Faşist bir diktatörlüğü durdurmak için ilk koşul #HAYIR’ın çoğunluğu almasıdır.
Elbette #HAYIR’ın
başarısı, Erdoğan’ın tıpkı 7 Haziran’dan sonra yaptığı gibi onu tanımama ve
sonuçlarını yok etmek için saldırıya geçme tehlikesini ortadan kaldırmaz ama
var olan dengeleri değiştirerek, en azından kartların yeniden karılması
olanağını yaratır.
Keza bu arada Erdoğan’dan da öğrendik. Karşı taraf zafer sarhoşluğu
içindeyken veya dağılmışken ona hiç ayıkma veya toparlanma fırsatı vermeden
üzerine gitmeye devam etmek ve dağıtmak gerekir. 7 Haziran, zafer
sarhoşluğunun; 15 Temmuz da yenilginin ardından nasıl davranılması gerektiğinin
derslerini verdi bizlere.
#HAYIR başarı
kazandığında bir gün bile gecikmeden Erdoğan’ı Beştepe’den uzaklaştırmanın ve
#İstifa’sının mücadelesine girebilir ve girmelidir.
Ayrıca #HAYIR’ın
kazanmasının ve #İstifa’nın sağlanmasının ortaya çıkaracağı moral ve
dinamikler, çok daha köklü ve demokratik dönüşümlerin yolunu açabilir.
*
Ancak hem #HAYIR’ın
kazanabilmesi için; hem bir başarıdan sonra var olan partilerin eline düşmemek
ve bu başarının tekrar bir Gezi veya 7 Haziran gibi buhar olup uçmaması için,
var olan partilerin dışında, tamamen aşağıdan gelme bir hareketin ve bunun için
de örgütlenmelerin ortaya çıkması gerekmektedir.
İşimiz bu partilere kalırsa ne #HAYIR başarıya ulaşabilir; ne de #HAYIR’ın başarısından sonra her şeyin tüm kokuşmuşluğuyla geri
dönmesine engel olunabilir.
O halde sorun şudur?
Nasıl hangi biçimler içinde Partilerin dışında tamamen
aşağıdan gelen bir #HAYIR hareketi ve
örgütlülüğü yaratılabilir?
Bu sorunu da tıpkı daha önce “Her gün aynı yarda aynı saatte,
temel haklara dayanarak, pankartsız, bayraksız, slogansız sadece #HAYIR hedefinden ibaret bir hareket”
şeklindeki önerimiz gibi ortaya atmamız, örgütlenme önerilerimizi tartışmamız
gerekiyor.
Bundan sonraki günlerde bu örgütlenmenin sorunlarını ele
almaya çalışalım.
Ancak bu ilk yazıda, Şark Devleti ve devletçiliği ile Halk
örgütlülüğü arasındaki zıt orantılı ilişkiye; bunun programatik karakterine ve
solun zayıflığının nedenlerine ilişkin birkaç söz söylemek gerekiyor.
Bugün bu sözler kimilerine anlamsız gibi gelebilir ama yarın
kritik anlarda bunların önemi ve anlamı daha iyi kavranabilir.
*
Türkiye’de ve Çin’den Mağrip’e kadar bütün Şark
Despotluklarında, halk her zaman örgütsüzdür. Tek bir örgüt vardır: Devlet. Devlet’in
de bir tek görevi vardır: Üzerinde egemenlik kurduğu halkı örgütsüz tutmak.
Sanılanın aksine Türkiye’deki insanların çürümüşlüğünün
nedeni kapitalizm değildir; bu devlettir. Sol ve Sosyalistlerin büyük bir
çoğunluğu, kapitalizmi hedef yaparak bu devleti hedef olmaktan çıkardıklarını
görmezler. Sol fiilen ve nesnel olarak bu devletin bekasının en büyük
destekçisi haline gelmiş bunun en temel ideolojik desteği olmuştur.
Ve yine sanılanın aksine, kapitalizm modern toplumsal
ilişkileri ve ekonomik temeli yayarak, bu çürümüşlükten kurtuluşun maddi
temelini yaratır. Bu nedenle Marks’ın yazdığı Komünist Manifesto, aslında
Kapitalizmin “kitabe-i seng-i mezar”ı olarak bir övgü gibidir ona.
Türkiye gibi bütün Şark despotluklarında bugünkü çürümüşlüğün
iki nedeni vardır.
Birincisi, binlerce yıllık devlet ve devletçiliktir. Bunun kavranılması
hayati önemdedir.
Türkiye’de 60’lı yıllarda nasıl bir program, devrim ve
strateji bağlamında, devrimin karakterinin demokratik mi sosyalist mi olması
gerektiği sorusu bağlamında, feodalizm ne kadar var tartışmaları yapılırdı ve
bunun için traktör sayılarından kapitalizm çıkarılmaya çalışılırdı.
Bu tartışmaların temel bir yanlışı vardı. Devlet’in
kendisinin Feodalizm’den başka bir şey olmadığı; yani ekonomi dışı cebir ile
artı ürünün önemli bir kısmına el koyan bir egemen güç olduğu gerçeğini es
geçiyordu.
Bunun ardında da devlet hakkında bütünüyle mekanik bir
anlayış vardı. Marks’ın modern burjuva devletine ilişkin söylediklerini, Türk
devletine olduğu gibi aktarıyordu. Hatta bu Şark devletinin modernleşme
girişimlerini ve dönüşümlerini, toplumun modernleşmesi yani kapitalistleşmesi
ve hatta demokratikleşmesiyle karıştırıyordu.
Bu temel metodolojik yanlış, Türk sosyalistlerinin en büyük handikabını
oluşturdu ve onları bu devleti parçalamaya değil, ele geçirmeye yönelik olmaya
yöneltti. Bugün bile bakın sosyalist dergilere ve partilere, hepsi kapitalizmle
uğraşırlar da bu devleti yıkmak ve parçalamak gibi en can alıcı görevin adını
bile ağızlarına almazlar.
Bunun da temelinde, bir türün kendi içinde de bir evrim
geçirebileceği ve bunun hiç de başka bir türe dönüşmek anlamına gelmeyeceği
tarzında bir evrim kavrayışının bulunmaması yatıyordu.
Devlet’in modern olması onun “feodal” olmasıyla çelişmezdi. Hatta
Devlet ne kadar modern ise; toplum o kadar “feodal” kalmaya mahkûm olurdu. Bu anlaşılmıyordu.
Mürekkep balıkları mükemmel gözler ve hatta çok gelişkin bir
zekâ geliştirmişlerdir ama bu onların bir yumuşakça, bir omurgasız hayvan
olması gerçeğini değiştirmez. Bu anlamda Balıklardan bile çok daha geri
omurgasız hayvanlar çağının yapısını yitirmiş olmazlar. Şark despotluklarının
modern araçlarla donanmış ve mükemmelleşmiş devletleri de öyledirler. Bu
onların ta Nemrutlar, Firavunlar çağına ait bir yapıda olmalarıyla çelişmez. Hikmet
Kıvılcımlı’nın bir türlü anlaşılamamış olmasının ardında da bu metodolojik
yanlışlık ve eksiklik yatar.
Şark Devleti de, kendini her zaman yenileyebilir ve
yenilemiştir. Aslında imparatorlukların kuruluş ve yıkılış hikâyeleri bu Şark
devletinin kendini yenilemesinin hikâyesinden başka bir şey de değildir. Bugünkü
TC, dünyada İnterneti en iyi ve ilk kullanan devletlerden biridir. Abdülhamit
de Telgraf’ı ve Metro’yu ilk kuranlardandı. Ama bu, interneti iyi kullanıyor
diye onu Modern burjuvazinin devleti yapmaz. Çünkü interneti iyi kullanması bir
tek amaca yöneliktir: halkın tam anlamışla kontrol altına alınması; devletin
kontrolü dışında hiçbir şey yapılamaması.
Bu en az anlaşılan gerçektir. Bunu anlamadan, Türkiye’de
bırakalım devrimci olmayı bir yana, en küçük demokratik bir hareket bile
örgütlenemez.
Çürümenin ikinci nedeni er gericisinden milliyetçiliktir. Milliyetçilik
sanılanın ve sık sık kullanılanın aksine Aydınlanmanın bir sonucu değildir.
Milliyetçilik, Aydınlanma’nın eşitlik idealine karşı bir karşı devrimi ve Şark
Devleti’nin geri dönüşünü temsil eder.
Böylece Milliyetçilik ve Devletçilik, (CHP’nin meşhur altı
okundan ikisi) biri modern toplumun kamburu; diğeri kapitalizm öncesi toplumun
kamburu, günümüzde Şark insanını (Türkleri de denebilir) insanlıktan çıkarır.
Bakın Kuzey Avrupa, ABD ve İngiltere’ye hatta Japonya’ya.
Bunlar niye hem ileri, hem zengin hem de demokratiktir?
Birincisi, bunlar hiçbir zaman Şark devletçiliğini yaşamamışlardır.
Bu yöndeki girişimler komünal geleneklerin gücü karşısında başarısız kalmıştır.
(Hikmet Kıvılcımlı, “İlkel Sosyalizm’den Kapitalizme
İlk Geçiş: İngiltere” isimli eserinde bu mekanizmaları inceler.) Öte yandan
kapitalizm ortaya çıktığında ise, işçi hareketinin demokratik etkisi
milliyetçiliğin gerici biçimlerinin egemenliğini; yani Aydınlanma’ya karşı
devrimin egemenliğini engellemiştir.)
Demokratik bir milliyetçilik ve Şark devletinin ve
devletçiliğinin olmaması arasında böylesine içsel bir bağ vardır.
*
O halde, demokratik dönüşümler ve demokratik bir devrimin
iki ana ayağı olmalıdır.
Biri geçmişin kamburuna karşı, Şark’ın merkezi ve bürokratik
devletine karşı olmalıdır. Bu devleti ele geçirmeyi değil, parçalayıp yok
etmeyi; onun yerine tamamen aşağıdan gelme halkın örgütlülüğüne dayanan; temel
haklara dayanan; halkın üzerinde yükselmeyip ona hizmet edecek; birlikte
yaşamasının bir aracı olacak yapıda bir devletin kurulmasıdır. Yani Demokratik
bir Cumhuriyet (ki Engels bunun aynı zamanda bir Sosyalist Demokrasinin özgül
biçimi olarak da tanımlar).
Diğeri, bu en gerici ırkçı ve dinci biçimiyle şekillenmiş
milliyetçiliğe karşı en azından insanların dili, dini, soyu, ırkı, cinsi
karşısında kör bir nispeten demokratik bir milliyetçiliği yerleştirmek. Yani Türkiye
somutunda. Türklüğün politik anlamının ortadan kaldırılması ve kişisel bir
sorun haline getirilmesi.
Bu ikisi birbirinden ayrılmaz ve demokratik mücadelenin temel
hedefi olmalıdır.
Maalesef sol böylesine basit ve sade bir program ve
stratejiden yoksundur. Bu nedenle de başarısız olmaktadır.
AKP’nin 2002’deki ve sonraki zaferleri özünde bu ikisine
karşı olduğu izlenimini yaratabilmesi sayesinde olmuştu. Aynı şekilde Ecevit’in
74 ve sonra 80 darbesi sonrasında Özal’ın Anap çıkışları da bu izlenimi
yaratmalarıyla mümkün olabilmişti.
Sol ise aksine, en sosyalistiyle bile en hızlı milliyetçi ve
devletçi olduğu için bu halkın derin katmanları her zaman ondan uzak durmuştur
ve duracaktır.
*
Kürt hareketinin güçsüzlüğü de, alevi, laik veya İslamcı Hareketlerin
güçsüzlüğü de ve bir araya gelip birleşememesi de gelip bu basit gerçeğin
görülememesine ve programatik bir ifade bulamamasına dayanmaktadır.
Öcalan’ın Devlet’e karşı söylemleri; Ulusa ve ulusçuluğa
karşı söylemleri hep bu gerçeği sezmenin ve çıkış yolları aramanın bir
ifadesidirler. Ancak Öcalan’ın gerek ideolojik şekillenmesi ve teorik arka planı,
gerek örgütleyicisi olduğu hareketin toplumsal yapısının yarattığı ve yine buna
bağlı olarak oluşan örgütlenmenin yarattığı sınırlamalar, bu söylem ve
özlemlerin somut ve açık bir program hamline gelmesini engellemektedir.
Laik, İslamcı ve Alevi hareketler ise ne devlete ne de millete
karşıdırlar. Devlet ele geçirilecek bir şey olarak görülür; Türklük de kendisiyle
mücadele edilecek bir şey değil; içinde hareket edilecek nötr bir ortam gibi
telakki edilir.
Hatta bunlar hızlı antikapitalist ve emperyalist bir
söylemle, bu devlet ve millete karşı mücadeleyi gündemden düşürerek, bizzat bu
devletin ve milletin yaşatıcısı bir işlev görürler. Yani çözümün değil, sorunun
parçasıdırlar. Ama bütün bu hareketlerin temelinde de bu devlete ve onun
yapısına ve uygulamalarına karşı bir tepki, bir isyan vardır.
İşte Türk devletinin, bütün Şark devletleri gibi, temel bir
özelliğine rastlarız burada. Aslında her biri kendisine de karşı olan memnuniyetsizlikleri,
birbirine karşı denge olarak kullanıp kendi egemenliğini sürdürmek.
Böyle dengelere dayanarak; birini diğerine karşı kullanarak
bir egemenliği sürdürme biçimindeki bonapartist karakter bu devletin genlerinde
vardır.
*
Öte yandan Türkiye’de ve tüm Şark despotluklarında halk örgütsüzdür.
Bakmayın kimi sendikaların ve kimi derneklerin varlığına. Aslında bunların
neredeyse hepsi, var olan devletin kontrolü altındaki örgütlerdir. Üç kişi bir
araya gelip bir dernek kursa yapmaları gereken ilk iş kurucuların listesini
devletin polisine bildirmektir. Polisten icazet almış bir toplumda halk örgütlü
olabilir mi?
İşte bu devletin tepeden tırnağa örgütlülüğü ve halkın
örgütsüzlüğü Türkiye’deki tüm dertlerin temel nedenidir.
Hayvanlara kötü muameleden, trafiğe; kötü şehirleşmeden,
insanların kabalığına; her türlü çirkinlikten, keyfiliğe; kadınların aşağılanmasından,
çocukların dengesizce dövülmesi ve sevilmesi ve böylece ruh hastaları haline
getirilmesine kadar, akla gelebilecek her türlü sorunun esas nedeni bu
devlettir. Bu parçalanmadan hiçbir demokratikleşme mümkün olamaz. Ama onu
parçalayacak halk örgütsüz. Bu paradokstan nasıl çıkılabilir?
Bu örgütsüzlüğü yenmek gerekiyor. Bugün Türkiye’de diğer Şark
despotluklarına göre biraz olsun bir hareket alanı varsa, bu her şeyden önce
devletin kontrolü dışında bir parça ışığın sızdığı çatlaklar sayesindedir. Bir
İnsan Hakları Derneği, bir Barış İçin Akademisyenler İmzası, bir Cumartesi Anneleri
gibi bu küçücük çatlaklardan ibarettir denebilir bütün demokratik hareket.
Bunlar o ışığın girebildiği ve bu karanlığı bir parça kırabildiği yerlerdir. Bu
kadarcığı bile, Türkiye’ye birazcık Avrupalı bir görünüm vermeğe yeter. Diğer Şark
despotluklarında bu bile bulunmadığı için, Türkiye onların yanında “batı
demokrasisi gibi” görünür.
*
Ama tarihte ilk kez, halkın bu örgütsüzlüğünü aşma fırsatı
ve olanağını bizzat kapitalizmin kendisi sunuyor. İnternet ve Sosyal Medya ile.
Bunu kimileri küçümsüyor. Ama İnternette polisten izin
almadan pek ala bir grup kurabilirsiniz.
Devlet bütün yatay ilişkilerden korkar. Her ilişkinin kendi
üzerinden geçmesini ister.
Bu nedenle her yatay ilişki merkezin kontrolünden geçip onun
izin verdiği ölçüde yanındakine ulaşabilir. Türkiye’deki örgütler de küçük
birer devlettirler ve kendi içlerinde yatay ilişkiyi yasaklarlar ve bundan
korkarlar.
Ama internet sayesinde, yatay ve doğrudan, yukarılarda bir yerlere uğrama zorunda olmadan yatay ilişkiler kurabilirsiniz.
Ama internet sayesinde, yatay ve doğrudan, yukarılarda bir yerlere uğrama zorunda olmadan yatay ilişkiler kurabilirsiniz.
Bu iki olanak bile var olan devlet açısından korkunç
patlayıcı bir özellik sunmaktadır ve son duruşmada o Şark devleti bu teknikle
bir arada bulunamaz.
İşin ilginci, artık dünya ekonomisinin önemli bir bölümü
internet üzerinden yürüdüğünden, devletin bu olanakları tam anlamıyla
kapatmasının ve kontrol altına almasının olanağı da yoktur. Hükümet demokratik güçlere
darbeler vururken interneti kapatıp yavaşlattığında ekonomik hayat da darbe
yemektedir. Şirketlerin haberleşmesi, malların akışı için gereken kanallardan
elbet fikirler ve örgüt ilişkileri de geçecek delikler bulabilirler.
Bu nedenle Türkiye’de devletin en korktuğu ve başından beri
kesin bir kontrol altına almaya çalıştığı şey internettir.
Bunun henüz ezilenlerce kullanılamıyor olması sadece onların
bunun potansiyellerini yeterince kavramamış olmasıyla ilgili değildir;
ezilenlerin kendilerinin demokratik bir programlarının olmamasıyla, teorik veya
ideolojik hazırlıksızlıkla da ilgilidir. Bu aşıldığı an, ezilenlerin korkunç
hızla örgütlenebildiği ve bu binlerce yıllık Şark devletinin kendisini içinde
tutmaya çalıştığı deli gömleğinin bütün dikişlerinin patladığı görülecektir.
*
İşte #HAYIR
hareketi bu olanaktan yararlanarak, devletin kontrolü dışında örgütlenebilir ve
gerçekten bir kitlesel hareket yaratabilir. Bu olanaksız değildir. O zaman hem #HAYIR’ın başarısı; hem de sonrasında en
azından kimi demokratik dönüşümler mümkün olabilir.
Bir iki gün önce, Kadıköy’de ilk kez aşağıdan gelme #HAYIR Kadıköy diye bir oluşum ortaya
çıktı ve geniş bir katılımla ilk toplantısını yaptı.
Şimdi Beşiktaş, Beyoğlu gibi başka yerlerde de benzer #HAYIR Beşiktaş, #HAYIR Beyoğlu gibi benzerlerini kurma denemeleri var. Ayrıca
bunlar hem daha alt düzeyde mahallelerde örgütlenmeyi hem de Türkiye çapında
bütün #HAYIR’ların ortak bir karar
organı oluşturmayı hedefliyorlar.
O halde hepimiz, ister iki isten üç kişi olalım. Bir araya
gelelim. Bulunduğumuz yerdeki bildiklerimizle, tanıdıklarımızla #HAYIR girişimleri kuralım. Kuruluşumuzu
duyurmak için; insanlara ulaşmak ve hareket geçirmek için toplantılar
düzenleyelim; her şeyi kendimizin yapması gerekmiyor. Örneğin başka yerlerdeki #HAYIR’cıların çıkardığı bildiri ve
broşürleri posta kutularına dağıtalım. Örneğin Başkanlığın Faturası var. Herkesin
evinde b.ir yazıcı var. Bunu indirip, basmak ve posta kutularına atmak bunun
için bir top kâğıt almak her küçük grubun yapabileceği bir iştir. Böyle başlanır.
Bir işe bir kere girilir gerisi sonra görülür. Ya da örneğin Referandumda
sandıkları nasıl kontrol altına alacağımızın hazırlıklarını yapalım.
Bütün bunlar herkesin birkaç gün içinde başlatıp
yapabileceği çalışmalardır.
Bu bağlantılar için İnternet çok elverişli bir araçtır.
O halde hedef belli. Kadıköy örneğini izleyerek her yarda #HAYIR girişimleri örgütlemek. Bu girişimlerin
ve tüm üyelerinin birbiriyle bağlantı kanallarını oluşturmak.
#HAYIR ancak
partili ya da değil tüm yurttaşları, herkesi kapsayarak başarılı olabilir.
Kapsamasının da bir tek koşulu vardır: bir tem #HAYIR hedefinde somut olarak neler yapılacağını kararlaştırmak ve
yapmak.
Bunun için koşullar olağanüstü uygundur.
Bir bakıma tarihin en büyük tehlikesiyle karşı karşıyayız
ama aynı zamanda en büyük fırsat ile de karşı karşıyayız.
Bu fırsatı iyi değerlendirmek; bunun için de örgütlenmenin
mucizelerini yaratmak gerekiyor.
Örgütlemenin sorunlarını ve nasıl hızlı örgütlenilebileceğini
diğer yazılarda ele almaya devam edelim.
31 Ocak 2017 Salı
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder