Çok tekrarlanan bir söz var: parti için demokrasi olmadan
olmaz. İşte CHP parti içi demokrasi uyguladı, adaylarını seçimle belirledi.
Örneğin bugün Taner Akçam, “Siyaset zor Zanaat” diye bir yazı yazmış ve benzer fikirleri başka
bir bağlamda tekrarlıyor.
“HDP adayları demokratik mekanizmalarla
seçilmiyor; atanıyorlar. Ancak ve ancak İmralı ve Kandil’in onay verdikleri
aday gösterilebilecek! Aday atamak anti-demokratik bir yöntem! Parti içi
demokrasisi olmayan bir partinin, ne kadar demokrasi savaşçısı olabileceği
ciddi bir soru!” (Taner akçam, “Siyaset Zor Zanaat”,
Taraf)
(Akçam’ın anlattıklarının ne kadar gerçeği yansıttığı ayrıca
tartışılabilir ama varsayalım ki öyledir. Özü gözden yitirmemek için öyle
olduğunu varsayalım.)
Bütün bu formülasyonlar tam da küçük burjuvazinin kafasına
uygun, küçük burjuvazinin hoşuna giden haplar, reçeteler, formüllerdir. Küçük
burjuvazi hap bağımlısıdır, “hapçıdır”. Karmaşık süreçleri, her derde deva
haplarla açıkladığını ve anladığını ve de çözdüğünü sanır.
Sovyet devleti neden çökmüştür? Parti için demokrasi
olmadığından.
Tekçi görüşler diktatörlüğü götürür ondan yanlıştır gibi
binlerce hapı vardır. Her gün bir kaçını yutmazsa yaşayamaz.
Bu gibi formüller hem ciddi bir analitik eleştiri karşısında
duramazlar; hem de aslında son derece gerici ve anti demokratik bir anlayışın
dışa vurumudurlar.
Tekçi Görüş ya da Parti İçi Demokrasi Örneği
Demokrasi her biri kendisinin en doğru olduğuna inanan görüş
veya programladır çoğunluğu kazanma ve onun oyunu alma mücadelesidir.
Tekçi görüşle demokrasi çelişmez.
Herhangi bir görüşün iktidara gelmesinin, bu yarışma
koşullarını değiştirebileceği bir devlet yapısının kendisi demokrasi ile
çelişir.
Ama bu gerçek çelişkiyi yok sayıp da, tekçi görüşü sorun
gibi göstermek; gerçek sorunu gizlemek olduğundan, insanların geri yanlarına
hitap ederek, demokrasi düşmanlarına ve
diktatörlere hizmet eder.
Aynı şekilde, parti içi demokrasi uygulamayan partiler de demokrasi ile çelişmez.
Aynı şekilde, parti içi demokrasi uygulamayan partiler de demokrasi ile çelişmez.
Demokrasilerde parti içi demokrasi uygulamayan partilerin de
çoğunluğu kazanmak için diğerleriyle eşit koşullarda görüş ve programlarını
savunma hakkı olur.
Ama sorunu, devletin yapısında görmeyip de, parti içi
demokrasi sorunuymuş gibi göstermek, aslında, gizli bir varsayım olarak,
sosyalist bir devlette bir tek partinin egemen olacağını kabul etmek, bu
partinin demokratik olursa o devletin demokratik olacağı sonucunu çıkarmak
demektir.
Görüldüğü gibi, anti demokratik öz, kendini her zaman ve
neredeyse daima, demokrasiyi sözde savunan haplar biçiminde ifade eder.
Genel Olarak Demokrasi
Demokrasi her şeyden önce, “azınlığın çoğunluğa uymasını ilke olarak kabul eden rejim” demektir.
Bu, Lenin’in de vurguladığı gibi, genel olarak Demokrasidir.
Bu, Lenin’in de vurguladığı gibi, genel olarak Demokrasidir.
Genel olarak
demokrasi, sanılanın aksine, en korkunç gericilikle uzlaşabilir ve onun aracı
olabilir.
Çoğunluk demokrat değilse, en gerici ve anti demokratik kararları
demokratik olarak alabilir.
Bu nedenle, sosyalistler özel
bir demokrasiden yanadırlar.
Çoğunluk ne kadar büyük olursa olsun, hakkında karar
alamayacağı bir takım hakları tanıyan bir demokrasiden yanadırlar.
Bu nedenle özünde her demokrasinin bir diktatörlük olduğunda
ısrar ederler.
Genel olarak demokraside, örneğin Türkiye’de, çoğunluk,
demokratik bir şekilde, ülkenin çoğu Müslüman, Müslüman olmayan azınlık da İslam
dinini öğrenmeli, demokrasi bunu gerektirir diyebilir ve diyor. Okullarda
sorunlu din dersinin nesnel anlamı budur. Her gün kulağı patlatırcasına okunan
ezanlar budur. Ben madem çoğunluğum, benim ezanımı mecburen dinleyeceksiniz demektedir.
Genel olarak demokraside, Türkler, bir çoğunluğuz, herkes okullarda
bizim dilimizi öğrenmeli, bizim tarihimizi okumalı diyebilir ve diyor. Bu genel
olarak demokrasidir. Bu Erdoğan’ın, politik İslamcıların genel olarak
demokratik çoğunluğunun anladığı demokrasidir. Bu CHP’nin anladığı
demokrasidir.
Ama özel olarak demokraside, herkesin ana dilinde eğitimin bir hak olduğu demokraside; kimse bu
hakka dokunamaz; bu hakka dokunmaya kalkmak, hakkı savunma hakkını doğurur.
İktidarda hangi görüş çoğunluk olursa olsun,
yasalar ve devlet aygıtı bu hakkı savunmakla görevli olur. (Dolayısıyla değişen
çoğunluğa ve iktidara göre hakların çiğnenmesini ve ortadan kaldırılmasını
engellemek için, merkezi olmayan bir devlet demokrasinin olmazsa olmazdır. Ve
yine demokrasi bu hakların diktatörlüğünden başka bir şey de değildir. Ben
insanların ana dilinde eğitim hakkını tanımıyorum diyenler üzerinde bir
diktatörlüktür aynı zamanda demokrasi.)
Ama biz Özel Olarak demokrasi’yi şimdilik bir yana koyalım.
Henüz genel olarak demokrasiye bile çok uzağız çünkü…
Çoğunluklar ve Partiler
Peki, demokrasi genel olarak Azınlığın çoğunluğa uymasını
kabul eden rejim ise, çoğunluk nasıl oluşacak?
Modern toplumda sistematik görüşleri ve programları olan
partiler, alternatifler (burada parti sözcüğünü hukuki ya da siyasi anlamıyla
değil, sistematik görüşler, programlar anlamında kullanıyoruz. Klasik Marksist
metinlerde bu anlamda da kullanılır.) olmadan, çoğunluklar ve azınlıklar ortaya
çıkamaz, dolayısıyla genel anlamıyla bile demokrasi gerçekleşemez.
Sistematik ifade edilmemiş 500 görüş içinden çoğunluklar ve
azınlıklar oluşamaz.
Aslında hemen her zaman, beş yüz farklı görüşün sistematik olmayan
ifadesi, gizli bir egemenliğin bir örtüsü ve aracı olmaktan başka bir anlam
taşımaz.
Bunun en tipik örneğini Gezi’de ve parklarda gördük.
En son 10dan Sonra’nın kuruluş toplantısında da. Bir “Deja vu” idi o toplantı.
Gezi’nin ve Park Forumları’nın Anti Demokratik Karakteri
Gezi’de ve Park forumlarında, herkes kalkıp üç dakika
konuşuyordu. Bunun adı da “doğrudan demokrasi” oluyordu. Geziciler kendilerine
hayranlıkla “ay ne kadar doğrudan demokratiğiz” diye âşık oluyorlardı.
Gezi ve parklar en anti demokratik işleyiş mekanizmasına
sahipti.
Çünkü çoğunlukların ve azınlıkların oluşmasının yolunu
tıkıyorlar. Çoğunluğu atomlarına ayrışmış olarak tutmanın aracı oluyorlardı. Bunda
başarılı da olundu.
Çünkü ortada örgütsüz, sistematik görüşlerin demokrasi ile
ilgisini bilmeyen, siyasi bakımdan henüz çok ham bir geniş kitle; bir de kırk
yıldır her türlü manüplasyonda pişmiş örgütler vardı.
Örgütler sanki kendileri yokmuşlar gibi yaparak, sözde herkese
söz hakkı tanıyarak, tüm kitleyi atomlarına ayrışmış halde tutuyorlar;
bölüyorlar ve kendi borularını böylece öttürüyorlardı.
Örgütler, geniş kitlenin geri yanlarını okşayarak, “ayy ne
kadar güzel demokrasi” korosunun sesini yükseltiyorlardı; bunun demokrasiyle
ilgisi olmadığına dair bir mücadele yürütmedikleri gibi; bunu dile getirmek
isteyen bizim gibilerin sesini kısıyorlardı. Hem de o siyasi bakımdan ham
kitlenin bir iş yapabilme arzularını kullanarak. Bu sorunları dile getirme
çabalarına, “ayy şimdi bunları mı tartışacağız. Bir laf değil iş yaparız. İşin
yeri de “Workshoplar”, “komisyonlar” diyerek.
Çoğunluk ve azınlıkların oluşumunu engellemenin biçimi de
şöyle oluyordu. Herkese üç dakika konuşma hakkı tanınıyordu. Herkes üç
dakikalık bir içini dökme seansında “arınıyor”du. İş yapılıyor görünmek için de,
işleri, isimleri ve var oluşları ve sınırlanmaları hiçbir şekilde tartışılmamış
“Komisyonlar” veya “Workshoplar”a havale ediliyordu öneriler.
Komisyonlar ve Workshoplar, ancak ortak bir anlayış ya da
karar var olduğunda o kararın nasıl uygulanacağına ilişkin organlar
olabilirler. Sanki nasıl örgütlenileceği; tartışmaların nasıl düzenleneceği
tartışılmış; bu konuda azınlıklar çoğunluklar ve karar oluşmuşçasına hareket
edildiği için, tam da bu yapılması gereken iş gözlerden ve gündemden uzak
tutularak var olan anti demokratik ve manüplatif sistem sürdürülüyordu.
Bu sistem ancak gezicilerin siyasi hamlığı ile mümkün
olabiliyordu. Bugün Parklarda ve Dayanışmalarda çalışanlar en azından bu
hamlıkları bir ölçüde aştılar denebilir mi?
En azından epey bir kimse için bu hamlığın aşılmadığı 10dan
Sonra’nın toplantısında görüldü.
10’dan Sonra’nın toplantısı, Parklarda yaşanan bu anti
demokratik ve manüplatif sistemin bir tekrarıydı. O gerilikle bir mücadele değil,
onun benimsenmesi ve sürdürülmesiydi.
Girişte çalışma gruplarına komisyonlara veya çalışma gruplarına
kayıtlar yapılıyor; bir “moderatör” çıkıp, gündemi ve nasıl çalışılacağı
üzerine bir tartışma açmadan, üçer dakikalık sözler veriyordu. Çoğunluklar azınlıkların
oluşması imkânsız kalıyordu. Gezi Parkalarındakinin bir benzerini
tekrarlıyordu.
Azınlık ve çoğunluklar dolayısıyla sistematik görüşlere
dayanan farklı partilerin oluşmasına ve bunların eşit koşullarda mücadele edip
çoğunluğu kazanma haklarına imkân tanımayan her toplantı, her demokrasi
gösterisi, anti demokratik bir gizli egemenliğin aracıdır.
Biz yine henüz Gezicilerin kenarına bile varamadığı “genel
olarak demokrasi”ye gelelim.
Kişiler değil Partiler
Modern toplumda azınlıklar ve çoğunluklar partiler
aracılığıyla oluşurlar. İnsanlar kişilere değil, partilere, programlara oy
verirler.
Kapitalizm öncesi ilişkilerin güçlü olduğu yerlerde, modern
bireylerin henüz gelişmediği yerlerde, kişiler belirleyici olurlar.
Diğer nedenlerin yanı sıra, parti için demokrasinin
demokrasiyi geliştireceği önermesi, sadece genel olarak demokrasinin
gericiliğin aracı olabileceği gerçeğinin üstünü örttüğü için değil; aynı
zamanda bu somut sosyolojik gerçekleri de gözlerden gizleyerek, tarih ve toplum
üstü bir “doğru”nun, bir dogmanın ifadesi olduğu için de yanlıştır.
Örneğin herhangi bir etkili ailenin veya aşiretin üyesi olan
bir kişi, bu gücünü kullanarak, her zaman çoğunluğu sağlayabilir bir parti içi
demokraside.
Yani “parti için demokrasi” anti demokratik bir siyasetin
aracı olabilir. Bunun tersi de doğrudur. Pek ala genel siyasi hedefleri ele
alan ve mahalli eşraf veya güçlü ailelerin kendi çıkarlarını öne alan politika
ve etkilerini sınırlamaya yönelik hiç de “Parti içi Demokrasi” sayılamayacak
bir yöntem, son derece demokratik sonuçlar yaratabilir.
Bunun en somut örneği HDP’nin kendisidir.
CHP’yi “parti içi demokrasi” ile önseçim yapmaya; bu araçla
eski kuşakları tasfiye etmeye; birçok kadın adaya seçilebilir yer sunmaya
zorlayan, “Parti içi demokrasi”den yoksun HDP’nin varlığı ve artan etkisidir.
Parti içi demokrasi olmadan demokratik bir parti olunmaz
sözü genel bir ilke olarak palavradır.
Tarih ve toplum üstü bir “doğru”dan, bir dogmadan başka bir şey
değildir.
Parti İçi Demokrasi Anti Demokratik Sonuçların Aracı Olabilir
Bir partinin görüşlerini savunacak ya da temsil edecek kişileri,
merkezi oylamayla mı, seçimle mi seçtiğinin, örneğin ülkedeki seçim
sonuçlarının demokratik mi olacağı konusuyla bir ilgisi yoktur
Bu, o partinin programını aptalca mı akıllıca mı savunduğu
sorunuyla ilgilidir.
Yanlış bir hedef ve program için akıllıca politikalar
katmerli yanlışlardır. Yani hizmet ettiği politika ve program açısından değerlendirilebilirler.
Taktikler, örgüt biçimleri tabi oldukları ve hizmet etmesi
beklenen amaçlar açısından bir anlam taşırlar.
Amaçları hiçbir eleştiri konusu yapmadan, taktikleri
eleştirmek aslında karşı tarafa hizmet etmekten başka bir anlama gelmez.
Somut olarak CHP’nin önseçimini ele alalım.
CHP’nin Önseçimi’nin Nesnel Sonucu Anti demokratik karakterdedir
Pek CHP’nin önseçim yapması demokrasi mücadelesi ve Erdoğan’ın
diktatörlük heveslerini engelleyebilmek bakımından hayırlı mı olmuştur?
Hayır, hayırsız olmuştur.
Hayır, hayırsız olmuştur.
Çünkü CHP’den yüz çevirip HDP’ye oy vermeye niyetlenmiş bir
sürü insan, bu gazla şimdi tekrar CHP’ye yönelebilir.
CHP’ye yönelmeleri ve HDP’ye oy vermemeleri ise, HDP’nin
barajı aşmasını tehlikeye atar; bu da Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçmesini
mümkün kılar.
Görüldüğü gibi, var olan somutta, CHP’nin kendi oyu
arttıracağı taktik ve örgütlenme biçimleri, nesnel olarak anti demokratik sonuçlar
doğurur.
Ayrıca CHP’nin programı ve hedefleri demokratik olmadığı
için, bu “demokratik” önseçim bu antidemokratik programın gücünü ve etkisini arttıracağı;
antidemokratik karakterinin görülmesini engelleyeceği için de antidemokratiktir.
HDP’nin Etkisi Olmasaydı?
Öte yandan, CHP’nin böyle yapmasını zorlayan da bizzat HDP’nin
varlığıdır.
HDP, CHP’den oy çekiyor olmasaydı; HDP’nin başarıları ve
politik ağırlığı artıyor olmasaydı, CHP böyle sola kayma ve gençleşme ve kadınlaşma
operasyonu yapamazdı.
CHP’nin şimdi yaptığı tıpkı İsmet İnönü’nün, 1960’larda, TİP’in
yükselişi karşısında bu yükselişi engellemek için, “Ortanın Solundayız” demesinden farksızdır.
HDP’nin Önseçim Yapmaması Demokratik Karakterdedir
HDP’nin merkezi olarak seçmesi hiçbir antidemokratik
karakter taşımaz.
Bu onun kendi amaçları açısından eleştirilebilir.
Demokratik karakterli programını toplumda daha etkili noktaya getirip getiremediği bakımından eleştirilebilir.
Demokratik karakterli programını toplumda daha etkili noktaya getirip getiremediği bakımından eleştirilebilir.
Peki, HDP’nin bu yöntemi izlemesi doğru mu olmuştur?
Kanımızca doğrudur.
Çünkü bölgelerdeki insanlar hem dar görüşlüdürler hem de bir
yığın eşrafın, etkili ailelerin bürokratların etkisi ve ağırlığı çok büyüktür.
Bunu engellemek için, hareketin genel ve nihai çıkarlarını
göz önünde tutan kadroların; daha doğru ve isabetli kararlar vermiş olma
olasılığı yüksektir.
Taner Akçam’ın Sözlerinin Somut Anlamı
Şimdi bütün bunlar veri iken, Taner Akçam’ın sözleri ne
anlam gelmektedir?
Taner Akçam’ın bu yazısı, aslında “HDP’ye oy verin, ben
oyumu HDP’ye vereceğim” dememek için bin
dereden su getirmekten başka bir şey değildir somutta.
Taner Akçam, “Bu seçimlerde, en acil sorun Erdoğan’ın
diktatörlüğün engellemektir; bunun en etkili yolu da HDP’ye oy vermektir”
dememekte, diyememektedir.
HDP’ye saldırmaktadır. Bunu ise sadece bir tek cümlesinde
bile, bir yığın yanlış önermelerle yapmaktadır.
Yani aslında Taner Akçam, “parti içi demokrasiyi” savunur
gibi görünerek, HDP’ye oy verin demeyerek, Erdoğan’ın kişi diktatörlüğü
heveslerinin basit bir aracı olmaktadır.
Bu Müftüoğlu’ndan Taner Akçam’a kadar, eski Dev-Yolcuların
geniş bir kesiminin karakteristiğidir. Bunun sosyolojik nedenleri vardır. Şehir
orta sınıfı, Türk küçük burjuvazisinin Türk milliyetçiliğinin bir yansımasıdır.
70‘li yıllarda, AP faşistleri sokağa salınca CHP’li aileler
de çocuklarını onlara karşı sipere sürdü. (Benzerini bir ölçüde Gezi’de de
yaşadık.)
Dev Yol bu geniş kitle hareketinin örgütlenmesinden başka
bir şey değildi. CHP örgütleri aynı zamanda faşistlere karşı mücadele içinde
radikalleşen gençlerin karargâhlarıydı. Bu nedenle Dev-Yol’da hiçbir zaman Marksist
bir teorik damar; uluslar arası işçi ve sosyalist geleneğin izi görülmez. Tek
tük insanlarda görülür onlar da zatin genel olarak orada tam yerlerini
bulamazlar.
Bu nedenle Kürt hareketine karşı alerjileri vardır. Hiçbir zaman
şöyle açık bir tavır alamazlar:
“Bu seçim Erdoğan’ın kişi diktatörlüğüne evet ya da hayır
seçimidir.
Her kim ki bu özelliğin üstünü örter veya atlar, o fiilen Erdoğan’ın diktatörlüğüne hizmet eder.
Her kim ki bu özelliğin üstünü örter veya atlar, o fiilen Erdoğan’ın diktatörlüğüne hizmet eder.
Nesnel olarak böyle olur bu.
Bu durumdan kurtulmanın bir tek yolu vardır: HDP’ye oy vereceğini ilan etmek ve HDP’ye oy verilmesini istemek.
Bu durumdan kurtulmanın bir tek yolu vardır: HDP’ye oy vereceğini ilan etmek ve HDP’ye oy verilmesini istemek.
Programından vs. dolayı değil; Erdoğan’ın diktatörlüğünü
engellemenin biricik etkili ve garantili yolu olduğu için.
Bunu söyleyemeyen, açıkça ifade edemeyen herkesin gideceği
yer Erdoğan’ın yanıdır.”
Demediler, diyemiyorlar ve diyemeyecekler.
Diyenler ise zaten orada duramaz.
(Burada doğrudan konumuz değil ama geçer ayak şunu da not
edelim ki, Akçam, aynı yazıda “siyasetin doğrusu yok” gibi bir rölativizmi
savunurken, “Parti için demokrasi olmazsa demokrasi savaşçısı olamaz” doğrusunu
ortaya atarak kendi kendini çürütüyor. Siyasetin doğrusu yoksa bu da doğru
değildir. Eğer bu doğruysa, siyasetin doğrusu yoktur önermesi yanlıştır. Rölativizm
ve mutlak doğrular aynı madalyonun iki yüzüdür. Ama bu bir başka yazının konusu
olsun, ilerde bir gün vaktimiz olursa.)
Demir Küçükaydın
08 Nisan 2015 Çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder