Gezi’nin ve orada oluşan forum ve dayanışmaların geride hiçbir
görünür birikim bırakmadan dağılışlarının temel nedenlerinden biri bilimsel ve
politik tartışmaların temelden farklı özelliklerini dikkate almamalarıydı.
Politik bir hareket olarak, bilimsel bir toplantının yöntem
ve araçlarıyla bir sonuca ulaşmaya çalışıyorlardı. Bu da onların örgütlenmesini
ve karar almasını olanaksız kılıyordu.
Gezi üzerine sonradan yazılan literatür okunduğunda Gezi’nin
bu temel zaafı üzerine neredeyse hiçbir eleştiri ve gönderme bulunamaz. Bütün Gezi
literatürü Gezicilerin Gezi’ye bir övgüsünden başka bir şey değildir. Bu da
aslında Gezi’nin öldüğü gerçeğinin bir görünümüdür. Çünkü canlı bir hareket
kendisine övgü düzmez, kendi açmazlarını, sınırlılıklarını, yanlışlarını gündeme
alıp tartışmaya ve onları aşmaya çalışır. Gezi başından beri kendine hayran Narsist
bir hareket olarak kaldı.
Bugünkü #HAYIR girişimleri Gezi’nin bu zaaflarını açıkça
ortaya koymalı ve aşmanın yollarını tartışmalıdır. Bu yazı bu yönde bir
tartışma, düşünüp taşınma süreci başlatabilmek için bir deneme, bir girişim
olarak görülmelidir.
*
Bilimsel bir toplantının amacı hiçbir zaman bir karar alma olamaz. Çünkü hangi teorinin doğru olduğu, bir karar ve oylama
konusu değildir ve olamaz. Dolayısıyla da hangi teorinin doğru olduğu yönünde
bir oylama yapılmaz. Bir teorinin
doğru olup olmadığına oylamalar değil, bilimsel deneyler ve gözlemlerle karar
verilir. Bu karar da yine oylamayla ortaya çıkmaz. Bilim insanlarının onu kabul
etmeleri, kendiliğinden bir sürece bırakılır.
Hangi teorinin doğru olduğuna ilişkin kararlar, tabiri caiz ise, doğa veya toplum yasaların “yaptırımlarıyla”
oluşur. Cezasını yargıçlar ya da kongrelerce belirlenmiş organlar değil; doğa veya
toplum yasaları verir. Yerçekimi yassını kabul etmiyorum diyerek kendinizi
yüksek bir yerden bırakırsanız, yere çakılırsınız. Sakat kalır veya ölürsünüz. Kararı
ya da cezanızı, “yerçekimi yasası” verir.
Ama politik mücadele içinde, sosyal mücadeleler verilen bir
örgütte, sorunların çözümü, “son duruşmada” geçerli olan doğa ya da toplum
yasalarına bırakılamaz.
Birtakım kararlar alınmalı ve onlar uygulanmalıdır. O
kararlara uymayanlar hakkında, doğa ve toplum yasalarının değil; belirlenmiş
organların uygulayacağı yaptırımlar geçerli olmalıdır.
Bu temelden farklı özgül karakteri nedeniyle, bilimsel bir
toplantıda amaç, tüm tezlerin, eleştirilerin tam bir özgürlük ortamında, eşit
haklarla ve hiçbir kısıtlamaya uğramadan sunulması olabilir. Hedef başkalarını
informe etmek ve edilmek ve de tartışmaktır. O kadar. Bir karar almak
hedeflenmez.
*
Ancak politik bir mücadele ve örgütlenmede, gerçek günlük
hayatta kararlar ve sonuçlar, bilimsel bir sempozyum veya kongrede olduğu
biçimde, zamana, kendiliğinden oluşacak bir kabule bırakılamaz. Bir şekilde
oylama yapılıp bir karar alınması gerekir. Karar için de bir karar mekanizması,
yani kuralları belirlenmiş biçimler gerekir. Örgüt biçimdir.
Çoğunluğun bir kararı benimsemesi, hatta oy birliği ile
alması o kararın en doğru karar olduğu anlamına da gelmez. Demokrasi hiçbir zaman
kararların doğru olacağının garantisi anlamına gelmez. O sadece bu kararların
eşit şartlarda yarışarak çoğunluğu kazandığı ve başka bir görüşün de aynı
şekilde onun yerine geçebileceği anlamına gelir.
Bu nedenle en az hatalı kararları alabilmek; ya da alınmış
hatalı kararları en seri şekilde en az zararla değiştirebilmek için
mekanizmaların kurulması ve belirlenmesi bir örgütün tüzüğünün; çalışma
prensiplerinin esasını oluşturmalıdır.
Bu nedenle, bir kararın
alınması ve öncesinde, farklı görüşlerin, sadece hukuken değil, fiilen de eşit
koşullarda, en küçük bir kısıtlamaya tabi olmadan, tüm katılımcılara iletilme,
anlatılabilme ve onları kazanabilme olanakları olması gerekir.
Bütün usuller ve teamüller bu eşitliği sağlamaya yönelik
olmalıdır. Bütün bunlara rağmen kararlar yanlış olabilir. Ama bu gibi
tedbirler, yanlış olma ihtimalini azaltırlar ve onu kolayca değiştirebilme
olanaklarını sunarlar.
Politik bir örgütlenmede ve toplantıda amaç, bilimsel bir
toplantıdan farklı olarak, çoğunluğu kazanmaktır.
Çoğunluğu kazanmanın, fiili eşitsizlikler, manüplasyonlar ve
başka mekanizmalarla gerçekleşmemesi; farklı öneriler hakkında onların
gerçekten içerikleri dolayısıyla karar verilebilmesi için, hem farklı görüşlerin
eşit koşullarda yarışması; hem de karar verecek olanların başka güçlerin
baskısı altında hareket etmemeleri hayati önemdedir.
Bu nedenle, bu güçlerin (örneğin bir yöneticinin
yetkilerinin ve olanaklarının) kararı etkileyememesi için, sadece hukuki bir
eşitlik değil; aynı zamanda olanakların kullanılmasında fiili bir eşitlik de
gerekir.
Yani örneğin bir örgütün Kongresi toplandığı anda, herkesin hukuken ve fiilen eşit haklı bireyler
olarak orada olması gerekir. Bu nedenle, hem bir hukuki ve fiili eşitliği
vurgulamak ve hem de herhangi bir eşitsizliğe yol açmamak için, bütünüyle
rastlantısal ve hata yapması en az olası kişilerin (örneğin en yaşlı ve en genç
üyenin) kongreleri açması ve Kongrenin divanını seçtirmesi gibi yöntemler
uygulanır.
*
Bunun ne kadar önemli olduğunu, herhangi bir HDP veya HDK
kongresi örneğinde görebiliriz. Bu aynı zamanda Kürt hareketinin neden modern
ve şehirli insanları neden örgütleyemediğinin ve böyle giderse asla
örgütleyemeyeceğinin de anahtarını bize sunar.
Öncesinden de başlanabilir biz herhangi bir kongrede rastlanabilecek
birkaç çarpıcı resme bakalım.
Kongrelerde eşitliğin izine bile rastlanmaz. CHP kongreleri
bile daha demokratiktir denebilir.
Örneğin HDP ve HDK kongrelerinde örgüt yöneticilerinin
girdiği sahnenin arkasında ayrı bir kapı vardır.
Salonda, yöneticiler, milletvekilleri, tanınmış kişiler en
önde protokol sıralarına otururlar.
(Bir kongrede protokol olsa olsa ancak kongreyi izlemeye
gelen misafirler için olabilir.)
Hâlbuki bir kongre salonuna girildiği andan itibaren ne
başkan, ne vekil kimsenin hiçbir yetkisi ve titri olmaması gerekir. En küçük
bir eşitsizliğe müsaade edilmemesi gerekir.
Peki sonra ne olur? Kongreyi başkan ya da bir vekil açar.
Hâlbuki eşitliğe uygun olarak, en yaşlı üyenin açması,
tamamen farklı öneriler temelinde Kongre başkanının seçilmesi gerekir.
Bu olmaz.
Bundan sonra gündemin belirlenmesi, farklı gündem
önerilerinin tartışılması ve oylaması gerekir.
Ama HDP ve HDK kongrelerinde, gündemin ne olacağı bile
önceden belirlenip ilan edilir. (Yani aslında Kongrelerin bir mizansen olduğu
ifade edilmiş olur açıktan. ) Ve gündem tartışması ve oylaması bile olmaz. Yani
bir kongreyi kongre yapan şeyin kendisi olmaz. Gündem tartışması yoktur.
Herkes eşit olduğundan başkanlık falan olamayacağından
başkan bile ancak bir kongre üyesi sıfatıyla, diğer kongre üyeleriyle eşit
konumda söz isteyebilmelidir.
Hâlbuki, HDK ve HDP kongrelerinde, doğrudan Başkan söz alır,
onu birkaç önemli mesajlar verecek vekil veya yönetici izler, sonra meşhur misafirler
ve ağır toplar konuşur.
Bu arada komisyonlar toplanır ve karar tasarılarını
hazırlar. Bunlarda da tartışmalar olursa şu kelime de eklensin, şuraya virgül
de konsun düzeyinde olur. Farklı konseptlere dayanan farklı tasarılar diye bir
şeye katiyen olmaz. Olsa da fiilen söz hakkı verilmez.
Bu kadarı yeter.
Gerisi de aynen böyle sürer gider.
Böyle bir örgütlenmenin ne Türkiye’de demokratik özlemleri
harekete geçirmesi, ne örgütlemesi mümkün değildir.
Elbet bu gerçekliğin ardında da Kürt hareketinin toplumsal
konumuyla epey bir işçi olsa bile, ruh durumuyla küçük burjuva ve köylü, hatta
aşiret ilişkilerinin egemen olduğu tabanı vardır. Kürt hareketinin bütün
sınırlılığını ve sorunlarını yaratan da budur.
Ama daha kötüsü, HDK ve HDP içinde yer alan sosyalistlerin,
aydınların, entelektüellerin, liberallerin de bu duruma en küçük bir itirazda
bulunmamalarıdır. Belki bir itiraz olsa, ne de olsa canlı bir harekete dayanan
ve siyasi bakımdan oldukça gelişmiş o toplumsal temelde bir yankı bile
bulacaktır.
*
Şimdi öbür uca geçelim. Parklardaki iç dökme forumlarına hiç
girmeyelim. En iyisine bakalım.
Gezi’den sonra en örnek bilinen Don Kişot’ta Gezi’nin
kremasının kreması bir seri forumlar yaptı. Bütün bunlarda konunun kendisinden,
seçilişine ve tartışılmasına hatta sonuçlarına kadar her şey görünüşte bilimsel
bir toplantı ölçüleriyle ve biçimiyle yapılıyordu.
Ama bizzat Don Kişot’un kendisi bilimsel bir araştırma kuruluşu
değil, bir politik ve sosyal mücadele organı veya alanıydı.
Bilimsel ya da sosyolojik bir tartışma veya araştırmanın nesnesi
olacak bir konu, politik bir organ içinde, esas sorunun ne olacağı, yani gündem
ve onun belirlenmesini demokratik olarak belirlemenin önüne geçen politik bir
işleve sahip oluyordu.
Yani politik bir örgütte, bilimsel bir toplantının
kriterleriyle davranıp düşünme aslında bir politik duruşu ifade eder ve bir
politik duruşun bilimsel bir biçim altında kendini fiilen dayatmasından başka
bir anlama gelmiyordu.
Ve bu tartışmaya alınan sosyolojik veya ekonomik konular, tam
da politik bir örgütün bilimsel bir toplantının biçimleriyle mi, yoksa politik
bir örgütün biçimleriyle mi çalışacağı sorununu gündeme alma ve tartışmanın bir
engeliydi ve bunu engellemeye hizmet ediyordu.
Bizzat bu sorunun gündeme alınmasını engelleme ve fiili bilimsel
toplantı uygulamasının kendisi somut bir politik tavrın uygulamanın ifadesiydi.
Örgütsüzlüğü ebedileştiriyordu.
Ve işin ilginci, politik bir biraraya gelişin bilimsel bir
kongre veya sempozyumun ilkeleriyle çalışmaya kalkması, tersinden HDK ve HDP’nin
o merkezi ve bürokratik işleyişiyle aynı ölçüde anti demokratik ve benzer
sonuçlara yol açıyordu.
*
Türkiye’de demokratik mücadelenin en temel bu iki ucu, yani
kendini politik İslam tehlikesi ve tehdidi altında gören laik yaşam tarzındaki
şehirliler ve modern ve iyi eğitimli ücretliler ve Kürt hareketi, demokrasiden
zerrece nasibini alamamış birer örgütlenme veya daha doğrusu örgütlenememe
modeli sunmaktadırlar ve tam da bu nedenle Türkiye’de demokratik hareket
böylesine güçsüz ve çapsız kalmaktadır. Aslında HDP-HDK ve Gezi Forumları,
ikisi de aynı madalyonun iki yüzüdür.
Politik ve programatik ortaklıkları ve yakınlıkları onları
birbirine yaklaştırıcı bir etki yaparken; bu toplumsal yapılarının ve kültürel
kotlarının farklılığı onları birbirinden uzaklaştırmıştır ve
uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle de HDP Gezi için hiç de çok çekici bir adres
olmamıştır örgütlenmek için. Bunun tersi de doğrudur. Kürt hareketi de Gezi’de
kendini pek bulamamıştır.
*
#HAYIR hareketi ve aşağıdan örgütlenen #HAYIR meclisleri bu
ikisi de çıkışsız açmazı aşmak zorundadır.
Bunu başarabilmek için ise öncelikle, bilimsel bir toplantı
tarzında ve havasında toplanmak ve zaman yitirmekten kaçınmak zorundadır. Her toplantı,
her forum, somut bir karara varabilmek için bir kongre gibi çalışmalıdır.
Farklı görüşler arasında biçimsel ve fiili bir eşitlik konusunda çok hassas
olmalıdır.
Bunun için de temel bir koşul vardır. Herhangi bir
meclisteki veya girişimdeki bir tek katılımcının bile tüm meclis ve
girişimlerdeki üyelere görüşlerini iletebilme, onları kazanabilmek için
biçimsel ve fiili hakları. Yani bunların araçlarının da olması.
Ama bunlar da iki ön koşulu gerektirir. Yatay ilişki ve
Oylama.
Diğer yazılarda da bunları ele alalım.
Demir Küçükaydın
Demir Küçükaydın
6 Şubat 2017 Pazartesi
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz.
Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder