Einstein gibi büyük bilim adamları, güçlü ve doğru bir
teorinin özellikle estetik olması
gerektiğini; ya da bir teorinin aynı zamanda güzel ve estetikse iyi bir teori
olabileceğini söylerler. Fizik gibi matematiksel ve kesin bir dille konuşan bir
bilimde bile güzellik ve estetiğin bir kriter olarak aranması anlamlıdır.
Benzer şekilde, Marks, Engels, Lenin, Troçki,
Kıvılcımlı gibi büyük Devrimci ve Sosyologlar da (Devrimci Marksistler), Politika, Savaş ve İsyan’dan söz ederken, onun bir sanat olduğunu
da söylerler.
Sanat burada olumlu ya da olumsuz, yani değer yüklü bir anlama sahip değildir.
Kastedilen, sadece bilimsel ve
ölçülebilir olanın ötesinde, yaratıcılığın yerine ve
önemine bir vurgudur.
Örneğin Hikmet Kıvılcımlı, 1970’de, altmışlı yılların
strateji tartışmaları içinde şekillenmiş gençlerine, strateji ve özellikle de
taktiğin, bu yaratıcı ve sanat yanını vurgulamak için, kasıtlı olarak,
yaratıcılığa en uzak, en kuralcı bilinen Prusya militarizminin strateji üzerine
el kitabından alıntılar yaparak, konuyu açıklamayı deniyordu klasik
Marks-Engels-Lenin’lerin sanat olarak tanımlama geleneğine uyarak ve söyle
yazıyordu:
“Taktiğin, ne denli bilim, görü,
anlayış ve enerji istediğini belirtmek için en basit bir askercil elkitabına
biraz toptan bakmak yeter. Adı geçen Alman Ordu Direksiyon Şefliğinin 17 Ekim
1933 günlü emriyle yayınlanmış Truppenführung (H. Du. 300) : Silâhlı
kuvvetlerin güdümü eseri, 1938 yılı Fransızca tercümesinin ikinci baskısını
yapmıştır. Böylesine evrenselce önemsenmiş bir Güdüm'ün Girişi şöyle başlar:
"Savaşın güdümü bir güzel sanattır; hür ve doğurucu bir
eylemdir ve bilimcil tabanlar üzerine yaslanır. Kişiliğin en tam
gelişimini pek çok ister."
Lütfen dikkat edelim. Prusya
[Yunker (Ağa) - Banker- Asker] tutuculuğunun en azgın askercil (militarist)
başı, Savaşın güdümünde, buyuru: "körü körüne itaat" prensibinden
önce bilime dayanan "hür + doğurucu
(bereketli)" güzelsanat sayıyor. Ve "Kişiliğin en tam gelişimini"
birinci madde yapıyor. Demek: ister askercil, ister sosyal olsun savaşı yapan
insan ise, orada Taktiğin özü ne aşiret veya tarikat müritliği yahut
"Hasan Sabbâh" müritliği, ne de "gözlerimi kaparım, vazifemi
yaparım" diyen "beyinsiz işgüzarlık"tır.
Burjuva militarizminde
"Körükörüne itaat" kimler içindir? Biliyoruz. Savaşı güdenler için
değil, savaşta güdülenler içindir. "Güdülenler" . Deyince, ordu
hiyerarşisinde bunun anlamını bilmeyen yoktur. Öyleyken, güdücü kadronun her
basamağında, "Şıh hazretlerinin kerametine" gözü kapalı boyun eğen
kullar değil: önce bilimini ve bilincini temel yapmış, son derece kişiliği
gelişkin, hür ve doğurucu savaş artistleri isteniyor.
Böyle olmazsa, yapılacak en "dahiyâne" Strateji plânları, uygulanması
havada kalmış yuvarlak ukalâlıklardan öteye geçemezler.(abç)”
(Hikmet Kıvılcımlı, “Halk Savaşının Planları”)
Tabii nesnel ve açık kuralların yokluğu anlamına
gelmez savaş, isyan ve politikanın bu yaratıcılık ve sanat yanı, aksine çok
belirgin kurallar ve yasalara dayanarak ve dayandığı ölçüde aynı zamanda
yaratıcı olabilir.
*
Engels, Savaş ve askerlik sanat ve biliminden kendisine
“General” lakabı takılacak kadar anlamasına
ve bizzat kendisi 1848 devriminde elde silah savaşmasına rağmen askerliğin ve
savaşın terimlerini politik mücadele alanına aktarmamıştı. Askeriye ve savaşa
ilişkin kavramların, sınıflar savaşı ve ordular savaşı eğretilemesinden
hareketle politik ve sosyalist terminoloji alanına da girişi Ekim Devrimi’nden
sonraki iç savaş yıllarında, biraz da Troçki’nin kullanımıyla sosyalist
hareketin terminolojisine girmiştir. Dünün entelektüel ve devrimcileri birden
ordular kurmak, cepheden cepheye koşmak, ordulara kumanda etmek durumunda
kalmışlardı. Bu askeri savaşın kavramlarını sosyal mücadeleler için de
kullanmak olağanlaştı. Hatta en savaşla ilgisiz alanlar için bile, örneğin “Barış Cephesi”, “Sağlık Cephesi”,
“Kültür Cephesi”, “Eğitim Cephesi”
gibi savaşa ilişkin eğretilemeler kullanılır oldu.
Bu miras Türkiye Sosyalist hareketine de altmışların
strateji tartışmaları içinde geçti. Bu kavramların ilk derli toplu ve
sistematik açıklamalarını da Hikmet Kıvılcımlı, 1970 Haziranındaki işçi
direnişlerinden sonraki aylarda yayınlanan “Halk Savaşının Planları”,
“Oportünizm Nedir” gibi kitaplarında
yaptı ve o zamanlar bu kitapları büyük bir açlıkla okuyan Dev-Gençlilerin yani
bizlerin terminolojisine yerleşti.
Sonraki kuşaklar bir daha strateji tartışması
yapmadılar, çünkü 60’lı yılların sonu ve 70’li yılların başlarında bütün belli
başlı bölünmeler ortaya çıkmış bulunuyordu. Bundan sonraki dönem, yani 70’ler
bir bakıma bu farklı stratejilerin “yayılma” dönemleri oldu. Seksenlerin
sonunda duvarın yıkılmasından sonra ise, bu konular tamamen gündemden düştü.
Ancak yetmişler hakkındaki “yayılma” tanımlaması da
tam doğru bir tanımlama sayılmaz. Çünkü yayılan önceki dönemde kabul edilmiş stratejiler
değildi; onları bir bayrak gibi kullanan ama aslında onların fiili bir inkârı
olan stratejilerdi. Eski bölünmelerin mirasçısı olarak ortaya çıkanlar ki
genellikle kılıç artıklarıydılar, fiilen yeni bir strateji tartışması yapmadan,
izlediklerini söyledikleri çizgileri fiilen değiştirdiler. Örneğin THKO özü
itibariyle “fokocu” idi ama mirasçısı olma iddiasındaki Halkın Kurtuluşu
ve Emeğin Birliği, tamamen farklı bir
strateji izliyorlardı. THKP-C’nin devamı olduğunu söyleyen en büyük hareket
olan Dev-Yol aslında Mahir’in “Kesintisiz”leriyle çoktan selamı sabahı çoktan kesmişti.
Bu fiili ama hiçbir teorik iç mücadeleler yaşanmadan
gerçekleşen değişimlerin iki nedeni vardı.
Birincisi, 12 Mart’ta öldürülenlerin anıları ve özellikle
genç ve hızla radikalleşen kuşakta, bunlara duyulan olağanüstü sempati, 12 Mart’ın
döneminde öldürülenlerin mirasına konmuş kılıç artıklarının fiili inkârlarını
teorik ve politik bir eleştiriyle açıkça ortaya koymalarını engelledi. Böylece,
sadece bir strateji tartışmasının kesilmesi değil; aynı zamanda teoriden
uzaklaşma, geçmişi bilmeme ve üzerine tartışmama gibi bir kopuş geleneği;
geleneksizlik geleneği yerleşti.
Ama bu eğilim aynı zamanda dünya çapında bir strateji
tartışmasının yokluğu eğilimin de özgül bir görünümüydü.
Perry Anderson, Tarihsel Maddeliğin bir tarihini yazma
denemesi olan “Batı Marksizmi” ve “Tarihsel Maddeciliğin İzinde” başlıklı kitaplarında, politik
mücadele ile strateji tartışması arasındaki ilgiye dikkati çeker. Dünya çapında
işçi ve sosyalist hareketin krizi, genel olarak bir strateji tartışmasının
giderek yokluğuna ve buna paralel olarak sosyolojik sorunlara felsefi veya
psikolojik kavramalarla bir açıklama çabasına doğru kayma eşlik eder.
İşte bugünkü genç kuşaklar bir yanıyla böyle bir mirasla,
böyle bir ideolojik iklimde büyüyüp; sosyalleştikleri ve politik sekilenmelerini
yaşadıkları için, pek ala Marksist kavramlarla anti Marksist kavramları bir
arada, bunların çeliştiğini ve birbirini yok ettiğini dikkate almadan; zerrece
kavramsal iç tutarlılık ve netlik aramadan her türlü kavramı bir arada son
derece eklektik bir biçimde kullanabiliyorlar ve Teori’ye zerrece ilgi
duymuyorlar.
Böylece bizler gibi, 68 yükselişiyle son strateji tartışmasını
yaşamış kuşaklarla, yeni kuşaklar arasında bir diyalog, bir ortak dil bulma şansı
bile ortadan kalkıyor.
*
Bugün giderek bir strateji tartışmasının gerekliliği
hızla gelişen politik olaylarca dayatılmaktadır.
Bu gündeme geliş iki kanaldan işlemektedir.
Bir yandan Kürdistan’daki şu an fiilen yoksulların yoğunlaştığı
semtlerdeki “hendekler”in anlamı ve doğruluğu üzerinden, özellikle taktikler,
mücadele biçimleri, strateji ve isyan gibi başlıklar üzerinden.
Diğer yandan da Erdoğan’ın temellerini attığı ve hızla
pekiştirdiği rejimin karakteri ve ona karşı nasıl mücadele edilebileceği üzerinden.
Bu başlıkları her ikisi de mücadelenin stratejisi ve
taktikleri sorunuyla doğrudan bir bağlantı içinde bulunuyor.
*
Türkiye’de bırakalım genel olarak Türkiye’de yaşayan
insanların çoğunluğunu bir yana; demokrat veya sosyalistlerin bile ortak
tartışma konuları ve gündemleri yok. Dolayısıyla tam bir içine kapanma ve
kastlaşmanın egemen olduğu bir ortam var.
Ancak bu iki kanaldan bir strateji tartışmasının
başlaması belki bu olumsuzluğun aşılmasını sağlayabilir. İnsanlar, gruplar,
partiler, eğilimler, çoook uzun zamandır ilk kez, çok farklı cevaplar verseler
de aynı ortak tartışmada buluşabilirler.
Kast duvarlarının yıkılması her zaman hayırlıdır. Bu nedenle
önümüzdeki günlerde, strateji, taktik gibi kavramlar üzerine eski yazılmışları
hatırlatarak en azından bir terminolojik ve kavramsal alışkanlık yaratmak
yararlı olabilir.
Demir Küçükaydın
09 Aralık 2015 Çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder