Reina katliamının veya Noel Baba’ya ve Yılbaşı kutlamaya
karşı saldırıların “Yaşam Tarzı”na
yönelik olduğunda herkes hemfikir.
Peki, bu “yaşam tarzı”
veya “laik kimlik”[1]
denen “şey” nedir? Hangi türden bir olgudur? Hangi toplumsal ve/veya politik kategoriye
girer?
Bu soruyu pek soran ve bunun cevabının hayati önemini pek kavrayan
yok.
Aslında “yaşam tarzı”
veya “laik kimlik” gibi kavramların
kendisi son derece yanıltıcı ve yanıltıcı olması da yine ne olduğunun
bilinmemesi ve/veya anlaşılmasının engellenmesi ile ilgili.
Teorik açıklık olmayınca programatik stratejik ve taktik
açıklık olmasının; dolayısıyla “laik
kimlik kıyımı”na karşı mücadelenin de olanağı yoktur.
“Laik Yaşam Tarzı”nın ne olduğunun, özelikle HDP ve Kürt özgürlük
hareketinin kavramasının hayati önemi vardır.
Ama daha da önemlisi, o “yaşam
tarzı” veya “laik kimliği” nedeniyle
hedefe alınanların ve Alevilerin anlamasının hayati önemi vardır.
Niçin böylesine hayati önemi vardır?
Bunu bize “Yaşam Tarzı”nın
hangi kategoriden bir toplumsal sorun olduğu sorusunun cevabı verir.
En son söylenecek olanı en başta söyleyelim: “Yaşam
tarzı” ya da “laik kimlik” tıpkı
“Kürt sorunu” gibi bir “ulusal sorun”dur.
Kürt sorunu ile aynı kategoriden bir sorundur. “Yaşam tarzı” veya “laik kimlik” kavramı bu ulusal sorunun ulusal sorun olduğunu
gizlemektedir.
Bunu politika ve kimlik ilişkisinden hareketle daha iyi
görmek mümkündür.
Çünkü bir kimlik, ancak politik
bir anlama sahip olduğunda; yani devlet veya ulus kendini o kimlikle veya o
kimliğe karşı tanımladığında bir sorun haline gelir.
Pırasa yemeği sevmeme kimliğiniz veya Beşiktaş takımını
tutma kimliğiniz neden bir politik sorun olmaz da “yaşam tarzı”nız veya Kürtlüğünüz sorun olur.
Çünkü devlet Beşiktaşlılık kimliğinden yana veya ona karşı
değildir. Yani Ulus ya da Devlet, yani politik olan, spor kulüpleri karşısında kördür; onlardan biriyle ulusu,
yani politik olanı tanımlamamıştır.
Ama diyelim ki devlet, Osmanlı Sporlu olmayı politik olarak
desteklese; Beşiktaşlılardan aldığı vergilerle okullarda Osmanlı Spor Tarihi
okutup, Osmanlı Spor tesisleri yapsa; ona en iyi futbolcuları transfer etse vs.
o zaman Beşiktaşlılık baskı altındaki politik kimlik olur; yani Beşiktaşlılık
bir “ulusal sorun” olur ve emin olun Beşiktaş Kurtuluş Hareketi ortaya çıkar ve
mücadelesi başlar.
Türkiye’de Devlet aslında laik değildir; bu “laik yaşam
tarzı”ndakilerce anlaşılmamış veya anlaşılmak istenmemiştir. (Bunun nedenlerine
ilerde gireriz.)
Çünkü aslında bu laik olmayan devlet; “laik yaşam tarzı”na
karşı fiili uygulamada destek olmuş veya hoşgörü göstermiştir. Bu nedenle “laik
yaşam tarzı”ndakiler, devletin laik olmamasını ayrı kategoriden bir olay olarak
görmüşler; aslında aynı türden bir sorun olan Kürt sorununu ve ulusun Türklükle
tanımlanmasını sorun etmemişler hatta devletin u antidemokratik özelliğini desteklemişlerdir.
Ama Şimdi Erdoğan ulusu Türklük kadar ve Türklükten önce
İslam’la ve aslında İslam’ın en reaksiyoner ve biçimci yorumlarıyla tanımlayıp;
buna uymayanları, tıpkı devletin Türklükle tanımlanıp, Türk olmayanların baskı
altına alınması gibi baskı altına almaya; “laik yaşam tarzı”nın fiili olarak
ezilmesi ortaya çıkmaya başlayınca, bu “yaşam tarzındakiler” birden bire “ezilen
ulus” durumuna gelmektedirler. Ve bu duruma hala eski konumlarının özlemi ve
savunusu noktasından; olayın özünü yine görmezden gelmeye çalışarak karşı
çıkmaya ve ama aynı zamanda giderek radikalleşmeye başlamaktadırlar.
Aydın Selcan’ın bugünkü yazısı tipik bir örnek olarak
alınabilir. Bu deneyimli diplomat, bu radikalleşme ve çelişkiyi çok açık
yansıtmaktadır “Barbarları Beklerken”
başlıklı bugünkü yazısında. Şunları yazıyor:
“Merhum Uğur Mumcu 24
Ocak 1993’te şehit edildiğinde Ankara’daki cenazesine kendiliğinden yüz binler
katılmıştı. Bir de şimdi Reina katliamının ardından gelen ölüm sessizliğine
bakın. Şunu hatırlamalıyız ki ülkemizde hiç bir yurttaş konuk konumunda değil. Yasalara
uyan, vergisini ödeyen hiç bir yurttaş nasıl yaşayacağına dair devletten icazet
almak zorunda da değil. Şimdi bir olmak değil, birey olmak zamanı. Eğer Kadri
Gürsel’in veciz ifadesiyle “toplam değil toplum” istiyorsak yeniden”
(Gazete Duvar)
Bu satırlar çok önemlidir. Hem bir isyanı, “laik yaşa tarzı”ndakilerin
artık mücadeleye etmeye hazır olduğunu ve bunun için çağrıyı; “bir olmak değil birey olmak zamanı”
diyerek “bölücü” olmaya başladığını; hem de nasıl bir ulusal baskı sorunuyla
karşı karşıya olduklarını kavramadıklarını; sorunu hala “birey olmak” düzeyinde
tartıştıklarını ve öyle adlandırdıklarını gösterir.
Sorun “birey olmak”
değil; demokrat olmak. Demokrat olmak,
yani ulusun, devletin, politik olanın bir dinle; belli bir yaşam tarzının
dayatmasıyla tanımlanmaması gerektiği gibi, bir dille de, bir tarihle de, bir
soyla, ırkla, kültürle de tanımlanmaması gerektiğini kabul etmek ve bunu
politik bir program haline getirerek savunmakta.
“Laik yaşam tarzı”ndakiler
Türkiye’de, gerek kültür, gerek eğitim bakımından kremanın kremasıdırlar.
Bunların gerçekten demokratik bir programa sahip olması, Kürt
hareketinin de demokratik bir programa ve ulus anlayışına gelmesinin ön
koşuludur. Kürt hareketinin böyle bir programa ve anlayışa gelmesi ise, “laik
yaşam tarzı”ndakilerin demokratik bir programa gelmesini ve kabulünü
kolaylaştırır.
Buradan Erdoğan’ın şeriat ve İslam devletine karşı
mücadeleden gerçek bir devrimci ve demokratik hareket çıkar ve bu hareket Ortadoğu’ya
gerçek aydınlanmayı, doğuşundan iki yüz yıl sonra getirebilir.
“Laik yaşam tarzı”ndakiler ve Aleviler ilk isyanlarını Gezi’de
yaptılar. Ama o zaman böylesine tehdit altında değillerdi henüz. Kürt
hareketinin barış çağrısının başlattığı güzel bir bahar havası vardı. Gezi
isyancıları henüz hazırlıksızdı, karar almayı ve oylamayı bile reddeden bir
örgütsüzlüğe kendilerini oyun oynarca mahkûm edebiliyorlardı.
Ama sadece Gezi mi hazırlıksızdı? Kürt hareketi de Gezi’yi
anlayacak hazırlıktan yoksundu.
Kaynaşabilseler, bir alaşım oluşturabilseler birbirlerinin
eksiklerini tamamlayarak, tıpkı ikisi de yumuşak kalay ve bakırın insanlığa çağ
atlatan bir alaşım olan Tuncu oluşturması gibi, Türkiye’ye, hatta Ortadoğu’ya
çağ atlatan demokratik bir hareket oluşturabilirlerdi.
Bugünkü baskılar, var oluşlarının iyice tehdit altında
görmeye başlayan “laik yaşam tarzı”ndakilerin, isyanına yol açmaktadır.
Ve bu isyan aynı zamanda belki de ilk defa, Aleviler, “Laik
yaşam tarzındakiler” ve Kürtlerin gerçek bir demokrasi programında
birleşmelerini somut bir imkân olarak ortaya çıkarmaktadır.
Yani bu ittifakın veya birliğin ortaya çıkıp bu gidişin
durdurulabilmesi için, bu üç gücün her birinin “laik yaşam tarzı” uğruna
mücadelenin bir “ulusal sorun” olduğunu anlaması bir bakıma temel teorik
koşuldur. Ancak bu durumda, ulusun bir dinle olduğu gibi bir dille, tarihle ve
kültürle de tanımlanmasını reddeden bir programda anlaşabilirler.
Tekrar edelim “laik yaşam tarzı”sorunu ulusal sorundur,
çünkü ulusun ya da devletin ya da politik olanın nasıl tanımlanacağına veya
tanımlandığına ilişkin bir sorundur. (“Laik
yaşam tarzı”na ilişkin bütün bu dediklerimiz Alevilik, diğer dinler ve
dinsizler için de geçerlidir.)
Eğer ulus Türklükle tanımlanmasa Kürtlük de bir ulusal sorun
olmazdı. Eğer ulus, devlet veya politik olan, Şeriat ve İslam denen yaşam tarzı
ile tanımlanmasa “laik yaşam tarzı” diye bir sorun da olmazdı.
Mesela, ulusu Türklükle tanımlamamış; herkesin ana dilinde
eğitim hakkı olduğu; okullarda Türk tarihi ve edebiyatı değil de insanlık
tarihi ve edebiyatı okutulan bir ulusta veya devlette “Kürt sorunu” diye bir sorun olmazdı.
Ama dil ve tarih körü bu ulusta, ulusun Türklükle
tanımlanmasını hedefleyenler çoğunluk olup, bunu dayatmaya kalksalar; Kürtlerden
aldıkları vergilerle Türkçe eğitimi zorlasalar; Kürtçe eğitimi kaldırsalar; Kürtçe
konuşmayı yasaklasalar, o güne kadar sorun olmayan Kürtlük de bir ulusal sorun
olurdu.
“Laik yaşam tarzı”nda
şu an olan, gerekli değişiklikler yapıldığında (mutatis mutandis) tamı tamına
budur.
*
Buraya kadar yazının kısa versiyonu olarak okunabilir. Temel
önermeler söylenmiştir.
Ancak her şey bu kadar basit değildir. Politik olan ve olmayan
nedir? Ulus nedir? Ulusçuluk nedir? Kimlik nedir? gibi konular hakkında
okuyanların kafasındaki kavramlar yanlıştır. Bu nedenle bunların da bir
açıklamasını yapmak gerekir. Çünkü biz bu satırlarda “ulus” “ulusçuluk” “ulusal
sorun” derken başka şeyi kast ediyoruz; okuyanlar başka şey anlıyor. Biz onların
bilimsel karşılıklarını kullanıyoruz. Okuyanlar ise ulusçu karşılıklarını
anlıyor. Bu nedenle bu yazı uzun olmak zorunda.
“Kürt Sorunu” dendiği
an, bunun “ulusal sorun”, ulusun tanımıyla ilgili bir sorun olduğu neredeyse
herkes kabul eder.
Ama “yaşam tarzı” söz konusu olduğunda bunu böyle
tanımlamayı kabul edecek kimse bulunmaz.
Neden?
Bu “neden” sorusunun cevabı aslında çağımızın en korkunç
fasit dairesinde gizlidir.
Bu fasit daire “Ulusçular
ulusun ne olduğunu anlayamaz” önermesiyle ifade edilebilir.
Ama bu önermenin bir mantık sonucu daha vardır. Ulusçular ulusun ve ulusçuluğun ne
olduğunu anlayamayacaklarından, kendilerinin
de ulusçu olduğunu anlayamazlar.
Bunu bir sonraki yazıda ele alalım.
Ama konuyu daha derinden anlamak isteyecekler için bu konuda
daha ayrıntılı çalışmamız, şu adresten indirilip okunabilir:
“Laik yaşam tarzı” sorunun neden bir ulusal sorun olduğunu
ele alan bu kısa yazıyı, Aydın Selcan’ın başlığını aldığı Kavafis’in “Barbarları Beklerken” şiiriyle
bitirelim.
Ha bu arada Kıvılcımlı’nın tarihte barbarların nasıl
beklendiğine; ne zaman ve nasıl geldiğine ve artık gelmeyeceğine ilişkin
çalışmalarına da bu arada dikkati çekmiş olalım. Özellikle Tarih Devrim Sosyalizm eserini salık veririz.
