29 Mart 2015 Pazar

“Birleşik Haziran”cılar 2002 Seçimlerinde Neler Diyorlardı?

Birleşik Haziran Hareketi hakkında ilk yazdığımız yazıda, onun,  esas olarak, şehirli orta sınıflarda, “laik yaşam tarzı” olanlarda ve Alevilerde HDP’ye uyanan ilgi ve dikkatin önüne geçmek için kurulduğunu; Hazirancılar içinde olup da HDP’ye oy vereceğini açıklayanların, aslında onun bu niteliğinin görülmesini engelleyen “ayıbı örten asma yaprağı” işlevi gördüklerini söylüyor ve onları Birleşik Haziran’ın kesin ÖDP’ye oy verilmesi çağrısı yapması yönünde baskı yapmalarını ve yapmadığı takdirde ondan ayrılmalarını; bu ayıbın örtüsü olmaktan kurtulmalarını söylüyorduk ve hala da söylüyoruz.
Bunları yazınca, bu sonuca nereden olaşıyorsun diye itirazlar geldi.
Ne bizler ne de Haziran bileşenleri ve onun en iri kıyımı olan KP’ler ve ÖDP Merih’ten geldi. Elbet önceki deneylerden çıkmış bir genelleme ışığında böyle diyorduk. Bilim önce olaylara bakar, oradan bir genellemeye varır, sonra bu genellemeyi yeni olaylar gözden geçirmeyi gerektirmediği sürece veri kabul ederek çıkarsamalar yapmayı gerektirir.
Öyle diyorduk çünkü bütün son 40 yılın seçimleri ve o seçimlerde alınan tavırlar ortadaydı. Bu o sonuçlardan çıkmış bir genellemeydi ve şimdiki seçimlerdeki tavırlarının da bu genellemeyi bir kere daha doğruladığını ifade etmiş oluyorduk.
Yeni kuşaklar bunları bilmezler. Örneğin dün 10dan Sonra’nın toplantısındaydı. Esas olarak Gezi’ye katılmış genç insanlardan olan bir profil vardı. Muhtemelen salondaki biyolojik olarak en yaşlı insan bendim. (Ama konuşmaları duyunca çok yaşlı, çoktan ölmüş fikirlerin, yeni bir söylemle gençler tarafından ifade edildiğini görünce, kafaca en gencin kendim olduğunu da düşünmedim değil. Ama konumuz bu değil. Ona da başka bir yazıda geliriz) Salondaki büyük çoğunluk muhtemelen 2002 seçimlerinde 10-15 yaşları arasındaydı. Yani o zamanlar kimin neler dediğini bilmezler.
Aşağıda 2002 seçimleri arifesinde bugün Birleşik Haziran Hareketi’nin ÖDP ve TKP gibi bileşenlerinin politikalarına ilişkin olarak yazdığımız eleştiriler var.
Okuyun göreceksiniz ki, ne ÖDP’nin, ne de TKP’nin tavırlarında en küçük bir değişiklik yoktur ve o zaman işlevleri ne idiyse bugün de aynı işlevi görmeye devam ediyorlar.
Ama o zaman işlevlerini gerçekleştirebildiler. Bu sefer ise olağanüstü bir provokasyon ve değişim olmadığı takdirde (Unutmayalım, Öcalan’ın MOSSAD ve CIA eliyle Ecevit hükümetine teslimi kısa zaman sonra yapılacak olan seçim sonuçlarını tamamen değiştirmişti) aynı işlevi görmeleri artık zor. Bizim o zaman için öngördüklerimiz şimdi gerçekleşiyor. Hala kör topal ama o haliyle bile bir yol almayı sağlıyor.
Bu yazıların içinde yer aldığı “Seçimlerde Sosyalist Politika (Seçim Dönemi Yazıları – 1979 – 2015)” adlı derlemeyi EPUB, MOBI, PDF formatlarıyla şuradan indirebilirsiniz: https://yadi.sk/d/wCbKpOjFfb3a8
Evet, 2002 Seçimlerinde yazılmış, mutatis mutandis (gerekli değişiklikler yapıldığında aynen bugün için de geçerli ibretlik yazılar aşağıda.

Sosyalist Partilere Oy Vermeyin!.. Oyunuzu HADEP’e verin!

Sosyalistler, işçiler, yoksul insanlar,
Sosyalist partiler bu seçimde sizden kendileri içinin oy isterse onlara oy vermeyin. Onların sorumsuzluklarına ortak olmayın.
Sosyalist Partilerin hemen hepsi, sosyalist tarihsel deneylerden zerrece ders almamış olarak artık tamamen kireçlenmiş ve bir şey öğrenme yeteneğinde olmadıklarını kanıtlamakla kalmıyorlar, hafıza kaybına da uğramış bulunuyorlar. Onların bu unuttuklarını bir daha hatırlatalım.
