Marksizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marksizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2018 Perşembe

Bir Devrimin Eşiğinde (11) – Harari’nin “ Sapiens”inin Eleştirisi (3) – HDP ve Harari’nin Ortaklıkları

Bizim Harari’yi eleştirilerimiz özünde ele alınan olgulara değil, o olguları açıklamak için kullanılan yönteme, teoriye ilişkindir.
Harari’yi bir eleştiri konusu yapmamızın nedeni de, gerek yeni kuşakların gerek bir zamanlar iyi kötü Marksizmle haşır neşir olmuş eski kuşakların aynı yöntemsel ve teorik yanlışlarla malul olmalarıdır.
Bu bilmeme ve unutmuşluğun sonucu bizim yazdıklarımızla Harari’nin yazdıkları arasında bir yakınlık, bir özdeşlik görmektedirlerr.
Biz, Harari’nin görüşlerini eleştiri konusu yaparak aslında hem Toplum ve hareket yasaları üzerine zerrece kafa yormayan yeni kuşakları, hem de bir zamanlar az çok böyle bir kavrayışla düşünüp hareket etmelerine rağmen bildiklerini unutmuş eski kuşakları, ortak temel yanlışları üzerinden eleştirmeye onların temel yanlışlarıyla mücadele etmeye çalışıyoruz.

1 Ocak 2018 Pazartesi

Bir Devrimin Eşiğinde (9) - Harari’nin “Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens”’inin Eleştirisi (1)

Yuval Noah Harari (1976 Hayfa) Kudüs Hebrew Üniversitesinde, İsrailli bir tarihçi. “Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens” isimli, kırktan fazla dile çevrilen ve “evrensel tarih” diye vaftiz edilen kitabı, dünya çapında en çok satanlar listelerine girdi.
Biz de İbni Haldun, Marks-Engels, Kıvılcımlı, Troçki’lerin “evrensel tarihçi”liğinin bir izleyicisiyiz. Çünkü Marksist olmak “evrensel tarihçi” olmayı gerektirir. Marksizmin konusu toplum ve toplumun hareket yasalarıdır. Marksizm, kimilerinin sandığı veya söylediği gibi bir “dünya görüşü”, bir “felsefe”, bir “ekonomi teorisi” değildir.
(Kaldı ki “dünya görüşü”nün, “felsefe”nin ne olduğu yani toplumsal olgular olarak nasıl tanımlandığı ve tanımlanması gerektiği de ayrıca başlı başına ele alınması gereken bir konudur. “Dünya görüşü” ya da “Felsefe” diye sosyolojik kategoriler yoktur ama açıklanması gereken kendini öyle tanımlayan veya öyle tanımlanan olgular vardır.)
Toplumun hareketinin veya evriminin yasaları tüm toplumların tarihinden, tarihsel olgulardan çıkar. Bu nedenle “evrensel tarihçilik” esas olarak Marksistlerin işi olagelmiştir[1]. Hatta Marksizm’in ilk doğuş çığlığı denebilecek Komünist Manifesto bir “evrensel tarih” denemesi olarak da okunabilir.

29 Aralık 2017 Cuma

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (7) – “Hodl!” - Bitcoin’in Savaş Narası

Bitcoin’in ağ olarak büyümesi, öncelikle insanların küçük meblağlar halinde bile olsa Bitcoin almalarını, dolayısıyla bir Bitcoin cüzdanı edinmelerini (indirmelerini) ve bu küçük miktarı satmadan elde tutmalarını gerektirir.
Sadece bu tarz bir davranışlar bile Bitcoin’in yavaş yavaş bir ağ oluşturmasını ve çok ilerde belli bir kritik kütleye ulaşmasını sağlayabilir.
Hiç borsa yükselişleri olmadığını, Bitcoin’in tüm borsalarda yasaklandığını varsaysak bile, Bitcoin böyle el altından veya borsa dışı alış ve satışlarla büyümeye devam edebilir ve ağını genişletebilir.
Çünkü Bitoin miktarı sabit denebilecek kadar yavaş büyümektedir ve Bitcoin sahibi olanlar ve alanlar Bitcoin madenciliği ile yaratılan Bitcoin miktarından daha hızlı büyüdüğü sürece Bitcoin’in talebi arzından fazla artacağından, Bitcoin sürekli bir değerlenme eğilimi içinde olacaktır.

27 Aralık 2017 Çarşamba

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (5) – Bitcoin’in Bugünkü Durumu, Yayılması ve Geleceğinin Sorunları

Şimdi konunun en riskli bölümüne geliyoruz. Eldeki bilinenlerden hareketle, bu yepyeni alanda Bitcoin’in geleceğinin hangi kuvvetlerin etkisiyle şekilleneceğini anlamaya çalışmak.
Önce şu anki durumu tespit edelim. Bir durum yargılamasıyla başlayalım.
Bitcoin’in, Altın-Para, Altın karşılığı olan Kağıt Para, karşılıksız (Fidüsyer) İtibari Para (Devlettlerin yani Merkez Bankalarının bastığı para), bankaların yarattığı Giral Para (Bankaların kredi vererek yarattığı para) gibi paranın bütün biçimlerinin yerine geçebileceği ortadadır.
Zaten Bitcoin’in çıkışının temelinde, Devletin ve Barkaların hiçten para yaratarak insanların alım güçlerini düşürmesi, ekonominin giderek rant ve spekülasyona yönelmesine karşı bir araç bulunması çabası bulunmaktadır.
Bitcoin’e yapılan itirazlar çoğu kez bugünkü paraların yerini alacak özellikleri olmadığından hareketle yapılmaktadır. Bunların birkaçına bakalım.

26 Aralık 2017 Salı

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (4) – Paranın İşlevleri ve Bitcoin

Önceki yazıda Bitcoin’in, Altın gibi, genel eşdeğer olabilmek için tüm özelliklere fazlasıyla sahip
olduğunu görmüştük.
Şimdi soru şudur: bu özelliklere sahip olmak onu bir evrensel para yapmaya yeter mi; bu yolda ne gibi güçlüklerle karşılaşabilir?
Hemen görüleceği gibi, bu gelecekte ne olabileceğini öngörmeye yönelik bir çabadır.
Şimdi genel yasalardan hareketle bu yeni olguda o genel yasaların ne kadar veya nasıl geçerli olabileceğini kestirmeye çalışıp en azından genel bir eğilimi öngörme çabasına girilebilir.
Bitcoin üzerine yazanlar genellikle onun genel bir eşdeğer olmaya son derece uygun özelliklerini sıralayıp, buradan doğrudan doğruya, otomatikman Bitcoin’in genel bir eşdeğer ve mübadele aracı olacağı sonucuna ulaşıyorlar.

22 Aralık 2017 Cuma

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (2) – Kullanım Değeri ve Bitcoin

Bitcoin’i, onun nasıl bir evrim geçireceğini, ne gibi sonuçları olacağını biraz olsun anlayabilmek için yeni bir kıtaya ayak bastığımız varsayımından hareket etmemiz gerekiyor. Hatta buranın yeni bir kıta mı, yoksa bildiğimiz kıtaların ta kendisi mi olduğunu anlayabilmek için de böyle davranmak gerekiyor
İnternet bir kıyaslama sağlayabilir.
İnternet ilk çıktığında onun bugün hayatımızda taşıyacağı önemi vs. keza internet sayesinde var olan Google’u, dolayısıyla Big Data’nın önemini. Big Data’nın yapay zekaları geliştirmek için gerekliliğini ve önemini, dolayısıyla bugün kendimizi birden bire tarihteki en büyük teknolojik ve sosyolojik değişikliklerin arifesinde bulacağımızı tahmin bile edemezdik.
Ve bütün bunlar topu topu yirmi yılda oldu.

15 Aralık 2017 Cuma

Bir devrimin Eşiğinde (8) - Toplum Nedir?

Dikkat edilirse “Bir Devrimin Eşiğinde” başlıklı bu yazı serisinin en başında devrim kavramının üç farklı anlamını ele almış ve bu eşiğinde olduğumuz devrimin, Neolitik devrim, Tarım Devrimi, Sanayi Devrimi gibi üretici güçlerde bir nitelik değişimi anlamına gelen, dolayısıyla çok derin değişikliklere yol açacak bir devrim olduğunu, benzeri devrimlerin ortaya çıkıp yayılmasının Neolitik  ve Tarımda devrimlerinde olduğu gibi bin yıllar veya Sanayi Devriminde olduğu gibi yüz yıllar sürmesine  karşılık, bu eşiğinde bulunduğumuz devrimde, aynı derinlikte ve çaptaki değişikliklerin on yıllar içinde gerçekleşeceğini söylemiştik.
Böyle derin değişikliklere yol açan bir devrimi ve muhtemel sonuçlarını anlayabilmek, az çok ön görülerde bulunabilmek ister istemez, Tarihsel Maddeciliğin (Sosyolojinin) ve Ekonomi Politiğin en temel kavramlarını gündeme getirir.

13 Aralık 2017 Çarşamba

Bitcoin’in ve Blockchain Teknolojisinin Mucidi Satoshi Nakamato İle Söyleşi

Bitcoin’in ekonomi politiği üzerine yazmaya başladığımız bu yazı serisin henüz başındayız.
Bitcoin denen olguyu anlamak için önce Marksist para teorisine girmek gerekecektir. Var olan kavramların bu yeni olguyu açıklayacak ve evrimini öngörecek bir temel sunup sunmadığına bakılacaktır.
Ama bir yandan da bilgi kirliliğine karşı orijinal metinlere de yer vermeye çalışacağız.
Bu bağlamda muhtemelen ilerde adı gerçek bir dahi olarak anılacak, kadın mı erkek mi, yoksa bir grup programcı mı olduğu bilinmeyen Satoshi Nakamato’nun ne gibi düşüncelerle bu parayı oluşturduğuna ilişkin olarak birinci dereceden bir bilgi son derece önemlidir.
Aşağıdaki metin Satoshi Nakamato’nun “başka işlerle uğraşacağım” diyerek yok olmasından önce yaptığı çeşitli yazışmalarından derlenerek oluşturulmuş bir hayali söyleşi. Yani Satoshi Nakamato’den yapılmış orijinal alıntıların bir söyleşi biçiminde derlenmesidir.
Söyleşi Phil Cmampagne’nin “Book of Satoshi” adlı kitabında yayınlanmış.
Biz de bunu Aaron Koenig’in “Bitcoin – Devletsiz Para” başlıklı kitabından çevirdik. Almancamız mükemmel değil. Bu nedene yetersiz bir çeviri olabilir ama daha iyisini yapacak bir hayırsever çıkana kadar bu bir fikir vermeye de yeter.

8 Aralık 2017 Cuma

Bir Devrimin Eşiğinde (7) – Ateşin İnsan Oluş Sürecindeki Önemi ve Kıvılcımlı’nın Yanılgıları (2)

Önceki yazıda Ateş’in de tıpkı el baltası ve sopa gibi bir araç değil, canlı gibi bir cansız organ olduğuna, toplumu biçimlerini değil, canlı türlerini değiştirdiğine, bunun insan türünün oluşumundaki önemine değinmiş ve ateş olmadan bugünkü insan anatomisinin açıklanamayacağını, vücudun enerjisinin yüzde yirmisini harcayan beynin (zekanın) tamamen fiziksel ve matematik olarak hesaplanabilir sınırlar nedeniyle, bu şekilde gelişemeyeceğini göstermiştik.
Bu yazıda Kıvılcımlı’nın (ve Engels’in) bu süreci ele alışında aynı mahiyetteki temel metodolojik ve kavramsal yanılgılarına değineceğiz.
Burada Metodolojik ve Kavramsal sözcüklerinin altını çizmemiz gerekiyor.

29 Kasım 2017 Çarşamba

Bir Devrimin Eşiğinde (7) – Ateşin İnsan Oluş Sürecindeki Önemi ve Kıvılcımlı’nın Yanılgıları (1)

Bildiğimiz kadarıyla Kıvılcımlı, Engels ile birlikte Maymun’dan insana geçiş sürecine kafa yormuş ve bir şeyler yazmış tek Marksist’tir[1].
Engels insan olma sürecinde “emek” kavramı ile dolaylı olarak taş balta ve sopanın önemi üzerinde durmuştu ve bu görüşüyle çağdaşlarından çok ilerdeydi.
Ama Engels, bu nesnelerin biyolojik kategorilerle ele alınması gereken birer organ olduklarını görememiş ve onları sosyolojik kategorilerle ele almış, birer üretim aracı olarak değerlendirmiş ve bu nedenle de insan olma sürecinde “emeğin rolü”nden söz etmek gibi çok ciddi bir yanlış yapmıştı.
Kıvılcımlı ise aletin yanı sıra Ateş üzerinde durmuştur ve Engels’in, kendi zamanında dik durma ve kavramanın önemini görmede öncü olması gibi, ateşin önemi ve eskiliğini birçok antropolog ve paleoantropologtan daha önce vurgulamasıyla bir öncüdür.

27 Kasım 2017 Pazartesi

Bir devrimin Eşiğinde (6) – Biyolojik ve Toplumsal Kategoriler ve Toplumsal Bir İlişki Olarak Nesneler

Marksizm, maddi ya da manevi, herhangi bir nesnenin, sosyolojik olarak toplumsal bir ilişki olduğundan ve öyle ele alınması gerektiğinden söz eder.
Bu hayati önemde bir önermedir. Tarih ve toplum üstü bir insan özü olmadığı (örneğin “insanoğlu özünde bencil bir yaratıktır gibi saçmalıklar ve bunları eskiden öğrendiklerini unutup Marksist bir önermeymiş gibi söyleyenler göz önüne getirilsin.) önermesi de aslında bu önermenin bir mantık sonucundan başka bir şey değildir.
Bu ne demektir?
Örneğin bir traktörü ele alalım.
Traktör, örneğin kapitalist bir toplumda sosyolojik olarak bir üretim aracı; ama ekonomi politik olarak aynı zamanda bir sabit sermaye olabilir.

19 Kasım 2017 Pazar

Bir Devrimin Eşiğinde (5) – “İnsan Oluş Sürecinde Emeğin Rolü” Neden Yoktur? Engels’in Yanılgısı Üzerine

Engels’in 1876’da yazdığı, yarım kalmış, ancak ölümünden sonra 1896’da, (Yazılışından yirmi yıl sonra) yayınlanan, daha sonra da “Sovyet Bilim İşçileri”nin uydurması “Doğa’nın Diyalektiği”nde de yayınlanan ve Türkiye sosyalist ve Marksistleri arasında çok tutulan, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” (Anteil der Arbeit an der Menschenwerdung der Affen) başlıklı bir denemesi vardır[1].
Engels bu çalışmasında Emeğin (İşin), maymundan insana geçişte belirleyici bir önemi olduğu tezini savunur.
Daha denemenin girişinde şunları söyler:
Ekonomi politikçiler emeğin bütün zenginliklerin kaynağı olduğunu söylerler. O kendisine zenginliğe dönüştüreceği ham maddeyi sunan, doğanın yanı sıra, öyledir. Ama o bundan sonsuzca   daha fazla bir şeydir. O tüm insan yaşamının temel koşuludur. Hatta belli bir anlamda ve belli bir dereceye kadar, insanı emek yarattı diyebiliriz.[2]

15 Kasım 2017 Çarşamba

Bir devrimin Eşiğinde(3) - Bilim Kavramının Bilim dışılığı, Bilimdeki Sabitler ve Öngörüler Üzerine

Bir Devrimin Eşiğinde” yazı serisinin ilk iki yazısından sonra gelen yorumlara bakınca, yazdıklarımızın neredeyse hiç anlaşılmadığını; biraz fantezi, biraz bilim kurgu ya da son zamanların şişirilmiş “Sapiens” ve “Homo Deus – Yarının Kısa Tarihi” gibi popüler kitapların yazarı Yuval Noah Harari’nin yazdıkları gibi değerlendirildiğini gördük.
Bu durumda kısa bir parantez açıp, bazı kavramları açıp, biraz açıklama yapıp, uyarılarda bulunup, ondan sonra devam etmek gerekiyor.
Elbette böyle bir anlaşılmamayı beklemiyor da değildim, yazılarımı beğenen veya eleştirenlerin aslında yazıları anlamadan beğendiği ve eleştirdiğini sürekli gördüğüm için şaşırtmadı.

11 Kasım 2017 Cumartesi

Bir Devrimin Eşiğinde

Türkiye’yi esir almış Erdoğan-Ergenekon ittifakıyla uğraşmaktan, bütün dikkat ve enerjiyi onunla mücadelenin sorunlarına yöneltmekten, eşiğinde bulunduğumuz dünya ölçüsündeki devrimi yeterince erken göremedik ve bu konuda bir şeyler yazamadık.
Elbette çürüme ve terör tüm ülkeyi esir almadan ve tam bir faşizmle sonuçlanmadan, İslamcı-Türkçü ve faşizan Erdoğan-Ergenekon ittifakının, bir an önce yıkılması ve bu yıkılışın mümkünse, kitlelerin hareketiyle ve örgütlenmesiyle olması en acil görev olmaya devam ediyor.
Elbet bu mücadelenin, stratejiye, taktiğe, örgüt ve mücadele biçimlerine ilişkin sorunları, (muhalefetin hiç tartışmadığı ve tartışmaktan kaçındığı sorunlar) gündemimizin başında yer almaya; zaman ve enerjimizin çoğunu bir “kara delik” gibi yutmaya devam edecektir.

6 Kasım 2017 Pazartesi

Kapital’in “Eksiklikleri” Niçin Üstünlükleridir?

Sık sık Marks ve eserine karşı şöyle itirazlar yapıldığını görüyoruz: Marks, en temel eseri olan Kapital’de kadın sorununu el almamıştır, ulus sorununu ele almamıştır, ırkçılığı ele almamıştır, çevre sorununu ele almamıştır vs., vs..
Evet olgu olarak bu doğrudur ama bu eleştiriyi yapanlar farkına varmadan ne Marks’ı, ne Marksizmi (Toplum ve Tarih Bilimini) ne de Kapital’de neyin söz konusu olduğunu hiç anlamadıklarını fark etmeden itiraf etmiş olurlar.
Aslında bu itiraz, bir biyoloğa neden fizik yasaları ve fiziksel olgular hakkında bir şey söylemediği türünden bir eleştiri yöneltmek gibidir.
Neden böyledir?

2 Kasım 2017 Perşembe

Ekim Devrimi Sosyalist Bir Devrim miydi?

Bu başlığı okuyan okuyucunun aklına, Ekim Devrimi’nin bir devrim değil bir darbe olduğu; sosyalist bir devrim için koşulların olgunlaşmadığı geri bir ülkede olması; yozlaşmasının nedenleri ve nasıl başladığı üzerine tartışmalar gelmesin.
Sorumuz, aslında bütün bu tartışmaların hepsinin dayandığı varsayımların ve kavramları eleştiriden geçirmeye ve aslında bu tartışmaların aynı ortak kavram sistemine ve varsayımlara dayandığını göstermeye yöneliktir.
Bu tartışmalar aynı devrim kavrayışına dayanırlar. Biz bu devrim kavrayışını sorgulayacağız.
Bir yanlış anlamaya yer vermemek için, yukarıdaki tartışmalar bağlamında temel görüşlerimizi de başlangıçta belirtelim.

30 Ekim 2017 Pazartesi

150’nci Yılında Marks’ın Kapital’inin Zaman Geçtikçe Tazeleşmesi Paradoksu

Bugün genel olarak şöyle düşünülmektedir:
150 yıl önce yazılmış ve basılmış bir eserde bugünün dünyasının sorunlarının cevabı bulunamaz. Bu nedenle Marks’ın Kapital’ini okumanın veya etüt etmenin somut ve pratik bir faydası olamaz
Daha doğrusu genel olarak çoğunluk, hem de aydınların çoğunluğu böyle düşünüyor ve Das Kapital’i okumaktan ise, son zamanların moda ve şişirilmiş ismi Thomas Pikkety’in “21. Yüzyılda Das Kapital”ini okumayı tercih ediyorlar.
İlk bakışta son derece mantıki gibi gelen bu itiraz tam da Kapital’i bilmeyenlerin ve/veya anlamayanların yapacağı bir itirazdır.
İşin kötüsü bu noktada tam anlamıyla bir “fasit daire” (Teufelkries) ortaya çıkar. Kapital’in tazeliğini ve güncelliğini kavramak için Kapital’i okumak gerekir; ama tam da 150 yıl önce yazılmış bir eserde günümüz dünyasının sorunlarını anlayacak kavramlar veya cevaplar bulunamaz diye kimse Kapital’i etüt etmediği için bu tazelik ve güncellik görülemez ve dolayısıyla da Kapital okunmaz. Kapital okunmadığı için de tazeliği görülemez.

27 Ekim 2017 Cuma

Das Kapital’in Yayınlanışının 150. Yılı Vesilesiyle Deutscher'in Kapital'i Keşfi

150 yıl önce, 1867’de, Karl Marks’ın “modern toplumun yüzündeki peçeyi kaldıran” ölmez eseri Das Kapital Hamburg’ta yayınlandı.
Das Kapital, yayınlandığında görmezden gelinmiş ve hiçbir yankı uyandırmamış; tam anlamıyla, Hikmet Kıvılcımlı’nın da çok şikayet ettiği ve en azından Marksist söyleme yerleştirdiği deyimle, bir susuş komplosu (“susuş kumkuması”) ile karşılanmıştı.
Hatta Marks ve Engels bu susuş kuşatmasını kırmak için, Engels’in bir burjuvanın bakış açısından Marks’ın eserini eleştirmesi gibi, savaş hileleri bile planlamışlardı.
Das Kapital, on yıl içinde sadece 1000 adet satılmıştı. (Muhtemelen çok daha az da okunmuştu.)
Eser İngilizceye neredeyse yirmi yıl sonra çevrilmişti.
Almanya’daki işçi hareketinin yükselişi olmasaydı, Marks ve Das Kapital, bugün bile adı bilinmez kalabilirdi.
Yüz elli yıl sonra bugün bile, hala, çok sınırlı ve giderek sayısı da azalan küçük Marksist bir entelektüel kesim dışında, bütün büyük eserler gibi, pek okunmamış ve anlaşılmamış bir eser olma özelliğini korumaktadır.

29 Haziran 2017 Perşembe

Sosyalistler ve Sol Neden “Ofsayt”ta?

Bu gün dünyadaki her hangi bir soruna, insanlığın kurtuluşu, hatta varoluşunu sürdürmek için önündeki en büyük engelin uluslar olduğunu görmeyen ve ulusların varlığının fiili bir ırkçılık anlamına geldiğini kavramayan her politik parti veya hareket, birden bire kendini en kötü gericiliğin destekçisi olarak bulur.
Dünyaya böyle yaklaşmadığınız sürece, dünyayı ve ondaki politik gelişmeleri anlama ve onlara karşı bir politik tavır ve program geliştirme şansınız olmaz.
Soruna böyle yaklaşmadığınız sürece, bu gün dünyaya egemen olan ulus devletlerin ırkçı bir sistemin araçları olduğunu göremezsiniz. Yani ırkçılığı bir tehlike olarak görürsünüz, yeryüzü ölçüsünde var olan bir sistem, gerçek olarak değil.
Böyle yaklaşmadığınız sürece siz bir ulusçulusunuzdur; insanların değil ulusların eşit olduğu insanların ancak uluslar aracılığıyla eşit olabileceği gibi bir yaklaşıma sahipsiniz demektir.

30 Mayıs 2017 Salı

Gezi’nin Yeni Bir Yıl Dönümünde Bir Kez Daha “La İlahe İllallah”

La İlahe İllallah” başlıklı yazımızı 2004 yılında yazmıştık.
Sonra bu yazıyı “Marksizmin Marksist Eleştirisi” başlıklı kitabımızın son yazısı olarak 2007 yılında tekrar yayınlamıştık.
Bu yazıyla yaptığımız ya da yapmaya çalıştığımız, teorik düzeyde gerçek bir devrim anlamına gelen, 2004 yılında ilk kez formüle etttiğimiz Marksist Ulus ve Din Teorilerinin programatik sonucunu, kolay anlaşılır bir şekilde ama İslam’ın vokabüleriyle (ya da “söylemiyle” diyelim) açıklamaktan başka bir şey değildi.
Tabii bunu yaparken aynı zamanda dinlerin ve özellikle de İslam’ın Marksist bir açıklamasını, diğer bir ifadeyle, beş bin yıllık uygarlıklar tarihinin kısa bir özetini ve açıklamasını da sunmuş oluyorduk.
Bu yazı bir bakıma, Marksizmin arada kat ettiği teorik ve kavramsal birikime dayanarak, Komünist Manifesto’nun yeniden yazılmasından başka bir anlama gelmiyordu.