Hrant Dink “Ruh halimin Güvercin Tedirginliği”
başlıklı yazısının son satırlarında umudunu ve güvenini şu sözlerle dile
getiriyordu:
“Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde
görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında
dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”
Ama bu satırların Dink’in son satırlarından biri
olması, aynı zamanda bu umudun ve güvenin hiçbir dayanağı olmadığını da
kanıtlamış bulunuyor.
Niçin böyle?
Çünkü Hrant’ın unuttuğu
bir şey vardı, biyolojik bir kavram
olarak insan ile (yani küçük harflerle insan olmakla), sosyolojik olarak İnsan (büyük harflerle
İnsan) olmak arasındaki farkı göremiyordu.
Yani unuttuğu “bu ülkede” İnsanların değil Türklerin yaşadığı idi.
Elbette Türkler de, tıpkı Hitler gibi biyolojik olarak birer insandırlar. Ama o insanlar (büyük harfle)
İnsan değildirler.
Dink’in anlamadığı, bir demokrat
olduğu için göremediği veya iyi niyetle görmek istemediği Türklerin İnsan olmadığıydı.
Dink’in zikrettiği, bir
zamanlar, aralarında güvercinlerin yaşamasına müsaade eden ve “bu ülkede”
yaşayan insanlar, Türk değil Müslüman’dılar. O Müslümanlar Ermenileri, Rumları,
Süryanileri katlederek adım adım Türk oldular.
O bir zamanların müslümanları, Türkiye Cumhuriyeti’nin
yasalarına değil, Allah’ın yasalarına göre düşünüp davranmaya çalışırlardı. O
insanlar, en zararlı bilinen böceği bile, o da Allah yaratığıdır diye
öldürmekten çekinirlerdi. Onlarda “Allah
korkusu”, yani tüm insanlara hatta canlılara karşı ayrımcılık yapmış olma
korkusu olurdu.
Ama Türklerde “Allah
korkusu” yoktur, onlarda Türk
Devleti korkusu vardır. Devlet güvercinlerin kafasını koparın dediğinden,
güvercinlerin kafasını koparırlar.
O Müslümanlar Allah korkusunu bırakıp Devlet korkusunu onun
yerine geçirip bu ülkedeki milyonlarca Ermeni’yi katlettiklerinde, onların
mallarına konduklarında sonra kolektif olarak bu suçlarını unutmaya ve
unutturmaya çalıştıklarında Müslüman olmaktan çıktılar ve birer Türk’e
dönüştüler.
Türkler Allah’tan korkmaz, devletten korkar; Türklük
öncesinin Müslüman’ı kadar bile İnsan’a yakın değildirler.
Türklük, tüm dinlerden (yani inanç ve soydlardan) insanları eşit
kılan Aydınlanma’nın İnsan kavramının yerine, bir eşitsizliği, baskıyı,
egemenliği getirmenin, yani Aydınlanmaya karşı bir karşıdevrimin bir aracıdır. Türklük ancak Aydınlanma İnsan’ının
ve Müslüman’ın öldürülmesi ile var olabilir ve olabilmiştir.
Dink’in anlamadığı, eskiden insanların Türk olmadığıydı.
Onlar Allah’tan korkan Müslümanlardı. Önce İttihat Terakki ve sonra Türkiye
Cumhuriyeti, bu insanları Türk haline dönüştürdü.
Bu gün kendine Müslüman diyenleri Türklük öncesinin Müslümanlarıyla
karıştırmamalı.
Bu günün Müslümanları Müslüman değildirler: Allah için
değil, Türklük için, devlet ve Türk milleti için yaşarlar. Allah’ın kanunlarına
değil, Türk devletinin kanunlarına uyarlar. Onlar Türklerin ezilenlerini
yanıltmak için kendilerine Müslüman diyen Türklerdir.
Müslümanlar Allah için yaşarlar, Allah için ölürler,
Allah’tan korkarlar, her işlerini Allah için yaparlardı.
Türkler Türk Devleti ve Türklük için yaşarlar, Türklük ve
Türk devleti için ölürler, Sadece Türk devletinden korkarlar ve her işlerini
Türklük için yaparlar.
Cami7Ye gidin biri bir müslüman olamaz. Çünkü oradaki İman,
müezzin vs. Allah’ın kulu değil; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin maaşlı
memurudur. Onun ardında saf duran Allah’a değil; Devlete tapmış olur.
Sosyolojik olarak İnsan olan Türk ya da Müslüman olamaz.
Nasıl bir Türk, Müslüman olamazsa ve bir Müslüman da Türk
olamazsa öyle.
Türk, ancak Türklerin eşit
olabileceğini kabul edendir.
Müslüman Allah’ın birliğini ve tekliğini kabul edenlerin eşitliğini kabul edendir.
Müslüman isen Türk, Türk isen Müslüman olamazsın.
Ya Allahın ya da Türkiye Cumhuriyeti denen devletin
kanunlarına uyacaksın.
Benim dinim İslam; Milletim Türk diyenler, tam da Türklerin
Ulus ve Din tanımlarına uygun davrandıklarından, kendilerine Müslüman diyen
Türklerdir ama Müslüman değildirler.
Bunlar İnsan’ların birer dinleri ve milletleri olduğunu
söylerler. Bu en büyük yalandır.
Bu en büyük yalandır. Çünkü sosyolojik olarak millet de bir
dindir: milliyetçilerin Din tanımının kendisi, yani dinin özel bir sorun
olduğu, bu normatif tanım, bu hukuki, tanımın
kendisbi bir dindir. Din insanların tüm yaşamını örgütler. Millet denen din
de, bu din tanımı aracılığıyla insanların tüm yaşamlarını örgütler.
Bu nedenle sosyolojik olarak din ve millet, farklı kategorilerden değil, aynı kategoriden
oluşumlardır. Dolayısıyla bir insanın
bir dini ve bir milleti olabileceği, yani din ve milletin farklı kategorilerden
oluşumlar olduğu, milletlerin ve milliyetçilerin bir yalanıdır. Bu kabulün ve
tanımın kendisi sosyolojik olarak bir dndir, yani tüm toplumsal yaşamı
belirler.
Nasıl bir İnsan hem putlara hem Allah’a tapamaz, toplumsal
hayat hem bir puta hem Allah’a göre düzenlenemezse, anı şekilde insan hem Türk
hem Müslüman olamaz.
Aynı şekilde, insan (burada biyolojik bir varlık olarak
insandan söz ediyoruz) hem İnsan (Sosyolojik olarak insan) ve hem de Türk,
Müslüman veya Putperest vs. olamaz.
İnsan (Burada
sosyolojik olarak), insanların (Burada biyolojik olarak) dili, dini, etnisi,
soyu, sopu, ırkı, ne olursa olsun eşit olduğuna inanan ve bu inanca göre
yaşamak için mücadele edendir.
Diğer bir ifadeyle, insanların
dili, dini soyu sopu ne olursa olsun eşit olduğunu kabul etmeyen insanlar
sosyolojik olarak İnsan değildirler ve olamazlar.
Bu inanca göre yaşamak ise, bir ulustan olmakla veya bir “din”den
(Yani ulusçuların tanımladığı anlamda dinden) olmakla bağdaşmaz.
Bütün insanlar eşitse, niye birileri şu veya bu soy, tarih,
dil vs. (yani örneğin Türk, Kürt, Ermeni, Fransız) denerek bu eşitliğin dışında
tutulmaktadır?
Bu iddianın kendisiyle çeliştiği açık değil midir?
İnsan olmak her şeyden önce, ulusal olanın, tıpkı Aydınlanma’nın din tanımıyla yaptığı ve
ulusçuluğun alıp darattığı gibi, politik olmaktan çıkarılması kişisel bir
sorun olarak ele alınması ile mümkün olabilir.
İnsanlar, devletin her hangi bir ulusla tanımlanmasını reddeden bir
toplumda var olabilir ve bu günkü ulus devletler içinde bunun için mücadele ederler.
Yani İnsan olmak
için her şeyden önce, politik olanın ulusal olanla tanımlanmasına, yani uluslara
karşı mücadele etmek gerekir.
Uluslar, içinde mücadele edilen tarafsız
ortamlar değil, kendilerine karşı
mücadele edilmesi gereken, her şeyden önce, siyasi birimler ve üstyapılardır.
İnsanlar, Türklüğün, şimdi tıpkı dinin olması gerektiği gibi, tamamıyla
kişisel bir sorun, özel bir sorun olması için mücadele edenlerdir.
Diğer bir ifadeyle İnsanlar, politik bir kimlik olarak
Türklüğü reddeden ve Türk devletini yıkıp, ulusa göre değil,
dili, dini, etnisi, soyu, cinsi ne olursa olsun tüm insanların eşit olarak
yaşayacağı bir toplum için mücadele edenlerdir.
Bu gün sadece
Türkiye’nin değil, tüm dünyanın, sosyalistlere değil (yani Türk ulusunu ve devletini içinde
mücadele edilen tarafsız ortamlar olarak görenler), İnsan’lara (ulusları ve
ulusal devletleri yokmayı başhedef olarak koyanlara) ihtiyacı var. Ne
yazık ki henüz dünyada hiç İnsan yok. Çünkü insanların ortaya çıkışı, din’in ve
Ulus’un ne olduğuna ilişkin bilimsel bir anlayışın kabulü ve yaygınlaşmasıyla
olabilir. Yani bilim bir din, din bir bilim olduğunda, İnsan’lar ortaya
çıkabilir. Ya da şöyle diyelim insanlar (biyolojik olarak insanlar)
İnsan
(Sosyolojik olarak insan, yani ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini
reddeden) olabilir.
Sosyalizm için değil,
öncelikle İnsan’lık için mücadele etmek, yani her biri uluslara göre
tanımlanmış devletleri (ki bunların her biri de ulusları farklı ölçütlerle
tanımlamaktadır) yıkma mücadelesine girmek gerekiyor.
Sosyalist olabilmek
için de her şeyden önce İnsan olmak; Türk, Kürt, Ermeni, Fransız, Amerikalı, Avrupalı olmaktan çıkmak ve
bunlara, yani uluslara karşı mücadele
etmek gerekiyor. Çünkü ancak İnsanlar (Yani tüm insanların biçimsel
olarak eşit olduğu bir düzen, bir dünya cumhuriyeti için mücadele edenler ve
böyle bir dünyada yaşayanlar) Sosyalist (Bu İnsanların ekonomik ve
sosyal eşitliği için de mücadele eden) olabilir.
Bugün dünyada
yaşayan sosyalistler, (tıpkı
müslümanlar ya da türkler gibi, çünkü onlarla aynı din ve ulus kavramlarını
paylaşırlar, onlarla aynı dindendirler) İnsan
değildirler ve olamazlar.
Sosyalistlerin hedefi, “ulusların
kaderini tayin hakkı” değildir ve olamaz.
Sosyalistlerin hedefi, “ulusal olanın da politik olmaktan
çıkarılması ve özele ilişkin olması”, yşani ulusların ve ulusal devletlerin
yıkılması olabilir.
Sosyalistler, ancak, böyle, asgari olarak biçimsel eşitlik
sağlandıktan sonra gerçek bir eşitliği, yani ekonomik eşitliği, yani sosyalizmi
isteyebilir. Olanaklı kılabilir ve gerçekleştirebilirler.
Sosyalistlerin hedefi: “ulusların kaderini tayin hakkı” değil; isteyen üç kişinin bir araya
gelip, istediği ulusu kurma, girme, çıkma
ve ulussuz olma hakkı olmalıdır.
Bu günün ulusal devletlerle kaplı dünyasında,
insanların ulussuz olma hakkı, dolayısıyla İnsan olma hakkı yoktur.
İnsan bu dünyada, tıpkı putların egemen olduğu bir dünylada Müslümanların yaptığı
gibi, ancak “takiye” yaparak var olabilir; yani ulusları ve ulusal
devletleri yıkmak için onların kanunlarına uyarak, vergi vererek vs. var
olabilir.
Sosyalistler ise, her şeyden önce İnsan olma hakkı, yani
ulussuz olma hakkı için mücadele etmelidirler.
Ulussuz olma hakkının ilk koşulu da politik olanı ulusal
olana göre tanımlayan ulusal devletlerin yıkılmasıdır. Politik olanın ulusal
olanla çakışması ilkesine dayanan ulusçuluğun reddidir.
*
Hrant Dink, aslında böyle net ifade edememiş olsa da, böyle
bir dünya için mücadele ediyordu. Hırat Dink aslında bir Hanif idi. Yani yeni
bir dinin, İnsan dininin habercisiydi.
O bir sosyalist olarak, en azından ulusun bir dille, bir
dinle, bir soyla tanımlanmasına karşı çıkıyordu. Yani sosyalizmin kökenindeki
demokratizme sahipti. Dink’in o kapsayıcılığının
ardında bu vardı.
Bilince çıkmamış, programatik ifadesini bulamamış olsa da bu
demokratizmi tüm uluslara karşı bir mücadelenin tohumunu, yani İnsan olmanın
tohumunu içinde taşıyordu.
Bu insanlık tohumunun serpilip yeşermemesi için Türkler
tarafından öldürüldü.
Çünkü her ulus gibi, Türklük de İnsan’lığın düşmanıdır.
İnsanın olduğu yerde Türk, Türk’ün olduğu yerde de İnsan var olamaz.
20 Ocak 2007 Cumartesi
(On yıl önce yazılmış bu yazı bugün daha aktüel. O nedenle
olduğu gibi tekrar yayınlıyoruz.)
19 Ocak 2017
Demir Küçükaydın
@demiraltona
2 yorum:
Muhteşem.
Muhteşem
Yorum Gönder