Sosyalistler için, seçimler ezilenlerin bilinçlenmesi, örgütlenmesi ve mücadele yeteneklerinin artası için küçük bir olanaktır. Bu olanağı en iyi biçimde kullanmalıdırlar.
Bunlar işin alfabesi. Ama bu ne demektir? Seçimleri ezilenlerin bilinçlenmesi, örgütlenmesi ve mücadele yeteneklerinin güçlenmesi için bir olanak olarak değerlendirmek, seçimlerde kendi adaylarına oy istemek değildir. Bu ikisi tamamen farklı şeylerdir. Sosyalistlerin esas olarak şöyle formüle edilebilecek bir ilkesi vardır: kendilerine verilen oyların gerice partilere sayılacağı veya onların adaylarının seçilmesine yol açacağı durumlarda, kendilerine değil, gerici, faşist olmayan partilere verilmesini isterler. Bu, kendilerine oy verilmesi istenen partilerin gerçek yüzüne ilişkin görüşlerden vaz geçmek veya bu görüşleri ifade etmemeyi değil aksine, bu yönde vurguyu arttırmayı gerektirir.
Ancak böyle davranılarak, hem ezilenlerin bilinci yükseltilmiş olur hem de gericilik karşısında daha elverişli savunma mevzilerinin oluşmasına hizmet edilmiş; burjuvazinin kanatları arasındaki çelişkilerden yararlanılmış ve böylece ezilenlerin mücadele moraline katkı sunulmuş olur.
İşçiler hiçbir zaman küçük radikal gruplara itibar etmezler. Çünkü onlar burjuvazinin saldırıları karşısında işlev göremezler. İşçiler küçük ve keskin bir jilet parçası veya küçük bir çakıdan ise, belki pek keskin olmayan ama karşıdan saldırana korku verebilecek veya saldırıyı savuşturmayı sağlayabilecek büyükçe bir sopayı tercih ederler. Bu nedenle ne kadar sarı olursa olsun, sendikalarını terk edip küçük radikal veya devrimci örgütlerin peşinden gitmezler. Yine aynı yaklaşımla seçimlerde genellikle koyulmuş barajlara takılıp verdikleri oyların karşı tarafa gitmesini engellemek için, oylarının gericiliğe yaramayacağı partilere oy verirler.
Beyni kireçlenmemiş ya da hafıza kaybına uğramamış her insan günlük hayatında bile böyle davranır. Hatta sosyalist politika yaparken böyle davranmayan sosyalistler bile kendi günlük ilişkilerinde böyle davranırlar.
Peki şu an Türkiye’de kendine sosyalist diyen partiler ne yapıyorlar?
Bunlardan kendisine TKP adını veren parti, kendisi seçime katılma, adaylar gösterme kararı aldı ve kendi adaylarına oy isteyeceğini belirtti.
Prensip olarak, kendine sosyalist diyen bir partinin, seçim olanağından kendi görüşlerini yaymak için yararlanmaya kalkmasına ve adaylar göstermesine bir şey denilemez. Buraya kadar anlaşılmayacak bir şey yoktur. Ama kendi gösterdiği adaylara oy istemesi, çok büyük bir yanlıştır. Çünkü kendisine verilecek oylar, gerici partilerin adaylarının seçilmesine; bu da emekçilerin hareket alanlarının ve mücadele morallerinin azalmasına yol açacaktır.
TKP şimdiden, gösterdiği adaylara değil, HADEP’e oy verilmesini istemelidir. Yani TKP’nin çalışanları ve adayları, görüşlerini seçim olanağıyla anlatmalılar, hatta HADEP hakkındaki eleştiri ve görüşlerini özel bir vurguyla anlatmalıdırlar ama seçimlerde gericiliğe karşı HADEP’e oyların verilmesini istemelidirler. Tek doğru tavır bu olabilir.
Biz burada TKP’nin görüşlerinin içeriğine hiç girmiyoruz. Ve elbette bu tavrın ö görüşlerle içsel bir bağı da olduğunu biliyoruz. Ama burada, onların seçim taktikleri üzerinde yoğunlaşıyoruz. Bu nedenle bir soyutlamaya başvurup, programatik görüşlerinin, adaylarının söyleyeceklerinin içeriğinin doğru olduğunu var sayıyoruz. Doğru olması koşulunda bile, bizzat TKP üyeleri, onun fikirlerini kabul edip savunanlar bile TKP adaylarına oy vermemeli ve herkesi de oy vermemeye çağırmalıdırlar.
TKP çok açık bir yanlış içinde. Peki diğerleri ne yapıyor? Onlar da aynı şeyi yapıyorlar, ama sadece biraz daha ince yöntemlerle.
İçlerinde en iri kıyım olan ÖDP ve EMEP’i ele alalım. Bu ikisi de ittifak kavramının ardına gizlenerek aslında, son duruşmada TKP’den farklı olmayan bir seçim taktiği içindeler. Bu partiler de şu ana kadar, yukarıda ifade ettiğimiz biçimde seçim sorununa yaklaşmış değillerdir. Yani kamuoyu önünde, bütün partilere karşı görüşlerini sıraladıktan sonra, bütün bunlara rağmen kendilerine değil, HADEP’e oy verilmesini istemiş değildirler.
Bu partiler TKP’den bile daha kötü davranıyorlar. Bir takım Demokratların veya solcuların birliği gibi sloganların ardında aslında seçim pazarlığı yapmış oluyorlar. Hiç biri şunu demiş değil: Biz seçimde HADEP’e oy verilmesini istiyoruz. HADEP şöyle eksikleri olan, şu sınıf ve eğilimleri yansıtan böyle felaket bir partidir ama bize verilecek oylar en keskin gericiliğin işine yarayacağından HADEP’e oy verilmelidir.
Sözüm ona seçimin önemli olmadığını, demokrasi güçlerinin birliği gibi; emek cephesi gibi sloganları öne çıkaran bu partilerin hiçbir şu ana kadar, seçimlerde  HADEP’e oy verilmesini istemiş değildir.
HADEP kendileriyle görüşmese, ittifaka yanaşmasa bile onlar eğer bir parça sosyalistlikleri varsa böyle davranmak zorundadırlar. Sosyalist partiler, kendilerine verilecek oyların gericiliğe hizmet edeceği yerlerde, en azından liberallere, demokratlara oy verilmesini isterken, bunu o partilerden bir şey karşılığında yapmazlar ve bunu bir pazarlık vesilesi yapmazlar.
Elbette, HADEP ile daha geniş stratejik ittifaklar arayabilirsiniz. Ama bu eni sonu programatik bir sorundur. Bu ayrı bir düzeydir, seçimlerde HADEP’e oy verilmesini istemek ayrıdır. HADEP’e oy verilmesini, HADEP’ten hiçbir şey beklemeden ve talep etmeden yapmak gerekir. Bu HADEP ile stratejik veya programatik ittifaklardan bağımsız olarak yapılması gereken bir şeydir.
Ama bu partiler böyle yapmıyorlar. Hepsi, bir seçim desteğini bile, programatik bir ittifak koşuluna bağlıyorlar. Bu programatik ittifak olmadığı takdirde, ona oy verilmesini istemeyeceklerini bir şekilde zımnen ifade etmiş oluyorlar. Yani dönüp dolaşıp TKP ile aynı noktada buluşmuş oluyorlar.
Aslında yaptıkları, HADEP’e kendilerini biraz pahalıya satma çabasından başka bir şey değildir. Bütün o demokrasi veya emek bloğu gibi güzel sözlerin ardında, HADEP’in kendilerine şöyle seçilebilir yerden bir iki aday göstermesini sağlama pazarlığı vardır. Bir iki aday karşılığında hepsi, emek veya demokrasi bloklarının oluştuğunu ilan etmeye hazırdırlar.
Bu bakımdan bu partilerin tavrı, ezilenler açısından TKP’nin tavrından bile daha kötüdür. TKP kireçlenmiş bir omurgayı ifade ediyorsa, bunlar omurgasızlığın politikasını yapmaktadırlar.
Bu da bir rastlantı değildir. EMEP eski Halkın Kurtuluşu’ndan, ÖDP de eski Dev-Yol’dan gelir. Bunlar o zamanlar seçimleri boykot etmeyi biricik taktik biliyorlardı. O zamanlar da bunlara karşı, seçimleri boykot taktiğinin, hele kendilerinin ifade ettikleri gerekçelerle, seçimleri ve parlamentoyu önemsemeleri anlamına geldiğini yazıyorduk. O zaman yazdıklarımızı doğrulamaktadır. Bu hareketler, bütün değiştik iddialarına rağmen hatalarının metodolojik köklerine yönelmediklerinden, aynı hatayı işlemeye devam etmekteler ama aynı öz; yani seçimleri ve parlamentoyu aslında çok önemsedikleri özü, bu gün boykot değil ama, kendi adaylarına oy istemeleri veya demokratik bir güce (HADEP’e) oy verilmesini istemelerini, görünüşte bir takım programatik koşullara ama aslında listelerde elverişli yerler için fiili bir pazarlık olarak ortaya çıkmaktadır.
