Dünden beri “hani “Afrin düşmeyecek” diyordun, işte düştü,
artık konuşma” anlamında eleştiriler yapanlar yorumlar yazanlar oluyor.
Örneğin bir okur şöyle yazmış:
“4 gün önce
"Afrin Değil Erdoğan Düşecek" diye yazı gönderdin.4 gün sonra Afrin
düştü dedin. Afrin "düşmedi", verildi.
"Selo
Başkan" için 6000 imza toplattın; tasfiye edildi.
Sen
"genellemeyi" sevdiğini söylüyorsun ama, aslında parçaları doğru ele
alamadığın için genellemelerde de çok "genel" olarak hatalar
yapıyorsun.
Kusuruma bakma ama,
biraz daha itidal öneririm sana, senin adına!”
Ayşe Hür şöyle bir twit atmış:
“Demir Küçükaydın,
Afrin'in düşmeyeceğinden en emin sol kalemlerdendi. Ama "gerçekler
acıdır" demiş bu yazısında.”
Bunlar en nazik olanlar. Daha küfre varan niceleri var.
Bu vesileyle biz devrimcilerin yanılgılarının doğruluğu
üzerine, Marksizmin unutulmuş bu güzel gelenekleri üzerine, birkaç söz edip,
unutulmuş diyalektiği hatırlatalım.
*
Önce bir kavramsal açıklama.
Biz dün “Afrin düştü” dedik ama olanı askeri bakımdan düştü
diye tanımlamak doğru değildi, YPG savaş tarzını değiştirdi ve Afrin’den
çekildi.
Yani Afrin’de savaş devam ediyor. Ama klasik, düzenli ordu
savaşının, cephe savaşının kavramlarıyla karşılığı olmayan bir durum söz
konusu. Bu bakımdan, dünkü yazımızdaki “Afrin düştü” başlığının bir bütün olarak
savaş açısından var olan durumu doğru ifade ettiği söylenemez. “Düşme” kavramı gerilla
savaşının özgül niteliğinden dolayı durumu tam karşılamaz.
Bu açıdan bakılınca, “Afrin değil Erdoğan düşecek” başlığı
hala doğruluğunu korumaktadır. Ve aslında bugün daha da doğrudur.
Çünkü Türk ordusu ve Erdoğan’ın yenilgisi dün açıkça görüldü.
Şehirde hala yüz binlerce insan olmasına rağmen, herkes
evlerine çekilmişti ve onları boş sokaklar karşılıyordu. Bir kurtarıcı değil,
birer işgalci olarak şehre giriyorlardı. Hem de bunu bizzat kendi resim ve
videolarıyla belgeliyorlardı.
Sözde kurtarıcı olarak geldiğini iddia eden bu Türkçü-İslamcı
faşist devletin ordusunun ve desteklediği çetelerin Afrin’e bu girişi gören göz
için bir yenilginin belgelenmesinden başka bir şey değildi.
Ve az sonra ikinci büyük yenilgilerini yaşadılar, halkın
malını yağmalamaya başladılar. Her bir işgalci, bir arabayı, bir traktörü çalıyor
veya bir dükkanı veya evi yağma ediyordu. Bunların videoları internette
dolaşıyordu.
Ve dün, işgalciler Afrin’de yağmayla uğraşırken, aynı
saatlerde bir aracın kırsalda roketle imhasının videosunu yayınlıyordu, yanı
savaşın ve direnişin devam ettiğinin kanıtını sunuyordu YPG.
Bugün Türk gazetelerinin kendileri Afrin’de patlayan bir
tuzağın bir sürü ÖSO’cuyu öldürdüğünü açıkladılar.
Yani aslında o boş sokaklar ve her ev, her ağaç, her taş,
her tepe Türk ordusu ve ÖSO’cuların bir düşmanıdır, birer kuşkuludur artık.
*
Bu vesileyle şunu da belirtelim ki, YPG önce Cinderes’te
sonra Afrin’de bir şehir savaşına girmeyerek doğru yapmış, büyük bir taktik
esneklik göstermiştir. Bunun meyvelerini yakında alacaktır.
Afrin ve Cinderes’te şehir savaşını seçip direnseydi savaşı en
azından yaz ortalarına kadar sürdürebileceği bizzat Türk ordusunun
kurmaylarınca bile kabul ediliyordu. (Bunu geçenlerde iktidarın borazanlarından
bir gazetecinin kendisi ifade ediyordu.)
Kürt hareketi Afrin’i boşaltarak, bu uzun savaş yıllarında
ne kadar olgunlaşmış oluğunu, nasıl bir esneklik kazandığını bir kere daha
göstermiş oldu.
Uluslararası güç ilişkilerinin böylesine her bakımdan aleyhe
olduğu koşullarda bu geri çekiliş yakında olumlu sonuçları görülecek iyi bir
hamledir.
Er veya geç Türkiye Avrupa, ABD, Rusya, Suriye, İran vs. gibi
güçlerden bir kısmıyla papaz olacaktır.
O zaman direnişin imkanları ve hareket alanı giderek artacak
ve Türkçü-İslamcı faşist devletin hareket alanı daralmaya başlayacaktır.
Ezilenler her zaman ezenlerin aralarındaki çelişkilerden
yararlanmalı, onları yenmek için gereğinde şeytanla ve şeytanın büyük annesiyle
bile taktik ve geçici ittifaklar yapmaktan çekinmemelidirler.
*
Bu kısa açıklamadan sonra esas ele almak istediğimiz konuya
gelelim. Varsayalım ki YPG Afrin’de şehir savaşına girdi, direndi ve hemen
kaybetti, Afrin düştü.
O zaman yazının başında birkaç örneğini verdiğimiz türden
eleştiriler haklı mı olurdu?
Yine hayır.
Onların anlamadığı ve anlamayacağı diyalektik buradadır.
Onlar bizi bir kayıt memuru, bir istatistikçi, bir yorumcu, bir
tarafsız gözlemci, bir yarışma seyircisi gibi görüyorlar.
Biz bu savaşta bir tarafız ve her davranışımızla bu savaşın
içindeyiz. Bu nedenle bizi yanlışlarımız bile doğrudur.
Onların en isabetli tahminleri, en akıllı ve doğru
taktikleri bile yanlıştır ve yanlış olarak kalır. Yanlış bir hayat doğru
yaşanmayacağı için, o yanlışın içindeki doğrular bile yanlış olacağı için
böyledir bu.
Ve bunun tersi olarak, doğru bir hayatın içindeki yanlışlar
bile doğru olacağı için.
Savaşın bir tarafı kimdir?
Bir taraf, Müslüman olmayan veya kendini öyle kabul etmeyenlerden
aldığı vergilerle binlerce Sünni din görevlisini besleyen, halktan almasına
rağmen devlet sırrı dilerek ondan gizlediği örtülü ödeneklerle İslamcı ve
Türkçü çeteleri finanse eder. Kedini Türk kabil etmeyen ve ana dili Türkçe olmayanlardan
aldığı vergilerle Türkçe öğrenmeyi, Türk tarihi, Türk edebiyatı okumayı zorunlu
kılan bir devlet.
Yani varlığı ve amaçlarıyla insanların eşitliğini reddeden,
inkar eden bir devlet ve ordu.
Bunun yanında olan veya tarafsız olan herkes yanlıştır.
Buna karşı, bu eşitsizliğe karşı direnen, savaşan ister Kürt,
ister Alevi, İster laik, ister Hıristiyan olsun herkes haklıdır, doğrudur.
İşte bu mücadelede, bizler elbet yanlış yapabiliriz. Örneğin
diyelim ki “hendekler” yanlış olabilir. Ama bu haklının yanlışıdır. Onu içinden
eleştirmek başkadır, o yanlışı bahane edip karşı cephede yer almak başkadır.
Devrimciler, devrimci Marksistler bu taktik veya stratejik
yanlıştan dolayı küsüp karşı tarafı destekler duruma geçmezler veya sözde tarafsız
kalmazlar.
*
Küçük burjuva ahlakı ya da pozitivizm araçsal aklı esas alır,
araçları tartışır akıllı veya doğru olup olmadığı bakımından.
Bir firma hatta bir ülkedeki üretim diyelim, kendi içinde so
derece rasyonel olabilir. Ama o firma için son derece rasyonel olarak yapılan
üretim tüm toplum ve insanlık göz önünde olduğunda irrasyoneldir.
Devrimcilik bu nesnel olarak akli olanın peşinde olmaktır.
Küçük burjuva ahlakı da böyledir. Araçları tartışır, amacın
kendisini değil. Bütün politikasını ve mücadelesini araçlar üzerinden yapar.
Araçlardan areketle amaçlarına haklılık ve doruluk kazandırmaya çalışır.
Devrimciler ise, araçlar değil, bizzat amaçların kendisini
tartışmaya ve güdeme almaya çalışır.
Araçları verili amaç içindeki konumlarıyla değerlendirir,
herhangi bir amaç açısından değil.
Halbuki dünyanın en büyük ahlaksızlığı doğru amaçlar için
yanlış araçlar değil, yanlış amaçlar için “doğru” araçlar kullanmaktır.
Araçları sorun edenler, amacın kendisini gündemden düşürerek ve amacı
araçlardan türetmeye çalışarak en büyük ahlaksızlıkları yaparlar.
Dünyanın en tehlikeli oportünistleri namuslu oportünistlerdir.
Çünkü onların namusları bir namussuzluğa örtü olmaktan başka bir işe
yaramazlar.
Bu bakış açısının mantık sonuçlarına bağlıdır bizlerin
davranışı.
Bizlerin bütün yanılgıları bu nedenle doğrudur ve bizler bu
nedenle yanılmaktan korkmayız.
*
Örneğin Marks ve Engels, neredeyse her ekonomik bunalımda
kapitalizmin yıkılışına yol açacak bir devrimci hareket beklerler. Bu
beklentilerinden hiçbiri gerçekleşmez. Hep yanılırlar.
Ama bu onların teorisinin, tavrının veya amaçlarının yanlış
olduğunu mu gösterirdi?
Hayır.
Lenin böyle yanılgılar devrimci yanılgılardır diye
savunuyordu bunları.
Kıvılcımlı 1930’larda yazdığı Yol’da on yıl içinde devrimi yaparız diyordu.
Bütün hayatı hapislerde ve birkaç on kişiyi aşmayan bir
çevrede geçti. Yanıldı. Hep yanıldı.
Diğer binlercesi hiç yanılmadılar. Ne mutlu böyle
yanılgılara.
Şahsen bizzat Ernest Mandel’in Demokratik Almanya’da
gösterilerden sıcağı sıcağına gelip, Hamburg’ta, “batı Almanya ve buradaki
zenginlik varken, bunun bir bürokrasiye karşı devrime dönüşmesinin çok zayıf, yüzde
bir bile olmayan bir olasılık” olduğunu söyleyip sonra bütün konuşmasını sanki
yarın o zayıf, o yüzde bir bile olmayan olasılık yüzde yüz gerçekleşecekmiş gibi
ve gerçekleştirmek için konuştuğuna şahit olmuştum.
Bizler her zaman böyle yanılgılar içinde olduk ve olacağız.
Bu yanılgılar yanılmayanlarınkinden bin kat daha doğru ve
devrimci yanılgılardır.
Onların anlamadıkları şudur. Bizler sinik bir soğuk
kanlılıkla olayları izleyen birer kayıt memuru, istatistikçi, gözlemci, yazar, gazeteci
vs. değiliz.
Bizler her şeyden önce devrimciyiz. Dolayısıyla ele alıp
incelediğimiz olaylar içinde bir tarafız ve o tarafın başarısı için karınca
kaderince bir katkıda bulunmaya çalışırız. Sanıyor musunuz ki biz “Afrin
düşmeyecek” derken toplumsal olaylarda geleceği ilişkin tahminler yapmanın
olanaksız olduğunu, ancak genel eğilimleri, o da verili koşullarda tespit
etmekten öte bir şey yapılamayacağını bilmiyoruz.
Sanıyor musunuz ki Afrin düşmeyecek derken karşıdaki muazzam
güçler karşısında bunun çok zayıf bir olasılık olduğunu bilmiyoruz.
Ama biz şunu da biliyoruz. Suya bir taş atsan evren o denli değişir. Belki bizim Afrin düşmeyecek dememiz, aynı zamanda Afrin’in düşmemesine bir katkı da yapabilir. Hiçbir şey önceden belli değildir. Her zaman belli bir belirsizlik payı vardır. Sonucu mücadele belirler ve bizler bu mücadelede tarafız.
Ama biz şunu da biliyoruz. Suya bir taş atsan evren o denli değişir. Belki bizim Afrin düşmeyecek dememiz, aynı zamanda Afrin’in düşmemesine bir katkı da yapabilir. Hiçbir şey önceden belli değildir. Her zaman belli bir belirsizlik payı vardır. Sonucu mücadele belirler ve bizler bu mücadelede tarafız.
Bizim yanılgılarımız, doğru bir hayatın içindeki yanlış
öngörülerdir.
Ama hiçbir öngörüde bulunmayan veya “Afrin terk edilecekti madem, o halde baştan hiç savaşılmamalıydı” veya “Afrin’i terk ettin ise niye Sur’da savaştın” diyerek sözde nesnel görünürcesine karşı tarafın yanında yer alanlar temelden yanlıştır. Çünkü onlar yanlış yerde bulunmaktadırlar.
Ama hiçbir öngörüde bulunmayan veya “Afrin terk edilecekti madem, o halde baştan hiç savaşılmamalıydı” veya “Afrin’i terk ettin ise niye Sur’da savaştın” diyerek sözde nesnel görünürcesine karşı tarafın yanında yer alanlar temelden yanlıştır. Çünkü onlar yanlış yerde bulunmaktadırlar.
Onların anlayamayacağı diyalektik budur.
*
Bu konuda Lenin’in Plehanov ile meşhur bir polemiği vardır.
Plehanov 1905 devriminin başında önce işçilerin silahlanması
ve silah kullanmayı öğrenmesi gereğinden söz eder, ama sonra da işler sarpa
sarınca “silaha sarılınmamalıydı” der ve bu tavrını Marks’ın Paris Komünü
öncesindeki kesinlikle isyan etmeme ve silaha sarılmama önerisine benzeterek doğru
göstermeye çalışır..
Lenin buna karşılık, Marks işçiler henüz ayaklanmamışken onlara ayaklanmanın çılgınlık olacağını söylüyordu ama ayaklanma ortaya çıktığında yığınların bu tarihsel inisiyatifi karşısında selama durup bu ayaklanmanın başarısı için en teknik ve taktik konulara kadar öneriler yapıyordu diyerek bu iki tavrın temelden farklılığını gösterir.
Lenin buna karşılık, Marks işçiler henüz ayaklanmamışken onlara ayaklanmanın çılgınlık olacağını söylüyordu ama ayaklanma ortaya çıktığında yığınların bu tarihsel inisiyatifi karşısında selama durup bu ayaklanmanın başarısı için en teknik ve taktik konulara kadar öneriler yapıyordu diyerek bu iki tavrın temelden farklılığını gösterir.
Şöyle yazıyordu Lenin:
“Marx, zamansız bir ayaklanmaya karşı yöneticileri uyarmaya
yetenekli idi. Ama o cennete saldıran proletaryanın pratik danışmanı olarak,
Blanqui ve Proudhon'ıın yanlış teorileri ve yanılsamalarına karşın, tüm hareketi
yüksek bir dereceye yükselten yığınların savaşımına katılan adam olarak
konuşuyordu.
Ne olursa olsun, diye yazar, Paris ayaklanması, hatta eski
toplumun kurtları, domuzları ve köpekleri tarafından boyun eğdirilecek olsa
bile, partimizin Paris haziran ayaklanmasından sonraki en şanlı savaş
başarısıdır ."
İşte bizim tavrımız Marks’ın, Lenin’in, Troçki’nin, Kıvılcımlı’nın,
Mandel’in geleneğinin devamıdır.
Biz en geniş cephenin kurulabilmesi, Kürt özgürlük hareketinin
tecrit olmaması, aksine Türk devletinin tecrit olması için, yeni geliyor
“isyanla oynanmaz” diyoruz; yeri geliyor tek taraflı ateşkes yapın diyoruz; yeri
geliyor HDP’ye programın ve stratejin yanlış diyoruz; yeri geliyor “bireysel
üyelik, bieşen hukukuna son” diyoruz; yeri geliyor “Demirtaş yeniden bakan
seçilmeli” diloruz; yeri geliyor Adalet yürüyüşüne katıl, yürüyüşün içinde alttan
örgütlen diyoruz, yeri geliyor en
barışçıl ve pasif bir biçimde her gün belli saatlerde belli yerlerde hiçbir slogan
atmadan, pankart, afiş taşımadan OHAL’i en zayıf yerinden vuracak en geniş
yığınları harekete geçirip onlara güven aşılayacak mücadele biçimleri öneriyoruz;
yeri geliyor Türk olarak, esen ulustan bir insan olarak Afrin’deki direnişi
desteklemek içinTürk girişimleri kuruyor veya onlara katılıyoruz girişimlere katılıyoruz.
Ve bunların hiç birisinde önerilerimiz hiçbir zaman ciddiye bile alınmıyor.
Ama İslamcı-Türkçü faşist Türk devletinin ordusu ve çeteleri
saldırıya geçmişse niye böyle davranmadınız diye bahane arayarak ezilenlerin bu
direnişine uzak durmak gibi bir tavra girmiyoruz. Yine onun, o yanlışları
içinde bile başarısı için gereğinde yazımızla, paylaşımımızla, mitingine
giderek vs. bir katkıda bulunmaya çalışıyoruz.
Çünkü Kürt özgürlük hareketi haklı ve kitlesel bir direniş.
Onun mücadelesine ve bu mücadelenin tarihsel deneyimine büyük değer veriyoruz.
Elbette hiçbir tahmin yapmayanlar tahminlerinde yanılmazlar.
Veya gerçekçi tahminler yapıp, örneğin diyelim ki, Türk
ordusunun Afrin’e erkenden gireceğini doğru tahmin edip, o “doğru” tahminlerin
yanlış çıkması için bir şey yapmayanlar aslında yanlış yaparlar.
Yani Türk devletinin kazanabileceğini tahmin edip, onun
kazanmaması içi, tahminin hilafına bu direnişe destek olmayanlardadır esas büyük
yanlış.
Bu nedenle bizlerin yanılgıları bile doğrudur, onların
yanılmayışları bile yanlış.
19 Mart 2018 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder