Sözlü meddah kültürünün yazılı bir biçimde zamana uyarak
devam etmesinden başka bir şey olmayan “köşe yazarlığı”nın bir özelliği de
hafta sonlarında genellikle politika dışı alanlarda yazı yazılması.
Bunlar içinde de biraz doğu bilimlerine falan meraklı
olanlar, bunu doğa bilimlerindeki veya teknikteki kimi yeni gelişme ve
keşifleri anlatmak için kullanırlar.
Neredeyse her gün #HAYIR cephesi ve sorunları hakkında
yazıyoruz. Hani ne demişler “Her zaman
politikayla yaşanmaz”.
Biraz çeşni değiştirmek ve bu hafta sonunda gazete
meddahlarının geleneğine uymak taktik olarak yararlı olabilir.
Bu hafta da doğadaki temel kuvvetler ve Yıldızların oluşumu
konusuna girelim. Buradan hareketle #Hayır cephesinin kimi temel sorunlarını ele almaya ve çözüm
önerilerimizi sunmaya devam edelim.
Ama yanlış anlamalara karşı başta bir uyarıyı öncelikle
yapalım. Bu satırların yazarı, doğa yasalarından veya kimi paralelliklerden
hareketle toplumun hareket yasalarının anlaşılabileceği ve toplumsal sorunlara
çare bulunacağı gibi bir anlayışı asla benimsemiyor.
Bu yazıda kuracağımız analoji sadece didaktik amaçlı olup,
doğadaki bazı süreçlerin imgesinden hareketle toplumsal süreçlerin anlaşılması
için bir kolaylık sağlamaya yöneliktir. Örneğin yağmur yağarken “gökyüzü
ağlıyordu” diye bir metafor kullanan bununla gökyüzünün ağladığını söylemiş
olmaz. Aşağıdaki paralellik de böyle anlaşılmalıdır.
*
#Hayır diyenlerin çok temel bir sorunu var. Bir yandan bu
cepheyi bir arada tutmaya yönelik güçlerin (kuvvetler) etkisi var. Herkes farklı
gerekçelerle ve nedenlerle de olsa “#Hayır” diyor. Ama aynı zamanda bu
gerekçeler öylesine birbirine zıt ki, bir
arada bulunmayı engelleyici, dağıtıcı güçlerin de muazzam bir etkisi var.
Örneğin ulusalcılar ve ırkçı Türk milliyetçileri Kürtlere ve
Kürt hareketine de kesin karşılar ama Erdoğan’a da karşılar. Bir yandan Erdoğan’ın
yenilmesi için Kürtlerin ve Kürt hareketinin de #Hayır’ına ihtiyaçları var. Ama
öte bandan bu hareketi bir düşman olarak görüyorlar. Hatta onu daha iyi
tepeleyebilmek için #Hayır diyorlar bir kısmı. Aynı durum Kürtler açısından da
söz konusu. Benzeri bir durum, “laikler” ve Aleviler ile inanmış Müslümanlar ve
politik İslam’ın bir kesimi arasında da var.
Anayasa referandumunun sonucunu bir bakıma birleştirici
kuvvetlerin mi, dağıtıcı kuvvetlerin mi üstün geleceği belirleyecek.
Ve elbette Erdoğan ve diktasını destekleyenler, karşı
cepheyi dağıtmak için, bu ayırıcı kuvvetleri güçlendirecek manevralar yapacaklardır.
#Hayır cephesindeki herkes de aşağı yukarı bunun bilincinde.
Hepsi de bir yığın strateji ve taktik öneriyor. Hepsinin özü şöyle: aman
netameli konulara girmeden, arkadan dolanarak tarafsızları veya kararsızları
etkileyelim. Yani hepsi aslında ve özünde sorunu propaganda ve etkileme (psikolojik
savaş) taktiklerine bağlı bir sorun olarak görüyor.
Hatta kimileri bu dâhiyane taktiklerinin gizli gizli elden
ele yayılması için çaba bile gösteriyorlar.
Hâlbuki en dâhiyane gibi görünen “gizli planlar” bile azıcık
akıl yürütmeyle, hatta son dönemde çok kullanılan kavramla, birazcık “empati” göstererek, yani kendini
düşmanın yerine koyarak ve onun açısından düşünerek, bulunacak şeylerdir.
Bir örnek verelim.
Bir iki gün önce “WhatsApp” ile paylaşım geldi, WhatsApp’dan
paylaşılıyormuş, “bu Barolar Birliği Başkanı
Fayzioğlu’nun bir WhatsApp grubu paylaşımıymış ve aynı şekilde başka gruplarda paylaşılmalıymış” notuyla.
Feyzioğlu’nun olup olmadığını bilmiyoruz. Önemli de değil. Ama
her faninin biraz düşününce aklına gelecek şeyler. Paylaşım şöyle:
“Çok değerli grup
arkadaşlarımız,
Sizlerle çok önemli
bazı hususları paylaşmak istiyoruz. Bu paylaştıklarımız, bu grup içi
bilgilendirme notudur. Dikkatlice
okumanızı önemsiyoruz.
Sizden ricamız, her
birinizin, bu grubun dışında ayrı gruplar kurarak iletişim ağını
genişletmenizdir. Kuracağınız diğer grupların da amacı, grup içi tartışma
değildir. Buradaki ana grupta verilen mesajın daha büyük sayılara ulaşması
içindir.
İstisnasız her
birimizin omuzlarında, Türkiye Cumhuriyetini yaşatmanın sorumluluğu vardır.
Madde 1 - Amaç,
a - Kararsızları ve
katı olmayan evet’çileri etkilemek
(Katı evet’çilerle uzun ve/veya sert münakaşa
vakit kaybıdır ve izleyen kararsızlara olumsuz etki yapar. Asla sertleşmemek
lazımdır.)
b- Hayır diyeceklere,
nasıl ikna edici olabileceklerini kısa ve öz anlatmak.
Madde 2 - Kararsızları
ve katı olmayan evet’çileri, peşinen iletişime kapatmamak için profillere
"hayır" amblemi koymamak lazım. Ayrıca, siyasette kırmızı renk
otoriterliği ve baskıyı sembolize ediyor. Kırmızıdan kaçınmak gerekiyor. Takdir
sizin.
Madde 3 - Kararsızları
ve katı olmayan evet’çileri bulmak ve etkilemek için sürekli farklı sayfa ve
profilleri ziyaret etmek; paylaşımlara, itici olmayan insanları düşünmeye
sevkeden yorumlar yapmak gerekiyor.
Türk Milleti’nin
sağduyusuna güvenelim. Bunun için bütün gücümüzle önce anlamaya sonra anlatmaya
çalışalım.
Madde 4 - Sizlerden
ricamız, whatsapp grubumuzda birbirimize sürekli yazmak yerine sosyal medyayı
sosyal bir alan olarak kullanmanız. Zaman az ve çok değerli. En kısa zamanda
yüzyüze görüştüğümüzde, çok daha rahat ve ayrıntılı bir şekilde düşüncelerimizi
paylaşabiliriz.
Madde 5 - Tıpkı
sokakta, otobüs durağında, komşu ziyaretinde nasıl davamızı anlatmamız
gerekiyorsa, sosyal medyada da bunu haber sitelerine yorumlar yazarak,
başkalarının profil ve sayfalarında açıklamalar yaparak niçin hayır denilmesi
gerektiğini anlatmalıyız.
Madde 6 - Tekrar
ediyoruz, asla hiç kimseye, karşımızdakine, siyasi partilere, siyasi parti
temsilcilerine ve Cumhurbaşkanı’na karşı kırıcı tek cümle etmemeliyiz. Bu, hem
doğru bir iletişim değil, hem de evet kampanyası yürütenlerin tam da istediği
şey. Unutmayalım, zaten kesin hayır oyu verecekleri ikna etmeye çalışmıyoruz.
Hayır oyu vermeye yatkın olanları kalıcı kılmaya, kararsızları ve tereddütlü
evet’çileri kazanmaya çalışıyoruz.
İletişim çağındayız,
her birey artık eskisinden çok daha etkili olabiliyor. Yazacağınız her yorum
davanın kazanılmasına katkıda bulunacaktır veya sebeplerinden biri olacaktır.
Madde 7 - Partileri
kurumsal olarak asla suçlamamak ve asla bir parti adına konuşmamak şart. Çünkü,
hayır sonucu ancak ve ancak her parti seçmeninden destek alınarak sağlanabilir.
Madde 8
Hiçbir dava, davaya
inanmayanlarca kazanılamaz. Davaya inanmayanlar hem diğerlerinin enerjisini
tüketir hem de karşı tarafa moral verir. Umutsuzluk iması içeren her kelimeden
kaçınılmalıdır. Bunu yapamayanlara lütfen yutkunup susmasını tavsiye ediniz.
Madde 9 - Herkes her
gün, "bugün iki kişiyi kazanacağım" diye umutla ve gülümseyerek güne
başlamalıdır.
Madde 10 - Sürekli
olarak hayır kelimesini olumlu algılatacak paylaşımlar yapılmasında fayda
vardır. Size gün içerisinde paylaşmanız için twitter ve facebook mesajı
göndereceğiz. Takdir sizin.
Madde 11 - Seçimde
hile yapılacağı kuşkusunu dillendirmenin kimseye faydası yoktur. Bu, hayır
diyenlerin şevkini kırıyor, sandığa gitme oranını düşürmek için de özellikle
pompalanmaktadır. Hangi seçim olursa olsun, denetlenmezse usulsüzlük olur. Şunu
söyleyecek ve yapacağız: Sandıkları denetleyeceğiz, tutanakları toplayacağız,
hileye izin vermeyeceğiz.
BAŞLANGIÇ İTİBARİYLE
HAYIR'LAR BİLGİYE DAYANARAK SÖYLÜYORUM, EVET'LERİN ÖNÜNDEDİR.
DAVAYA İNANIRSAK VE
DOĞRU SAVUNURSAK KİMSENİN KUŞKUSU OLMASIN KAZANACAĞIZ”
Baro Başkanı’nın olduğu söylenen ulusalcı ve ırkçı bir Türk
milliyetçisi olduğu yazdıklarından anlaşılan kişinin referandumdan #Hayır”
çıkarmak için önerdiği başlıca yollar ve taktikler bunlar.
Doğru ya da yanlışlıkları bir yana önerilenler aslında propaganda ya da algı ya da psikolojik savaş
taktik ve tekniklerinden başka bir şey değildir.
Bu şu varsayıma dayanıldığı anlamına gelir: Güçlerin birleştirilmesi ve yeni güçler
kazanılması psikolojik savaş taktik veya tekniklerinin başarılı kullanılması
sorunudur.
Yanlış olan ise, tam da bu temel ön kabuldür.
Bir strateji sorununu,
bir psikolojik savaş taktiği sorunu olarak ele almak; toplumdaki temel güçlerin
konum, çıkar ve ilişkileri sorununa girmeden, sadece psikolojik savaş
teknikleriyle başarılı olunacağını sanmak. Temel sorun bu yaklaşımın
kendisindedir.
Bu aralar neredeyse herkes böyle psikolojik savaş ya da
propaganda uzmanı olmuş bulunuyor. Bunlar elbet bir anlama sahip olabilir. Ama
burada yine sıradan, taktik bir sorunun temel ve stratejik bir sonunun önüne
getirilmesi; onun yerine koyulması ve son duruşmada temel ve stratejik
sorunlardan kaçılması gibi çok temel bir hata yapılmış bulunuyor.
Feyzioğlu’nun benzeri yaklaşımın bir başka örneğini, Alper Taş’ta
görelim. O da yine #HAYIR nasıl kazanılır diye şu yolları öneriyor:
“AKP'nin bir
referandum stratejisi olarak, ‘Hayır' diyenleri tek bir blok olarak gösterme
algısı içinde olduğuna dikkat çeken Taş 'AKP sağ muhafazakâr ve milliyetçi seçmenin
bütününü konsolide etmek için ‘Evet' diyenlerin de bir cephe olduğu algısı yaratmak
istiyor. HDP, CHP, FETÖ, Komünistler, Sosyalistler hepsi 'Hayır' cephesinde tek
ses izlenimi vermek istiyor. Oysa 'Hayır' diyenler çeşitlilik ve çoğulculuk arz
ediyor. Herkes kendi hayrına hayır diyor. Ve bu böyle devam etmeli.
Öbür türlü bir hayır
cephesi oluşturmak ve bu konuda ortaklaşmak AKP'nin tam da istediği kamplaşmaya
hizmet eder ve hedef kitlesini istediği gibi konsolide etmesini sağlar' dedi”
(Birgün)
Görüldüğü gibi Alper Taş da sorunu bir “algı yaratma” sorunu olarak, yani bir propaganda ve psikolojik
savaş sonunu ve taktikleri sorunu olarak ele alıp tartışıyor.
Ama burada atlanan çok temel bir problem var: Psikolojik savaş veya propagandanın gücü, #Hayır
cephesindeki çok daha güçlü itici ve parçalayıcı kuvvetlerin üstesinden gelmeye
yetmez.
Sorun bu cephenin bir arada bulunmasını ve davranmasını
sağlayacak çok daha büyük bir gücün varlığına duyulan ihtiyaçtır. Bu nereden ve
nasıl bulunabilir? Sorunu bu düzeyde tartışmak gerekir.
Biz bu sorunu ve önerimizi açıklamak için bir analoji veya
metafor olarak evrendeki temel kuvvetleri ve Yıldızların oluşumunu ele alalım.
*
Bilindiği gibi evrende dört temel güç (Kuvvet) vardır. Çekim
Kuvveti, Elektromanyetik Kuvvet, Güçlü Kuvvet, Zayıf Kuvvet.
Fakat bu güçlerin her biri farklı ve hatta birbiriyle çelişen
bir karakterdir. Zaten modern fiziğin en büyük problemi de, bu farklı
kuvvetleri bir tek açıklama ilkesiyle açıklamak; bir tek ortak formül altında toplayabilmektir.
Bu henüz bulunmamış teoriye, “Evren
Formülü” veya “Her şeyin Teorisi”
denmektedir.
Bu kuvvetlerden “Zayıf kuvvet” nükleer bozunmalardan sorumlu
kuvvettir. Bunu örneğimizle pek ilişkili olmadığından bir yana bırakıp diğer üç
kuvveti ele alalım.
Bunlardan Çekim Gücü (Gravitasyon) en zayıf ama aynı ölçüde de sınırsız olanıdır. O kadar zayıftır ki
bunu kendiniz bile basit bir gözlemle veya deneyle anlayabilirsiniz. Mıknatıslı
tornavidanızın ucunu bir jilete değdirip onu havaya kaldırabilirsiniz. Bu şu
demektir: Tornavidanızın ucundaki küçücük elektromanyetik kuvvetin çekim gücü,
koskoca yeryüzünün çekim gücünden fazladır, onu yenmektedir. Koskoca yeryüzünün
çekim gücü bir tornavida ucunun manyetik gücü kadar bile etmemektedir.
Ancak, bu manyetik çekim gücünün etki mesafesi kısadır. Bu nedenle
evrenin kaderini, manyetik güç değil, çekim gücü belirler. Yıldızları,
galaksileri, bunların devinimini falan hep bu çok zayıf çekim gücü yaratır.
Yani çekim gücü teori gibidir. Teorinin en genel ve temel
sorunları gibidir. Çok güçsüz gibi görünür ama son duruşmada kaderi belirleyen
odur. Veya toplumda maddi üretim hayatının belirleyiciliği gibidir. Son duruşmada
belirleyici olan odur.
Ancak atom altı alana girdiğinizde, orada da, “güçlü kuvevet”in etkisi, elektromanyetik
kuvvetten fazladır. Çünkü elektromanyetik kuvvetler alanında aynı yüklü
parçacıklar birbirini iterler. Eh atomun çekirdeğinde protonların pozitif
yükleri var. Bunların bir arada olmaması gerekir. Birbirilerini bizim hayır
cephesindeki farklı çıkar ve eğilimleri olan güçler gibi itmesi gerekir.
Dolayısıyla farklı elementlerin olmaması gerekir. Tüm evrenin sadece tek protonlardan
olması gerekir. Aslında ilk önce aşağı yukarı da böyle olmuştur. Evrende
aslında esas olarak Hidrojen ve helyum vardır.
Ancak diğer elementler de var. Bir Karbon atomunda bir sürü
pozitif yüklü proton bir aradadır. Bunlar nasıl oluyor da bir arada
bulunuyorlar? Elektromanyetik kuvvete bağlı olarak aynı yüklü parçacıkların
birbirini itmesi gerekir.
İşte burada güçlü kuvvet ortaya çıkar. O kadar güçlüdür ki,
elektromanyetik kuvvete bağlı olarak bir arada bulunamayacak aynı yüklü parçacıkları
bile atomun çekirdeğinde bir arada tutar.
Ancak onun da bir sorunu vardır, atom çekirdeğinde, yani o
küçük mesafelerde bu kadar güçlü olan bu gücün sınırı o kadar kısa mesafelerdedir.
Atom çekirdeğin dışına çıkıldığında bu kuvvetin esamisi bile okunmaz olur.
İşte yıldızlar da hep bu güçlerin bir mücadelesinde son
duruşmada bizim o zayıf, kısa mesafelerde esamisi okunmayan gravitasyonun diğer
güçleri yenmesi ile olur.
Örneğin Yıldızlarda o kadar çok büyük bir gaz yığışması olur,
kendi çekim gücüyle yıldızın merkezinde o kadar büyük bir basınç, dolayısıyla
sıcaklık oluşur ki, farklı atomların çekirdekleri bu basınç altında kaynaşmaya,
birleşmeye, bu sırada da enerji yaymaya başlar. Böylece yepyeni ve daha
karmaşık elementler sentezlenmiş olur.
Bizler de varlığımızı bu sürece borçluyuz. Yıldızlar maddeyi
Karbon ve Demire kadar dönüştürürler, yakıtları tükendiğinde de patlarken diğer
elementleri yaratırlar. Bunlar evrendeki yıldızlar arası maddeye karışır ve
böylece bir bakıma dünya gibi katı gezegenlerin ve hayatın ortaya çıkması için
bir tür “humuslu toprak” haline gelir evren giderek. Bizler bir bakıma phöenix
gibi yıldızların küllerinden gelmişizdir ve yine yıldızlara kavuşacağızdır bir
gün.
*
İşte bizim #hayır diyenlerin sorunu biraz bu atom çekirdeği
gibi.
#Hayır diyenlerde de Elektromanyetik kuvvet gibi kuvvetler
var ki bunlar tıpkı aynı yüklü parçacıkların bir arada bulunamaması gibi
dağıtıcı bir işleve sahipler. Aleviler ve Laikler ile Sünniler, ırkçı Türk
milliyetçileri ve ulusalcılar ile Kürtler gibi. Bunlar birbirine karşı itici
bir kuvvet etkisi yapıyor. İtici kuvveler çok baskın.
Ancak Erdoğan’ın diktatörlük hedefi ve bunun aynı zamanda
bir İslam devleti ve ulusçuluğuna dayanması planı, ister istemez bu itici
kuvvetlere karşı bir baskı yaratıp, “atom çekirdeğindeki “güçlü kuvvet” gibi onları
bir #Hayır cephesinde bir araya gelmeye zorluyor.
Ama bu bir arada olmaktan güçlü bir enerji çıkmaz, hatta
zamanla radyoaktif bozunma gibi bozunma ve dağılma tehlikesi sürekli varlığını
sürdürür.
Burada başka bir kuvvetin devreye girmesi gerekir ki, sadece
onları bir arada tutmasın, ama aynı zamanda onları yepyeni bir bileşimde
birleştirsin ve bu birleşimden muazzam bir enerji ortaya çıksın. Yıldızların oluşumunda
nasıl bu işlevi gravitasyon yapıyorsa, benzerine Toplumsal mücadelede de
ihtiyaç var.
İşte biz bu gravitasyon gibi kuvveti, ancak, kitlesel bir
eylemin ortaya çıkarabileceğini söylüyoruz.
Bu durumda sadece dağılma engellenmiş olmaz, aynı zamanda
farklı çekirdeklerin kaynaşmasıyla yepyeni sentezlere geçilip, muazzam bir
enerji de harekete geçirilebilir, yani yıldızlardaki nükleer süreçlerin
başlaması ve çevrelerine ışık yaymaları gibi bir süreç de harekete
geçirilebilir.
Bundan hareketle sadece #Hayır’ın zaferi sağlanmaz, elde
edilen o enerjiyle, Erdoğan’dan da kurtulunur; bu merkezi ve bürokratik
devletten de kurtulunur ve bu topraklarda yaşayan insanların gerçek bir
biçimsel eşitliği sağlanabilir; oradan hareketle bu Ortadoğu’nun “makûs talihi”
yenilebilir diyoruz.
Burada sosyal mücadeleler tarihinin sonuçlarına ve
derslerine bakıyoruz.
Bu temel ders şunu der: Milyonlarca insan propagandayla,
psikolojik savaş teknikleriyle veya akli argümanlarla fikrini ve kendini
değiştirmez ve değiştiremez. Milyonlarca insan değişmedern de toplumun yapısı değiştirilemez.
Milyonlarca insan ise ancak eylem içinde, bir şeyleri dönüştürme çabası içinde
kendini de değiştirip dönüştürebilir; yani Kürtler Türkler, Aleviler, Sünniler,
“Laikler”, Müslümanlar, mütedeyyinler vs. birer demokrata dönüşebilirler ve
demokratlar olarak birleşebilirler.
Bunun için de, Erdoğan’ın diktatörlük hayallerinin korkunç
bir tehlike ve risk olduğu kadar da büyük bir olanak sunduğunu; devrimci bir
dönüşüm için, bir araya gelmeyecek güçleri bir araya getirdiğini ve bunun
muazzam bir birikimin koşullarını yarattığını söylüyoruz.
Yıldızların oluşumu için bir ön koşul vardır. Yıldızlararası
evrendeki gazlar çok soğuk olmalıdır. Gazlar sıcaksa zaten bir ayara gelmezler.
Soğuk ise, bir araya gelip yoğunlaşabilirler ve o zaman ancak büyük çekim
güçleri ortaya çıkıp yıldızın merkezinde büyük sıcaklıklar ortaya çıkıp nükleer
reaksiyonlar başlayabilir.
Ve bu olanağı bizzat bizlere veren ve bunu kullanmaya
zorlayan da Erdoğan’dır.
Bizim #Hayır cephesinde ise bu “soğuk gazların toplaşması”
şöyle sağlanabilir:
Bugün en küçük bir politik gösteri, derhal polis şiddetiyle
bastırılmakta, bu da geniş kesimlerin ve kitlelerin sokağa çıkmasının önünde en
büyük engellerden biri olmaktadır.
Öte yandan, Erdoğan’ın polis devletinin baskısı olmasa, bu
sefer sol hareketler hiç bir somut ve acil görev içermeyen, rozet karakterli bayrakları,
pankartları, sloganları ile gelirler. Bunların her biri hem somut değildir ve
her biri diğerini de itici olur. Bir Kemalist'in Atatürk, bir kürdün sarı yeşil
kırmızı ile veya Öcalan posteriyle geldiği ve buna uygun sloganlar attığı bir
miting dağılmaya, hatta birbiriyle kavga etmeye mahkûmdur.
Ancak işte Erdoğan bizlere fiilen politik mitingleri
yasaklayarak, bizleri en temel sıradan yurttaşlık hakları ile direnmeye, sokağa
çıkmaya zorlayarak, aslında bizlerin kendi irademizle başaramayacağımız bir
olanağı bizlere sunmaktadır. Hiçbir pankart, flama, slogan, müzik olmadan her
gün aynı yer ve saatlerde sadece bir tek #HAYIR rozeti, sembolü ile orada
bulunmak.
(Bu ortak eylem dışında, başka zamanlarda ve yerlerde herkes
kendi propagandasını, gerekçesini, rengini vs. kullanacaksa kullanır. Bu da
yasaklanamaz ve yasaklanmamalı.)
Böyle bir eylem kısa sürede milyonlarca insanın harekete
geçmesini sağlar. Bir iki ay boyunca sürdürülecek böyle bir direniş, insanlarda
muazzam bir dönüşüm ve kaynaşma sağlayıp onların ön yargılarının yıkılmasının,
birer demokrata dönüşmesinin ve demokratlar olarak birleşmesinin yolunu açabilir.
Bu ise öyle bir enerjiyi ortaya çıkarır ki, sadece Erdoğan
değil, Türkiye’deki bu merkezi ve bürokratik devlet de, eşitsiz ve keyfi sistem
de yok edilebilir.
Tıpkı bir uzun atlamacının geri çekilmesi gibi; tıpkı bir
oku atmak için yayın geriye doğru gerilmesi gibi. Toplanan enerji ne kadar büyük
ise, o kadar ileriye sıçrama veya oku uzağa atma imkânı doğar.
Bu nedenle, olabildiğince geri bir noktadan başlamalı. Hiç bir
slogan, bayrak, pankart olmadan, sessizce ısrarla her gün aynı saatlerde aynı
yerlerde bulunmak…
Bu toplumun en derin, en yoksul kesimlerini harekete
geçirecektir.
Hele bir, büyük şehirlerin merkezlerinde böyle bir hareket
başlasın, bir süre sonra esas kenar semtlerin bu harekete katılıp damgasını
vurduğu görülecektir.
Ezilenler binlerce yıllık deneyleriyle parlayan şeylerin peşinden
gitmezler. Sessiz sabırlı vakur ve kitlesel ve somut hedefleri olan eylemler
onları her zaman çeker.
Ancak böyle bir hareket, o devin dizleri üzerinde, ellerini
toprağa dayayarak ayağa kalkışını sağlayabilir.
Yani çok devrimci gerekçelerle, önerdiğimiz gibi bir pasif
harekete itiraz edenler veya görmeyenlerin anlamadığı, hayatın bu diyalektiğidir.
Bizlerin gerçekten devrimci bir dönüşüm için şimdi hiç de “devrimci”
olmayan “pasif”; bağırtısı, çağırtısı, renkleri olmayan ama kitlesel bir harekete
ihtiyacımız var.
Kitlesellik ve pasiflik birbirine bağlı. Tıpkı yıldızların
oluşumunda büyük bir kitlenin bir noktada oluşması için gazların soğuk olması
gerektiği gibi.
Erdoğan’ın diktatörlüğüne son vermek için de ve bunu başarınca
daha ilerilere gidebilmek için de ihtiyacımız olan budur.
Aksi takdirde konuyu bir propaganda veya psikolojik savaş sorunu
veya akli argümanlar getirerek karşı tarafı ikna sorunu olarak ele almak,
yenilgiyi baştan kabullenmek demektir.
29 Ocak 2017 Pazar
Demir Küçükaydın
@demiraltona
1 yorum:
İlginç ..Özellikle sona doğru.. Ama giriş öylesine uzun ve gereğinden fazla yayılmış ki(Pazar sabahı rehaveti olsa gerek!) bugünkü koşullarda ihtiyacı olana ulaşamaz! İnsanlar bir twit okumaya sabredemiyor neredeyse! Yine de Kolay gelsin..
Yorum Gönder