Buradan EMEP, ÖDP, TKP, DSİP gibi partilere ve diğer sosyalist gruplara çağrı yapıyoruz. Elbette seçimlerde kendi görüşlerinizi yaymaya çalışacaksınız, bunu yapmanız gerekir; kendi adaylarınızı da gösterebilirsiniz. Bunlar için sizlere kimse bir şey diyemez. Ama şimdiden, onunla her hangi bir görüşme veya pazarlığa oturmadan, onun sizlere karşı tavrından bağımsız olarak, size verilecek oyların, demokrasi düşmanlarının, faşistlerin hanesine yazılmaması için HADEP’e oy verilmesini istemelisiniz. Adaylarınız kendilerine değil, kendilerine verilecek oyların gericiliğe hizmet ettiği yerlerde, yani fiilen bütün Türkiye’de, HADEP’e oy verilmesini istemelidirler. Hem de bunu, derhal, geciktirmeden yapmanız gerekir.
Ben Demir Küçükaydın, sosyalist partilere oy vermeyin diyorum. Onlara vereceğiniz oylar, gerici, ırkçı partilerin oyu olarak meclise girecektir. Bütün bu partiler karşısında HADEP’e oy veriniz. HADEP’in en tutarsız ve aptalca politikaları bile bu oy desteğinin geri alınması için bir neden oluşturmaz.
Bu yazıyı okuyan sosyalistleri de, bizim burada yaptığımız gibi, HADEP’e oy verilmesini; sosyalist partilere oy verilmemesini istemeye çağırıyoruz.
26 Ağustos 2002 Pazartesi

ÖDP’lilere ve ÖDP’ye Açık Mektup

1917’de Rusya’da Ekim’de devrim yapan, İşçi, Köylü ve Askerler, programlarının birinci maddesi olan barış çağrısını, sadece diğer ülkelerin emekçilerine değil, hükümetlerine de yapıyorlardı, çünkü ezilen geniş yığınların böyle bir çağrıya reaksiyon göstermesi ve bunun bir muhatap olarak yansıması aylar ve yıllar alabilirdi, barış çağrısı somut muhatapları olmadığı için, platonik bir çağrı olarak kalabilirdi. Barışın her gecikişi de binlerce insanın ölmesi, başka bin bir acılar içinde kıvranması anlamına gelirdi. Bu nedenle çağrı sadece diğer ulusların emekçilerine değil, aynı zamanda hükümetlerineydi.
 Bu nedenle bizim de bu açık mektubumuz sadece ÖDP’lilere değil, aynı zamanda bir kurum olarak ÖDP’ye, yönetim organlarına ve yöneticilerine. Çünkü zamanın hızlandığı, günlerin, haftaların giderek daha fazla önem kazandığı bir dönemden geçiyoruz.
Yine bu nedenle, ÖDP’nin sınıfsal, ideolojik, politik, taktiksel ve örgütsel yönelişlerine ilişkin söyleyeceğimiz ve zaten zaman zaman söylediğimiz bir çok eleştirimiz olmasına rağmen bu konulara da girmeyeceğiz. Şimdi bunların zamanı değil, bunlara ayıracak zaman ve enerji yok.
Örneğin, ÖDP Merkez Yürütme Kurulu’nun “Gerçekleşemeyen İttifakın Hikayesi” başlıklı uzun metninde anlatılan, olgular, çıkarsamalar ve bunların dayandıkları varsayımlar ve çelişkiler üzerine söylenecek çok şey olmasına rağmen bu konuya da girmiyoruz. Sorunu sadeleştirmek; ve ayrıntılar arasında kaybolup ağaçlardan ormanın görülemez olmasını engellemek için, tıpkı Orta Çağın Occam’lı William’ı gibi, bu sorunları bir ustura darbesiyle kesip atıyoruz.
ÖDP’nin bu metinde yazdıklarının ve yazdıklarından çıkardığı sonuçların hepsinin doğru olduğu var sayımından hareket ediyoruz. Yani ittifakın gerçekleşememesinin nedeninin tam da sizin dedikleriniz olduğunu var sayıyoruz:
Yani dediğiniz gibi: “HADEP Üçlünün Önemini Anlayamamıştır”; dediğiniz gibi: “Karar Dayatmayı Müzakere Metodu Olarak Seçmiştir”; dediğiniz gibi: “Devamlı Görüş Değiştirmiştir”; dediğiniz gibi: “Geniş Oy Tabanını Her Şey Kabul Etmiştir”; dediğiniz gibi: “Karşılıklı Güven Unsurunu Hafife Almıştır”; dediğiniz gibi: “Soldaki Ayrılıklardan Medet Ummuştur”; “Siyasette Ağabeyilik Yapmaya Kalmıştır”; “İttifak İçinde Bir de Blok Tuhaflığı Yapmıştır”; “ÖDP aleyhtarlığı” yapmıştır; “Projeyi Unutup Milletvekili Listelerine Gömülmüştür”. Bütün bu sözü edilen metinden aktarılan sonuçlar, eğer unuttuklarınız varsa, bunları da ekleyelim ve hepsinin doğru olduğunu var sayalım.
Bütün bunlar bir tek sonuçta toparlanabilir, HADEP ya da HADEP’le birlikte Bloğu Oluşturan partiler güvenilmez, yalpalayan, kararsız partnerlerdir.
Peki bu hükümden çıkarılması gereken politik sonuç nedir? Bu hükümden, ÖDP’nin ayrıca seçime girmesi ve kendine oy istemesi sonucu çıkar mı? Böyle bir sonuç çıkarmanın somut anlamı nedir? ÖDP’ye ve ÖDP’nin de istediği Türkiye’nin demokratikleşmesi; emekçilerin daha iyi koşullarda yaşaması; baskı ve keyfiliğin son bulması amacına hizmet eder mi böyle bir sonuç
Hayır!
Birincisi, barış hasıl kendisine karşı savaşılan bir güçle, yani düşmanla yapılırsa; ittifaklar da, çok başka gerekçelerle verili durumda çıkar ortaklığına girilmiş, güvenilmez, korkak, tutarsız partnerlerle yapılır. Eğer onlar sizin istediğiniz kalitelere sahip olsa, zaten sizin dışınızda bir ittifak partneri değil, sizin bütünlüğünüzün bir parçası olurlar.
Bir soruyu doğru sormak çözümün yarısıdır derler. Bu günün Türkiye’sinde doğru soru şudur: ÖDP’ye istenen ve verilen oylar mı yoksa Bloğa verilen oylar mı, ÖDP’nin de en azından resmen hedefi olan emek, barış ve demokrasiden yana güçlere güç verir?
Hiç kimse inkar edemez ki, DEHAP çatısı altında seçimlere giren bloğun, seçimlerde yüzde on barajını aşması, Türkiye’de gerçek bir politik deprem yaratır ve ezilenlerin mücadele azmi ve gücünü, bu günle kıyaslanmayacak bir düzeye yükseltir.
Bloğun yüzde onu aştığı veya aşma şansının olduğu, onun sansüre boğun basın tarafından bile itiraf ediliyor ve sansürün kendisi de bunun bir itirafı iken ÖDP’nin böyle bir şansı olabileceğini, en saf ÖDP’li bile iddia edemez.
Bu durumda, ÖDP’ye giden her oy, bu seçim sistemi nedeniyle, eğer blok barajı aşamaz ise, bloğun ve ÖDP’nin oylarının boşa gitmesine ve o oylarla, en gerici partilerin temsilcilerinin meclisi doldurmasına yol açacaktır.
Kendisiyle ittifak müzakereleri bile yaptığınıza; DEHAP’ın bu gün ittifak yaptıklarının çoğu, daha dün aynı parti safları içinde olanlar olduğuna göre, onlar sizce ne kadar tutarsız, kaypak ve güvenilmez olursa olsun, sizin için de onlar diğer partilerden farklı bir yerdedirler ve öyle olmaları gerekir.
En sıradan, kaypak, korkak, tutarsız Blok adayının bile, eğer kazanırsa, diğer partilerin en demokrat ve tutarlı adaylarından daha fazla demokratik, barış ve emekten yana tavırlar almayacağını söyleyebilir misiniz? Ve en kaypak, korkak, tutarsız blok adaylarının, seçilmeleri halinde, kendi bu niteliklerinden bağımsız olarak ezilenlerin mücadelesine muazzam bir atılım vereceğini inkar edebilir misiniz? Soru şudur? Yüzde onu aştığı takdirde yüz civarında Blok vekilinin içinde olduğu bir mecliste mi, yoksa bunların olmadığı mecliste mi Türkiye’nin emekçileri, Kürtleri, kadınları, diğer cinsel, ulusal veya inanç azınlıkları daha çok kendi haklarını duyurma ve koruma olanağı bulabilirler? Bu soruya cevabınız Evet ise, yapmanız gereken, oyların DEHAP çatısı altındaki Bloğa verilmesini istemektir. Bu ona karşı her türlü eleştiriyi yapmanızı engellemez, aksine gerektirir de.
Ama bunu yapmadığınız takdirde, sadece kendi oylarınızın değil, yüzde onu aşamama durumunda, Bloğa verilen oyların da karşı partilere gitmesine, böylece emekçilerin, barış ve demokrasiden yana olanların sesinin iyice kısılmasına da yol açacaksınız. Yani sorun sadece size verilen oyların gerici partilere gitmesi değil, daha düne kadar aynı partide bulunduğunuz veya aynı hapislerde yattığınız ve bir seçim bloğundan öte bir ittifak yapmaya değer gördüğünüz bir gücün yüzde on civarındaki oyunun  da sermaye partilerinin değirmenine akmasıdır.
Soru şudur: kendinize oy istemeniz mi yoksa oyların bloğa verilmesini istemeniz mi, ülkenizin, demokrasi ve refah yolunda daha ileri bir noktada olmasının; dolayısıyla bu değişimlerin itici gücü emekçilerin ve ezilenlerin moral ve mücadele azminin yükselişine hizmet eder.
Eğer buna cevabınız, ÖDP’ye verilen oyar buna daha fazla hizmet eder ise, buna söylenecek bir şey yoktur. Ama bu niye bir zamanlar ittifak arayışları içine girdiğiniz ve onların bir kısmıyla bir zamanlar nasıl olup da aynı örgütün çatısı altında bulunabildiğiniz gibi sorulara da yol açar.
Yok eğer, elbette Bloğun yüzde onu aşmasının ezilenlere, barış ve demokrasi mücadelesine güç vereceğini düşünüyorsanız. En sıradan, sizi en rahatsız eden Blok vekilinin bile, diğer partilerin en demokratından bin kere daha demokrat, emekçi ve barıştan yana oy kullanacağı gerçeğini kabul ediyorsanız yapmanız gereken ortadadır: Bloğa oy verilmesini talep etmek.
Bunun hukuki biçimi ne olur bilmiyoruz. Seçimlerden mi çekilirsiniz, biçimsel olarak katılır yasayı göz önüne alarak resmi bir açıklama yapmadan gayrı resmi olarak Bloğa oy verilmesini mi istersiniz? Bu biçimsel bir sorundur. Türkiye’nin insanları verilen mesajları kolayca anlarlar. Birkaç gün içinde kimsenin varlığından haberi bile olmayan DEHAP’ın en küçük bir kafa karışıklığına yol açmamış olması örnektir.
Elbette sizler nasıl bloğu güvenilmez buluyorsunuz, blok da sizi öyle görüyor. Ama emin olun, bu kararı verdiğinizde kimse size şimdiye kadar neredeydiniz diye sitem etmeyecek, kendince gördüğü tutarsızlıklarınızı yüzünüze vurmayacaktır, sadece bu cesur davranışınızdan dolayı bağrına basacaktır. Kafanızda bu yönde çekinceler varsa bunları bir yana atınız.
Siz de bu adımı attığınızda rahatladığınızı, hafiflediğinizi göreceksiniz. Büyük bir sorumluluğun yükünden kurtulacaksınız ve politik olarak tekrar bir etki ve gelecek kazanma şansı bulacaksınız. İnsanların hayatında da, politikada da en büyük tehlike hatlarla bütünleşmektir.
Kendine güvenenler, abdestinden emin olanlar, en güvenilmezlerle bile ittifaklar yapmaktan kaçınmazlar. Kendinize güveniyorsanız, “Gerçekleşemeyen İttifakın Hikayesi”nde söylediklerinizden çıkacak sonuç, blok için oy verilmesini istemeniz gerektiğidir.
Son bir not: Biz bu satırları yazarken, DEHAP’ın yüzde onu aşma ihtimali üzerine devreye sokulan onu seçime sokmama politik kararı belli değildi. Eğer böyle bir karar uygulanırsa, sizin de bunu protesto için seçimden çekilmenizi öneriyorum.
Ama daha önemlisi, bunu Yüksek Seçim Kurulu kararından önce, bu gün (Salı) ilan etmenizi ve o kararı etkilemeye çalışmanızı bekliyorum.
Şimdi acilen yapılması gereken budur. Hiç olmazsa bunu yapın. Yüksek Seçim Kurulu başkanının, kararın hukuki değil politik gerekçelerle verileceğini açıkça söylemesi sizi böyle ek bir görevle de karşı karşıya getirmiş bulunuyor.
15 Ekim 2002 Salı

İki Farklı ÖDP’li

Önce iki farklı kategoriden ÖDP üyesi veya destekçisinin Seçim İttifakı dolayısıyla Radikal’in İnternet sayfalarında tartışırken yazdıklarını aktaralım:
Birinci Kategoriye Birinci Örnek:
“ÖDP nire, HADEP nire?
Devrimci partiler ilkeleriyle vardir. Kürt milliyetçillerinin kuyruguna takilarak sol siyaset yapilamaz. Simdiye kadar böyle bir arayis zaten hataydi, zararin neresinden dönülürse kârdir. Bu meclise girilecekse ilkelerle girilir, bir-iki sandalye kapmak için degil.”
Birinci Kategoriye İkinci Örnek:
“Kürt Milliyetçiligi ve ÖDP
ÖDP, HADEP'le birlesmedi. Herkes çilgina döndü... Neden?
Neden!
Acaba sosyalist oldugu var sayilan bir ÖDP,Kürt milliyetçi partisine eklemlenmeli miydi? Sosyalistler; emekçiler ve onlarin dünyayi defalarca sarsmis mücadeleleri ,devrimleri ve görkemli bir okyanus gibi önümüzde duran tarihleri varken HADEP bardaginda bogulmalimiydilar.  Ne zamandan beri sosyalizm, kürt milliyetçiligi ile ölçülür oldu? Sosyalizm, kendini bu uyduruk mikro milliyetçiliklerden kurtarmadikça ne kendi halkindan saygi görür,ne de iki ayagi üzerine dogrulabilir.”
Biliyoruz ki ÖDP’nin içinde bu mektuplara yansıyan yaklaşımlar oldukça güçlü olarak temsil edilmektedir. Kürt ulusal hareketini “Mikro (minik) Milliyetçilik”le suçlayan ve böylece kendisinin zımnen “Makro (büyük) Milliyetçi” olduğunu söyleyen veya makro milliyetçiliği daha meşru ve anlaşılabilir gördüğünü ima eden, ezilen bir ulusun ulusal hareketini desteklemek gibi bir nosyondan yoksun olan bu anlayışlar bir istisna değildir ÖDP içinde. Biz kendimiz, üstelik de ÖDP’nin yönetici kadrosunda bulunan kimilerinin, resmi söyleme yansımasa da, Kürt ulusal hareketinden nasıl bir aşağılama ile söz ettiğini, bizzat bir çok kereler gördük ve duyduk.
Bir başka örnek de ÖDP sitesine giren bir devrimcinin uğradığı şokla yazdıkları. Bu gün şöyle bir e-mail geldi bir e-grup’a:
“Secim atmosferinin yasandigi bu son gunlerde biraz ODP nin website’ina goz atip formlarini okudum. Hatta kendi akilmca bir yazi yazip karinca kararinca bir destekte ben isteyeyim dedim.
Oraya yazacagim yaziya merhaba arkadaslar, diye baslayip devam etmistim. Hala onlarla paylasabilecek seylerimizin olup olamayacgini, falan tartimaya calisiyordum. Sonra gondermekten vazgectim, siteye goz attim. Ne kadar isabetli bir karar aldigimi anladim. Degil onlarla paylasilacak seyler, icimden arkadaslar, dostlar demek bile gelmedi. Hatta merhaba bile diyemedim.
Sitedeki secimle ilgili yazilarin cogunda DEHAP’in ne kadar milliyetci-irkci oldugu yaziliyor. Anlamadagim bir sey DEHAP bir kac hafta icerisindemi milliyetci-irkci oldu? Cizgisi, geldigi mirasi bilinmiyormuydu? O halde irkci oldugu bilinen bir hareketle nicin ittifak tartismalarina girdi bu adamlar?”
Birinci Kategori ÖDP’liler böyle.
Ama iyi biliyoruz ki ÖDP’liler sadece Birinci Kategori ÖDP’lilerden ibaret değildir. Örneğin aynı tartışmada, şöyle yazan ÖDP üyesi veya destekçileri de var.
Dayanisma mi? o da ne?
kuruldugu günden beri inandigim Ödp tarihi bir hata yapti. bunun nedenleri kesinlikle açiklanmali. Solu birlestirmek için kurulan bir partinin bu hallere düsmesi ne aci. konusup orta bir noktada bulusamadi mi bizim solcularimiz. bence ödp adindaki dayanisma kelimesini bir an önce çikarmali çünkü o partiye bu kelime hiç uymuyor.“
Sadece bunlar da değil, daha düne kadar ÖDP’nin içinde olan Sosyalist Demokrasi Partisi; Sosyalist Emek Hareketi, Toplumsal Özgürlük Platformu gibi parti ve gruplar bu gün DEHAP çatısı altındaki Emek, Barış ve Demokrasi Bloğunu desteklemektedirler ve bunun oluşmasını coşkuyla karşılamaktadırlar. Bu bile ÖDP içinde, ikinci kategoriden ÖDP’lilerin hala hiç de küçümsenmeyecek bir güç olduğunun bir kanıtıdır.
Bloğun dışında kalmasının bu kategoriden taraftarlar arasında, nasıl bir tepki ve memnuniyetsizliğe yol açtığının kanıtlarından biri, ÖDP Merkez Yürütme Kurulu’nun, “Gerçekleşemeyen İttifakın Hikayesi” başlığı altında, yayınlanan savunma ve bu suçun HADEP’de olduğunu kanıtlamaya yönelik metindir. Eğer ÖDP içinde geniş bir kesimde memnuniyetsizlik olmasa, dışındaki solu zaten küçük hatta “ayrıntı” görme ve muhatap kabul etmeme geleneğinin güçlü olduğu ÖDP MYK’sının böyle uzun bir metin hazırlaması ve altına imza koyması düşünülemezdi.
Aslında MYK’nın “Gerçekleşemeyen İttifakın Hikayesi” başlıklı karar-metni bir anlamda, yukarıdaki alıntılara yansıyan Birinci Kategoriden ÖDP’lilerin, İkinci Kategoriden ÖDP’lilerin tepkisini yatıştırma ve ikna çabasıdır.
Birinci Kategoriden ÖDP’lilerin Temeli
ÖDP dünyada ve Türkiye’de geriliğin ve gericiliğin zirvede olduğu bir dönemde kuruldu. Bir yanda, Duvarın ve Sovyetler Birliği’nin çökmesinin yarattığı, kapitalizmin tarihsel bir zafer kazandığı; gerici bir ideolojik iklimin egemen olduğu bir dünyanın; diğer yanda bu dönüşümün Türkiye’ye yansıması sonucu, ezilen Kürt ulusunun kurtuluş mücadelesinin bu gelişmeler sonucu tüm yedeklerini yitirdiği; Özel savaşın başını alıp gittiği; toplumsal çürümenin ve milliyetçiliğin toplumun tüm dokularını bir metastas yapmış bir kanser gibi sardığı bir Türkiye’nin ortamında kurulmuştur. Böyle bir dönemde kurulan bir partiye akanlar büyük ölçüde bu dönemin eğilimlerini, ön yargılarını da beraberlerinde o örgüte taşırlar.
Elbette bir parti böyle dönemde de kurulabilir. Ama böyle bir dönemde kurulmuş bir partinin temel görevli, hatta tarihsel işlevi, bu gericilik karşısında akıntıya karşı yüzmektir, bu da ideolojik saflık ve teorik mücadele demektir. ÖDP’de ise olmayan budur. ÖDP dönemin eğilimlerine karşı bir ideolojik mücadele kalesi olmak bir yana, bu eğilimlerin kendisini ifade ettiği bir örgüt olmuştur.
Örneğin ÖDP destekleyicisi ve üyesi birinin yukarıdaki alıntılarda olduğu gibi, Kürt Ulusal Hareketini, Özel Savaş Dairesi’nin sol versiyonlarının diliyle “Mikro Milliyetçilik” olarak tanımlaması ve ÖDP üye ve organlarından bu gibi ifadelere karşı hiçbir tepki gösterilmemesi – gerçekten devrimci ve enternasyonalist bir örgütte, böyle bir ifade, yangın alarmı anlamına gelir, ve derhal böyle görüşlerin Örgüt üyeliği ile bağdaşmayacağı kesin bir dille açıklanır – gerçeği, ÖDP’nin bizzat o gericilik eğilimlerinin veya en azından onlarla uzlaşmanın ifadesi olduğu anlamına gelir.
Birinci kategoriden ÖDP’lilere  söyleyecek bir sözümüz şimdilik olamaz.
Ama ikinci kategoriden ÖDP’lilere şunu sormadan edemeyeceğiz, niçin hala bu birinci kategoriden ÖDP’lilerle hala aynı çatıyı paylaşıyorlar? Aynı çatıyı paylaşsalar bile onlarla aralarına niçin açıkça mesafe koymuyorlar.
Bu onlar karşısında susarak onlara teslimiyet anlamına gelmez mi?
*
Bundan sonra ÖDP’ye karşı tavrı da gözden geçirmek gerekiyor. ÖDP artık, bir sosyalist olarak eleştirilmemeli. Orta sınıfların partisi olarak ele alınmalı ve tıpkı bir CHP veya SHP’ye yaklaşıldığı gibi yaklaşılmalı. Onlarla artık prensipler üzerine tartışmalar anlamsız. Onlar var olan bir nesnel eğilimin yansıması olarak ele alınmalı ve prensip üzerine tartışmanın yerini pratik ve taktik esneklikler almalı.
ÖDP’nin biteceği sanılmamalı. Son durumu onu sosyalistler içinde tecrit etmiştir ama, devrimci kabarış bütün politik söylemde bir sola kaymaya yol açar. Böyle sola kayma durumunda, ÖDP, sosyal demokratların istediği sol söylemi onlara kolaylıkla sağlayabilir.
31 Ekim 2002 Perşembe


Hiç yorum yok: