Birleşik Haziran Hareketi
hakkında ilk yazdığımız yazıda, onun, esas olarak, şehirli orta sınıflarda, “laik
yaşam tarzı” olanlarda ve Alevilerde HDP’ye uyanan ilgi ve dikkatin önüne
geçmek için kurulduğunu; Hazirancılar içinde olup da HDP’ye oy vereceğini
açıklayanların, aslında onun bu niteliğinin görülmesini engelleyen “ayıbı örten
asma yaprağı” işlevi gördüklerini söylüyor ve onları Birleşik Haziran’ın kesin
ÖDP’ye oy verilmesi çağrısı yapması yönünde baskı yapmalarını ve yapmadığı
takdirde ondan ayrılmalarını; bu ayıbın örtüsü olmaktan kurtulmalarını
söylüyorduk ve hala da söylüyoruz.
Bunları yazınca, bu
sonuca nereden olaşıyorsun diye itirazlar geldi.
Ne bizler ne de
Haziran bileşenleri ve onun en iri kıyımı olan KP’ler ve ÖDP Merih’ten geldi.
Elbet önceki deneylerden çıkmış bir genelleme ışığında böyle diyorduk. Bilim önce
olaylara bakar, oradan bir genellemeye varır, sonra bu genellemeyi yeni olaylar
gözden geçirmeyi gerektirmediği sürece veri kabul ederek çıkarsamalar yapmayı gerektirir.
Öyle diyorduk çünkü
bütün son 40 yılın seçimleri ve o seçimlerde alınan tavırlar ortadaydı. Bu o
sonuçlardan çıkmış bir genellemeydi ve şimdiki seçimlerdeki tavırlarının da bu
genellemeyi bir kere daha doğruladığını ifade etmiş oluyorduk.
Yeni kuşaklar
bunları bilmezler. Örneğin dün 10dan Sonra’nın toplantısındaydı. Esas olarak
Gezi’ye katılmış genç insanlardan olan bir profil vardı. Muhtemelen salondaki biyolojik
olarak en yaşlı insan bendim. (Ama konuşmaları duyunca çok yaşlı, çoktan ölmüş fikirlerin,
yeni bir söylemle gençler tarafından ifade edildiğini görünce, kafaca en gencin
kendim olduğunu da düşünmedim değil. Ama konumuz bu değil. Ona da başka bir
yazıda geliriz) Salondaki büyük çoğunluk muhtemelen 2002 seçimlerinde 10-15
yaşları arasındaydı. Yani o zamanlar kimin neler dediğini bilmezler.
Aşağıda 2002
seçimleri arifesinde bugün Birleşik Haziran Hareketi’nin ÖDP ve TKP gibi
bileşenlerinin politikalarına ilişkin olarak yazdığımız eleştiriler var.
Okuyun göreceksiniz
ki, ne ÖDP’nin, ne de TKP’nin tavırlarında en küçük bir değişiklik yoktur ve o
zaman işlevleri ne idiyse bugün de aynı işlevi görmeye devam ediyorlar.
Ama o zaman
işlevlerini gerçekleştirebildiler. Bu sefer ise olağanüstü bir provokasyon ve
değişim olmadığı takdirde (Unutmayalım, Öcalan’ın MOSSAD ve CIA eliyle Ecevit
hükümetine teslimi kısa zaman sonra yapılacak olan seçim sonuçlarını tamamen
değiştirmişti) aynı işlevi görmeleri artık zor. Bizim o zaman için
öngördüklerimiz şimdi gerçekleşiyor. Hala kör topal ama o haliyle bile bir yol
almayı sağlıyor.
Bu yazıların içinde
yer aldığı “Seçimlerde Sosyalist Politika (Seçim
Dönemi Yazıları – 1979 – 2015)” adlı derlemeyi EPUB, MOBI, PDF
formatlarıyla şuradan indirebilirsiniz: https://yadi.sk/d/wCbKpOjFfb3a8
Evet, 2002
Seçimlerinde yazılmış, mutatis mutandis
(gerekli değişiklikler yapıldığında aynen bugün için de geçerli ibretlik
yazılar aşağıda.
Sosyalist
Partilere Oy Vermeyin!.. Oyunuzu HADEP’e verin!
Sosyalistler, işçiler, yoksul insanlar,
Sosyalist partiler bu seçimde sizden
kendileri içinin oy isterse onlara oy vermeyin. Onların sorumsuzluklarına ortak
olmayın.
Sosyalist Partilerin hemen hepsi, sosyalist
tarihsel deneylerden zerrece ders almamış olarak artık tamamen kireçlenmiş ve
bir şey öğrenme yeteneğinde olmadıklarını kanıtlamakla kalmıyorlar, hafıza
kaybına da uğramış bulunuyorlar. Onların bu unuttuklarını bir daha
hatırlatalım.
Sosyalistler için, seçimler ezilenlerin
bilinçlenmesi, örgütlenmesi ve mücadele yeteneklerinin artası için küçük bir
olanaktır. Bu olanağı en iyi biçimde kullanmalıdırlar.
Bunlar işin alfabesi. Ama bu ne demektir?
Seçimleri ezilenlerin bilinçlenmesi, örgütlenmesi ve mücadele yeteneklerinin
güçlenmesi için bir olanak olarak değerlendirmek, seçimlerde kendi adaylarına
oy istemek değildir. Bu ikisi tamamen farklı şeylerdir. Sosyalistlerin esas
olarak şöyle formüle edilebilecek bir ilkesi vardır: kendilerine verilen oyların
gerice partilere sayılacağı veya onların adaylarının seçilmesine yol açacağı
durumlarda, kendilerine değil, gerici, faşist olmayan partilere verilmesini
isterler. Bu, kendilerine oy verilmesi istenen partilerin gerçek yüzüne ilişkin
görüşlerden vaz geçmek veya bu görüşleri ifade etmemeyi değil aksine, bu yönde
vurguyu arttırmayı gerektirir.
Ancak böyle davranılarak, hem ezilenlerin
bilinci yükseltilmiş olur hem de gericilik karşısında daha elverişli savunma
mevzilerinin oluşmasına hizmet edilmiş; burjuvazinin kanatları arasındaki
çelişkilerden yararlanılmış ve böylece ezilenlerin mücadele moraline katkı
sunulmuş olur.
İşçiler hiçbir zaman küçük radikal gruplara
itibar etmezler. Çünkü onlar burjuvazinin saldırıları karşısında işlev
göremezler. İşçiler küçük ve keskin bir jilet parçası veya küçük bir çakıdan
ise, belki pek keskin olmayan ama karşıdan saldırana korku verebilecek veya
saldırıyı savuşturmayı sağlayabilecek büyükçe bir sopayı tercih ederler. Bu
nedenle ne kadar sarı olursa olsun, sendikalarını terk edip küçük radikal veya
devrimci örgütlerin peşinden gitmezler. Yine aynı yaklaşımla seçimlerde
genellikle koyulmuş barajlara takılıp verdikleri oyların karşı tarafa gitmesini
engellemek için, oylarının gericiliğe yaramayacağı partilere oy verirler.
Beyni kireçlenmemiş ya da hafıza kaybına
uğramamış her insan günlük hayatında bile böyle davranır. Hatta sosyalist
politika yaparken böyle davranmayan sosyalistler bile kendi günlük
ilişkilerinde böyle davranırlar.
Peki şu an Türkiye’de kendine sosyalist diyen
partiler ne yapıyorlar?
Bunlardan kendisine TKP adını veren parti,
kendisi seçime katılma, adaylar gösterme kararı aldı ve kendi adaylarına oy
isteyeceğini belirtti.
Prensip olarak, kendine sosyalist diyen bir
partinin, seçim olanağından kendi görüşlerini yaymak için yararlanmaya
kalkmasına ve adaylar göstermesine bir şey denilemez. Buraya kadar
anlaşılmayacak bir şey yoktur. Ama kendi gösterdiği adaylara oy istemesi, çok
büyük bir yanlıştır. Çünkü kendisine verilecek oylar, gerici partilerin adaylarının
seçilmesine; bu da emekçilerin hareket alanlarının ve mücadele morallerinin
azalmasına yol açacaktır.
TKP şimdiden, gösterdiği adaylara değil,
HADEP’e oy verilmesini istemelidir. Yani TKP’nin çalışanları ve adayları,
görüşlerini seçim olanağıyla anlatmalılar, hatta HADEP hakkındaki eleştiri ve
görüşlerini özel bir vurguyla anlatmalıdırlar ama seçimlerde gericiliğe karşı
HADEP’e oyların verilmesini istemelidirler. Tek doğru tavır bu olabilir.
Biz burada TKP’nin görüşlerinin içeriğine hiç
girmiyoruz. Ve elbette bu tavrın ö görüşlerle içsel bir bağı da olduğunu
biliyoruz. Ama burada, onların seçim taktikleri üzerinde yoğunlaşıyoruz. Bu
nedenle bir soyutlamaya başvurup, programatik görüşlerinin, adaylarının
söyleyeceklerinin içeriğinin doğru olduğunu var sayıyoruz. Doğru olması
koşulunda bile, bizzat TKP üyeleri, onun fikirlerini kabul edip savunanlar bile
TKP adaylarına oy vermemeli ve herkesi de oy vermemeye çağırmalıdırlar.
TKP çok açık bir yanlış içinde. Peki
diğerleri ne yapıyor? Onlar da aynı şeyi yapıyorlar, ama sadece biraz daha ince
yöntemlerle.
İçlerinde en iri kıyım olan ÖDP ve EMEP’i ele
alalım. Bu ikisi de ittifak kavramının ardına gizlenerek aslında, son duruşmada
TKP’den farklı olmayan bir seçim taktiği içindeler. Bu partiler de şu ana
kadar, yukarıda ifade ettiğimiz biçimde seçim sorununa yaklaşmış değillerdir.
Yani kamuoyu önünde, bütün partilere karşı görüşlerini sıraladıktan sonra,
bütün bunlara rağmen kendilerine değil, HADEP’e oy verilmesini istemiş
değildirler.
Bu partiler TKP’den bile daha kötü
davranıyorlar. Bir takım Demokratların veya solcuların birliği gibi sloganların
ardında aslında seçim pazarlığı yapmış oluyorlar. Hiç biri şunu demiş değil:
Biz seçimde HADEP’e oy verilmesini istiyoruz. HADEP şöyle eksikleri olan, şu
sınıf ve eğilimleri yansıtan böyle felaket bir partidir ama bize verilecek
oylar en keskin gericiliğin işine yarayacağından HADEP’e oy verilmelidir.
Sözüm ona seçimin önemli olmadığını,
demokrasi güçlerinin birliği gibi; emek cephesi gibi sloganları öne çıkaran bu
partilerin hiçbir şu ana kadar, seçimlerde
HADEP’e oy verilmesini istemiş değildir.
HADEP kendileriyle görüşmese, ittifaka
yanaşmasa bile onlar eğer bir parça sosyalistlikleri varsa böyle davranmak
zorundadırlar. Sosyalist partiler, kendilerine verilecek oyların gericiliğe
hizmet edeceği yerlerde, en azından liberallere, demokratlara oy verilmesini
isterken, bunu o partilerden bir şey karşılığında yapmazlar ve bunu bir
pazarlık vesilesi yapmazlar.
Elbette, HADEP ile daha geniş stratejik
ittifaklar arayabilirsiniz. Ama bu eni sonu programatik bir sorundur. Bu ayrı
bir düzeydir, seçimlerde HADEP’e oy verilmesini istemek ayrıdır. HADEP’e oy
verilmesini, HADEP’ten hiçbir şey beklemeden ve talep etmeden yapmak gerekir.
Bu HADEP ile stratejik veya programatik ittifaklardan bağımsız olarak yapılması
gereken bir şeydir.
Ama bu partiler böyle yapmıyorlar. Hepsi, bir
seçim desteğini bile, programatik bir ittifak koşuluna bağlıyorlar. Bu
programatik ittifak olmadığı takdirde, ona oy verilmesini istemeyeceklerini bir
şekilde zımnen ifade etmiş oluyorlar. Yani dönüp dolaşıp TKP ile aynı noktada
buluşmuş oluyorlar.
Aslında yaptıkları, HADEP’e kendilerini biraz
pahalıya satma çabasından başka bir şey değildir. Bütün o demokrasi veya emek
bloğu gibi güzel sözlerin ardında, HADEP’in kendilerine şöyle seçilebilir
yerden bir iki aday göstermesini sağlama pazarlığı vardır. Bir iki aday
karşılığında hepsi, emek veya demokrasi bloklarının oluştuğunu ilan etmeye
hazırdırlar.
Bu bakımdan bu partilerin tavrı, ezilenler
açısından TKP’nin tavrından bile daha kötüdür. TKP kireçlenmiş bir omurgayı
ifade ediyorsa, bunlar omurgasızlığın politikasını yapmaktadırlar.
Bu da bir rastlantı değildir. EMEP eski
Halkın Kurtuluşu’ndan, ÖDP de eski Dev-Yol’dan gelir. Bunlar o zamanlar
seçimleri boykot etmeyi biricik taktik biliyorlardı. O zamanlar da bunlara
karşı, seçimleri boykot taktiğinin, hele kendilerinin ifade ettikleri
gerekçelerle, seçimleri ve parlamentoyu önemsemeleri anlamına geldiğini
yazıyorduk. O zaman yazdıklarımızı doğrulamaktadır. Bu hareketler, bütün
değiştik iddialarına rağmen hatalarının metodolojik köklerine
yönelmediklerinden, aynı hatayı işlemeye devam etmekteler ama aynı öz; yani
seçimleri ve parlamentoyu aslında çok önemsedikleri özü, bu gün boykot değil
ama, kendi adaylarına oy istemeleri veya demokratik bir güce (HADEP’e) oy
verilmesini istemelerini, görünüşte bir takım programatik koşullara ama aslında
listelerde elverişli yerler için fiili bir pazarlık olarak ortaya çıkmaktadır.
Buradan EMEP, ÖDP, TKP, DSİP gibi partilere
ve diğer sosyalist gruplara çağrı yapıyoruz. Elbette seçimlerde kendi
görüşlerinizi yaymaya çalışacaksınız, bunu yapmanız gerekir; kendi adaylarınızı
da gösterebilirsiniz. Bunlar için sizlere kimse bir şey diyemez. Ama şimdiden,
onunla her hangi bir görüşme veya pazarlığa oturmadan, onun sizlere karşı
tavrından bağımsız olarak, size verilecek oyların, demokrasi düşmanlarının,
faşistlerin hanesine yazılmaması için HADEP’e oy verilmesini istemelisiniz.
Adaylarınız kendilerine değil, kendilerine verilecek oyların gericiliğe hizmet
ettiği yerlerde, yani fiilen bütün Türkiye’de, HADEP’e oy verilmesini
istemelidirler. Hem de bunu, derhal, geciktirmeden yapmanız gerekir.
Ben Demir Küçükaydın, sosyalist partilere oy
vermeyin diyorum. Onlara vereceğiniz oylar, gerici, ırkçı partilerin oyu olarak
meclise girecektir. Bütün bu partiler karşısında HADEP’e oy veriniz. HADEP’in
en tutarsız ve aptalca politikaları bile bu oy desteğinin geri alınması için
bir neden oluşturmaz.
Bu yazıyı okuyan sosyalistleri de, bizim
burada yaptığımız gibi, HADEP’e oy verilmesini; sosyalist partilere oy
verilmemesini istemeye çağırıyoruz.
26 Ağustos 2002 Pazartesi
ÖDP’lilere ve ÖDP’ye Açık Mektup
1917’de Rusya’da Ekim’de devrim yapan, İşçi,
Köylü ve Askerler, programlarının birinci maddesi olan barış çağrısını, sadece
diğer ülkelerin emekçilerine değil, hükümetlerine de yapıyorlardı, çünkü ezilen
geniş yığınların böyle bir çağrıya reaksiyon göstermesi ve bunun bir muhatap
olarak yansıması aylar ve yıllar alabilirdi, barış çağrısı somut muhatapları
olmadığı için, platonik bir çağrı olarak kalabilirdi. Barışın her gecikişi de
binlerce insanın ölmesi, başka bin bir acılar içinde kıvranması anlamına
gelirdi. Bu nedenle çağrı sadece diğer ulusların emekçilerine değil, aynı
zamanda hükümetlerineydi.
Bu
nedenle bizim de bu açık mektubumuz sadece ÖDP’lilere değil, aynı zamanda bir
kurum olarak ÖDP’ye, yönetim organlarına ve yöneticilerine. Çünkü zamanın
hızlandığı, günlerin, haftaların giderek daha fazla önem kazandığı bir dönemden
geçiyoruz.
Yine bu nedenle, ÖDP’nin sınıfsal, ideolojik,
politik, taktiksel ve örgütsel yönelişlerine ilişkin söyleyeceğimiz ve zaten
zaman zaman söylediğimiz bir çok eleştirimiz olmasına rağmen bu konulara da
girmeyeceğiz. Şimdi bunların zamanı değil, bunlara ayıracak zaman ve enerji
yok.
Örneğin, ÖDP Merkez Yürütme Kurulu’nun
“Gerçekleşemeyen İttifakın Hikayesi” başlıklı uzun metninde anlatılan, olgular,
çıkarsamalar ve bunların dayandıkları varsayımlar ve çelişkiler üzerine
söylenecek çok şey olmasına rağmen bu konuya da girmiyoruz. Sorunu
sadeleştirmek; ve ayrıntılar arasında kaybolup ağaçlardan ormanın görülemez
olmasını engellemek için, tıpkı Orta Çağın Occam’lı William’ı gibi, bu
sorunları bir ustura darbesiyle kesip atıyoruz.
ÖDP’nin bu metinde yazdıklarının ve
yazdıklarından çıkardığı sonuçların hepsinin doğru olduğu var sayımından
hareket ediyoruz. Yani ittifakın gerçekleşememesinin nedeninin tam da sizin
dedikleriniz olduğunu var sayıyoruz:
Yani dediğiniz gibi: “HADEP Üçlünün Önemini
Anlayamamıştır”; dediğiniz gibi: “Karar Dayatmayı Müzakere Metodu Olarak
Seçmiştir”; dediğiniz gibi: “Devamlı Görüş Değiştirmiştir”; dediğiniz gibi: “Geniş
Oy Tabanını Her Şey Kabul Etmiştir”; dediğiniz gibi: “Karşılıklı Güven Unsurunu
Hafife Almıştır”; dediğiniz gibi: “Soldaki Ayrılıklardan Medet Ummuştur”;
“Siyasette Ağabeyilik Yapmaya Kalmıştır”; “İttifak İçinde Bir de Blok Tuhaflığı
Yapmıştır”; “ÖDP aleyhtarlığı” yapmıştır; “Projeyi Unutup Milletvekili
Listelerine Gömülmüştür”. Bütün bu sözü edilen metinden aktarılan sonuçlar,
eğer unuttuklarınız varsa, bunları da ekleyelim ve hepsinin doğru olduğunu var
sayalım.
Bütün bunlar bir tek sonuçta toparlanabilir,
HADEP ya da HADEP’le birlikte Bloğu Oluşturan partiler güvenilmez, yalpalayan,
kararsız partnerlerdir.
Peki bu hükümden çıkarılması gereken politik
sonuç nedir? Bu hükümden, ÖDP’nin ayrıca seçime girmesi ve kendine oy istemesi
sonucu çıkar mı? Böyle bir sonuç çıkarmanın somut anlamı nedir? ÖDP’ye ve
ÖDP’nin de istediği Türkiye’nin demokratikleşmesi; emekçilerin daha iyi
koşullarda yaşaması; baskı ve keyfiliğin son bulması amacına hizmet eder mi
böyle bir sonuç
Hayır!
Birincisi, barış hasıl kendisine karşı
savaşılan bir güçle, yani düşmanla yapılırsa; ittifaklar da, çok başka
gerekçelerle verili durumda çıkar ortaklığına girilmiş, güvenilmez, korkak,
tutarsız partnerlerle yapılır. Eğer onlar sizin istediğiniz kalitelere sahip
olsa, zaten sizin dışınızda bir ittifak partneri değil, sizin bütünlüğünüzün
bir parçası olurlar.
Bir soruyu doğru sormak çözümün yarısıdır
derler. Bu günün Türkiye’sinde doğru soru şudur: ÖDP’ye istenen ve verilen
oylar mı yoksa Bloğa verilen oylar mı, ÖDP’nin de en azından resmen hedefi olan
emek, barış ve demokrasiden yana güçlere güç verir?
Hiç kimse inkar edemez ki, DEHAP çatısı
altında seçimlere giren bloğun, seçimlerde yüzde on barajını aşması, Türkiye’de
gerçek bir politik deprem yaratır ve ezilenlerin mücadele azmi ve gücünü, bu
günle kıyaslanmayacak bir düzeye yükseltir.
Bloğun yüzde onu aştığı veya aşma şansının
olduğu, onun sansüre boğun basın tarafından bile itiraf ediliyor ve sansürün
kendisi de bunun bir itirafı iken ÖDP’nin böyle bir şansı olabileceğini, en saf
ÖDP’li bile iddia edemez.
Bu durumda, ÖDP’ye giden her oy, bu seçim
sistemi nedeniyle, eğer blok barajı aşamaz ise, bloğun ve ÖDP’nin oylarının
boşa gitmesine ve o oylarla, en gerici partilerin temsilcilerinin meclisi
doldurmasına yol açacaktır.
Kendisiyle ittifak müzakereleri bile
yaptığınıza; DEHAP’ın bu gün ittifak yaptıklarının çoğu, daha dün aynı parti
safları içinde olanlar olduğuna göre, onlar sizce ne kadar tutarsız, kaypak ve
güvenilmez olursa olsun, sizin için de onlar diğer partilerden farklı bir yerdedirler
ve öyle olmaları gerekir.
En sıradan, kaypak, korkak, tutarsız Blok
adayının bile, eğer kazanırsa, diğer partilerin en demokrat ve tutarlı
adaylarından daha fazla demokratik, barış ve emekten yana tavırlar almayacağını
söyleyebilir misiniz? Ve en kaypak, korkak, tutarsız blok adaylarının,
seçilmeleri halinde, kendi bu niteliklerinden bağımsız olarak ezilenlerin
mücadelesine muazzam bir atılım vereceğini inkar edebilir misiniz? Soru şudur?
Yüzde onu aştığı takdirde yüz civarında Blok vekilinin içinde olduğu bir
mecliste mi, yoksa bunların olmadığı mecliste mi Türkiye’nin emekçileri,
Kürtleri, kadınları, diğer cinsel, ulusal veya inanç azınlıkları daha çok kendi
haklarını duyurma ve koruma olanağı bulabilirler? Bu soruya cevabınız Evet ise,
yapmanız gereken, oyların DEHAP çatısı altındaki Bloğa verilmesini istemektir.
Bu ona karşı her türlü eleştiriyi yapmanızı engellemez, aksine gerektirir de.
Ama bunu yapmadığınız takdirde, sadece kendi
oylarınızın değil, yüzde onu aşamama durumunda, Bloğa verilen oyların da karşı
partilere gitmesine, böylece emekçilerin, barış ve demokrasiden yana olanların
sesinin iyice kısılmasına da yol açacaksınız. Yani sorun sadece size verilen
oyların gerici partilere gitmesi değil, daha düne kadar aynı partide
bulunduğunuz veya aynı hapislerde yattığınız ve bir seçim bloğundan öte bir
ittifak yapmaya değer gördüğünüz bir gücün yüzde on civarındaki oyunun da sermaye partilerinin değirmenine
akmasıdır.
Soru şudur: kendinize oy istemeniz mi yoksa
oyların bloğa verilmesini istemeniz mi, ülkenizin, demokrasi ve refah yolunda
daha ileri bir noktada olmasının; dolayısıyla bu değişimlerin itici gücü
emekçilerin ve ezilenlerin moral ve mücadele azminin yükselişine hizmet eder.
Eğer buna cevabınız, ÖDP’ye verilen oyar buna
daha fazla hizmet eder ise, buna söylenecek bir şey yoktur. Ama bu niye bir
zamanlar ittifak arayışları içine girdiğiniz ve onların bir kısmıyla bir
zamanlar nasıl olup da aynı örgütün çatısı altında bulunabildiğiniz gibi
sorulara da yol açar.
Yok eğer, elbette Bloğun yüzde onu aşmasının
ezilenlere, barış ve demokrasi mücadelesine güç vereceğini düşünüyorsanız. En
sıradan, sizi en rahatsız eden Blok vekilinin bile, diğer partilerin en
demokratından bin kere daha demokrat, emekçi ve barıştan yana oy kullanacağı
gerçeğini kabul ediyorsanız yapmanız gereken ortadadır: Bloğa oy verilmesini
talep etmek.
Bunun hukuki biçimi ne olur bilmiyoruz.
Seçimlerden mi çekilirsiniz, biçimsel olarak katılır yasayı göz önüne alarak
resmi bir açıklama yapmadan gayrı resmi olarak Bloğa oy verilmesini mi
istersiniz? Bu biçimsel bir sorundur. Türkiye’nin insanları verilen mesajları
kolayca anlarlar. Birkaç gün içinde kimsenin varlığından haberi bile olmayan
DEHAP’ın en küçük bir kafa karışıklığına yol açmamış olması örnektir.
Elbette sizler nasıl bloğu güvenilmez
buluyorsunuz, blok da sizi öyle görüyor. Ama emin olun, bu kararı verdiğinizde
kimse size şimdiye kadar neredeydiniz diye sitem etmeyecek, kendince gördüğü
tutarsızlıklarınızı yüzünüze vurmayacaktır, sadece bu cesur davranışınızdan
dolayı bağrına basacaktır. Kafanızda bu yönde çekinceler varsa bunları bir yana
atınız.
Siz de bu adımı attığınızda rahatladığınızı,
hafiflediğinizi göreceksiniz. Büyük bir sorumluluğun yükünden kurtulacaksınız
ve politik olarak tekrar bir etki ve gelecek kazanma şansı bulacaksınız.
İnsanların hayatında da, politikada da en büyük tehlike hatlarla
bütünleşmektir.
Kendine güvenenler, abdestinden emin olanlar,
en güvenilmezlerle bile ittifaklar yapmaktan kaçınmazlar. Kendinize
güveniyorsanız, “Gerçekleşemeyen İttifakın Hikayesi”nde söylediklerinizden
çıkacak sonuç, blok için oy verilmesini istemeniz gerektiğidir.
Son bir not: Biz bu satırları yazarken,
DEHAP’ın yüzde onu aşma ihtimali üzerine devreye sokulan onu seçime sokmama
politik kararı belli değildi. Eğer böyle bir karar uygulanırsa, sizin de bunu
protesto için seçimden çekilmenizi öneriyorum.
Ama daha önemlisi, bunu Yüksek Seçim Kurulu
kararından önce, bu gün (Salı) ilan etmenizi ve o kararı etkilemeye çalışmanızı
bekliyorum.
Şimdi acilen yapılması gereken budur. Hiç
olmazsa bunu yapın. Yüksek Seçim Kurulu başkanının, kararın hukuki değil
politik gerekçelerle verileceğini açıkça söylemesi sizi böyle ek bir görevle de
karşı karşıya getirmiş bulunuyor.
15 Ekim 2002 Salı
İki Farklı ÖDP’li
Önce iki farklı kategoriden ÖDP üyesi veya
destekçisinin Seçim İttifakı dolayısıyla Radikal’in İnternet sayfalarında
tartışırken yazdıklarını aktaralım:
Birinci Kategoriye Birinci Örnek:
“ÖDP nire, HADEP nire?
Devrimci partiler ilkeleriyle vardir. Kürt
milliyetçillerinin kuyruguna takilarak sol siyaset yapilamaz. Simdiye kadar
böyle bir arayis zaten hataydi, zararin neresinden dönülürse kârdir. Bu meclise
girilecekse ilkelerle girilir, bir-iki sandalye kapmak için degil.”
Birinci Kategoriye İkinci Örnek:
“Kürt Milliyetçiligi ve ÖDP
ÖDP, HADEP'le birlesmedi. Herkes çilgina
döndü... Neden?
Neden!
Acaba sosyalist oldugu var sayilan bir ÖDP,Kürt
milliyetçi partisine eklemlenmeli miydi? Sosyalistler; emekçiler ve onlarin
dünyayi defalarca sarsmis mücadeleleri ,devrimleri ve görkemli bir okyanus gibi
önümüzde duran tarihleri varken HADEP bardaginda bogulmalimiydilar. Ne zamandan beri sosyalizm, kürt
milliyetçiligi ile ölçülür oldu? Sosyalizm, kendini bu uyduruk mikro
milliyetçiliklerden kurtarmadikça ne kendi halkindan saygi görür,ne de iki
ayagi üzerine dogrulabilir.”
Biliyoruz ki ÖDP’nin içinde bu mektuplara
yansıyan yaklaşımlar oldukça güçlü olarak temsil edilmektedir. Kürt ulusal
hareketini “Mikro (minik) Milliyetçilik”le suçlayan ve böylece kendisinin
zımnen “Makro (büyük) Milliyetçi” olduğunu söyleyen veya makro milliyetçiliği
daha meşru ve anlaşılabilir gördüğünü ima eden, ezilen bir ulusun ulusal
hareketini desteklemek gibi bir nosyondan yoksun olan bu anlayışlar bir istisna
değildir ÖDP içinde. Biz kendimiz, üstelik de ÖDP’nin yönetici kadrosunda
bulunan kimilerinin, resmi söyleme yansımasa da, Kürt ulusal hareketinden nasıl
bir aşağılama ile söz ettiğini, bizzat bir çok kereler gördük ve duyduk.
Bir başka örnek de ÖDP sitesine giren bir
devrimcinin uğradığı şokla yazdıkları. Bu gün şöyle bir e-mail geldi bir e-grup’a:
“Secim atmosferinin yasandigi bu son gunlerde
biraz ODP nin website’ina goz atip formlarini okudum. Hatta kendi akilmca bir
yazi yazip karinca kararinca bir destekte ben isteyeyim dedim.
Oraya yazacagim yaziya merhaba arkadaslar,
diye baslayip devam etmistim. Hala onlarla paylasabilecek seylerimizin olup
olamayacgini, falan tartimaya calisiyordum. Sonra gondermekten vazgectim,
siteye goz attim. Ne kadar isabetli bir karar aldigimi anladim. Degil onlarla
paylasilacak seyler, icimden arkadaslar, dostlar demek bile gelmedi. Hatta
merhaba bile diyemedim.
Sitedeki secimle ilgili yazilarin cogunda
DEHAP’in ne kadar milliyetci-irkci oldugu yaziliyor. Anlamadagim bir sey DEHAP
bir kac hafta icerisindemi milliyetci-irkci oldu? Cizgisi, geldigi mirasi
bilinmiyormuydu? O halde irkci oldugu bilinen bir hareketle nicin ittifak
tartismalarina girdi bu adamlar?”
Birinci Kategori ÖDP’liler böyle.
Ama iyi biliyoruz ki ÖDP’liler sadece Birinci
Kategori ÖDP’lilerden ibaret değildir. Örneğin aynı tartışmada, şöyle yazan ÖDP
üyesi veya destekçileri de var.
“Dayanisma
mi? o da ne?
kuruldugu
günden beri inandigim Ödp tarihi bir hata yapti. bunun nedenleri kesinlikle
açiklanmali. Solu birlestirmek için kurulan bir partinin bu hallere düsmesi ne
aci. konusup orta bir noktada bulusamadi mi bizim solcularimiz. bence ödp
adindaki dayanisma kelimesini bir an önce çikarmali çünkü o partiye bu kelime
hiç uymuyor.“
Sadece bunlar da değil, daha düne kadar
ÖDP’nin içinde olan Sosyalist Demokrasi Partisi; Sosyalist Emek
Hareketi, Toplumsal Özgürlük Platformu gibi parti ve gruplar bu gün
DEHAP çatısı altındaki Emek, Barış ve Demokrasi Bloğunu desteklemektedirler ve
bunun oluşmasını coşkuyla karşılamaktadırlar. Bu bile ÖDP içinde, ikinci
kategoriden ÖDP’lilerin hala hiç de küçümsenmeyecek bir güç olduğunun bir
kanıtıdır.
Bloğun dışında kalmasının bu kategoriden
taraftarlar arasında, nasıl bir tepki ve memnuniyetsizliğe yol açtığının
kanıtlarından biri, ÖDP Merkez Yürütme Kurulu’nun, “Gerçekleşemeyen
İttifakın Hikayesi” başlığı altında, yayınlanan savunma ve bu suçun
HADEP’de olduğunu kanıtlamaya yönelik metindir. Eğer ÖDP içinde geniş bir
kesimde memnuniyetsizlik olmasa, dışındaki solu zaten küçük hatta “ayrıntı”
görme ve muhatap kabul etmeme geleneğinin güçlü olduğu ÖDP MYK’sının böyle uzun
bir metin hazırlaması ve altına imza koyması düşünülemezdi.
Aslında MYK’nın “Gerçekleşemeyen
İttifakın Hikayesi” başlıklı karar-metni bir anlamda, yukarıdaki
alıntılara yansıyan Birinci Kategoriden ÖDP’lilerin, İkinci Kategoriden
ÖDP’lilerin tepkisini yatıştırma ve ikna çabasıdır.
Birinci Kategoriden ÖDP’lilerin Temeli
ÖDP dünyada ve Türkiye’de geriliğin ve
gericiliğin zirvede olduğu bir dönemde kuruldu. Bir yanda, Duvarın ve Sovyetler
Birliği’nin çökmesinin yarattığı, kapitalizmin tarihsel bir zafer kazandığı;
gerici bir ideolojik iklimin egemen olduğu bir dünyanın; diğer yanda bu
dönüşümün Türkiye’ye yansıması sonucu, ezilen Kürt ulusunun kurtuluş
mücadelesinin bu gelişmeler sonucu tüm yedeklerini yitirdiği; Özel savaşın
başını alıp gittiği; toplumsal çürümenin ve milliyetçiliğin toplumun tüm
dokularını bir metastas yapmış bir kanser gibi sardığı bir Türkiye’nin
ortamında kurulmuştur. Böyle bir dönemde kurulan bir partiye akanlar büyük
ölçüde bu dönemin eğilimlerini, ön yargılarını da beraberlerinde o örgüte
taşırlar.
Elbette bir parti böyle dönemde de
kurulabilir. Ama böyle bir dönemde kurulmuş bir partinin temel görevli, hatta
tarihsel işlevi, bu gericilik karşısında akıntıya karşı yüzmektir, bu da
ideolojik saflık ve teorik mücadele demektir. ÖDP’de ise olmayan budur. ÖDP
dönemin eğilimlerine karşı bir ideolojik mücadele kalesi olmak bir yana, bu
eğilimlerin kendisini ifade ettiği bir örgüt olmuştur.
Örneğin ÖDP destekleyicisi ve üyesi birinin
yukarıdaki alıntılarda olduğu gibi, Kürt Ulusal Hareketini, Özel Savaş
Dairesi’nin sol versiyonlarının diliyle “Mikro Milliyetçilik” olarak
tanımlaması ve ÖDP üye ve organlarından bu gibi ifadelere karşı hiçbir tepki
gösterilmemesi – gerçekten devrimci ve enternasyonalist bir örgütte, böyle bir
ifade, yangın alarmı anlamına gelir, ve derhal böyle görüşlerin Örgüt üyeliği
ile bağdaşmayacağı kesin bir dille açıklanır – gerçeği, ÖDP’nin bizzat o
gericilik eğilimlerinin veya en azından onlarla uzlaşmanın ifadesi olduğu
anlamına gelir.
Birinci kategoriden ÖDP’lilere söyleyecek bir sözümüz şimdilik olamaz.
Ama ikinci kategoriden ÖDP’lilere şunu
sormadan edemeyeceğiz, niçin hala bu birinci kategoriden ÖDP’lilerle hala aynı
çatıyı paylaşıyorlar? Aynı çatıyı paylaşsalar bile onlarla aralarına niçin
açıkça mesafe koymuyorlar.
Bu onlar karşısında susarak onlara teslimiyet
anlamına gelmez mi?
*
Bundan sonra ÖDP’ye karşı tavrı da gözden
geçirmek gerekiyor. ÖDP artık, bir sosyalist olarak eleştirilmemeli. Orta
sınıfların partisi olarak ele alınmalı ve tıpkı bir CHP veya SHP’ye yaklaşıldığı
gibi yaklaşılmalı. Onlarla artık prensipler üzerine tartışmalar anlamsız. Onlar
var olan bir nesnel eğilimin yansıması olarak ele alınmalı ve prensip üzerine
tartışmanın yerini pratik ve taktik esneklikler almalı.
ÖDP’nin biteceği sanılmamalı. Son durumu onu
sosyalistler içinde tecrit etmiştir ama, devrimci kabarış bütün politik
söylemde bir sola kaymaya yol açar. Böyle sola kayma durumunda, ÖDP, sosyal
demokratların istediği sol söylemi onlara kolaylıkla sağlayabilir.
31 Ekim 2002 Perşembe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder