Hikmet Kıvılcımı’nın seçme metinlerinden ve üzerine
yazılardan oluşan bir “Hikmet Kıvılcımlı
Kitabı” dipnot yayınları tarafından yayınlanmış.
Kitabı görmedim, elimde yok, okumadım.
Bianet’te kitap hakkında Güney Çeğin’in bir tanıtma yazısı
yayınlandı. Kitabın içeriğine ilişkin bilgim bundan ibarettir.
Ama sanırım yine de o kitap üzerine birkaç söz etmem gerekir.
Bu satırların yazarına yapılan muameleyi kitaba yapmayalım en azından.
Niçin bir şeyler söylemem gerekiyor?
Çünkü Türkiye’de ve dünyada Kıvılcımlı üzerine en çok ve
sistematik yazı yazmış kişiyim ve belik de tek kişiyim.
Yazdığım yazılar her halde en az iki üç yüz sayfa tutan bir
kitabı doldurur. Bu kitabı, kitaplarımı kimse basmadığı için basabilmiş değilim
ama bütün kitaplarım gibi dijital olarak herkesin bedava okuyum indirebilmesi
için emre amadedir ve internette şu adresten indirilebilir: Kıvılcımlı
Üzerine Yazılar (1975-2012)
Ayrıca bu güne kadar, Kıvılcımlı hakkında herkesin son
derece başarılı bulduğu; biri 2001 yılında Almanya’da Wremen’de; diğeri 2013
yılında Mimar Sinan Üniversitesi’ne yapılan iki Sempozyumun hem örgütleyicisi,
hem tartışmacısı hem de bildiri sunumuyla katılımcısıyım.
Kıvılcımlı hakkında yazanların hemen hemen hiç birisi onun
esas teorik katkıları hakkında hiçbir şey söylemezler.
Bu satırların yazarı ise, başından itibaren hem bu teorik
katkıları ele almış ve savunmuş hem de eleştirerek aşmaya çalışmış tek kişidir.
Ve nihayet Kıvılcımlı’nın görüşlerini savunan ve adını da bu
bağlantıyı vurgulamak için ondan almış Kıvılcım
gazetesini altı sayı çıkarabilmiş ve bu gazetede yayınlanan Kıvılcımlı’nın yazılarının
da içinde olduğu yazılar nedeniyle Ecevit Hükümeti tarafından Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne
cezalandırılmak üzeri teslim edilmiş, bu nedenle önce yüz yıla mahkûm edilmiş;
sonra da ayıp olmasın diye cezası 17 yıla indirilmiş ve on yıl hapis yatmış
olmak gibi bir özelliğim daha var. Yani Kıvılcımlı’nın fikir ve yazılarından
dolayı Kıvılcımlı’dan başka cezalandırılmış onun kadar olmasa da az
sayılmayacak ölçüde hapis yatmış olmak gibi bir özelliğim de var.
Şimdi Kıvılcımlı üzerine yapılan bir derlemede, onun üzerine
gerek nicelik, gerek nitelikçe ön çok ve en önemli yazıları yazmış bir insanın
bu derlemede yazısı yoksa ve ondan da böyle bir yazı falan istenmemişse, bu
derlemenin kalitesi üzerine biraz düşünmek gerekir.
İleride muhtemelen böyle bir insandan yazının istenmediği ve
onun yazısının bulunmadığı bir derlemede yer almanın ilerde o derlemeye
yazanlar için (kim bilir belki bunu bilmiyorlardı bile) taşıyamayacakları bir
yük olacağı açıktır.
Çünkü Kıvılcımlı üzerine yazanların da karşılaşmadan geçemeyecekleri
yazılar yazmıştır bu satırların yazarı. Onu görmezden gelmek veya bu görmezden
gelmeye katılmak, aslında Kıvılcımlı’ya karşı yapılanın, (yani onu yok sayma,
tartışmama, hakkında kişisel ve küçük düşürmeye, ön yargılar oluşturmaya
yönelik dedikodular vs.) en küçük bir
değişim olmadan aynen bu satırları yazana da yapıldığı ve aslında bu satırları yazan
aracılığıyla Kıvılcımlı’ya karşı yapılmaya devam edildiğinin somut bir
kanıtından başka bir şey değildir.
Fazla söze gerek yok.
Aşağıya Kıvılcımlı üzerine yazdığım
Yazıları derlediğim ve dijital olarak indirilmek üzere
internette bulunan kitaba önsöz niyetine koyduğum Kıvılcımlı’nın
Değerlendirilmesinde Altı Dönemim başlıklı yazıyı koyuyorum. Okuyucunun
bir bu yazıyı ve mümkünse Kıvılcımlı Üzerine Yazılar derlemesini indirip
okumasını bir de yeni yayınlanmış derlemedeki yazıları okumasını ve kendi
karşılaştırmasını kendisinin yapmasını dilemekten başka yapabileceğim bir şey yok.
Onlar bizim yazılarımızın yer aldığı derlemeyi ve onda
savunulan görüşleri yok sayarlarken, biz okuyucuya ikisini de okuyun ve kararı
siz verin diyoruz.
Kararı siz verin.
Aşağıda Kıvılcımlı üzerine yazılarımızın derlemesine Önsöz
olarak koyduğumuz yazı.
28 Ocak 2017 Cumartesi
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Kıvılcımlı’nın Değerlendirilmesinde Altı Dönemim
Sanırım Kıvılcımlı’nın teorik çalışmaları ve katkıları
hakkında bu güne kadar en çok yazanlardan biriyim.
Sempozyum hazırlıkları bağlamında bu yazılarımın en tipik ve
önemli olanlarını peyderpey yollayacağım.
Ancak bu yazılar, 1974’ten 2012’ye kadar, neredeyse kırk
yıllık bir dönemde yazılmıştır. Bu kırk yıl boyunca benim görüşlerim, bilgi düzeyim, önceliklerim, ilgilendiğim
konular da sürekli değişti. Bu değişim elbette Kıvılcımlı hakkındaki
değerlendirmelerime de yansıdı. Bir bakıma Kıvılcımlı hakkında yazdığım yazılar
aynı zamanda teorik evrimimin işaret taşları gibidir. Bu yazılardan bu evrim de
kolaylıkla incelenebilir.
Bu nedenle, Kıvılcımlı hakkında yazdığım yazıları yollamadan
önce onların evrimimin hangi dönemine ait olduğu hakkında kısa da olsa bir
bilgilendirmede bulunmam onların ve Kıvılcımlı’nın daha iyi anlaşılmasına
yardımcı olur. Bu kısa girişte bunu yapmaya çalışacağım.
Kıvılcımlı’yı Anlayamadığım Birinci Dönem
Kıvılcımlı’yı anlamının zorluğundan; dilinden çok şikayet
edilir. İşin doğrusu ben de ilk kez Kıvılcımlı’nın kitaplarıyla Yapı İşçileri Sendikası’nın (YİS) üstündeki Devrimci Öğrenci Birliği’nin (DÖB) de kullandığı ve Kıvılcımlı’nın
kitaplarının da deposu olarak kullanılan odada karşılaştığımda (1968 son baharı
ve kışı) aynı zorluğu hissetmiştim. Gerçi tek tek kelimelerde anlamadığım bir
şey yoktu: Örneğin “bezirgan”ın ne
olduğunu biliyordum ama bu kelimenin kullanılışını yadırgıyordum. Çünkü başka
kimse bunu kullanmıyordu.
Yıllar geçip de Marksist klasikleri daha yakından tanıdıkça,
Kıvılcımlı’nın dilini zor bulmanın aslında dille değil, üslupla değil;
Marksizmi bilmemekle ilgili olduğuna ilişkin kanım daha pekişti. Kıvılcımlı’yı
anlayamamamın nedeni henüz Marksizmi bilmememdi. Başlangıçta ben de sorunun dil
ve uslup sorunu olduğunu sanıyordum. Marksizmi ve Kıvılcımlı’yı tanıdıkça
sorunun bu olmadığına ilişkin kanım kesinleşti.
Bunu yine Bezirgan
kavramı üzerinden açıklayayım. Marks’ın da belirttiği gibi, tarihte iki türlü
sermaye vardır; biri modern ya da kapitalist üretimdeki sermaye; diğeri antik,
eski ya da kapitalizm öncesindeki sermaye. Evet, bunların ikisi de sermayedir
ama çok temelden ayrılıkları olan sermayelerdir. (Şu an Türkiye’de değme
Marksistler arasında bir anket yapıp, modern ve antika sermayelerin özündeki;
anatomik yapıları arasındaki farkı sorsak, muhtemelen bu farkı anlatabilecek
bir elin parmakları kadar bile insan çıkmaz. Bu şu demektir, ekonomi politiğin
eleştirisini anlamışların, yani Marksizmi kavramışların sayısı bir elin
parmaklarını aşmaz.)
Peki, nedir temel fark?
Kapitalizm öncesi sermayenin karının kaynağı üretim
sürecinin kendisi değildir; bu sermaye üretimle ilgisizdir. Bu sermayenin
varlığı, bir kapalı ekonomiler ve küçük üreticiler denizini var sayar. Karın
kaynağı, üreticiden değerinin altında almaya, tüketiciye değerinin üstünde
satmaya dayanır. Yani karın kaynağı bir değer transferidir; değer yaratılması
değildir. Kar edildiğinde toplumun toplam zenginliğinde bir değişme olmaz;
zenginlik el değiştirmiş olur.
Ve kapitalizm öncesi sermaye ne kadar büyürse, üreticiler o
kadar fakirleşir; yani üretim geriler.
Fakat modern sermayede bu ilişki tam tersidir. Sömürü,
üretim sürecinin kendisinde gerçekleştiğinden; (çünkü kar, faiz ve rantın
içinden çıktığı artı değeri yaratan işgücüdür) sömürmek için üretmek zorundadır
modern sermaye. Yani sömürü gerçekleştiğinde toplum daha zenginleşmiş olur
toplamda, üretici nispi olarak fakirleşmiş olsa da. Sermaye ne kadar büyürse;
yani ne kadar çok işçi çalıştırırsa, ne kadar çok ham maddeyi işlerse, ne kadar
çok makine kullanırsa, toplum o kadar zenginleşir.
Şimdi böylesine zıt iki sermayeyi ayırmak için piyasadaki
Marksistlerin çoğu özel bir kavrama sahip bile değillerdir. Yani modern
(kapitalist) toplumdaki para ve mal ticaretinden kar eden sermaye derler ve
bunu kastederler ve de bunu anlarlar. Yani bankerlerle,
ticaret sermayesini anlarlar.
Ancak, modern para ve mal ticareti ile antika para ve mal
ticareti arasında, bu iki farklı üretim biçiminden doğan çok temel bir fark
vardır. Modern, banka ve ticaret sermayesinin karının kaynağı; sanayideki
işçinin üretim sürecinde yarattığı artık değerdir. Yani bu sermayelerin karının
kaynağı, işgücüdür. İşgücünün ürettiği
artı değerden, sanayi sermayesi kar, ticaret sermayesi ticari kar, banker faiz,
toprak sahibi de rant alır. Bunların
hepsinin zenginliklerinin kaynağında işçinin ödenmemiş emeği vardır. Bu kar,
faiz ve rantların oluşabilmesi için, üretimin yapılmış ve bir bütün olarak
toplumun zenginleşmiş olması gerekir.
Ama kapitalizm öncesindeki sermayede böyle bir koşul yoktur.
Köylü daha az üretim yaptığında da, hatta esas olarak bu dönemlerde tefeci
sermaye daha zenginleşir örneğin.
Şimdi böylesine iki birbirine zıt sermayeyi anlatmak; antik
olanı modern olandan daha net ayırmak için Kıvılcımlı gibi, Tefeci - Bezirgan Sermaye’den söz etmek,
hem teorik olarak modern ticari sermaye ile karışıklığı engellediği; ayrılığı
daha bir vurguladığı için doğrudur; hem de üslup ve dil olarak daha doğru ve
anlaşılırdır.
Ama işte Kıvılcımlının anlaşılmazlığı tam da bu
anlaşılırlığı ve yalınlığındadır. Bizler bilmemekteyizdir işin özünü. Bu
nedenle bu özü ve farkı anlatan en güzel ifadeler bizler için zorluk oluşturur.
İşte benim de Kıvılcımlı’yı anlamadığım; anlayamadığım; “ne
diyor bu adam?” diye düşündüğüm; ama kitaplarına ve hayatına saygı duyup “her
halde önemli ve iyi bir şeyler diyordur” diye hasbelkader okuduğum bir dönem
oldu.
Bu dönem Filistin’de Demokratik
Cephe’nin kamplarında Marks, Engels, Lenin, Kıvılcımlı’yı derinliğine etüd
edişime kadar sürdü (1969 kışı ve 1970’in ilk ayları).
Kıvılcımlı’yı Otantik Marksizmin Biricik Geliştiricisi Olarak
Gördüğüm İkinci Dönem
Bu okumalarımda Marks-Engels-Lenin ve Kıvılcımlı arasında
aslında çok derin bir özdeşlik ve
yakınlık olduğunun farkına vardım. Kıvılcımlı’nın Marks-Engels-Lenin’i
başka türlü okuduğunu fark ettim. Ve işin ilginci bu okuma benim okumama
benziyordu, aynı dalga boyundaydı.
Böylece Kussinen, Politzer, Mao, Stalin okuyarak Marksizmi
öğrenenler ile daha baştan ayrı bir yola girip; suyu kaynağından
içme olanağı doğdu.
1970-71 yıllarında Antik tarihe gömülüp, o Tarihi iyi kötü
anlamayı sağlayacak kavramsal araçların Kıvılcımlı tarafından sunulmuş olduğu
görüşüne ulaştıkça, Kıvılcımlı’nın
Marks, Engels, Lenin’lerden sonra yaşamış ve Marksizmi geliştirmiş biricik
teorisyen olduğuna ilişkin kanım kesinleşti.
Bugün bu kanımın yanlış olduğun düşünmüyorum. Ama o
zamanlar, başka vadilerde başkalarının da Marksizmi geliştirmiş olduğunu
bilmediğimden (Örneğin Troçki, Batı Marksizmi, Eleştirel teori vs.) bu sonucu
çıkarıyordum. Burada yanlış olan geliştirmesi değil; tek geliştiren olduğu
sonucuydu. Bu ise temelden, öze değin değil, olgusal bir yanılgıydı.
Aşağı yukarı 1970-78 arasında, Kıvılcımlı hakkında yazdığım
yazıların ana fikri: Kıvılcımlı’nın otantik Marksizme dayandığı ve onu
geliştirdiği; piyasadaki Marksizmler karşısında bir dev olduğu idi. Özellikle
Sovyet ve Çin teori ve görüşleri karşısında.
1975-76 yıllarında yazdığım Murat belge’nin ve Mihri
Belli’nin Kıvılcımlı eleştirilerine karşı eleştirilerim ve savunmalarımın özü
bu bakış açısıdır. Bu bakış açısı en özlü biçimde “Marksist Leninist Öğretinin
Gelişimi ve Hikmet Kıvılcımlı” başlıklı yazıda ifadesini bulmuştur. Bu
yazıda Kıvılcımlı’nın teorik katkıları ve bu katkıların hangi tarihsel ve öznel
koşullarda yapılabildiği açıklanır.
(Mehmet Özler’in önceki Kıvılcımlı Sempozyumundaki konuşması
esas olarak benim bu dönemdeki değerlendirmelerimin bir tekrarı gibidir.)
Kıvılcımlı’nın 20. Yüzyıl Politikasında Stalinist Olduğu
Sonucuna Ulaştığım Üçüncü Dönem
1978 yılanda, Faşistlere karşı mücadele için öz savunma
gereği üzerine düşünürken Kıvılcımlı’nın “Halk
Uyanış Güçleri” diye öz savunma önerdiğini görmem; Dimitrof’un ve Üçüncü
Enternasyonal’in pratiklerine eleştirel bakmaya başlamam; Kıvılcımlı’nın
anılarını okumam; Üçüncü Enternasyonal’in lağvını lanetlediğini; Lenin’i
Stalin’in öldürmüş olabileceğini vs. okumam ve nihayet Kıvılcımlı’nın başına
gelenler beni Sovyetler ve Stalinizmle karşı karşıya getirdi. Ama dediğim gibi
bu karşı karşıya gelişimi yine Kıvılcımlı’ya borçluydum.
Eleştirileri mantık sonucuna götürünce ise Troçki ile karşılaşmak
kaçınılmaz oldu. Bir bakıma, eğer yaşasaydı, Kıvılcımlı’nın kenarına kadar gelip o sırada ölümüyle bitmiş olan ve
belki yedi sekiz yıl önce geçireceği evrimi vekaleten tamamladım.
Kıvılcımlı’nın çelişkili bir bütün olduğu sonucuna ulaştım.
Elbette tarihe ilişkin; Türkiye’deki sosyo ekonomik yapıya ilişkin söyledikleri
doğruydu ve Marksizme bir katkıyı temsil ediyordu; ama yirminci yüzyılın bütün
sorunlarında Resmi Sovyet görüşünü savunmuştu.
Bir bakıma tarih araştırmalarındaki yöntemi ile çağdaş olaylardaki
politik duruşu, Hegel’in sistemi ve Yöntemi gibi, çelişki içindeydi. Nasıl
Marks-Engels onun yöntemini alılar ve gericiler sistemini aldılarsa; şimdi ben
de Kıvılcımlı’nın yöntemine ve Tarih konusunda yazdıklarına ve diğer
metodolojik katkılarına sahip çıkıyor ama Sürekli
Devrim, Faşizm, Tek Ülkede Sosyalizm, Sovyet Devletinin Sınıf Karakteri gibi konularda kesin bir
yanlışlık içinde bulunduğunu savunuyordum.
Kendisi bu çelişkiyi sezmiş, yaşamış ama aşamamıştı. Şimdi
onun bu vasiyetini yerine getiriyordum; yarım kalmış işini tamamlıyordum bir
bakıma.
Bu dönemde, Kıvılcımlı’nın bu yanlışlarını ele alan ve
Troçki’nin teorik katkıları ışığında eleştiren bir kitap yazmayı planlıyordum.
Hatta bunun önsözünü de yazmaya başlamıştım. (Bu yarım kalmış önsözü daha önce
yolladım). Ancak 12 Eylül geldi ve bütün planlar alt üst oldu. Bu dönemdeki
Kıvılcımlı eleştirim, Almanya’da der Weg Yol dergisinde yayınlanan, kısa ve
aceleyle yazılmış “Kıvılcımlı’ın Anlayamadıkları” başlıklı yazıoldu.
(Bu yazıda daha ayrıntılı olarak ele alıp yapmak
istediklerimi daha sonra yurt dışında Ergun Aydınoğlu’nun o zamanlar henüz
yayınlanmamış bir yazısında yaptığını görmüştüm. Muhtemelen bu Sempozyum’a
sunacağı bildiri de benzer bir konuyu ele alıyor olabilir başlığından
çıkardığım kadarıyla. Ancak benim açımdan, kendimi aydınlatma çok önceden
hallolmuş bir sorundu. Bu nedenle Marks-Engels’in Alman İdeolojisi’ni “farelerin
kemirici eleştirisine” bırakmaları gibi; Kıvılcımlı’nın Troçkist açıdan
eleştirisine bir daha dönme gereği duymadım.)
Kıvılcımlı, Troçki ve Batı Marksizmi’nin Ortaklıklarını
Araştırıp Açıklamaya Çalıştığım Dördüncü Dönem
Hapisten çıkınca “Batı Marksizmi” ile karşılaştım ve böylece
Kıvılcımlı ve Troçkist gelenek haricinde Marksizmin eleştirel ve devrimci
yanını sürdürmüş üçüncü gelenekle de tanışmış oldum.
Okumalarım sonucunda, bu üç geleneğin birbirinden habersizce
sanki bir iş bölümü içindeymişçesine birbirlerini tamamladığı düşüncesi ve
sonucu giderek kökleşti.
Bu dönemde, bu üç geleneğin birbirini tamamladığını ve
Marksizmi farklı vadilerde geliştirdiğini göstermek ve bunun nasıl ve neden
gerçekleştiğini açıklamak esas teorik çabamın merkezide oldu.
Öte yandan, yurt dışına çıktığımda, Yeni Soysal Hareketler sorunuyla karşılaşmıştım. Hem bu
hareketleri ve hem de bu hareketleri yaratan sorunları Marksist kavram sistemi içinde tutarlı olarak açıklamak gibi bir teorik
sorunla karşı karşıyaydım. Bu sorun karşısında da bu gelenekler bir
ortaklık ve yakınlık içindeydi. Frankfurt Okulu’nun yazdıkları adeta bu
hareketlerin habercisi gibiydi; Troçkist gelenek bu hareketleri hemen
benimsemiş ve içinde yer almıştı; Hem Mandel’de hem de Kıvılcımlı’da bu
hareketleri açıklayacak kavramsal temellerin ipuçları bulunuyordu: “Sermayenin Gerçek Tarihsel hareketi” ve
Farklı üretim biçimlerinin karşılıklı
simbiyoz bir ilişki içine girmesi gibi.
Bu iki kavram aracılığıyla Yeni Sosyal Hareketleri ve onları
ortaya çıkaran problemleri açıklamak mümkün oluyordu.
Bu dönemde yine, başka
bir uygarlığı programlaştırmak; ilerleyen
bir tarih anlayışını eleştirmek gibi sorunlarda da bu ortaklıklar ve
yakınlıklar dikkati çekiyordu. Benjamin’in “İmdat
Freni” imgesi hiç de Kıvılcımlı’daki “Tarihsel
Devrimlerin” çöküşleriyle çelişmiyordu örneğin.
Bu dönemdeki yaklaşımlarımın örnekleri, Ertuğrul Kürkçü’nün
çıkardığı, Sosyalizm ve Sosyal
Mücadeleler Ansiklopedisi için
yazdığım “Tarihin Maddeci Öğretisinin Gelişimi İçinde Kıvılcımlı’nın Yeri”
ve Özgür Gündem’e yine Ertuğrul
Kürkçü’nün isteği üzerine, bir Kıvılcımlı anması vesilesiyle yazdığım “Kıvılcımlı’nın Mirası”
adlı yazılar ve yine ilk Kıvılcımlı sempozyumunda sunduğum “Tarihin,
Marksizmin ve Kıvılcımlı’nın Kayıp Halkası: Komün” adlı bildiridir.
Kıvılcımlı’nın Eleştirisini Ulus ve Din Sorunlarında Klasik
Marksizmin Eleştirisi Bağlamında Yaptığım Beşinci Dönem
2000’li yılların başında Ulus ve Din konularına yoğunlaşmaya
başlamıştım.
Marksizm’in bir Ulus teorisinin olmaması, en çok kafamı
karıştıran konuydu. 2000’lerin başından beri Ulus teorisi konusunda epey yol
kat etmiştim, enternasyonalizmin de milliyetçilik olduğunu görmüştüm ama henüz
demokratik ve gerici ulusçuluğun ayrımını yapabilmiş değildim
Dinsel hareketler konusunda klasik Marksist geleneğe uygun
olarak pek bir sorunla karşılaşmıyordum.
Ama 2004-2005 yılı civarında İsmail Beşikçi’nin eleştirisini
yaparken, birden bire Din’in din olmadığını; bunun modern toplumun dininin din
tanımı oluğunu; Modern toplumun dininin din tanımı ile yeni bir din yarattığını,
bu tanımın aslında sosyolojik ve analitik değil de normatif bir kavram olduğunu
çözünce; Ulusçuluğun da bu dinin gerici bir biçimi; yani aslında din olduğunu
keşfedince, bir darbeyle birçok teorik sorun birbiri ardınca çözülmeye
başlamıştı. Eskiden beri önüme koyduğum, ama hiçbir zaman başarabileceğimi
düşünmediğimi başarmıştım. Elbet bu çok geç kalmış bir keşifti ama alt üst
ediciydi.
Bu keşfin ışığında Marksizmin bütün kavram ve kategorilerini yeniden tanımlamaya başlamıştım. Bu
yeni tanımlar eski tanımları yıkmıyor ama
onları yeni bir bağlamda, derinleştirip, mantık sonuçlarına götürerek yeniden
daha dakik olarak tanımlıyordu.
Bu bağlamda Kıvılcımlı, Klasik Marksizmin bir örneği olarak
da eleştirilerimin, yaptığım keşfi ve sonuçlarını açıklamanın bir örnek olarak
nesnesi oldu.
Özellikle Kıvılcımlı’nın din ve Ulus konusunda yazdıklarının
eleştirisi bu dönemin örnekleri arasında sayılabilirler. Beşikçi Eleştirisi’nde Kıvılcımlı’nın eleştirisi olan bölüm; Dinin Türk Toplumuna Etkileri’nin eleştirisi
bu dönemin örnekleri sayılabilir.
Yapı ve Özne Sorununun Çözümünde Tarih Tezi’nin Temel
Kavramlarının Eleştirisiyle Belirlenen Altıncı Dönem
Bütün bu dönem boyunca, Tarih Tezi, Marksizm’e bir katkı
olarak dokunulmazlığını korumuştu. Ancak Din teorisini mantık sonuçlarına
götürünce, Toplum, İnsan, Sınıf, Parti, Din vs.
gibi en temel kavramların eleştirisine ve sosyolojik tanımlamasına girince,
Marks’ın Yapı ve Özne gerilimini aşmak
için ortaya koyduğu çözüm olmayan çözüm ve bu çözüm olmayan çözüme dayanarak
Kıvılcımlı’nın antik tarihte bu sorunu çözme girişimini, yani Tarih Tezi’nin en temel kavramlarını;
yani Üretici Güçleri tanımlayışını eleştirmem son aşamadır.
Elbette Antik tarih’te Kıvılcımlı’nın dikkati çektiği ve ele
aldığı olaylar yine kabul ediliyordu. Ama bu sefer onlar, yeni din kavramı
içinde yeniden açıklanıyor ve ifade ediliyorlardı.
Bu dönemin en tipik Kıvılcımlı değerlendirmesi de, 2008’deki
Kıvılcımlı Sempozyumu’na sunduğum, “Marksizmde
Yapı ve Özne Sorunu - Kıvılcımlı’nın
Katkıları ve Eleştirisi” adlı geniş incelemedir. Bunun daha sonra kısa
bir versiyonu, Teori ve Politika’nın
yayınladığı bu Sempozyum için yapılan derlemede de yayınlanmıştır.
Okunduğunda görüleceği gibi, birbirini izleyen bu
eleştiriler hiç de bir binayı yıkıp
yerine yeni bir bina yapmamaktadır. Bir
tepeye çıkış gibidirler. Hareket noktası aynıdır, ama her seferinde daha geniş
bir açıdan her şey görülmekte, her şey yeni baştan değerlendirilmektedir.
Kıvılcımlı olmasaydı onun bu eleştirisini yapamazdık.
Aslında bizim yaptığımız Kıvılcımlı eleştirisi; Kıvılcımlı’nın kendini
eleştirerek geliştirmesinden başka bir şey değildir.
22 Kasım 2012 Perşembe
Demir Küçükaydın
1 yorum:
Demir Abi sizi Hamburg'dan tanıyorum. Birkaç konuşmanızı da dinlemiştim yıllar önce. Yazılarınızı elimden geldiğince izlemeye çalışıyorum.
Bitip tükenmeyen enerjinize hayran olmamak elde değil.katılalım ,katılmayalım bir şeyler üretiyorsunuz, düşünmeye zorluyorsunuz.Bu açıdan size kendimce teşekkür etmek istedim.Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Selamlar,sevgiler
Yorum Gönder