Eski adıyla Habeşistanlı, yeni adıyla Etiyopyalı arkadaşım Samson Yecunoamlack dün vefat etmiş. Epeydir böbrek cihazına takılıyormuş, sonra kalp krizi geçirmiş, hastanede stent takmaya çalışmışlar bu arada kalbi durmuş, sonra tekrar çalıştırmışlar ama ertesi gün de kalbiçoğu bir daha çalışmamak üzere durmuş.
Samson, bizim, çoğunluğu Hamburg’taki “Köxüz Çevresi”nin
ayrılmaz bir parçası sayılırdı.
Köxüz çevresi iki tane farklı Köxüz’ün çevresidir.
Biri göçmenlere (siyahlara) yönelik, Köxüz Dergisi,
diğeri 2005’te yayına başlayan Türkiye’ye yönelim ve Kürt Hareketine desteğe
ağırlık veren Köxüz Sitesi.
Eksik veya fazlalarıyla aşağı yukarı aynı arkadaş çevresidir. Siyasi olarak Sosyalist, Siyahların, Göçmenlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, azınlıkların, hasılı ezilenlerin yanında onların haklarını savunan, bir örgüt olmayan ama aynı zamanda birlikte bir örgüt gibi de çalışabilen, esnek, sınırları belirsiz, konuya, eyleme ve duruma göre sınırları genişleyen veya daralan.
Samson bir sosyalist değildi hatta muhafazakar görüşleri
vardı.
Ama olmasına da gerek yoktu. Bir siyah olarak ezilendi ve
aramızda otomatik olarak bir dayanışma ve birlik oluşuyordu.
Aynı Kneipe’ye (bar) takılıyorduk.
Ama yanlış hatırlamıyorsam ilk ciddi yakınlaşma, sıcak ve güvene dayalı ilişki, Samson’a ırkçı
bir almanın saldırısı sırasında, bizim gruptan bir arkadaşın (Erkan), onu
savunması ve Almanla kavga edip saldırısını püskürtmesi ile başlamıştı.
Bir “beyaz” diğer beyaza karşı onu (siyahı) savunmuştu.
Sonra bizleri tanıyınca, bizlerin de Almanya’da ikinci sınıf
insan olarak ve aynı zamanda politik olarak siyah olduğunu görmüş ve kendisinin
siyah olduğunu hatırlamadan bizimle arkadaş olacağını hissetmişti.
Bizim yanımızda ve aramızda kendini daha iyi ve emin
hissediyordu. Biliyorduk ki birbirimiz için hep “orada”ydık, fiziksel olarak o
an orada olmasak da.
*
Samson’un adı Tevrat’taki Samson ve Dalila (Delilah, Tom
Jones’un meşhur şarkısındaki isim) hikayesinden gelir. “Tevrat’taki isim ile
Habeş Samson’un ilişkisi ne?” diye sorulabilir.
Bunun ardında bir tarih vardır.
Habeşisten Sahra’nın güneyindeki tek uygarlıktır.
Yazı, Para, Devlet ve bir kitaba dayanan bir “din” uygarlık
demektir.
Habeşistan’a uygarlık tohumları Nil ve Mısır üzerinden
değil, Yemen üzerinden geçmiştir. Yemen ise, Tevrat’taki Saba Melikesi’nin
ülkesidir.
Yemen tapınaklarda tütsü olarak kullanılan bitkinin
yurdudur.
Bu tütsünün ticareti Yemen’i o zamanlar efsanevi ve zengin
bir ülke yapmış, muhtemelen ticaret yolları üzerinden Yahudi kabilelerinin
söylencelerine, oradan da Kutsal kitaba geçmiş olsa gerektir.
Abraham’ın köle eşi Hacer’i Mekke’ye götürmesi, Kabe’yi
yapması, Hacer’in çocuklarından Araplar’ın ortaya çıkması, Mezopotamya ve Yemen
arasındaki bu yolun ilk döneminin hikayesidir aynı zamanda.
Muhtemelen bu yol daha sonra ticaretin gerilemesi veya başka
yollara sapması nedeniyle kullanılmaz olmuştur.
Ancak bin yıl sonra Sasani ve Bizans imparatorluklarının
çürümesi ve Orta Yol’un (İpek Yolu) tıkanması ve bunun üzerine Hint Okyanusu
üzerinden Güney Yolu’nun (Baharat Yolu)
açılmasıyla Cidde Limanı ve Mekke Antreposu oradan da Mekke – Suriye-Irak (Veya
Mezopotamya Uygarlıkları) yolu tekrar canlanmıştır.
Zaten bu yolun canlanması da yine bu yolda ticaret yapan
Muhammet’in İslam dinini kurmasına yol açmıştır.
İslam aşısı üzerinden bu uygarlık, Emeviler biçimi altında
ikinci bir canlanma yaşamıştır.
Emevilerden sonra, çürümüş İran (Sasani) uygarlığı da yine
İslam aşısıyla Abbasiler üzerinden
ikinci bir canlanma yaşamıştır.
İlk Müslümanlar Mekke eşrafının baskısına dayanamayıp
Mekke’yi terk edip Muhacir olduklarında, ilk Müslümanların Muhammet dahil bir
kısmı Medine’ye (ki orada da güçlü bir Yahudi nüfus vardı) bir kısmı da
Habeşistan’a sığınmıştı.
Habeşistan’a bu uygarlık tohumları da Yemen üzerinden
geçmiştir. Habeşistan kralları kendilerini Saba Melikesi’nin soyundan sayarlar.
Bunu biyolojik değil de kültürel bir soy olarak anlamak daha doğru olur
kanımızca.
Bu nedenle, Habeşistan’da bir zaman Yahudi dini de Egemen
olmuş, sonra Hristiyanlığın yayılması ile, bu sefer muhtemelen Kopt Kilisesi,
yani Mısır Uygarlığı üzerinden Hristiyan dinine geçmişlerdir.
(Yakın zamana kadar bir miktar Yahudi nüfus Habeşistan’da
bulunuyordu. Ama İsrail’e egemen Siyonizm, kan, din, ırk milliyetçiliğiyle
bunları bir operasyonla İsrail’e taşıdı, aynı zamanda işgücü ve nüfus açığını
da kapatmak için. Ama onlar Yahudi olmalarına rağmen, siyah Yahudiler olarak,
Israil’in içinde beyaz Yahudiler içinde siyah Yahudiler olarak kaldılar.)
İşte Samson’un adının ardında böyle bir tarihsel arka plan
bulunuyordu. Yemen üzerinden gelen tohumlarla Uygarlığa geçmiş Sahra altı
Afrika’nın tek ve ilk uygarlığının Kutsal kitaplara geçmiş bir söylencesinin
izini taşıyordu adı.
Batılılar Afrika’yı sömürgeleştirdiklerinde, Sahra’nın
güneyinde tek sömürgeleştirilememiş ülke ve bağımsız devlet olarak Habeşistan
vardı. Buraya da Emperyalistler kervanına sonradan katılan Mussolini İtalya’sı
göz dikmişti. Habeşistan’da yalınayak savaşan Habeşlere karşı gazla, topla
savaştılar ve onları yenip Habeşistan’ı işgal ettiler ama İkinci Dünya
savaşında yenilgiden sonra Habeşistan tekrar bağımsız bir devlet oldu.
Habeşler bu örgütlülükleriyle, İtalyanların sömürge
savaşandaki direngenlikleriyle bir efsane olmuşlardı. Afrika’daki ulusal
kurtuluş hareketleri ve sömürgecilere karşı direnişe ilham verdiler ve örnek
oldular.
Keza Habeş İmparatoru Haile Selasiye de Jamaika’daki siyahların direnişinin bir
partisi olan Rastafari hareketinin Mesih gibi gördüğü bir sembol
oldu. Bob Marley ve Reggea müziği bu dini görünümlü siyahların
direniş partisiyle ilgilidir.
*
1977’de Habeşistan’da bir darbe ile Haile Miriam Mengistu
adlı bir subay, Krallığı (İmparatorluğu) yıkıp iktidarı ele aldı. Sosyalist
olduklarını ilan etti.
Ben de o zamanlar hapisteyken bu gelişmeyi selamlamak için Habeşistan
üzerine bir yazı yazayım diye düşünmüş ve hapishanenin sınırlı kaynaklarıyla
okuduklarımdan bir yazı çıkarmıştım.
Bu nedenle Habeşistan ve tarihine, coğrafyasına ve diğer
verilerine çok yabancı sayılmazdım. Şu an unuttuğum birçok isim ve olay Samson’la
tanıştığım günlerde hala hafızamda tazeliğini koruyordu.
*
Taksi şoförü olarak çalıştığım zamanlardı, geceleri
çalışırdım, saat 20.00 ile 22.00 arası ölü olurdu. O saatlere yemeği denk
getirir ve yine bir arkadaşımız tarafından çalıştırılan (adı zamana veya yere
göre Ketzer ya da X ya da Exil) olabilen kneipe’ye
de uğrar varsa birkaç arkadaşla bir iki sözün belini kırardım.
Bir gün yine böyle Kneipe’ye uğrayıp bir su içmek ve varsa
sohbet etmek için tezgahın önündeki tabureye tünediğimde kimse yoktu. Sonra Samson
geldi. Aynı arkadaş grubunda idik ama hiç öyle derinliğine konuşmamıştık.
Konuşma esnasında Habeşistan’ın Hahranın güneyindeki tek uygarlık
olduğundan ve diğer şeylerden bahsedince hayretle yüzüme bakarak “Sen bunları
nereden biliyorsun. Buralarda kimse bunları bilmez ve merak etmez” dedi. Hikayeyi
anlattım. Şaşırdı.
O andan itibaren
ilişkimiz bir başka düzeye sıçradı.
Sadece arkadaş değildim artık, ülkesinin tarihi ve nereden
geldiği hakkında bir fikri de olan bir arkadaştım.
O nedenle bana iltifat olarak zaman zaman “Profesör” de
derdi.
Hamburg’a geldiğimde muhakkak ya o beni arar ya da ben onu
arar hal hatır sorardık.
Yıllar böyle geçti.
*
Samson sadece bir siyah olarak beyaz ırkçılığın ezdiği bir
insan değildi, aynı zamanda ulusçuluğun ve ulusal devletlerin de kurbanıydı.
Eskiden Eritre, Habeşistan toprakları içindeydi. Samson
Habeş’ti ama Eritre’de doğmuştu. Daha
sonra Eritre kurtuluş savaşı verip bağımsız devlet olunca, Samson’un durumu içinden
çıkılmaz bir hal almıştı.
Habeş olarak Eritre’de doğduğundan Habeşistan ona Eritreli
muamelesi yapıyordu, Eritre’de doğmuş olmasına rağmen Habeş olduğu için de,
Eritre ona Habeş muamelesi yapıyordu. Hasılı iki vatanlı bir vatansız durumuna
düşüyordu.
Habeşisten’a Alman vatandaşı olarak gidebiliyordu.
Ama Almanya’da da vatandaşlığı bulunmasına rağmen, bir siyah
ve yabancıydı.
Hasılı bu dünyada kendini evinde hissedebileceği hiçbir yer
yoktu.
*
Samson genel olarak müziği ama özel olarak da Afrika
müziğini çok severdi. Çok iyi bir müzik koleksiyonu vardı. O zamanlar ben de
bilgisayarda CD kopyalabiliyordum. Ondan CD’leri alıyor veya kasetleri CD’ye
çekiyor, kopyalıyor ve isteyen arkadaşlar için de çoğaltıyordum.
Afrika müziği hakkında ufkumu açan Samson oldu. Afrika
müziğinin artık klişelerdeki gibi tamtam olmadığını, çok zengin ama artık
şehirli ve modern insanların müziği olduğunu Samson’dan alıp çektiğim
müziklerden öğrendim. Ve onların tadına varmayı da.
Taksi’de çalışırkin bu müzikleri de dinlerdim. Birkaç kez
Afrikalı müşterilerimin dikkatini çekmişti ve ben de onlara kasetleri hediye
etmiştim. Nasıl olsa kaynağı bendeydi ve çoğaltabiliyordum.
Ama bir tanesi çok ilginçti.
Ailesi ve iki çocuğuyla yine bir Afrikalı bindi. Bana
söylediği adres, ağır vasıtaların geceleri park ettiği, büyük hangarların falan
bulunduğu geceleri ıssız ve tekinsiz bir yerdi.
Çok garipti ama müşteri müşteridir, yola düzüldük. Sonra
müzik dikkatini çekti müşterinin. Konuşmaya başladık, kendisi de müzisyenmiş
hatta bir CD bile çıkarmış. Şimdi ailesiyle o hangarlardan birinde yapılan bir
dinsel ve müziksel bir törene gidiyormuş. Meğer Hamburg’ta yaşayan (yanlış
Hatırlamıyorsam “Fransz Batı Afrikası”ndandı) yurttaşları ile oldukça büyükçe
cemaatler olarak sık sık söyle müzikli ve dinsel toplantılar (herhalde bir tür
Gospel söylüyorlardı) yaparlarmış.
Hiç böyle bir şeyden haberim yoktu. Şaşırmış kalmıştım.
Ben ona kaseti o da bana kendi yanında bulunan CD’sini
hediye etti. Dediği doğruydu. Hangarın önünde yığınla araba park etmişti. Belli
ki en azından birkaç yüz kişilik bir topluluk gelmişti. Afrikalı emekçiler
olarak belli ki bula sula hem kimseyi rahatsız etmeyecekleri, hiçbir Alman’ın
şikayet edemeyeceği ıssız ve tekinsiz bir yerdeki bir hangardan başka yer
bulamamışlardı.
Biz ki güya siyahların ve göçmenlerin sorunlarıyla
ilgiliydik. Ama yaşadığımız şehirde, Hamburg’ta, böyle dayanışma içinde ve
müzik yapan Afrikalı gruplar olduğundan habersizdik.
*
Köxüz sitesinde yayına başladığımızda henüz hiç yazar yoktu.
Adeta bizler “Köxüz Çevresi”ndeki arkadaşlar hepimiz yazar olarak sayfayı
doldurmaya çalışıyorduk.
O zaman Samson’un müzik bilgisini bildiğimden, hem de müzik,
siyahlarda aynı zamanda bir direniş aracı, bir mücadele aracı da olduğundan
Afrika müziği üzerine en azından bilgilendirici bir yazı istemiştim.
Bu yazıya “Yaradılış Şarkıydı” başlığını koymuştu.
Yazı en çok ilgi gören ve okunan yazılardan biri olmuştu.
Okuyuculara başka dünyaların kapısını açmıştı.
Bugün Samson’un vefat ettiği haberini alınca bu yazıyı
aradım. Bereket kaybolmamış. Aşağıya Samson’un bu yazısını koyuyorum.
Çok fazla söze gerek yok. Müzik sevgisi, bir siyah olarak
ezilmesi, dünyadaki siyahların kaderi ve onların direnişi ve onlarla dayanışması
Samson’un bu yazısının bütün satırlarının arasından durmaksızın bir fon müziği
gibi hissedilir.
Güle güle sevgili dostum.
Yaşamın da bir şarkıydı.
Acılı, hüzünlü ama yine de sevgi, sevinç ve umut dolu.
7 Kasım 2025 Cuma
Demir Küçükaydın
Yaradılış Şarkıydı
Geleneksel ve Modern Afrika Müziği Üzerine
Samson Yecunoamlack
Afrika müziği üzerine yazmayı basite almışım. Bir arkadaş,
Demir, bir gün bu konuya ilgili bir yazı yazmamı istemişti. Üzerinde çok
düşünmeden evet demiştim. Ağzımızdan bir kere evet çıktı ya, yazacağız artık.
Böylece bana meydan okuyan bu çok zor konuya girmiş oldum.
Afrika müziğine ilişkin, detaylarıyla da birlikte uzun
yazmayı düşünmüştüm ama “az da çoktur” dedim kendi kendime. Afrika müziğine
ilgisi olan insanlara bu kadarı da yeter.
Afrika müziği üzerine yazmanın zorluğu şurada: Afrika
elliden çok ülkesi ve 675 milyondan fazla nüfusuyla; çok çeşitli kültürleri,
kabileleri, dilleriyle (iki binden çok ayrı dil konuşulmakta) bir ülke olmaktan
çok, bir kıtadır. Bunların hepsi için ortak bir özellik bulmak pek kolay değil.
Başlığı “Yaradılış şarkıydı” diye seçmemin sebebi
Avrupalının Afrika müziğini, sığ bakış açılarından hareketle, “tam- tam” olarak
görmelerinden ve her Afrikalıyı davul çalar olarak tasavvur etmelerindendir.
Bu sığ görüşe karşın bugünkü modern müziğin mozaiğinin;
Rock, Pop, Jazz, Blues, Gospel, Ska, Reggae, Merenge, Salsa, Samba, Calipyso,
Kumbia, Rumba ve daha nicelerinin evveliyatı Afrika’dır. Değişik müzik türleri,
köleleştirilmiş Afrikalılar aracılığıyla Kuzeye, Güney Amerika’ya, Karibik
adalarına (Küba, Jamaika, Trinidad vb. ) taşınmıştır. Buralarda müziğin ne
denli değişik tarzlarda olduğu görülebilir. Bir istisna olarak New Orleans’da
(Louisiana, ABD), özellikle de Küba, Brezilya, Dominik Cumhuriyeti ve Haiti’de,
siyahlar, dinlerinin (bunlardan birisi Voodoo’dur); şarkılarının; müziklerinin
ve danslarının gücüyle, köklerini, köleliğin başından beri koruyabilmişlerdir.
Bu bende sadece hayranlık yaratmıyor, kendilerini kaybetmeyen bu insanlar her
türlü saygıya layıkta oluyorlar böylece.
Afrika’nın birçok yöresinde müzik ile tanrılarla evrenin
birliğinin kurulduğuna inanılmaktadır. Bu anlamda herkesin ortak bildiği kavram
Voodoo’dur.
Voodoo Avrupalılar için “kara büyü”’dür. Voodoo Afrika’da en
yaygın dindir. Tanrı veya ruh anlamına gelir ve Küba’da Santeria, Brezilya’da
Unbanbda, Macumba, Candobl ile akrabadır. Haiti’de de ama Voodoo denir. Voodoo
Yaruba geleneğine aittir. ABD’de, Afro-Amerika’da söylendiği gibi Gospel’dir.
Beyazlarınkinden tamamen değişiktir. Afrika dininin kökleri Hıristiyan dini ile
karışmıştır. Afro-Amerikanlar böylece Afrika'dan getirdikleri dinlerini,
çalgılarını, danslarını muhafaza edebilmişler ve modern müzik kurulabilmiştir.
Afrikalıların Afrika müziğinde bir ortak yanları vardır.
Onlar müziği dinlemez, hissederler. Bu cümleyle, benim açımdan, Afrika müziği
üzerine her şey söylenmiş oldu, ama ben yine de devam edeyim. Afrika’da müzik
dinleyen insan onunla ruhen bütünleşir, kalp müziğin taktını alır, vücut
müziğin ritmini alarak sallanmaya başlar ve hatta transa girilir. Afrika
müziğinin gizemi ve büyüsü buradadır. Afrika’da, müzisyenin müzik aletiyle olan
ilişkisindeki gibi, müzisyen, müzik, bütün aletler ve seyirci büyüsel bir
ilişki içindedir. Şarkı, aletten çıkan sesler ve dans birbirinden ayrılamaz.
Afrika müziği genel olarak şarkıdan oluşur ve evveliyatı
şarkı olduğu gibi her zaman şarkı olarak kalacaktır.
Afrika müziği kabaca iki guruba ayrılır.
1. Etopya’da Amhari ve Tigrigna dillerinde olduğu gibi
Hıristiyanlık etkisi altında, kuzey ve kuzeybatı da olduğu gibi, hafif veya
daha yoğun olarak İslam etkisindedir.
2. geleneksel (eski) Afrika müziği
Dokuz yıl önce gibi olacak, bazı arkadaşlar Ali Farka
Toure’yi tanıyıp tanımadığı mı sormuşlardı. Ben de tanımadığımı ama bu ismi
daha önce duyduğumu, bu ismin Senegal’da sıkça kullanıldığını söylemiştim.
Birçok Afrikalı müzisyeni tanıdığım halde, bu ismi neden tanımadığımdan dolayı
kendimi iyi hissetmemiştim. CD’sini alıp dinledikten sonra epey rahatlamıştım.
CD çok iyi yapıldığı halde, bana hitap etmedi. Ali Farka Toure’nin müziği
mesela yoğun olarak İslam'ın etkisindedir.
Çocukken Etyopya müziğinden pek hoşlanmazdım ama ilk defa
Miriam Makeba'nın Pata Pata plağını dinlediğimde adeta büyülenmiştim ve
kendime, metnini anlamadığım halde, işte müzik demiştim. O zamandan beri
Hıristiyanlığın ve İslam'ın etkisi altında olmayan Afrika müziği dinliyorum.
Afrika müziği statik değil dinamik bir müziktir. Ses düzeni
ağırlıkta iki ton sisteminden oluşur: Pentatonik (beş sesten) ve Heptatonik
(yedi sesten). Nerdeyse bütün Afrika müziğinde yoğun olarak Polyphoni (çok
seslilik) kullanılmaktadır. Etopya’da Pentatonik sadece Tigringi ve Amhari
dillerinde kullanılmaktadır. Bu Piyanoda sadece siyah tuşlardır veya
do-re-fa-sol-la’ dır. Afrika müziğine ilişkin şimdilik bu kadar.
Bazı müzik aletleri*
Balafon: Guinea’da 800 yıldır tanınan, enstrüman
(Xylophon): Bambu ağacından bir çerçeve üzerine yerleştirilmiş 20 ağaç plakadan
oluşur ve ses, içi oyulmuş kabaklar aracılığı ile güçlendirilir. Müzisyenler bu
aleti, bateri sopalarını andıran, ucuna lastik geçirilmiş vurma aletleriyle
çalarlar.
Cora: Başta Gambia ve Senegal olmak üzere Guinea ve
Mali’ de de çok sevilen, 21 telli bir harp (Almanca’da Harfenlaure).
Krar: Deri bir
mızrapla veya elle de çalınan, altı telli bir solo enstrümanı. Öykülere ve
küçük orkestralara eşlik etmek için kullanılır. Krar tahminen dünyanın en eski
çalgısıdır.
Djembe: Batı
Afrika’da en yaygın kullanılan, ağaçtan bir gövde üzerine geçirilmiş (gerilmiş)
keçi derisinden oluşur.
Mbira: Bir
rezonans teknesine monte edilmiş ince bir tahta üzerine yerleştirilmiş, ağaç
veya metal çubuklardan (ince varak, lam) ses düzeni oluşturulmuş bir Idiophon.
. . Shona dilini konuşanların dinsel seremonileriyle sıkı ilişkilenmiş,
Zimbabwe’nin ulusal çalgısı.
Talking Drum:
Afrika’nın ses tonlarının taklit edildiği, ya kum saati formunda veya kertikli
(çentikli) davul. Kum saati formunda olan davulla, çalınan müziğe, “konuşma”
(anlatım) ile refakat edilirken, kertikli davul, değişik köylerin birbirleriyle
irtibat (anlaşma) kurmalarına araçlık etmiştir. Basit ama çok komplike olan bu
alet beni çok büyülemiştir. Çalması çok basit gibidir, öğrenmesi yıllar
alabilir. Talking Drums’la Tonlar, Ritim ve kelimeler, cümleler ilan edilir.
Bazı müzik stilleri
Afrobeat: Fela
Anikulapo Kuti tarafından geliştirilen müzik stili. Nıjerya’dan.
Benga-Pob: Ellili yıllarda geleneksel müzikten
Kenya’da ortaya çıkmış dans müziği.
Grior: Ghana’da 19. Yüzyılda yaygın dinlenmiş, kökeni
Liberya’da olan geleneksel dans. Daha sonra Ghana’da Higlife’ye eşlik etmiştir.
Higlife: Ghana müziği.
Kwassa Kwassa: Kanda Bongo Man aracılığıyla seksenli
yıllarda tanınmış dans stili: Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden.
Juju-Musik: Nijerya’da Yoruba müzisyenlerinden. Çok
sevilen müzisyen King Sunny Ade.
Makossa: Kamerun’dan bir dans-ritminin adı. En çok
Manu Dibango aracılığıyla tanındı.
Soukous: Kongo cumhuriyetinden çok tanınmış dans
müziği.
Wassoulou: Yoğun Arap etkisinde kalmış, Mali’den bir
müzik stili.
Bazı müzisyenler
Ekvator Ginesi: Kotto, inanılmaz derecede iyi bir müzisyen.
Polyphonie ve harika müzik (En çok etkilendiğim CD’si “ Hijas del Sol”)
Kamerun: Frances Bebey, Manu Dibago, büyük yetenek. Çok
değişik müzik stillerine sahip: Makossa, Reggae, Salsa, Afrikanjazz (CD önerim
“Wakafrika”).
Cape Verde: Cesaria Evora.
Ghana: Osibisa, Koo Nimo
ory Coast: Alpha Blondy
Mali: Salif Keita, Ali Farka Toure Oumou Sangare
Nijerya: Kıng Sunny AdeFela Anikulapo Kuti (çok plitik aktif
bir insandı ve müziği de öyleydi), Femi Kuti (Fela Anikulapo Kuti’nin oğlu),
Sonn Okosun.
Senegal: Afrikando, Ismael Lo, Orchestra Baobab, Toure Kunda
(öneririm), Youssou N’Dour (öneririm), Xalam
Güney Afrika: Abdullah Ibrahim (Dolar Brand), Miriam Makeba
( Afrika’nın sesi, bu kadının sesi ve müziği mutlaka dinlenmelidir), Hugh
Masekela.
Zaire: Benim görüşüme göre Zaire'den çok güzel, genelde dans
ağırlıklı Afrika müziği. Mbilia Bel, benim en sevdiğim müzisyenlerden bir
tanesi. Franco, Kanda Bongo Man, Drç Nıco, Koffi Olimide. Zaiko Langa Lang,
1976’dan kalma bir albüm: Müzik ve ses (şarkı) inanılmaz güzellikte. . .
Bir çok Afrikalı
müzisyen, koloniyal sebeplerden; başarı (şöhret) ve para uğruna maalesef
İngilizce, Fransızca ve Portekiz dilinde söylemek zorunda kalmışlardır.
Samson
Yecunoamlack
Çeviri: Erkan
* Çevirmenin notu:
Özelikle bu bölümün tercümesinde çok zorlandım. Müzik aletlerine ilişkin birçok
teknik kavramın Türkçe sözlükte karşılığını bulamadım. Almanca lügatten da
yararlanarak kavramların Türkçe karşılığını en iyi şekilde vermeye çalıştım.
Daha güzel bir öneri: Google’den müzik enstrümanlarının ismi verilerek
resimleri görülebilir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder