılanın aksine, kapitalizm modern toplumsal ilişkileri ve ekonomik temeli yayarak, bu çürümüşlükten kurtuluşun maddi temelini yaratır. Bu nedenle Marks’ın yazdığı Komünist Manifesto, aslında Kapitalizmin “kitabe-i seng-i mezar”ı olarak bir övgü gibidir ona.
Türkiye gibi bütün Şark despotluklarında bugünkü çürümüşlüğün iki nedeni vardır.
Birincisi, binlerce yıllık devlet ve devletçiliktir. Bunun kavranılması hayati önemdedir.
Türkiye’de 60’lı yıllarda nasıl bir program, devrim ve strateji bağlamında, devrimin karakterinin demokratik mi sosyalist mi olması gerektiği sorusu bağlamında, feodalizm ne kadar var tartışmaları yapılırdı ve bunun için traktör sayılarından kapitalizm çıkarılmaya çalışılırdı.
Bu tartışmaların temel bir yanlışı vardı. Devlet’in kendisinin Feodalizm’den başka bir şey olmadığı; yani ekonomi dışı cebir ile artı ürünün önemli bir kısmına el koyan bir egemen güç olduğu gerçeğini es geçiyordu.
Bunun ardında da devlet hakkında bütünüyle mekanik bir anlayış vardı. Marks’ın modern burjuva devletine ilişkin söylediklerini, Türk devletine olduğu gibi aktarıyordu. Hatta bu Şark devletinin modernleşme girişimlerini ve dönüşümlerini, toplumun modernleşmesi yani kapitalistleşmesi ve hatta demokratikleşmesiyle karıştırıyordu.
Bu temel metodolojik yanlış, Türk sosyalistlerinin en büyük handikabını oluşturdu ve onları bu devleti parçalamaya değil, ele geçirmeye yönelik olmaya yöneltti. Bugün bile bakın sosyalist dergilere ve partilere, hepsi kapitalizmle uğraşırlar da bu devleti yıkmak ve parçalamak gibi en can alıcı görevin adını bile ağızlarına almazlar.
Bunun da temelinde, bir türün kendi içinde de bir evrim geçirebileceği ve bunun hiç de başka bir türe dönüşmek anlamına gelmeyeceği tarzında bir evrim kavrayışının bulunmaması yatıyordu.
Devlet’in modern olması onun “feodal” olmasıyla çelişmezdi. Hatta Devlet ne kadar modern ise; toplum o kadar “feodal” kalmaya mahkûm olurdu. Bu anlaşılmıyordu.
Mürekkep balıkları mükemmel gözler ve hatta çok gelişkin bir zekâ geliştirmişlerdir ama bu onların bir yumuşakça, bir omurgasız hayvan olması gerçeğini değiştirmez. Bu anlamda Balıklardan bile çok daha geri omurgasız hayvanlar çağının yapısını yitirmiş olmazlar. Şark despotluklarının modern araçlarla donanmış ve mükemmelleşmiş devletleri de öyledirler. Bu onların ta Nemrutlar, Firavunlar çağına ait bir yapıda olmalarıyla çelişmez. Hikmet Kıvılcımlı’nın bir türlü anlaşılamamış olmasının ardında da bu metodolojik yanlışlık ve eksiklik yatar.
Şark Devleti de, kendini her zaman yenileyebilir ve yenilemiştir. Aslında imparatorlukların kuruluş ve yıkılış hikâyeleri bu Şark devletinin kendini yenilemesinin hikâyesinden başka bir şey de değildir. Bugünkü TC, dünyada İnterneti en iyi ve ilk kullanan devletlerden biridir. Abdülhamit de Telgraf’ı ve Metro’yu ilk kuranlardandı. Ama bu, interneti iyi kullanıyor diye onu Modern burjuvazinin devleti yapmaz. Çünkü interneti iyi kullanması bir tek amaca yöneliktir: halkın tam anlamışla kontrol altına alınması; devletin kontrolü dışında hiçbir şey yapılamaması.
Bu en az anlaşılan gerçektir. Bunu anlamadan, Türkiye’de bırakalım devrimci olmayı bir yana, en küçük demokratik bir hareket bile örgütlenemez.
Çürümenin ikinci nedeni er gericisinden milliyetçiliktir. Milliyetçilik sanılanın ve sık sık kullanılanın aksine Aydınlanmanın bir sonucu değildir. Milliyetçilik, Aydınlanma’nın eşitlik idealine karşı bir karşı devrimi ve Şark Devleti’nin geri dönüşünü temsil eder.
Böylece Milliyetçilik ve Devletçilik, (CHP’nin meşhur altı okundan ikisi) biri modern toplumun kamburu; diğeri kapitalizm öncesi toplumun kamburu, günümüzde Şark insanını (Türkleri de denebilir) insanlıktan çıkarır.
Bakın Kuzey Avrupa, ABD ve İngiltere’ye hatta Japonya’ya. Bunlar niye hem ileri, hem zengin hem de demokratiktir?
Birincisi, bunlar hiçbir zaman Şark devletçiliğini yaşamamışlardır. Bu yöndeki girişimler komünal geleneklerin gücü karşısında başarısız kalmıştır. (Hikmet Kıvılcımlı, “İlkel Sosyalizm’den Kapitalizme İlk Geçiş: İngiltere” isimli eserinde bu mekanizmaları inceler.) Öte yandan kapitalizm ortaya çıktığında ise, işçi hareketinin demokratik etkisi milliyetçiliğin gerici biçimlerinin egemenliğini; yani Aydınlanma’ya karşı devrimin egemenliğini engellemiştir.)
Demokratik bir milliyetçilik ve Şark devletinin ve devletçiliğinin olmaması arasında böylesine içsel bir bağ vardır.
*
O halde, demokratik dönüşümler ve demokratik bir devrimin iki ana ayağı olmalıdır.
Biri geçmişin kamburuna karşı, Şark’ın merkezi ve bürokratik devletine karşı olmalıdır. Bu devleti ele geçirmeyi değil, parçalayıp yok etmeyi; onun yerine tamamen aşağıdan gelme halkın örgütlülüğüne dayanan; temel haklara dayanan; halkın üzerinde yükselmeyip ona hizmet edecek; birlikte yaşamasının bir aracı olacak yapıda bir devletin kurulmasıdır. Yani Demokratik bir Cumhuriyet (ki Engels bunun aynı zamanda bir Sosyalist Demokrasinin özgül biçimi olarak da tanımlar).
Diğeri, bu en gerici ırkçı ve dinci biçimiyle şekillenmiş milliyetçiliğe karşı en azından insanların dili, dini, soyu, ırkı, cinsi karşısında kör bir nispeten demokratik bir milliyetçiliği yerleştirmek. Yani Türkiye somutunda. Türklüğün politik anlamının ortadan kaldırılması ve kişisel bir sorun haline getirilmesi.
Bu ikisi birbirinden ayrılmaz ve demokratik mücadelenin temel hedefi olmalıdır.
Maalesef sol böylesine basit ve sade bir program ve stratejiden yoksundur. Bu nedenle de başarısız olmaktadır.
AKP’nin 2002’deki ve sonraki zaferleri özünde bu ikisine karşı olduğu izlenimini yaratabilmesi sayesinde olmuştu. Aynı şekilde Ecevit’in 74 ve sonra 80 darbesi sonrasında Özal’ın Anap çıkışları da bu izlenimi yaratmalarıyla mümkün olabilmişti.
Sol ise aksine, en sosyalistiyle bile en hızlı milliyetçi ve devletçi olduğu için bu halkın derin katmanları her zaman ondan uzak durmuştur ve duracaktır.
*
Kürt hareketinin güçsüzlüğü de, alevi, laik veya İslamcı Hareketlerin güçsüzlüğü de ve bir araya gelip birleşememesi de gelip bu basit gerçeğin görülememesine ve programatik bir ifade bulamamasına dayanmaktadır.
Öcalan’ın Devlet’e karşı söylemleri; Ulusa ve ulusçuluğa karşı söylemleri hep bu gerçeği sezmenin ve çıkış yolları aramanın bir ifadesidirler. Ancak Öcalan’ın gerek ideolojik şekillenmesi ve teorik arka planı, gerek örgütleyicisi olduğu hareketin toplumsal yapısının yarattığı ve yine buna bağlı olarak oluşan örgütlenmenin yarattığı sınırlamalar, bu söylem ve özlemlerin somut ve açık bir program hamline gelmesini engellemektedir.
Laik, İslamcı ve Alevi hareketler ise ne devlete ne de millete karşıdırlar. Devlet ele geçirilecek bir şey olarak görülür; Türklük de kendisiyle mücadele edilecek bir şey değil; içinde hareket edilecek nötr bir ortam gibi telakki edilir.
Hatta bunlar hızlı antikapitalist ve emperyalist bir söylemle, bu devlet ve millete karşı mücadeleyi gündemden düşürerek, bizzat bu devletin ve milletin yaşatıcısı bir işlev görürler. Yani çözümün değil, sorunun parçasıdırlar. Ama bütün bu hareketlerin temelinde de bu devlete ve onun yapısına ve uygulamalarına karşı bir tepki, bir isyan vardır.
İşte Türk devletinin, bütün Şark devletleri gibi, temel bir özelliğine rastlarız burada. Aslında her biri kendisine de karşı olan memnuniyetsizlikleri, birbirine karşı denge olarak kullanıp kendi egemenliğini sürdürmek.
Böyle dengelere dayanarak; birini diğerine karşı kullanarak bir egemenliği sürdürme biçimindeki bonapartist karakter bu devletin genlerinde vardır.
*
Öte yandan Türkiye’de ve tüm Şark despotluklarında halk örgütsüzdür. Bakmayın kimi sendikaların ve kimi derneklerin varlığına. Aslında bunların neredeyse hepsi, var olan devletin kontrolü altındaki örgütlerdir. Üç kişi bir araya gelip bir dernek kursa yapmaları gereken ilk iş kurucuların listesini devletin polisine bildirmektir. Polisten icazet almış bir toplumda halk örgütlü olabilir mi?
İşte bu devletin tepeden tırnağa örgütlülüğü ve halkın örgütsüzlüğü Türkiye’deki tüm dertlerin temel nedenidir.
Hayvanlara kötü muameleden, trafiğe; kötü şehirleşmeden, insanların kabalığına; her türlü çirkinlikten, keyfiliğe; kadınların aşağılanmasından, çocukların dengesizce dövülmesi ve sevilmesi ve böylece ruh hastaları haline getirilmesine kadar, akla gelebilecek her türlü sorunun esas nedeni bu devlettir. Bu parçalanmadan hiçbir demokratikleşme mümkün olamaz. Ama onu parçalayacak halk örgütsüz. Bu paradokstan nasıl çıkılabilir?
Bu örgütsüzlüğü yenmek gerekiyor. Bugün Türkiye’de diğer Şark despotluklarına göre biraz olsun bir hareket alanı varsa, bu her şeyden önce devletin kontrolü dışında bir parça ışığın sızdığı çatlaklar sayesindedir. Bir İnsan Hakları Derneği, bir Barış İçin Akademisyenler İmzası, bir Cumartesi Anneleri gibi bu küçücük çatlaklardan ibarettir denebilir bütün demokratik hareket. Bunlar o ışığın girebildiği ve bu karanlığı bir parça kırabildiği yerlerdir. Bu kadarcığı bile, Türkiye’ye birazcık Avrupalı bir görünüm vermeğe yeter. Diğer Şark despotluklarında bu bile bulunmadığı için, Türkiye onların yanında “batı demokrasisi gibi” görünür.
*
Ama tarihte ilk kez, halkın bu örgütsüzlüğünü aşma fırsatı ve olanağını bizzat kapitalizmin kendisi sunuyor. İnternet ve Sosyal Medya ile.
Bunu kimileri küçümsüyor. Ama İnternette polisten izin almadan pek ala bir grup kurabilirsiniz.
Devlet bütün yatay ilişkilerden korkar. Her ilişkinin kendi üzerinden geçmesini ister.
Bu nedenle her yatay ilişki merkezin kontrolünden geçip onun izin verdiği ölçüde yanındakine ulaşabilir. Türkiye’deki örgütler de küçük birer devlettirler ve kendi içlerinde yatay ilişkiyi yasaklarlar ve bundan korkarlar.
Ama internet sayesinde, yatay ve doğrudan, yukarılarda bir yerlere uğrama zorunda olmadan yatay ilişkiler kurabilirsiniz.
Bu iki olanak bile var olan devlet açısından korkunç patlayıcı bir özellik sunmaktadır ve son duruşmada o Şark devleti bu teknikle bir arada bulunamaz.
İşin ilginci, artık dünya ekonomisinin önemli bir bölümü internet üzerinden yürüdüğünden, devletin bu olanakları tam anlamıyla kapatmasının ve kontrol altına almasının olanağı da yoktur. Hükümet demokratik güçlere darbeler vururken interneti kapatıp yavaşlattığında ekonomik hayat da darbe yemektedir. Şirketlerin haberleşmesi, malların akışı için gereken kanallardan elbet fikirler ve örgüt ilişkileri de geçecek delikler bulabilirler.
Bu nedenle Türkiye’de devletin en korktuğu ve başından beri kesin bir kontrol altına almaya çalıştığı şey internettir.
Bunun henüz ezilenlerce kullanılamıyor olması sadece onların bunun potansiyellerini yeterince kavramamış olmasıyla ilgili değildir; ezilenlerin kendilerinin demokratik bir programlarının olmamasıyla, teorik veya ideolojik hazırlıksızlıkla da ilgilidir. Bu aşıldığı an, ezilenlerin korkunç hızla örgütlenebildiği ve bu binlerce yıllık Şark devletinin kendisini içinde tutmaya çalıştığı deli gömleğinin bütün dikişlerinin patladığı görülecektir.
*
İşte #HAYIR hareketi bu olanaktan yararlanarak, devletin kontrolü dışında örgütlenebilir ve gerçekten bir kitlesel hareket yaratabilir. Bu olanaksız değildir. O zaman hem #HAYIR’ın başarısı; hem de sonrasında en azından kimi demokratik dönüşümler mümkün olabilir.
Bir iki gün önce, Kadıköy’de ilk kez aşağıdan gelme #HAYIR Kadıköy diye bir oluşum ortaya çıktı ve geniş bir katılımla ilk toplantısını yaptı.
Şimdi Beşiktaş, Beyoğlu gibi başka yerlerde de benzer #HAYIR Beşiktaş, #HAYIR Beyoğlu gibi benzerlerini kurma denemeleri var. Ayrıca bunlar hem daha alt düzeyde mahallelerde örgütlenmeyi hem de Türkiye çapında bütün #HAYIR’ların ortak bir karar organı oluşturmayı hedefliyorlar.
O halde hepimiz, ister iki isten üç kişi olalım. Bir araya gelelim. Bulunduğumuz yerdeki bildiklerimizle, tanıdıklarımızla #HAYIR girişimleri kuralım. Kuruluşumuzu duyurmak için; insanlara ulaşmak ve hareket geçirmek için toplantılar düzenleyelim; her şeyi kendimizin yapması gerekmiyor. Örneğin başka yerlerdeki #HAYIR’cıların çıkardığı bildiri ve broşürleri posta kutularına dağıtalım. Örneğin Başkanlığın Faturası var. Herkesin evinde b.ir yazıcı var. Bunu indirip, basmak ve posta kutularına atmak bunun için bir top kâğıt almak her küçük grubun yapabileceği bir iştir. Böyle başlanır. Bir işe bir kere girilir gerisi sonra görülür. Ya da örneğin Referandumda sandıkları nasıl kontrol altına alacağımızın hazırlıklarını yapalım.
Bütün bunlar herkesin birkaç gün içinde başlatıp yapabileceği çalışmalardır.
Bu bağlantılar için İnternet çok elverişli bir araçtır.
O halde hedef belli. Kadıköy örneğini izleyerek her yarda #HAYIR girişimleri örgütlemek. Bu girişimlerin ve tüm üyelerinin birbiriyle bağlantı kanallarını oluşturmak.
#HAYIR ancak partili ya da değil tüm yurttaşları, herkesi kapsayarak başarılı olabilir. Kapsamasının da bir tek koşulu vardır: bir tem #HAYIR hedefinde somut olarak neler yapılacağını kararlaştırmak ve yapmak.
Bunun için koşullar olağanüstü uygundur.
Bir bakıma tarihin en büyük tehlikesiyle karşı karşıyayız ama aynı zamanda en büyük fırsat ile de karşı karşıyayız.
Bu fırsatı iyi değerlendirmek; bunun için de örgütlenmenin mucizelerini yaratmak gerekiyor.
Örgütlemenin sorunlarını ve nasıl hızlı örgütlenilebileceğini diğer yazılarda ele almaya devam edelim.
31 Ocak 2017 Salı
Demir Küçükaydın
@demiraltona

Hiç yorum yok: