Biz de üzerimize aldık ve her ne kadar muhatabımız bizi
muhatap almasa da biz onu muhatap alarak bir cevap verelim.
*
Evet, “eleştiri yıkıcı olmalıdır” demenin zamanı
şimdi.
Ne demek “yapıcı” eleştiri?
Eskiden beri burjuvazi “eleştiri yapıcı olmalıdır yıkıcı
olmamalıdır” bayağılıklarını tekrarlar ve biz sosyalistler bu
bayağılıklarla alay ederdik.
Şimdi artık sosyalistler başlamış bu bayağılıkları
tekrarlamaya, unutmuşlar bütün devrimci gelenekleri.
Lenin’de, Marks’ta, Engels’te bir tek kelime bulamazsınız “eleştirilerin
yıkıcı değil yapıcı” olması gerektiğine dair. Bulamazsınız. Çünkü onlar
böyle bayağılıklara pirim vermezlerdi. Onlar için eleştiri bir silahtır.
Silahla da oynanmaz, savaşılır.
Ama artık bütün devrimci, eleştirel ve zındık geleneklerin
unutulduğu bir çağda yaşıyoruz ve bu bayağılıklar sosyalistliğin ve
Marksistliğin şanındanmış gibi tekrarlanıyor.
Çok daha önce “Polemik üzerine” yazılarımda da
izlediğim yöntemin Marksist klasiklerin yöntemi olduğunu yazdım. “Uzun
yazmak üzerine” de yazmıştık. Bunları tekrar atmak gerekmiyor. Okumaya
niyetli olan okur.
*
Hayır sayın Ertuğrul Kip arkadaş, eleştiri “yıkıcı”
olmalıdır ve gerçek eleştiriyse her zaman “yıkıcı”dır.
“Yapıcı” eleştiriler eleştiri değil olsa olsa
danışıklı dövüş olur.
“Yapıcı eleştiri” denen eleştiri, olsa olsa taktik
düzeyinde yapılan eleştiriler olabilir.
Ben ise başından beri, herkesin nefretini kazanma bahasına,
bu “Çatı Partisi Girişimi” denen “şey”de yapılanların, Program,
Strateji, Örgüt gibi başlıklar altında, baştan aşağı yanlış olduğunu, aynı
zamanda samimiyetten de yoksun olduğunu söylüyorum.
Bütün bunları başından beri tek tek, her adımda yazıyor ya
da sözlü ifade ediyorum.
Soruyorum burada şimdi tekrar, bu eleştirilerimin bir tekine
bile cevap verilebildi mi ve eleştirinin yanlışlığı gösterilim çürütülebildi
mi?
Hayır, şu ana kadar hiç birisine ne cevap verildi ne de
çürütüldü.
Bir iki cevap teşebbüsü olduğunda onların da yanlışlıkları
gösterildi ve sonunda, örneğin “Aaa, emek ve işgücü farklı şeylermiş”
gibi ciddi sorunlardan alayla kaçan bir anlayışın en sıradan bayağı örnekleri
görüldü.
Ve burada “Yapıcı eleştiri”den söz edenlerin hiç
birinin bu bayağılıklar karşısında zerrece tepki gösterdiği görülmedi. Yani
biçimsel itirazların ardında içeriksel itirazlar olduğu önermesi bir kez daha
doğrulandı.
*
En iyisi sizin “yıkıcı eleştiri” eleştirinizi ele
alarak “Yapıcı eleştiri” isteğinizin nasıl bir yıkıcı eleştiri olduğunu
göstereyim.
Benim eleştirilerim taktik düzeyde değil, Programatik,
Stratejik ve Orgütsel (ve de Taktik) düzeylerde.
Bu alanların hepsinde var olan çizginin yanlış olduğunu;
Türkiye’deki demokrasi mücadelesine zarar verdiğini ve vereceğini söylüyorum.
Ve kendi önerdiğim program, strateji, taktik ve örgüt
anlayışlarımın çoğunluğu kazanması, bu çizginin terk edilip mahkum edilmesi
için bir mücadele veriyorum.
Bütün bunları her aşamada sözlü ve yazılı olarak ifade
ediyorum.
Ayrı bir program ve strateji öneriyorum; ayrı bir örgüt ve
örgütlenme anlayışı öneriyorum ve bunlara bağlı bambaşka bir taktikler
manzumesi.
(Bu taktikler manzumesi de sert vuruşlar biçimindedir. Uzun
vadeli bir yönelişleri vardır. İnsanları ciddi ve derinden bir hesaplaşmaya;
dolayısıyla uzun vadeli bir siyasi ve teorik eğitim vermeye yöneliktir.
İnsanların sempatileri sayesinde değil, antipatilerine rağmen bazı görüşlerin
doğruluğunu kabul noktasına getirmeyi amaçlarlar.)
Bunlara katılır ya da katılmazsınız. Ama apayrı bir çizgiyi
kendi içinde tutarlılıkla savunduğumu kabul etmek zorundasınız.
Şimdi böyle bir pozisyon karşısında yapıcı eleştiri nasıl
olur?
Bu Program, Strateji, Örgüt düzeyindeki eleştirilerimi doğru
bulursunuz, bunların bu “Şey”de egemen olması için mücadele edersiniz,
ama taktik düzeyde örneğin sert vuruşlar yerine yumuşak vuruşları
önerebilirsiniz.
Bu yaklaşımla yaptığınız “yapıcı” bir eleştiri ise
şöyle olur: Demir arkadaşın bütün eleştirileri doğrudur, ancak bu
eleştirilerini o cansız bir gövdeyi uyandırmak için böyle yapmaktadır, bu
gövdenin uyanacağı yoktur, bunlarla boşuna vakit geçirmesi taktik olarak
yanlıştır.
İşte “yapıcı” eleştiri dediğiniz böyle bir şey olurdu eğer
siz “yapıcı” bir eleştiri yapsaydınız bana karşı.
Peki sizin ölçüleriniz göre “Yıkıcı” eleştiri nasıl olur?
O da şöyle olur örneğin:
“Demir arkadaş, programatik olarak ulusun tanımından
Türklüğü çıkaralım diyor. Bu ütopizmdir, mücadeleye zarar verir. Elbette
uluslar tarihten beri gelen kökleri tarihte olan sosyal olgulardır, elbette
bizler Kürtler ve Türkler arasında bir uzlaşmayı savunmalıyız.
Demir’in savundukları strateji olarak da yanlıştır. Demir
arkadaş, Askeri Bürokratik Oligarşi diye bir hedef seçmekte ve bütün vuruş
yönünü ona yöneltmekte, Burjuvaziye eleştiriyi askeri bürokratik oligarşiyle
iyi mücadele etmediği noktasından yapıp burjuvaziyi tecrit etmeyi önermektedir.
Bu da yanlıştır ve liberallerin kuyruğunda bir politikadır. Bir sosyalistiz.
Anti kapitalist mücadeleden vazgeçemeyiz. Kaldı ki bu savunduğu eski aşamalı
devrim anlayışıdır. Askeri Bürokratik oligarşi ve Burjuvazi birbirinden ayrı
güçler değildirler ve bunların birini öne almak yanlıştır.
Keza Demir arkadaş, Örgütsel biçim konusunda da yanlıştır.
Elbette bizler tek tek kişileriz veya bu olanaktan yararlanmaya çalışan küçük
örgütleriz. Kimseye bir şey diyecek gücümüz yoktur. Onlar da burada oynuyor
göründükleri sürece bunu kullanarak biraz örgütlenmeyi deneyebiliriz. DTP’ye
üyelerin niye burada değil diyemeyiz. Bu kabadayılık ve ölüm fermanımız olur.
Hele böyle güçlenelim, gün gelir onu da deriz.”
İşte üç aşağı beş yukarı bu farazi eleştiriler (Ki bunlar bu
günkü fiili çizgidir. Yani aslında fiilen yapılan eleştiridir.) “yıkıcı”
eleştiri olur. Yani benim izlediğim çizgiyi yok etmeye, onun yanlışlığını
gösterip sıfıra düşürmeye yöneliktir.
İşte benim beklediğim böyle “yıkıcı” eleştirilerdir.
Ama yapılan nedir? Sizin yaptığınız nedir?
Yaptığım eleştiriler karşısında bu eleştiriler yokmuş gibi
davranıp, şu an çoğunluk olma veya kimsenin itiraz etmeme durumundan
yararlanıp, bu eleştirilere susuş uygularsanız, bu en tahripkar eleştiri olur.
İşte yapılan tam da budur.
Sadece bu da değil.
Sadece bu da değil.
Bu farklı program, strateji, örgütlenme anlayışlarıyla açık
bir fikir mücadelesinden kaçıp da onu biz oylama yapmıyoruz diyerek tartışma ve
gündem dışına atarsanız, bu “yıkıcı” eleştirinin Allah’ı olur.
Ve bu davranış karşısında bir ses çıkarmıyor ve böyle bir şey
yokmuş gibi davranıyorsanız bu da o yıkıcı eleştirinin tasdik edilmesi ve
benimsenmesi olur.
Burada şu ana kadar yapılanlar bunlardır. Sizin de
yaptığınız budur.
Siz de, yapılan eleştirilerin içeriğine girmiyor, içeriği
tartışmıyor, “Eleştiri yapıcı olmalıdır” diyerek, içeriği tartışmayı
gündemden düşürüyorsunuz. Bu Allahına kadar “yıkıcı” eleştiridir.
Benim eleştirilerimin yıkıcılığı ile sizin eleştirilerinizin
yıkıcığı arasında şöyle bir fark vardır.
Benim eleştirilerim eleştiri silahını kullanmakta yani
açıktan fikir mücadelesine girmektedir.
Sizin eleştiri yapmayan fiili eleştirileriniz ise, “silahların
bir eleştirisidir” Marks’ın deyimiyle. Yani eleştiri silahına karşı bir
eleştiridir. Esas korkunç olan budur. Bu karşı tarafı yok etmeye
yöneliktir, ama fikri araçlarla değil, fiziki araçlarla, susuşla, idari
tedbirlerle, uygulamayla.
Yan burada yapıcı eleştiri gereğinden söz edenlerdir
gerçekte eleştiri silahına karşı bir eleştiri yürütenler. Esas yıkıcı olanlar
onlardır ve siz de bunlardan birisiniz.
Gördüğünüz gibi, yapıcılık ve yıkıcılık bakana ve bakılan
yere göre değişen özelliklerdir.
Kaldı ki, geniş anlamda benim eleştirilerim “yapıcı”dır.
Eni sonu hepsi sizleri ikna etmeye, sizlere yanlışlarınızı
göstermeye yöneliktirler.
Size karşı asıl yıkıcı davrananlar, sizi adam yerine
koymayıp eleştirmeyenlerdir.
Örneğin bir Ertuğrul Kürkçü’nün, bir Mahir Sayın’ın sizleri
bir konuda ikna etmek için şu gruba bir yazı yazdığını gördünüz mü?
Bu değil midir en büyük yıkıcı eleştiri?
Tekrar edeyim. Bu “Çatı Prtisi Girişimi” ya da “Demokrasi
İçin birlik Hareketi” denen “Şey”, bu günkü anlayışlarıyla
gittiği takdirde, güçlense ve bir güç haline gelse bile, demokrasi mücadelesine
zarar verir, hem de gücü ölçüsünde daha çok zarar verir. Çünkü gerici bir
ulusçuluğu savunmaktadır; radikal ve devrimci demokrat bir çizgiyi
savunmamaktadır.
Bunun ardında da gerici bir milliyetçilik anlayışına
dayanması ve bunu savunması yatmaktadır.
Bütün diğer sorunlar buradan çıkmaktadır.
*
Bir de samimiyet sorunu var tabii.
Elbet kişi olarak kimsenin samimiyetinden şüphe edilemez.
Ama bir hareket, bir örgüt, samimi (içten) olmak, yani
hatalarını, zaaflarını herkesten önce kamu oluna duyurmak, onları teşhir
etmekte en önde olmak zorundadır.
Bu anlamda samimiyetten yoksundur bu “Şey”.
Dediklerimin yanlışlığını somut olarak gösterebiliyor
musunuz?
Hayır gösteremiyorsunuz.
Hatta bunların doğruluğunu suskunlukla ve örtük ifadelerle
fiilen kabul ediyorsunuz.
Örneğni siz şöyle yazıyorsunuz:
“Catı Partisi yada DBH olarak calısmalara emek veren,hareketi
bir yerlere tasımaya calısan arkadasları,ve solda eksıklıklerıyle de olsa
birseyler üretmeye calısanları elestırırken daha yapıcı bir dil daha acık
ifadeler kullanmalıyız bence.”
Haluk ağabeyoğlu daha da açık sözlü yazıyor:
“hepimizin aklindan gecen ve asmak icin bir azim
ugrastigimiz zaflarimiz bu kadar yikici bir dil ile mi yazilmalidir”
Yani örgütsel işleyişe ilişkin yazdıklarımın doğruluğu
zımnen kabul ve itiraf ediliyor sizlerce bile.
Ama sizi bu zaafların açıkça ifade edilmemesi değil, açıkça
ifade edilmezi rahatsız ediyor.
Bu bakımdan tam tersi noktalardayız ve tam tersi anlayışlara
sahibiz.
Eğer bu zaaflar varsa, bunları herkesten önce bizlerin, hem
de en acımazsız, en kendiyle alay eder dille herkese anlatmamız gerekir.
Siz ise bunun yapılmasına tepki gösteriyorsunuz.
İçtenlikli ve samimi bir hareket, “yaptıklarımız” diye
değil, “yapamadıklarımız” diye yazılar yazar.
İçten bir hareket, bunlar bizim sorunlarımız, kendimizin ne
olduğunu bile tarif edemez bir durumdayız diye yazar.
Siz bunların hiç birisine, ne olgu ne teori düzeyinde itiraz
edemiyorsunuz ama “uzun yazmak”, “yapıcı eleştiri” diye yazılar
yazarak bunların açıkça yazılmasından duyduğunuz memnuniyetsizliği ifade
ediyorsunuz.
Böyle davranarak en yıkıcı eleştirileri yaptığınızın farkında
değil misiniz?
Tekrar ediyorum.
1)
Ulusu hala bir dil, din, etni, soy ile
tanımlıyorsunuz. Bu gerici ulusçuların ulus tanımıdır. Dolayısıyla çözümleriniz
de gerici bir ulus anlayışı çerçevesinde oluyor.
2)
Türkiye’de demokrasi mücadelesinde esas
vurulacak halkanın askeri bürokratik oligarşi olduğunu kabul etmiyorsunuz ve
eski anlayışlarla hala ekonomist bakış açısıyla hareket ediyorsunuz.
3)
Eğer gerçekten bir parti olma yoluna gidilecekse
bu program ve strateji konusundaki zaafların üzerine gidilmiyor ve bu da
korkunç bir zaaf yaratıyor.
Bunların açık bir tartışması
olmadıkça, bunlar yok gibi sayıldıkça bir ileri gidiş mümkün değildir, hatta
ileri gidiş bile demokrasi mücadelesine zarar verir.
Haydi, bunların aksini
kanıtlayın.
*
“Catı Partisi yada DBH olarak
calısmalara emek veren,hareketi bir yerlere tasımaya calısan arkadasları,ve
solda eksıklıklerıyle de olsa birseyler üretmeye calısanları elestırırken daha
yapıcı bir dil daha acık ifadeler kullanmalıyız bence.”
Peki, arkadaşım, biz “bir
yerlere taşımaya”, “bir şeyler üretmeye” çalışmıyor muyuz?
Ne biliyorsunuz benim ne yapıp ne
yapmadığımı? Günde kaç saat devrimci mücadele için uğraşıp uğraşmadığımı? Benim
yaşım 60 ve 15 yaşımdan beri, sadece boş zamanlarımı değil, 24 saatimi ve bütün
ömrümü bu işlere vermişim. Bilinçli hayatımın 35 yılı sürgün ve hapislerde
geçmiş.
Bir de bunları bana karşı bir
silaha dönüştürmeye çalışıyorsunuz: Türkiye’dekiler bu işi daha iyi bilir
diyerekten
*
“Türkiyede yasayanlar solun
ülkemizdeki durumunu cok iyi gördüklerini bildiklerini düsünüyorum.(Yurt
dısında yasayıpta Türkiyedeki solun durumunu anlayan degerlendiren cok insan
var. onuda ayrıca belirtmeliyim.)” diyorsunuz
Yani demek istediğiniz şu: Sen
yurt dışında yaşıyorsun bu işlerden anlamazsın Türkiye’dekiler bunu daha iyi
bilir. Sesini çıkarma.
Ben 10 yıl hapiste 25 yıl da
sürgünde yaşadım ve hapisteyken “içerdesin sen anlamazsın”, sürgündeyken
de “dışardasın sen anlamazsın” itirazlarıyla çoook karşılaştım ve bu
itirazları yapanların neredeyse hepsi, o “mücadelenin içindekiler” sonunda
gidip tosladılar ve çoğu gelip “sen haklıymışsın” dediler.
Ayrıca bu tür itirazların gerçekte içeriğe itirazlar olduğunu ve belden aşağı vurmaktan başka bir anlama gelmediğini, her türlü tartışmayı baştan olanaksız kıldığını en az on kere yazmışımdır.
Ayrıca bu tür itirazların gerçekte içeriğe itirazlar olduğunu ve belden aşağı vurmaktan başka bir anlama gelmediğini, her türlü tartışmayı baştan olanaksız kıldığını en az on kere yazmışımdır.
*
“Türkiyede ve Dünyada
"SOSYALİST DEMOKRASİ" mücadelesinin nasıl yürütülecegine dair elinde
kesin recetesi olan biri varsa versinde binlerce devrimci-demokrat-sosyalist
insan bosu bosuna bu is nasıl olmalıdır diye kafa patlatmasın.Hemen yarından
itibaren en azından kendi adıma söz veriyorum o receteyi uygulayacagım.”
Yine uluslar arası işçi
hareketinin deneyleri hakkında hiçbir şeyi okumadığını itiraf etmiş oluyorsun.
1)
Sol Muhalefet 1930’lu yıllarda, sosyalist demokrasi
dediğiniz, (çünkü o isim de yanlıştır. Sosyalizm sınıfsız toplumdur, Sosyalist
Demokrasi ile kastedilen proleter demokrasisi veya diktatörlüğüdür, geçiş
dönemindeki demokrasidir) proletarya demokrasisi, konusunu daha o zamanlar
teorik olarak ve pratikte açıklamıştı.
2)
Daha sonra Dördüncü Enternasyonal bunu
programatik bir karar haline getirdi.
3)
Türkiye’de Mahir Sayın’ın sosyalist demokrasi
açılımından çok önce 70’li yılların sonunda bu konular tartışıldı ve açıklığa
kavuşturuldu.
4)
80’li yılların ortasından sonra Mahir Sayın bunu
bayağılaştırılmış bir versiyonunu alarak Kurtuluş’ta bir Rönesans
yapmayı denedi ve Mahir’in yaklaşımının yanlışları o zamanlar geniş olarak
eleştirildi.
5)
Ben bizzat Kuruçeşme paraleli olarak Avrupa’da
yürüyen tartışmalara sunduğum “Sosyalist Demokrasi Tartışmalarında
Tartışılmayan Bazı Sorunları Tartışma Denemesi” (Ki bu yazıyı, ÖDP ve
Kuruçeşme dersleri bağlamında buraya da yolladım) başlıklı yazımda bu konuyu
daha de geniş olarak ele aldım.
Şimdi siz bütün bu mücadeleleri ve birikimi yok var sayarak
yukarıdaki satırları yazıyorsunuz.
Bu o insanların mücadele ve emeklerine saygısızlık da değil
mi?
Kaldı ki, “sosyalist demokrasi” denen ile sosyalist
bir örgüt içindeki demokrasi çok farklı şeylerdir. Onları aynı sananlar,
sosyalist bir örgütün sosyalist bir toplumun ilişkilerini tohum halinde
yaşattığı görüşündeki küçük burjuva ütopyacılarıdır. Marksizm bu hayallerle
mücadele içinde doğmuştur.
Sosyalist örgüt içindeki demokrasi konusu çook uzun zamandır
Avrupa’da örneğin fiilen bütün sol örgütlerde uygulanır.
Bu da çok basittir. Program ve tüzüğü kabul edenler ve
organlarından birinde yer alanlar o örgütün üyesi olurlar. Farklı görüşler
kendilerini ifade etmek, görüşlerine netlik kazandırmak, örgüt çoğunluğunu
kazanabilmek için her türlü faaliyette bulunurlar ve bütün bu faaliyetler
örgütün içinde ve herkesin gözü önünde açık olur. Kongrelerde farklı
platformlar önceden tezlerini yayınlarlar, polemiklerini yaparlar vs.. Bunların
tartşması ve uzlaşmaları veya alternatif olarak çıkmaları sonucu kararlar
alınır. Alınan karar da herkes uyar, Eğer alınan karar çok büyük bir
programatik veya stratejik ayrılığı ifade ediyorsa, bu ayrılmayla veya
bölünmeyle sonuçlanır.
Bu kadar basittir.
Bu “Şey” ise bu kadar basit bir işleyişten
bile yoksundur.
Çünkü kendini oluşturan bileşenler üyelerinin bu şeye
katılmasını kabul etmemektedirler.
Çünkü böyle olduğu takdirde, bu “Şey” içinde,
her hangi bir görüşün, bu şey içindeki bütün üyelere hitap edip, (Dolayısıyla o
örgütlerin tüm üyelerine de) onları kazanıp çoğunluğu kazanma mücadelesine
girmesini kabul etmek anlamına gelecektir. O zaman Çin setleri yıkılmış
olacaktır. O zaman örgütlere göre değil, bambaşka sorunlara göre, örgütleri
ortadan bölen bambaşka ayrım çizgileri ortaya çıkar.
Buna kimse yanaşmamaktadır. Sorun budur. Ama bu da olmadan
bir parti olunamaz.
Bu çok basit ve sade gerçek unutmak ve unutturulmak
istenerek burada her şey saçmalığa mahkum edilmekte ve bizim “Şey”
demek zorunda kaldığımız “Şey” ortaya çıkmaktadır.
Ama sizi bu durum değil, bunun söylenmesi rahatsız ediyor.
Çok ayrı diller konuşuyoruz.
18 Ağustos 2009 Salı
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder