Bazı forumlar 1 Mayıs için aşağıdaki bildiriyi yayınlamış
bulunuyorlar. Öncelikle bu metni eleştirimizin bir nesnesi ve hem de bir ibret belgesi olarak aşağıya
aktarıyoruz:
“GEZİ’DEN 1
MAYIS’A HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ
Bizler Gezi
direnişinin devamı olan forumlar olarak, forumlara katılan işçiler, emekçiler,
üniversiteliler, liseliler, kadınlar, LGBT’ler olarak, tüm ezilenler olarak 1
Mayıs’ta Taksim Meydan’ında olacağız!
Haziran
ayaklanmasında Taksim’e giren ve Gezi Parkı’na inşaat yaptırtmayanlar,
AKP’nin sıfırlanamayan
paraları ortalığa saçıldığında, yolsuzlukların, adaletsizliklerin, hırsızlıkların
karşısında sokaklarda, meydanlarda omuz omuza verip hükümeti istifaya
çağıranlar, forumlarında gerçek demokrasiyle mücadeleyi, direnişi sürdürenler
olarak herkesi 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmaya çağırıyoruz…
1 Mayıs’ta
hepimiz birer Ali İsmail, Mehmet, Medeni, Ahmet, Ethem, Abdullah, Hasan Ferit
ve Berkin olup tüm meydanları birleştiren o sloganı hep birlikte daha güçlü
haykıracağız:
“Her Yer
Taksim Her Yer Direniş!”.
1 Mayıs
1977’de öldürülenlerin, gezi sürecinde aramızdan aldıkları 8 arkadaşımız, kardeşimiz,
yoldaşımızın hesabını sormak için 1 Mayıs’ta Taksim’deyiz.
31 Mayıs’ta
caddeleri doldurup Taksim’i nasıl kazandıysak, şimdi de 1 Mayıs işçi sınıfının
uluslar arası birlik, mücadele ve dayanışma gününde tüm yasaklamaların
karşısında, AKP’nin karşısında yine, yeniden Taksime çıkacağız!
Bu daha
Başlangıç Mücadeleye Devam!
Halklarımıza
bir kez daha sesleniyoruz:
Sömürünün
olmadığı, zorbalığın, yolsuzluğun, faşizmin olmadığı bir dünyayı kurmak için;
Öfkeni,
Yüreğini, Umudunu al da gel!
1 Mayıs’ta Taksim’e
Gel Gel Gel…
ABBASAĞA
FORUMU, ÜSKÜDAR DOĞANCILAR FORUM, ŞİŞLİ GÜLBAĞ FORUMU, BAKIRKÖY HALK MECLİSİ, TATAVLA
DAYANIŞMASI, ŞİŞLİ MERKEZ MAHALLESİ FORUMU, YOĞURTÇU FORUMU, LEVENT SPORCULAR, PARKI
FORUMU, YENİKÖY FORUMU, KOCAMUSTAFAPAŞA DAYANIŞMASI, MAÇKA FORUMU, ETİLER FORUM,
BÜYÜKDERE FORUMU, DİREN BAKIRKÖY ÇAMLIK FORUMU, GÖZTEPE GEZİ DAYANIŞMASI, SELAMİÇEŞME,
ÖZGÜRLÜK PARKI HALK FORUMU, CİHANGİR PARK FORUMU”
Bu metin, hem dayandığı politika anlayışıyla; hem Gezi’den anladığıyla, hem içeriğiyle, hem oluşumuyla, hem önerdiği mücadele
biçimiyle ve hatta üslubuyla,
özetle bedeni ve ruhuyla, Gezi’nin inkârı
ve “Gezi Ruhu”nun öldürülmesidir.
Şimdi adım adım bunu her yönüyle gösterelim. Bu bildiriyle, “Gezi’nin
Bakiyesi” olan forumlardaki “Gezi Ruhu”nun nasıl yok edildiğini görelim.
Gezi’nin Ne Olduğu Üzerine
Gezi Hareketi, var olan toplum ve devlet karşısında başka
bir toplum ve devlet özleminin ifadesiydi; bunun mümkün olduğuna ve
olabileceğine dair el yordamıyla bir denemeydi. Daha sonra Forumlar da hemen
hep bu noktaya yoğunlaştılar. “Başka bir
dünya mümkün” derken ifade etmek istedikleri buydu.
Yani var olan Cumhuriyet ve Ulus karşısında, daha kısa
ifadeyle Devlet karşısında, başka bir karşı Cumhuriyet, karşı Ulus ve karşı “Devlet”
özleminin ifadesiydiler.
Gezi, Türkiye Cumhuriyeti denen Türklük ve resmi bir Sünni
Müslümanlıkla tanımlanmış bu merkezi, bürokratik, militer devlet karşısında; Türklük
ve Sünni Müslümanlıkla tanımlanmamış; çoğunluğun karar almasına ve en özgür ortamda
delegeler seçmesine (ki Taksim ve Forumlar, devlet gücü ve hukukunun olmadığı
en özgür yerdi) bile kuşkuyla bakan bir Demokratik Cumhuriyet; merkezi,
bürokratik ve militer olmayan bir devlet ve toplum özlemini ifade ediyordu. Bu
özlemini programatik bir ifadeye kavuşturamadığı ve bunun araçlarını;
organlarını yaratamadığı için yenildi.
Eğer Gezi ve Forumlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti ve
ulusu Türklük ve Müslümanlıkla tanımlamışlığı karşısında, böyle tanımlamayı
açıkça reddedebilen bir noktaya gelip bunu sembolleştirebilseydi; Türk
Bayrağının karşısında hiçbir dile, dine, etniye, kültüre dayanmamayı, bütün
bunlar karşısında tarafsızlığı ve bunları politik alanın dışında tanımlamayı
temsil edebilen bir bayrağı, örneğin hiçbir siyasete, dine, dile ayrıcalık tanımayan
bir beyaz bayrağı, Türk Bayrağı’nın alternatifi ve karşı toplumun bir sembolü
olarak, Taksim’e, Forumlara, Parklara dikebilseydi özlemlerini bir bayrakla
sembolleştirmiş olurdu.
Gezi ve parklar gibi özgürlük adalarının emniyetini ve
savunmasını kendisi örgütlenmeyi deneyebilseydi bugün çok başka yerde olurdu.
Yaptırım gücü olmasa da, kendi yurttaş veya vicdan mahkemelerini
kurup; var olan yasalarla bile, alternatif bir adaletin örneklerini
kurabilseydi; o zamanlarda Ergenekon, daha sonra Rüşvet davalarına gerçek bir
mahkeme gibi bakabilseydi ve sonunda halkın vicdanında mahkûm edebilse veya
beraat ettirebilseydi bugün alternatif bir ulus ve toplum tasavvuru olarak çok
başka bir yerde olurdu.
Doğrudan veya dolaylı manüplasyon olanaklarını minimuma
indiren demokratik organlar ve işleyiş ve karar mekanizmaları yaratabilseydi,
elbet bu devletin gücü karşısında tutunamayabilir ve ezilebilirdi ama diğer
benzeri hareketler için paha biçilmez bir deney ve hareket noktası
bırakabilirdi.
Bunun yapamamasının nedeni, entelektüel ve teorik
hazırlıksızlığı; onlarca yıl süren ve gerici bir ideolojik atmosfer içinde
doğmuşluğu idi.
Ne kadar tohum olarak kalırsa kalsın; bugün neredeyse yok
olmanın eşiğinde bile bulunsa Gezi bir Muhalif
Parti Değil; alternatif bir toplum,
ulus ve cumhuriyet özlemi ve denemesidir.
Yani Gezi’nin özünü, AKP
veya Erdoğan karşıtlığı değil; Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı; Demokratik bir Cumhuriyet özlemi belirler.
Erdoğan ve AKP sadece bu tepkinin dışa vurulması için birer vesile; birer araç
olmuştur.
Gezi’nin zaaflarını bile teorik ve entelektüel
hazırlıksızlığı kadar özündeki bu farklılık yaratmıştır.
Hatta öyle ki, bu devletin merkezi yapısına ve yetkisiz temsilcileri
bile kendisini seçenlerden koparan mekanizmalarına duyduğu sağlıklı kuşku ve
düşmanlık nedeniyle, çoğunluğun karar almasına veya delegeler seçmesine bile
kuşkuyla bakışını “doğrudan demokrasi”
gibi bir kavramla ifade ediyordu.
Gezi’nin merkezileşme ve bürokratlaşma tehlikesine karşı
duyduğu bu sağlıklı kuşku ve tepki, yeterli dozda tutamadığı bir çocukluk
hastalığı olarak, en değerli günlerinde (Taksim’deki ilk hafta örneğin) en
küçük bir özyönetim organı bile oluşturma girişimine girmediği için; kendi
özyönetimini sağlayacağı organlar oluşturamamasına bu da kendi temsilini, fiilen
kendisiyle ne organik ne de ruhsal hiçbir ortak yönü bulunmayan “Taksim
dayanışma”sına teslim itmek gibi bir paradoksa yol açıyordu.
Forumlarda da oylama ve karar almaya; delegeliğe kuşkuyla
yaklaştığı için, Forumlar birer iç dökme alanı olarak kalıyordu. Ama bu da bir
karar alma ve direnişi örgütleme; ülke çapında örgütlenme gibi olanakları yok
ettiğinden bir süre sonra somut bir iş çıkmadığı; alternatif bir “cumhuriyet”in
örneğini kuramadığı; bir ikili iktidar organına dönüşemediği için kan kaybetmeye
başladı. Buna paralel olarak Taksim’de yaşanan trajedinin bir benzeri de
forumlarda yaşandı.
Forumlar bürokratlaşma korkusuyla, kendilerini nasıl
yöneteceklerine bile karar veremeyince, işleyiş fiilen küçük örgütlü gruplarca
ele geçirilip yapılmaya ve onlar da bunun avantajlarını kullanarak toplantıları
ve işleyişleri kendilerine göre maniple etmeye başladılar.
Bu da forumların kan kaybetmesini ve uzaklaşmayı
hızlandırdı. Ayrıca bunu yapmak isteyen birçok örgüt olduğundan onların
aralarındaki rekabet ve ayak oyunları ek bir hızlandırıcı işlev gördü. Bu gidiş
şu veya bu ölçüde neredeyse hemen her yerde görüldü.
Yani onun zaaflarının temelinde bile aslında doğru ve haklı
bir kuşku ve korku bulunuyordu.
Benzer şekilde Gezi, Ulusun ve Devletin Türklükle ve Sünni İslam’la
ve onun da Emevi devletçiliğinin yorumlarıyla şekillenmişliği karşısında, kendi
kuracağı ve özlediği cumhuriyetin böyle bir tanımlamayı reddettiğini sembolik
hareket ve eylemlerle ifade etmeye çalışıyordu. Lice olduğunda sokaklara dökülüyor
Kürtçe sloganlar atıyor veya sokaklarda yeryüzü iftarlarına katılıyor; kadın
düşmanı ve homofobik bu devlet karşısında kadınların ve farklı tercihlerin
yanında saf tutuyordu.
Bütün bunları göz önüne aldığımızda, Gezi’nin ve Forumların
başarısız kalsa ve somutlanmış olmasa da, bir muhalefet partisi ve örgütü
değil; alternatif bir “devlet”, “toplum” ve “Cumhuriyet” olduğu için böylesine
toparlayıcı olabildiği ve yeterince böyle olamadığı için bir gerileme yaşadığı
sonucu çıkar.
Öyleyse, Gezi’nin Ruhunu taşıyan ve yaşatmayla çalışan bir
“1 Mayıs Bildirisi” her şeyden önce bu devletin en temel karakterlerine karşı
bir çağrı ve en azından Gezi’nin kendi gerçekleştiremediği; somutlaştıramadığı
özlemlerinin bir ifadesi olması gerekir.
Forumlar adına yayınlanmış bu bildiri ise, ne bu devletin Türklük
ve Sünni Müslümanlığına; Ne onun merkeziyetçi ve bürokratik yapısına karşı en
küçük bir karşı çıkış içermiyor. Koskoca bildiri içinde bir parça somutluk taşıyan
şu satırlar herhangi bir muhalefet partisinin de altına imza atabileceği;
iktidar ve AKP karşıtı şu sözlerden başka bir şey içermiyor:
“AKP’nin sıfırlanamayan
paraları ortalığa saçıldığında, yolsuzlukların, adaletsizliklerin,
hırsızlıkların karşısında sokaklarda, meydanlarda omuz omuza verip hükümeti
istifaya çağıranlar”
Gezi buymuş.
Hayır, Gezi bu değildi. Ama sizin Gezi’yi yapmaya
çalıştığınız; onda gördüğünüz ve görmek istediğiniz budur.
Bu bildiri, Gezi’yi bir muhalefet partisine düzen için bir
partiye indirgenmekte ve ona böyle bir işlev yüklemektedir. Gezi’yi AKP
karşıtlığına ve Hükümet’in istifasını isteme olarak tanımlamak onu var olan
partiler gibi tanımlamak demektir.
Gezi ise tam aksine bu hükümetin değil, bu devletin
alternatifi olma gayreti ve iddiasındaydı. Gezi’yi Gezi yapan; “Gezi Ruhu” denen
tamı tamına budur.
*
Gezi hareketinin içinde yer alan ulusalcılar, CHP’liler ve
Sosyalist hareketlerin önemli bir bölümü, onu bir hükümet karşıtlığına; bir
partiye ya da partiler koalisyonuna dönüştürmeye çalıştılar. Gezi kitlesini
yitirdikçe de bu amaçlarına ulaşma yönünde yeni mevziler kazandılar.
Ancak yine de yüzde yüz bir başarı kazandıkları hala
söylenemez. Çünkü “Gezi Ruhu” denen şey, son duruşmada bu temel farkın
kendisinden başka bir şey değildir. Gezi bu sistemin, bu devletin, bu cumhuriyetin
alternatifidir; onun reddidir; hükümetin ya da bir partinin değil.
Siyasi Partiler, var olan Devleti ve Cumhuriyeti
sorgulamazlar ve onun alternatifi organlar değildirler, bunu amaçlamazlar ve yapıları
gereği böyle olamazlar. En kendine devrimci diyen partiler bile, yapıları ve
amaçları gereği tutucudurlar. Onlar devleti yıkıp başka bir “devlet” kurmayı
değil; Devlet’i ele geçirmeyi; hükümeti ele geçirmeyi; iktidar olmayı
amaçlarlar.
Bu nedenle Gezi ile küçüklü büyüklü bütün partiler arasında
bir doku uyuşmazlığı vardır. Gezi’nin ruhu yaşadığı sürece, partiler bütün çabalarına rağmen bunu
başaramazlar. Ancak bir kanser gibi büyüyüp o yapıyı tamamen ele
geçirdiklerinde; onun ruhunu tamamıyla yok ettiklerinde; Gezi’yi tam anlamıyla
bir partiye ve muhalefet hareketine dönüştürdüklerinde bunu başarabilirler. Ama
henüz oraya gelmiş değiliz.
Tersi de doğrudur. Partiler ancak birer alternatif toplum
tasavvuru ve değerler sistemine dönüştüklerinde; yani bir parti olmaktan
çıktıklarında, gerçekten devrimci değişiklikler yapabilirler.
Bunu tarihte de görebiliriz. Modern toplum, Hıristiyanlık
içinde bir mezhep ya da tarikat olarak kaldığı; yani Protestanlık olarak
kaldığı; tarikatlar kapitalizm öncesi toplumların partileri olduğundan, bir
parti olarak kaldığı sürece, eski dünya karşısında gerçek bir alternatif
olamadı.
Ancak Aydınlanma ile dinleri kişilerin özel sorunları olarak
tanımlayan bir düzen tasavvuru, yani Hıristiyanlık içinde bir mezhep olmaktan
çıkıp, yeni bir din olduğunda; tüm dinlerden insanlar arasında taraftarlar
bulabildi ve ulusçuluk biçiminde yüz yılda bütün dünyaya egemen olan ilk düzen
oldu.
Hıristiyanlık da bir başka örnek sunar. Başlangıçta Yahudilik
içinde, din adamları oligarşisine karşı bir muhalefet hareketiydi, yani
Yahudilik içinde bir tarikattı. Ancak Hıristiyanlığın gerçek kurucusu
sayılabilecek Antakyalı Paulus ile kendini Yahudilikle ve onun içinde tanımlamaktan
çıktığında; sadece Yahudiliğin değil; Jüpiterlerin, Zeus’ların da karşısına
dikildiğinde tüm dinlerden insanları toparlayabildi.
Benzeri İslam’da da vardır. İslam başlangıçta, Mekkeli
Pleplerin bir partisi olarak çıktı; ama ne zaman Kâbe’deki putların hepsini
reddetti o zaman başka bir din oldu ve zamanına göre en büyük devrimlerden
birini başlattı.
İşte Gezi de ancak AKP karşıtlığına hapsolmadığında; T.C.
karşıtlığına, yani kendi özüne döndüğünde; bir alternatif demokratik cumhuriyet
olduğunda, AKP’nin etrafında toplanmış geniş yoksul ve emekçi kesimleri de
kapsayabilir, gerçekten bir devrim ve devrimci değişiklikler başarabilir.
Bu ise aynı zamanda, Partilere ve kendini partiye
dönüştürmek isteyenlere karşı bir mücadele demektir. Paulus en büyük
mücadeleyi, onu Yahudilik içinde bir parti olarak tutmak isteyenlere karşı
vermişti. İslam nefsine karşı savaş savaşların en kutsalıdır derken dediği
buldu. Gezi de en önemli mücadelesini kendisini bir partiye dönüştürmek
isteyenlere karşı vermek zorundadır. Bu bildiri ise, tamı tamına Gezi’yi bir
Partiye dönüştürmeye çalışanların özlem ve yaklaşımlarını dile getirmektedir.
Gezi iktidarı ve muhalefetiyle tüm bu topluma; bu devlete
karşı tavır almadan; tüm toplumun ezilenlerini; ezici bir çoğunluğu kazanıp birleştiremez.
Ama bunu yapabilmek, gezinin dilinin muhalefetin dili
olmaktan çıkması; alternatif bir toplumun dili olması gerekir.
Gezi ancak böyle birleştirebilir. Mantık sonuçlarına götürüp
formüle edersek, Gezi, Türkiye’deki tüm siyasi eğilimleri, yani AKP’lileri de
kapsamayı amaçlamalıdır. Onların dilini de kapsayacak bir dili olmalıdır. Bu
nedenle Gezi’nin, AKP karşıtı değil; bu ulus ve devletin karşıtı bir dili ve
hedefleri olması gerekir.
Vurguyu iktidara ya da AKP’ye değil; iktidarı ve muhalefetiyle
bu ulus ve devlete yapmalıdır.
Forumların 1 Mayıs bildirisinde isi bütün bunların zerresi
bile bulunmamaktadır.
Bildirinin Bu İçeriği ile Hazırlanış ve
Kararlaştırılış Biçimi İlişkisi
Bu bildiride dile gelen eğilim nasıl olmaktadır da böyle
birçok forumun imzasıyla yayınlanabilmektedir? Gezi gerçekten öldü mü?
Hayır, Gezi henüz ölmedi, ama tıpkı, Taksim Gezi’sindeki
günlerde veya sonra forumlarda olduğu gibi, onun zaaflarından yararlanılarak bu
tür bildiriler sanki Gezi’yi yansıtıyormuş gibi, onun adına
yayınlanabilmektedir.
Gezi Hareketinin kalıntıları içinde CHP ve onun uzantısı sosyalist
olma iddialı gruplar, sürekli olarak tartışma ve karar almada; eğilimleri en
doğru şekilde ve en özgürce ifade olanaklarını sınırlayarak ya da bunun
araçlarını yaratmayarak ve yaratma çabalarını engelleyerek; büyük ölçüde
kararları tesadüfî ve küçük “temsilcilere”; “koordinasyonlara” yönlendirerek,
Gezi’nin kalıntılarını, bir hükümet karşıtlığı eksenine sözle ve eylemle
çekmeye çalışmakta ve bu güne kadar epeyce de başarılı olmaktadırlar.
Elbette Gezi’nin kalıntıları içindeki örgütsüz ve tecrübesiz
geniş kesimler karşısında bu küçük örgütlü gruplar kararları vs. kolayca maniple
edebilmektedir.
Ancak bu durum kimseyi yanıltmamalıdır. Aslında gönlü ve
özlemleri forumlardan, Gezi günlerinden yana çok geniş bir kitle, sadece dağınık,
örgütsüz olduğu; manüplasyonlar karşısında savunmasız olduğu için eğilimlerini
dile getirememekte ve bu nedenle yokmuş gibi görünmektedir. Gerçek ağırlığı
bildirilere ve davranışlara yansımamaktadır. Onlar sadece ayaklarıyla oy
vererek, gelmeyerek, susarak eğilimlerini ifade etmektedirler.
Gezi’nin kalıntıları arasında bile, gerçekten yatay bir
tartışma olanağı olsa; böyle bir yapı oluşturulmuş olsa, bir tek kişinin bile
tüm Gezi kalıntılarına ve forumlara ulaşma; çoğunluğu kazanabilmek için diğer
görüşlerle eşit koşullarda; içeriğinin gücüyle mücadele olanakları ve araçları
olsa, Gezi’nin mirasçısı Forumlar adına böyle bir bildirinin çıkması olası
değildir.
Örneğin biz bu satırlarda Gezi forumlarının bazısının
imzasıyla yazılmış bu bildiriyi eleştiriyoruz. Bir an için varsayalım ki, bu
eleştirdiğimiz bildiri, tüm forumlara yatay ulaşılabilirlik içinde bir taslak
olarak geldi. Biz de bu satırlarda yaptığımız gibi bu bildiriyi eleştirdik ve
yine yatay ilişki ile bütün forumların katılımcılarına iletebildik. O zaman
yukarıdaki gibi bir bildirinin geçirilebilme olanağı hiç olmazdı. Muhtemelen o
bildiriyi bir taslak olarak sunanlar bile önerilerini geri çekmek zorunda
kalırlardı.
Ama bu ilişkinin ve böyle bir yapının olmaması koşullarında
öyle bir bildiriyi forumların en azından önemli bir bölümünün imzalarını alarak
yayınlayabilmektedirler
Yani bildirinin ortaya çıkışı; örgütlenişi, tartışılması ve
kararlaştırılmasının yöntemleri ile içeriği arasında bir ilişki bulunmaktadır.
Ancak anti demokratik ve manüplatif biçimler aracılığıyla böyle bir bildiri
forumların küçümsenemeyecek bir miktarınca imzalanmış bir bildiri olarak
çıkarılabilirdi ve çıkarılmıştır.
Bunu somut olarak da gösterebiliriz.
Örneğin bu satırların yazarı, yukarıda ifade ettiği
yaklaşıma; yani bir muhalefet partisi olarak değil bir alternatif cumhuriyet;
alternatif toplum olarak Gezi’yi kavrayışına paralel olarak; bu devletin
dayandığı en temel kavramları ve anlayışları sorgulayan 1 Mayıs bildirileri
öneriyor yıllardır. Bunlar iki noktada yoğunlaşmaktadır.
Bu devlet ve Türklük, Ermenilerin yokluğu sayesinde var
olduğundan; bu devletin ve Türklüğün varlığı ve Ermenilerin (ve Rumların vs.)
yokluğu arasında, zorunlu bir ilişki bulunduğundan, neredeyse her yıl 24 Nisan’da
bütün sol örgütleri 1 Mayıs’ı 24 Nisan’da yapmaya; bu devletin kökenini ve
varlığını tartışma konusu yapmaya çağırıyor. Buna hiçbir cevap verilmiyor ve bu
öneri yok farz ediliyor. Hakkında “o bir meczuptur” gibi arkadan laflar
dolaştırılıyor.
Bu yıl da benzeri oldu ve 1 Mayıs’a yüz binlerce akan sol
hareketler Taksim’deki 24 Nisan’a gitmediler ve anmada katılım bin rakamını
anca aşabiliyorlardı.
24 Nisan geçince de yine bu sefer başka bir öneri yapıyor
genellikle. Bu sefer sadece Türk devletini değil; genellikle ulusları ve ulusal
devletleri sorgulayan bir öneri yapıyor.
Çünkü 1 Mayıs her şeyden önce dünya işçilerinin ve onların
dünya çapındaki mücadelelerinin ürünü olduğu kadar aynı zamanda işçilerin dünya
çapındaki tarihsel görevlerinin de bir ifadesidir. Bunun en temel koşullarından
biri de, bütün mallar gibi işgücünün de yeryüzü ölçüsünde serbest dolaşımı ve
gittiği her yerde eşit haklara sahip olmasıdır.
Bu bağlamda, hem Türkiye işçilerine hem de sosyalist grupla,
çok acil bir görevlerini hatırlatmaya çalışırız ve bu bağlamda Türkiye’de
yaşayan, sayıları birkaç milyonu bulan (Sadece 1 Milyon Suriyeli mülteci var.) Göçmenlerin,
(göçmen işçiler, mülteciler, turist olarak gelip işçi olarak çalışanlar vs.)
yani her türlü haktan yoksun bu modern kölelerin, derhal otuma ve çalışma
hakları elde etmesinin; belli bir süre oturup (Örneğin 6 aya veya bir yıl)
çalışanın da, (yasal olarak çalıştığı için vergi vereceğinden, vergi verdiğinde
de verdiği vergilerin akıbetini bilmek ve belirlemek hakkı olması
gerekeceğinden, yani görev varsa hak da olmalıdır diyerek) vatandaşlık hakları
alması gerektiğini; 1 Mayıs’ın böyle bir hedefi bayraklaştırması gerektiğini savunuyor.
Bu öneriyi sosyalistlere yapıyor.
Örneğin bu sene peş peşe:
15 Nisan’da “Devrimci
24 Nisan – Karşı Devrimci 1 Mayıs”;
16 Nisan’da “1
Mayıs İçin Yel Değirmeni Don Kişot’ta Yapılmış Bir Öneri”;
22 Nisan’da “Irkçılık,
Milliyetçilik, Apartheit ve 1 Mayıs”;
24 Nisan’da “Ermeni
Katliamı’nın 99. Yıldönümü Vesilesiyle “Soykırım” ve “Özür Dileme”
Kavramlarının Sorunları Üzerine”
Başlıklı yazıları yayınladı. Bu yazıların hemen hepsinde bu
iki sorun gündeme getiriliyor ve ele alınıyordu.
Ancak yukarıdaki bildiriyi yazan ve hazırlayanlar bu
önerileri yok saymışlar, gözlerden gizlemişler ve gündeme bile, bir alternatif
öneri olarak olsun almamışlardır.
AKP karşıtlığından ibaret bir çağrıyı geçirmek için; Gezi’yi
partiler arasındaki kayıkçı dövüşünün bir aracı haline getirmek için, İşçi
Sınıfının tarihsel ve evrensel görevlerinden bir tek kelimeyle olsun söz
etmemişler bunun için bir tek somut öneri olsun yapmamışlardır.
Şimdi şöyle bir durum var sayalım.
Türkiye çapında yatay birbirine ulaşma olanakları olan, tüm
forumların üyelerinin katıldığı bir platform olsa (ki bu internet çağında
hiçbir sorun değil) veya Türkiye’yi bir yana bırakalım, İstanbul çapında olsa.
Ve 1 Mayıs’ta ne yapalım, nasıl bir bildiri yayınlayalım; bildirimizin ağırlık
noktası ne olmalı gibi bir tartışma açılmış olsa yayınlanmış olan bildiri gibi
bir bildirinin çıkma ihtimali sıfır olurdu. En azından yukarıda sıralanan
yazılarda dile gelen görüşler de tartışılırdı. Ama burada bütün hile şuradadır.
Onların bir alternatif olarak gündeme gelmesi bile engellenebilmektedir bu günkü
biçimler içinde.
Peki, nasıl mümkün olabilmekte öyle bir bildirinin
çıkabilmesi?
Sözde “forumların temsilcilerinin” toplandığı “Forumlar
Arası Koordinasyon” denen, bildiğimiz kadarıyla örneğin Yel değirmeni gibi en
canlı forumlardan temsilci bile gönderilmeyen, kerameti kendinden menkul; yatay
ilişkilerin yerine, bir piramit gibi ikame edilmiş bir organın; örgütlü solun
etkili olabildiği bir organın kaleminden çıkabilirdi ancak böyle bir bildiri.
Hâlbuki İnternet çağında yaşıyoruz. Gezi bizzat internet aracılığıyla
örgütlenmişti. İnternetin bir global köy ve doğrudan demokrasi olanağı
sağladığından söz ediliyor. Niye ne Taksim dayanışması; Forumlar Arası
Koordinasyon veya “İstanbul Forumlar Buluşması” veya “Anadolu Forumları
Koordinasyonu”, kendilerini işlevsizleştirecek; her bireyin tüm bireylere görüş
ve eleştirilerini doğrudan iletebileceği doğrudan demokrasi organları ve
olanakları yaratmak üzere bir şey yapmamışlardır. Çünkü o zaman böyle maniple
edebilme olanakları sınırlanır.
Özetle, Forumların işleyişinin bugünkü yapısı forumların
ruhu ve gerçek özüyle çelişmektedir. Böyle çelişen bir yapıdan çıkabilirdi
böyle bir bildiri.
Politika Yapma Tarzı ve Anlayış
Bildiri, politika yapma tarzıyla ilişkili olarak da çok
temel yanlışları içeriyor. Bildiri sol partilerin eğilim ve anlayışlarını
yansıttığı için; Türkiye’deki solun politika yapma tarzının yanlışları aynen
bildirinin varlığına da yansımış bulunuyor. Ve bu özellikler tamamen Gezi’nin
Politika yapma tarzına karşıdır.
Bilinir, Türkiye’de sol örgütler bir araya gelirler
günlerce, saatlerce bir kavram veya virgülünün hesabıyla ortak bildiri
tartışmaları yaparlar.
Bu politika yapma tarzının kendisi baştan aşağı saçma ve
yanlıştır. Hem de birkaç bakımdan yanlıştır.
Yanlıştır, çünkü farklı fikirlerde, ideolojilerde,
kavramlarda ittifak veya birlik olmaz; birlik veya ittifak somut işlerde, eylemlerde, programlarda olur. Ortak bildiri yazmak
ise, fikirlerde, ideolojilerde, teoride bir ittifak çabasından başka bir şey
değildir. Sık sık duyduğumuz bir şeydir: “ilkelerde birlik”. İlkelerde birlik
olmaz. Çünkü her şeyden önce ilkeleri sıralarken yazdığımız kavramlara yüklenen
anlamlar farklıdır.
Diyelim ki, “antifaşizm” dediniz. Faşizm kavramı her görüş
için farklı bir içerik ve kapsamda olabilir. Örneğin 70’lerde, Faşist kavramı
kimileri için Maocu olmayı, kimileri için Sovyetlerin çizgisine yakın olmayı da
kapsıyordu.
Ve tam da fikirlerde, ideolojilerde ittifak kurulamayacağı
için, saatlerce kavramlar ve virgüller üzerinde tartışma yapılır zaten.
Aslında gerçek sosyalistler, Türkiye sosyalistlerinin tam
tersine davranırlar. Somut işler ve talepler üzerine ittifak yaparlar. Ve tam da ittifak yaptıklarıyla farklarını
vurgulamak için ittifak yaptıklarıyla en keskin şekilde ideolojik ve teorik mücadeleye
girerler. Yani birlikte iş yaptıklarının dayandıkları varsayım ve kavramları
eleştirirler.
Türkiye’deki sosyalistlerin politika yapma tarzında ve
anlayışında ise bu tam tersine dönmüştür. Fikirlerde ittifak yaparlar veya
yapmaya kalkarlar o zaman da kendi ideolojilerinden taviz verirler ama iş pratik
işe, somut eyleme, pratik işlerde birlikte hareket etmeye gelince bunu yapma
esnekliğini gösteremezler. Devrimcilik ise, pratikte, işte; ittifaklarda
esneklik; teoride ve kavramlarda “sekterlik” demektir.
Devrimci ise, şeytanla bile iş birliği yapan ama o anda
işbirliği yaptığının şeytan olduğunu daha bir gür söyleyen onu bir melek gibi
göstermeye kalkmayandır. Türkiye’nin devrimcileri ise, ittifak yaptıkları
sürece şeytanlara melek derler; ama çıkarlar çatışıp da işler karışınca melek
dediklerinin aslında birer şeytan olduğunu söylerler.
Tekrar edelim. Teori, fikir ve ideolojide ittifak olmaz;
ittifak somut yapılacak işler, eylemler üzerinden yapılır.
Bunun bir mantıki sonucu olur. Ortak bildiri çıkarma gibi
bir şey olmaz. Ortak eylem olabilir. Ortak hedefler olabilir. Ama ortak bildiri
olmaz. Herkes o ortak eylem ya da hedef için kendi bildirisini kendi kavramlarıyla
ve gerekçeleriyle ifade eder.
Tabii böyle bir anlayışın olduğu yerde, kimse de ortak bir
bildiri çıkaralım diye bir biliri getirmez, birisi getirirse de ona burada
söylenenler söylenir.
Yukarıdaki bildirinin böyle bir yanlışı vardır. Yani
bildiri, şu forumlardaki a görüşünün taraftarlarının 1 Mayıs bildirisi olsa. Bu
anlamda buna bir şey denemez. Elbette forumlarda öyle görüşleri savunanlar da
olabilir. Başka görüşlerle bir araya gelip, saçma işi yapıp virgüller üzerine
tartışıp ortak bir bildiri de çıkarabilirler nihayetinde Türk sosyalistlerinin
bir saçmalığını ve hastalığını sürdürmüş olurlar. Bir sosyalist olarak birileri
de bunları eleştirir vs. Bunlar olabilir ama iyi kötü kendi içinde bir mantığı
vardır.
Ama böyle bir bildirinin bir de forumların ortak bildirisi
gibi çıkarılması saçmalığın katmerlenmiş halidir.
Forumlar siyasi görüşler, partiler vs. olmadığı gibi;
forumlar arası ilişki, siyasi örgütler arası bir ilişki de değildir.