“BARBARLARI BEKLERKEN
Neyi bekliyoruz böyle
toplanmış pazar yerine?
Bugün barbarlar geliyormuş buraya.
Neden hiç kıpırtı yok
senatoda?
Senatörler neden yasa
yapmadan oturuyorlar?
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.
Senatörler neden yasa yapsınlar?
Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları
onlar yapacaklar.
Neden öyle erken
kalkmış imparatorumuz,
şehrin en büyük
kapısında neden kurulmuş tahtına,
başında tacı, törene
hazır?
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onların başbuğunu karşılamaya çıkmış
imparatorumuz.
Bir de koca ferman hazırlatmış
ona rütbeler, unvanlar bağışlayan.
İki konsülümüzle
yargıçlarımız neden böyle
işlemeli, kırmızı
kaftanlar giyinip gelmişler?
Neden böyle yakut
bilezikler, parlak,
görkemli zümrüt
yüzükler takınmışlar?
Ellerinde neden böyle
altın,
gümüş kakmalı asalar
var?
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onların gözlerini kamaştırırmış
böyle takılar.
Ünlü konuşmacılarımız
nerde peki,
neden herzamanki gibi
söylev çekmiyorlar?
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onlar pek aldırmazlarmış güzel
sözlere.
Neden bu beklenmedik
şaşkınlık, bu kargaşa?
(Nasıl da asıldı yüzü
herkesin!)
Neden böyle hızla
boşalıyor sokaklarla alanlar,
neden herkes dalgın
dönüyor evine?
Çünkü hava karardı, barbarlar
gelmedi.
ve sınır boyundan dönen habercilere
göre,
barbarlar diye kimseler yokmuş
artık.
Peki, biz ne yapacağız
şimdi barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü
onlar sorunlarımıza.
Constantino KAVAFİS - Çeviri:
Cevat ÇAPAN”
4 Ocak 2017 Çarşamba
Demir Küçükaydın
@demiraltona
[1] Örneğin Tayfun Atay “İstedikleri
kadar hakaret, küfür, irin saçsın ağızları, söylemeye devam edeceğiz: Reina,
bir “laik kimlik kıyımı”dır.” (Cumhuriyet, 4.12.2017)
1 yorum:
Ekşisözlükte yazan biri dindar kesime yapılan baskılardan, başörtülülerin okullara ve devlet memuriyetlerine alınmamalarından falan bahsetmiş ve ardından laiklerin yaşam tarzına kimsenin karışmadığını bazı örneklerle savunmuş. Şöyle yazmış;
şimdi laikçi sekülerlerin yaşam tarzına bakalım:
- bolca içki içmek,
- olabildiğince çıplaklık (süper mini etekler, göğüs dekolteleri, bel ve sırt dekolteleri)
- küfürlü ve müstehcen konuşma yapmak,
- mümkün olan her yerde öpüşüp yiyişebilmek,
- ramazan'da oruç tutmamak
bunların hangisine engel koyuluyor?
hiçbirisine.
neredeyse çırılçıplak geziyor, istediğiniz gibi içiyor, istediğiniz gibi konuşuyor, öpüşüyor, yiyişiyorsunuz. ramazan'da oruç tutmadığınız gibi tutanlara hakaretler savuruyorsunuz. (saat 10'dan sonra içki yasağı var diyenlere, parkta içemiyoruz diyenlere de ananas girsin. bi zahmet o saatte marketten aldığın içkiyi parkta içip de millete musallat olmayacaksın, içkini önceden al stokla böyle dertlerin olmaz. kimse alkol almanı yasaklamıyor.)
liselere mi alınmıyorsunuz?
üniversitelere mi alınmıyorsunuz?
kamuya mı giremiyorsunuz?
özel şirketlerde mi çalışamıyorsunuz?
akademiye mi sokmuyorlar?
fikir beyan ettin diye hapse mi atılıyorsun? (darbe destekçiliği ve hakaret fikir değildir)
içki içiyorsun, dekolte giyiyorsun diye terfi mi verilmiyor? işten mi atılıyorsun?
nedir bu yaşam tarzımıza müdahele ediyorsunuz yalanı.
neye müdahele edildi? niye bu kadar kolay yalan söylüyorsunuz?
bakın bu aslında her şeyi çok güzel özetliyor.
"senin yaşam tarzına müdahale eden yok. sen artık benim yaşam tarzıma müdahele edemediğin ve bir daha asla edemeyeceğin için gerginsin."
Yorum Gönder