Çünkü Forumlarda her türlü görüş olur ve de olmalıdır. Her
türlü görüşün olduğu ve olması gerektiği kabul edilmiş bir karşı toplum, karşı
ulus, karşı devlet organından ortak bir bildiri çıkarmaya çalışmak, azınlık
görüşlerini fiilen dışlamak, tasfiye etmek; çoğunluğun görüşünü forum görüşü
diye dayatmaktır. Tamı tamına bu nedenle de yanlıştır forumlar adına bir böyle
bir bildiri.
Yani forumlarda sadece CHP’liler, Aleviler, Sosyalistler,
Türkler vs. değil, Kürtler, AKP’liler, partisizler vs. hepsi olabilir ve
olmalıdır.
Ve tam da bu nedenle forumların bir Partiyi hedef alan
bildiriler yazması yanlıştır. Çünkü Forumlar şu veya bu hükümete değil, bu
devlete onun yapısına ve tanımlanışına karşıdırlar. Forumlar açısından bir CHP
ile bir AKP arasında fark yoktur. İkisi de son duruşmada aynı devletin, aynı
ulusun, aynı sistemin savunucusudur.
Ama bu partilere oy veren birisi, Forum’a katıldığı an
aslında o sistemin karşısında yer almaktadır. CHP’li ve AKP’li oluşu ile
forumlarda yer alması arasında bir çelişki vardır elbette ama bu onun kendi
çelişkisidir. Zaten bu çelişkiden hareketle insanların deneme ve pratik
aracılığıyla bir değişme ve değiştirme çabasını ifade eder forumlar.
Bu durumda, forumlar anti AKP veya Hükümet karşıtı bir dil kullanmaz.
Çünkü bu onları zayıflatır; belli görüşleri dışlar. Forumlar karşı duruşunu
devlete ve somut yapılar üzerinden yapar. AKP’nin yiyiciliğiyle mücadele
forumların işi değildir. Forumlar bunu mümkün kılan merkezi ve bürokratik
devletle mücadele ederler; hükümete böyle yetkileri veren; yurttaşı karar
almaktan uzaklaştırıp yetkisiz ve etkisiz bırakan yapıyı eleştirirler ve onun
karşı organlarını yaratmaya çalışırlar. O zaman AKP’ye oy veren aynı zamanda
forumlarda somut işlerle devlete karşı mücadele etmeye baylar. Bu nedenledir
ki, forumlar genişlemek için radikalleşmek zorundadır.
Yani sadece fikirde, ideolojide, teoride ittifak olanaksız
ve yanlış olduğundan değil; forumlardan politik gelişmelere ilişkin ortak
bildiri yayınlama teşebbüsleri de yanlıştır. Forumların içindeki farklı
eğilimler ve partiler elbet bildiriler yayınlayabilirler. Örneğin forumlara
katılan Halkevi Taraftarları böyle bir bildiri yayınlasa ve altına imza atsa
kimse bir şey diyemez. Ama bu bildirisini, kendi örgütlülüğü ile bir de dolaylı
temsilciler aracılığıyla
Bir Demokratik Cumhuriyet’in tohumu; alternatif organları;
ikili iktidar araçları olmak isteyen forumlar, 1 Mayıs için yasaklama
karşısında durmak istiyorlarsa, bunu bile, AKP karşıtlığı üzerinden değil;
yurttaşların demokratik hakları; demokratik bir cumhuriyette yurttaşların sahip
olması gereken haklar üzerinden; hiçbir iktidara bunları yasaklama gücü ve
yetkisi vermeyen temel haklar ve devlet yapısı tanımlamalı; yani var olan
devletin ve onun yapısının karşıtlığı üzeninden tanımlamalıdır.
Yani Forumlar, bu devletin alternatifi bir demokratik
Cumhuriyet özlemi ve tohumu olduğu için; 1 Mayıs’ı yasaklamayı bile değil;
yasaklayabilen yapıyı; yasaklanabiliyor olabilmeyi; yasaklamayı mümkün kılan ve
hükümete bu olanağı ve yetkiyi veren yapıyı problematize eder ve çağrısını bu
yapıya karşı yapar; politikaya değil.
Gerisini içindeki farklı eğilimlere bırakırdı. Yani ayrı
bayraklarla yürüyelim (ayrı bildiriler, gerekçelerle demektir bu) ama birlikte
vuralım veya davranalım.
Elbette öyle yaptığında, mücadeleyi ve forumları hükümet karşıtlığına
hapsetmeye ve hükümete karşı mücadelenin bir aracına dönüştürmeye çalışan CHP,
İP ve onların türevleri ve kuyruğundaki kimi sol ve sosyalist örgütleri
kaybeder Forumlar.
Ama onları kaybetmeden ve onlar tarafından kaybedilmeden, ne
gerçekten demokratik özlemlere sahip CHP’lileri, ne de gerçekten demokratik
özlemlere sahip AKP’lileri ve diğer sosyalistleri ve demokratları birleştiremez.
Politikada her kayıp bir kazanca da karşılık düşer; her
kazanç da bir kayba. Sorun kimi kazanmayı hedeflediğiniz ve kimi kaybetmeyi göze
aldığınız veya kaybetmek istediğinizdir.
Mücadele Biçimlerinin Eleştirisi
Taksim dayanışma’dan Forum Koordinasyonlara veya daha
mahalli eylem çağrılarına kadar var olan politika anlayışı da aslında Forumları
ve Gezi’yi AKP-CHP karşıtlığına çekerek ve içine hapsederek Forumların kan
kaybını ve özünün yitirilişini arttırmaktadır.
Sürekli gösteriler, protestolar, polislerle çatışmalar tuzağına
düşerek ve düşürerek, sözde radikal gibi görünmekte ama aynı zamanda muhalefeti
ve memnuniyetsizlikleri hükümet karşıtlığı ile sınırlamaktadır.
Bu politika mücadele biçimlerinde radikal görünmekte ama
özde tutucu ve hatta gericidir.
Gerçekten radikal, bir alternatif bir cumhuriyetin tohumu forumlar
ise tam tersi olmalıdır tam tersi bir politika izlemelidir.
Gerekçeleri ve hedefleri ile özde radikal ve devrimci ama özellikle
mücadele biçimlerinde en geniş kesimleri çekecek ve birleştirecek şekilde esnek
ve yumuşak.
Örneğin, polisle çatışmalara girmekten kaçınan (çünkü bu
çatışmalar her zaman sıradan yurttaşların gösterilerden ve forumlardan uzak
durmasına yol açar. Onların uzaklığı gösteri ve protestoların zayıflığına ve o
da hükümet ve polisin şiddet uygulama olanak ve cesaretinin artmasına) bir yol
izlemelidir.
Gezi’nin yaptığı tam da buydu. Hatta Gezi direnişi bundan
uzaklaştığı, Taksim Dayanışma’ya ipi kaptırıp, onun birbiri peşi sıra gelen
çağrılarıyla gücü tükettiği noktada yenildi.
Özellikle, Gezi’nin dağılışından beri, gerek Taksim
Dayanışma; gerek sonra Forumlar adına yapılan bütün çağrılar bu tam tersi
eğilimin ifadesidirler ve giderek polisle çatışan ve bunun için bahane kollayan
küçük grupların politika anlayışlarına teslim olma sonucunu yaratmaktadır.
Ciddi devrimciler, büyük devrimci kabarışlar veya çok geniş
siyasi ittifaklar ve bir araya gelişler; güçlerin çok özel bir korelâsyonu olmadığı
sürece, polisle çatışmalarla Devletin gücünün alt edilemeyeceğini de bilirler.
Ve örneğin “Taksim bizim”, “Taksimi vermeyeceğiz” “1 Mayıs’ta Taksim’i Fetih
edeceğiz” gibi palavralar sıkmazlar.
Ciddi ve sorumluluk sahibi devrimciler, eğer Taksim’e gelme
çağrısı yapıyorlarsa bile önceden yurttaşları, “sizi Taksim’e çağırıyoruz,
bunun risklerini bilerek geliniz. Muhtemelen devlet en katı şiddetini
gösterecektir, bunu biliniz” demelidir.
Taksim’in bu 1 Mayıs’ta da yasaklanması vesilesiyle
söylenebilecek olan ve söylenmesi gereken şu olmalıdır: “Biz devletin şiddetiyle ve organizasyon gücüyle fiziki olarak baş
edemeyiz. Ona karşı pasif direniş gösterebiliriz. Onunla taşlı sopalı savaşa
girmeyeceğiz. Taş ve sopayla çatışmaya girmek, politik olarak onların oyununa
gelmek olmaktadır. Biz şiddet kullanmayacağız, bırakalım gösteri ve yürüyüş
yapma hakkını, biz yurttaşlar olarak seyahat hakkımızın gasp edilmesine
direneceğiz ve bunu kabul etmediğimizi göstereceğiz. Polis üzerimizi gelirse
gerileyeceğiz, onlar gerileyince ilerleyeceğiz. Bir tür pasif, ısrarlı “şehir
gerillası” yapmaya çalışacağız” demelidir.
Gezi’nin en az anlaşılmış ama onun kendiliğinden uyguladığı
ve başarı kazanmış savaş taktiğidir bu. Aslında klasik gerilla savaşının
taktiğidir. Düşmanı varlığıyla sürekli rahatsız ederek, yormak. Düşman
ilerlediğinde gerile; gerilediğinde ilerle ve onu sürekli varlığınla rahatsız
et.
Gezi tam da bunu yapmıştı. Onun taksim ve çevresindeki pasif
duruşu ve ısrarıydı milyonları oraya toplayan. Gezi’nin sembolü olmuş gaz
maskesi ve gözlük ve de acıyı engelleyen kimyasal bileşikler aslında pasif
mücadelenin araçlarıydılar. Gaz geldiğinde ondan zarar görmeden geri çekilme ve
polis geri çekildiğinde tekrar aynı yerlere geri dönme. Bu ısrardı bütün
Türkiye’nin gözünde onu haklı kılan ve milyonları oraya destek vermek için
getiren.
1 Mayıs’ta tamı tamına bu mücadele biçimi izlenebilir ve
izlenmelidir. Bir yanda giderek kalabalıklaşan, hiçbir şiddet aracı kullanmayan
sadece pasif direnişle vatandaşlık hakkını, seyahat etme hakkını kullanmaya
çalışan insanlar. Diğer yanda bu hakkı gasp eden; sürekli saldıran polisler.
Büyük “devrimci” laflara gerek yoktur. Son derece sade ve
basit yurttaşlık haklarını, insan haklarını kullanmak için çağrı yapılabilir.
Hükümet Taksim’de mitingi yasakladı mı, bizler vatandaşlar olarak, seyahat ve
bir yerden diğer yere gitme hakkına ve özgürlüğüne sahip olmalıyız ve devlet
bunu bizlere garanti etmekle yükümlüdür. Taksime gitmek, oradan geçmek
istiyorum. Polisin beni durdurması, geçişimi engellemesi vatandaşlık haklarıma
bir tecavüzdür. Buna karşı yapabileceğim tek şey bu tecavüz karşısında susmamak
ve sessiz kalmamak isteğimi tekrar tekrar ifade etmektir.
İşte Gezi o zaman sokaklarda alternatif iktidarını kuruyor
demektir. En temel hakkı gasp eden Türk devletin ve cumhuriyetine karşı bu yurttaşlık
ve insanlık hakkını hakkı savunmaya ve gerçekleştirmeye çalışan karşı “devlet”
ve cumhuriyet.
Elbette bu cumhuriyet, bu karşı “devlet” şiddete maruz
kalanlarını koruyacak ve hastanelere götürecek organizasyonlar; haberleşmeyi
sağlayacak organizasyonlar; provokasyonlara karşı; şiddet uygulamak isteyenleri
tecrit edecek ve engelleyecek yapılar kurmalıdır.
Eğer forumlar böyle bir yaklaşımla hareket etse ve çağrısını
böyle yapsaydı bu hem içerikçe, hem biçimce, hem mücadele biçim ve araçlarıyla
doğru olurdu ve gerçekten bir karşı toplum; karşı ulus; karşı “devlet” olarak
hızla genişleme; tekrar Gezi’yi canlandırma olanağı bulurdu.
Hatta muhtemelen böyle bir biçimde esnek ve yumuşak,
içerikte radikal çizgi ile 1 Mayıs’ın akşamına doğru Taksim’i girilebilirdi
bile.
Çünkü polis ve iktidar fiziki kavgayla değil; ancak büyük
güçlerin dengeleri değiştirmesiyle geriletilebilir.
Unutmayalım Gezi’de kitle ısrarla Taksim ve çevresinde pasif
direnişle durunca CHP olayın dışında kalmamak; uzun vadede kontrol altına
alabilmek için Kadıköy’deki mitingi iptal etti ve Taksim’e gidiyoruz dedi. Kadıköy’deki
mitingi iptal etmeseydi Gezicilerin gözende, (bu şehirli ve modern bir genç
kuşağın gözünde demektir) bitecekti. Ama gerekçesi ne olursa olsun, iptal
etmesi ve Taksim’e gidiyoruz demesiyle birlikte, bu muazzam bir güç değişimine
ve hükümetin geri adım atmasına yol açtı.
Hangi gerekçeyle olursa olsun CHP’nin Kadıköy mitingini
iptali ve Taksim’e çağrısı yapması, Polis’in Taksim’den çekilmesinde çok önemli
bir rol oynamıştır. Ama bu bize şunu gösterir, Polis ve hükümet, polise karşı
savaşla, çatışmayla geri püskürtülemez. Bu son duruşmada politik güçlerin
konumları ile ilgili bir sorundur. Önemli olan büyük bir güç yığılması
sağlamaktır. Bunun için haklı, yasal, toparlayıcı mücadele biçimleri ve var
olan sistemi en derinden sorgulayan radikal hedefler gerekir. Yani bugün
Türkiye’de yapılanın tam tersi bir politika anlayışı; program, örgütlenme ve
mücadele biçimleri.
Ama var olan politik güçleri daha kesin tavır almaya
zorlamak ise ancak kitleselleşmekle olabilir. Kitleselleşme ise ancak şiddet
tuzağına, polisle çatışma tuzağına düşmemekle olabilir.
O halde, sol örgütlerin yapmadığı ama yapması gereken, bir
zamanlar Gezi’nin yaptığıdır.
Gezi öncesinde birkaç günde sağlanan meşruluk ve yığılma 1
Mayıs’ta bir gün içinde bile sağlanabilir pek ala. Çünkü artık 1 Mayıs’ta, en
azından bazı televizyonlar sabahtan itibaren tüm Türkiye’ye olanı biteni
gösterecek ve duyuracaklardır. Toplumun daha başından itibaren gözü kulağı
İstanbul ve Taksim’dedir. Yani Gezi öncesinde günlerce direnişle kat edilen
yolu kat etmeye gerek de yoktur.
Sabahtan itibaren sıradan sivil vatandaşlar olarak seyahat
hürriyetine uygun olarak bir yerden bir yere ve Taksim’e ulaşmaya çalışmak,
bunun şiddetle engellenmesi; buna karşı ısrarlı bir pasif direniş; polis
saldırdıkça gerileme; polis geriledikçe ilerleme. Bunu gün boyu gören insanlar
bir süne sonra evlerinden çıkıp bu eyleme katılabilirler. Bir süre sonra
muazzam kalabalıklar oluşabilir. Bu tıpkı Gezi’de olduğu gibi büyük güçleri tavır
almaya zorlayabilir. Bu da dengeleri değiştirerek Hükümetin geri adım atmasına.
Böylece muazzam bir zafer kazanılabilir; müthiş bir moral üstünlük
sağlanabilir.
Bütün bunarın olabilmesi için; hükümet karşıtı değil; devlet
karşıtı çizgiyi ısrarla sürdürmek ve toparlayıcı pasif direnmede ısrar ve yüzde
yüz haklı pozisyonda bulunmak hayati önemdedir.
Şimdi bir de Forumlar adına yayınlanmış bildiriye bakalım.
Böyle bir yaklaşımın, böyle bir mücadele anlayışının zerrece izi var mı?
“31 Mayıs’ta
caddeleri doldurup Taksim’i nasıl kazandıysak, şimdi de 1 Mayıs işçi sınıfının
uluslar arası birlik, mücadele ve dayanışma gününde tüm yasaklamaların
karşısında, AKP’nin karşısında yine, yeniden Taksime çıkacağız! “
Böyle bir bildiriyi yazalar bile oraya çoğunluğu sol örgütlerin
taraftarları dışında polis şiddetine ve gaza maruz kalmamak için sıradan
yurttaşların oraya gelmeyeceğini biliyor. Seyahat özgürlüğünden; yurttaşların
haklarından; şiddet kullanmamaktan zerrece süz etmeyen bu bildiri geniş insan
kitlelerini sokağa çıkarabilir mi?
Çıkaramaz ve çıkaramayacaktır. Ama bu fiilen Polisle çatışma
demektir. Küçük grupların polisle Tavşan kaç oyunu. Forumların da Tük solunun
politika anlayışına; sözde radikalliğine hapsedilmesi.
Politika anlayışı ve İçerik
Bir de sosyalist örgütler açısından bir eleştiri yapalım.
Taksim’e çıkmanın kendisi bizler için kendi başına bir amaç
olamaz ve olmamalıdır.
Varsayalım ki Hükümet ani bir karar aldı veya Anayasa
Mahkemesi yasak kararını kaldırdı ve Taksim’i açtı. Daha önce bunu hükümet yaptığında
gördük. Ne oldu?
Bir festivale döndü iş. Her türlü politik özden yoksun bir
gösteriye, bayrama dönüştü.
O serbest olduğu iki yılda, 1 Mayıs, hiçbir devrimci ve
politik mesajı olmayan tipik bir medyatik festivaldi sol örgütlerin görücüye
çıktıkları. Brezilyadaki festivalin politik örgütlerce yapılan bir biçimiydi
sanki.
Bu tecrübe, “Taksim’i ele geçireceğiz” hedefinin ve çağrılarının
ne kadar boş ve içeriksiz olduğunu da gösterir.
Sosyalist ve devrimciler için Taksim’in ele geçirilmesi kendi
başına bir hedef olmamalıdır.
Gerçek devrimciler esas hedeflerini açıklamak için
kullanırlar bildirilerini, pankartlarını.
Bu esas hedefler de yukarıda değindiğimiz gibi, var olan
devleti ve sistemi sorgulayan bildiriler olur.
Örneğin Ulusun Türklükle tanımlanmasını veya bizzat ulusun
ve ulusların kendisini sorgulayan; bunu somut bir hedefe bağlayan sloganlar,
pankartlar, bildiriler hem biçimce hem içerikçe 1 Mayıs’ın özüne uyarlar.
Forumların bildirisinde ise bunun zerresi yoktur. Türkiye’nin
günlük politikasının sorunlarıyla ve Taksim’i ele geçirme hedefiyle yazılmış
bir bildiridir.
Ama onun bu sınırlılığının nedeni genel olarak solun
sınırlılığının forumlar bildirisi biçiminde yansımasından başka bir şey de
değildir.
Özetle, Forumların 1 Mayıs bildirisi, gerek politika
anlayışı, gerek hedefleri ve içeriği, gerek hazırlanışı, gerek önerdiği
mücadele biçimleriyle ile Gezi’nin ruhunun karşısındadır ve öldürülmesidir.
Gezi’ye karşı bir bildiridir. Ve bu karşı bildiri bazı Forumların imzasıyla
yayınlanmıştır.
Forumların gerçek kitlesi, bu bildiriye karşı itirazlarını,
bu bildiriyi kabul etmediğini sözle ve davranışla göstermelidir.
Göstermiyorsa, zaten “Gezi’nin Ruhu” göğe yükselmiş, geriye boş
bir kabuk kalmış demektir.
28 Nisan 2014 Pazar
Demir Küçükaydın
demiraltona@gmail.com
Bu yazının yer aldığı 1 Mayıs Üzerine Yazılar başlıklı kitap şu adresten indirilebilir:1 Mayıs Yazıları PDF, EPUB ve MOBI formatlarıylahttps://yadi.sk/d/ryKoAQKG3HV5A6
Bu yazının yer aldığı 1 Mayıs Üzerine Yazılar başlıklı kitap şu adresten indirilebilir:1 Mayıs Yazıları PDF, EPUB ve MOBI formatlarıylahttps://yadi.sk/d/ryKoAQKG3HV5A6
1 yorum:
Kendine güvenenler yazdıklarını yorumlara açık tutacakları gibi bir de kendi onayları tâbi tutmazlar.Dünyanın kendi etrafında döndüğünü ve gerçeğin tekellerinde olduğunu düşünen BUDALALAR ise ONAY,DENETİM vb filtreler korlar.
Yorum Gönder