Değerli Arkadaşlar,
Aşağıdaki Mektuba bir E-mail grubunda rastladım. Bu mektup,
direnişlerin özünü ve somut olarak ifade edilmemiş en temel hedeflerinden
birini son derece somut olarak gerçek bir olay üzerinden anlatmaktadır.
Bu mektup, demokratik bir ülkede vatandaşın hakkı ile
polisin görevini son derece özlü olarak ifade etmektedir.
Hem demokrasiye sahiplenen ve demokrat ve modern bir yurttaş
anlayışının oluşması için; hem bugünkü keyfi ve devleti yurttaşlardan üstün
gören cihazın parçalanıp, yurttaşların üzerinde yükselmeyen, onlara hizmet eden
bir devlet cihazının örgütlenmesi gerekliliği
hedefinin tanımlanması için somut ve anlaşılır bir örnek olduğu inancındayım.
Bu metnin, demokratik özlemleri dile getiren “Gezi Parkı”
direnişçilerinin amaçlarının birinci maddesi olarak kabul edilmesini
öneriyorum.
Elbette bizler şekilsiz bir bütünüz, (iyiki de öyleyiz) bu
nedenle oturup bürokratik bir mekanizmayla bunu ortak birinci amacımız olarak
kabul edip etmeme yönünde bir karar alamayız. Ama şimdiye kadar direnişimizi
kendiliğinden ve el yordamıyla örgütlediğimiz yöntemle, bu bildiriyi 1 nolu
amaç bildirimiz olarak seçebiliriz.
Bunun için
yapacağımız, bu bildiriye katıldığımızı belirtip, tanıdıklarımıza dostlarımıza
ve sosyal medyaya yönlendirebilir onlardan da aynısını yapmalarını
isteyebiliriz. Aynısını küçük masalarda imzalar açarak sosyal medyada da
yapabiliriz.
Böylece kendiliğinden, oylamasız ama en demokratik oylamadan
daha demokratik bir biçimde, ama bu mektubun bizlerin özlem ve eğilimlerini
yansıttığını herkese duyurabiliriz.
Böylece amaçlarımızı er demokratik bir şekilde adım adım
şekillendirebiliriz. Onlara sistematik bir bütünlük kazandırabiliriz.
Bir ülkenin demokratik olması için önce yurttaşların
demokrat olması ve demokrasiye sahip çıkıp onu savunması gerekir.
İlk adımı böyle atabiliriz.
Bu bir başlangıç olabilir ve denemeye değer.
Desteklenmesi ve yayılması dileğiyle
Tüm demokrasi özlemli direnişçilere sevgiyle
Demir Küçükaydın
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
İnternette tesadüfen
rastladığım Bülent Atamer imzalı aşağıdaki mektupta dile gelen anlayışı kendi özlemlerimin bir ifadesi olarak görüyor
ve bunu herkese duyuruyorum
Demir Küçükaydın.
5 Haziran 2013
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sevgili arkadaşlar,
31.Mayıs.2013 Ankara, Saat 12:35 Atatürk Bulvarının Kenediye bağlandığı köşeye 100m güney. Eşim ile birlikte yoldayız. Kenediden bulvara çıkıp da evimize gidemediğimiz için Vakıfbank otoparkından bulvara çıkıyoruz. Hemen caddeye çıktığımız noktada dört kişiye rastlıyoruz. Biraz aşağıda polisin köşede sürekli gaz sıktığını, Kızılay yönüne gideceksek taksiye binmemizi salık veriyorlar. Tam o sırada yanımızda Kavaklı yönünden aşağı doğru inen kamyon gibi bir araç duruyor, penceresinden bir polis sarkıyor ve ne yaptığımızı soruyor. "Protesto" diye sesleniyorum.
"Bu soruyu bana ne hakla soruyor, ona ne" diye düşünmeye hem fırsat bulamıyorum hem de gerek duymuyorum.
O da beni derhal yargılıyor ve hüküm veriyor: biber gazı ve basınçlı su cezasına mahkumiyet. Ne haddine bu memurun. Benim de katılımımla oluşan kamu kaynaklarından yaşamını sağlayan bu kişi beni zehirlemek için mi görevlendirilmiş. Bu yetkiyi ona hangi amiri vermiş, emniyet amiri, hangi vali vermiş, hangi bakan vermiş. Benim gecenin bir saatinde sokakta güvenle dolaşmamı sağlamak değil mi onların görevi? Başka ne işleri var ki bunların; ne hakları var beni yargılamaya ve kendilerince karar vermeye? İşleri bu değil ki. Bu haddini bilmez polisin amiri olan valisi ve içişleri bakanı dahil hiçbirisi beni gece 12:35'de yargılayıp da cezalandırma yetkisine sahip değil ki, ben kendilerine bu yetkiyi vermedim ki. Bunlar bana hizmet etmek için varlar. Bana gece yarısında gaz sıkmak için değil.
Kaldı ki, ben bir yurttaş olarak İstanbul belediyesince ve hükümetçe girişilen, yurttaş duyarlılığını yok varsayan, imar ve kar hırsının ürünü olarak algıladığım, Taksimi ticarileştirme projesine itirazen Ankara'daki protestonun bir katılımcısı olamaz mıyım? Bu haliyle artık iyi bir yurttaş olma imkanını kayıp mı etmiş oluyorum?
Aracın plakasını ve memurun yaka numarasını almaya niyetleniyorum, arabanın arkasına bakıyorum, plakası yok, ya kaçak ya da devlet benden gizliyor. Memur zaten aşağı inmeye cesaret edemiyor ki yakasına ve numarasına bakayım. Bu aracın ruhsatı kimin üzerine, vali mi , emniyet müdürü mü hangisi, yoksa İçişleri bakanı mı, hangisi. Bu memlekette plakasız araç kullanılabileceğine ilişkin bir karar verdiğimizi hatırlamıyorum. Bu suçu kim işliyor acaba? Hiçbirisine beni temsil yetkisi vermiyorum artık, geri alıyorum yetkilerini. Onları yok sayıyorum.
Onlar karımla beni gecenin bir saatinde evime dönmek için sokaktayken kendilerine tehdit olarak görüp hadleri olmadan bana ceza veriyorlarlarsa ben de bu yetkiyi onlara verenlerden de, onları böyle bir insiyatif kullanma konusunda cesaretlendirenlerden de şikayetçiyim ve onlara beni yönetme yetkisi vermiyorum.
Bu gece Ankara'da hoş başladı, kötü devam etti, sonu ne olacak bilmiyorum.
Konuyla ilgili T.C KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU'na 1235 başvuru numarasıyla başvurumu yaptım.
Başka ne yapabilirim?
Bülent Atamer
31.Mayıs.2013 Ankara, Saat 12:35 Atatürk Bulvarının Kenediye bağlandığı köşeye 100m güney. Eşim ile birlikte yoldayız. Kenediden bulvara çıkıp da evimize gidemediğimiz için Vakıfbank otoparkından bulvara çıkıyoruz. Hemen caddeye çıktığımız noktada dört kişiye rastlıyoruz. Biraz aşağıda polisin köşede sürekli gaz sıktığını, Kızılay yönüne gideceksek taksiye binmemizi salık veriyorlar. Tam o sırada yanımızda Kavaklı yönünden aşağı doğru inen kamyon gibi bir araç duruyor, penceresinden bir polis sarkıyor ve ne yaptığımızı soruyor. "Protesto" diye sesleniyorum.
"Bu soruyu bana ne hakla soruyor, ona ne" diye düşünmeye hem fırsat bulamıyorum hem de gerek duymuyorum.
O da beni derhal yargılıyor ve hüküm veriyor: biber gazı ve basınçlı su cezasına mahkumiyet. Ne haddine bu memurun. Benim de katılımımla oluşan kamu kaynaklarından yaşamını sağlayan bu kişi beni zehirlemek için mi görevlendirilmiş. Bu yetkiyi ona hangi amiri vermiş, emniyet amiri, hangi vali vermiş, hangi bakan vermiş. Benim gecenin bir saatinde sokakta güvenle dolaşmamı sağlamak değil mi onların görevi? Başka ne işleri var ki bunların; ne hakları var beni yargılamaya ve kendilerince karar vermeye? İşleri bu değil ki. Bu haddini bilmez polisin amiri olan valisi ve içişleri bakanı dahil hiçbirisi beni gece 12:35'de yargılayıp da cezalandırma yetkisine sahip değil ki, ben kendilerine bu yetkiyi vermedim ki. Bunlar bana hizmet etmek için varlar. Bana gece yarısında gaz sıkmak için değil.
Kaldı ki, ben bir yurttaş olarak İstanbul belediyesince ve hükümetçe girişilen, yurttaş duyarlılığını yok varsayan, imar ve kar hırsının ürünü olarak algıladığım, Taksimi ticarileştirme projesine itirazen Ankara'daki protestonun bir katılımcısı olamaz mıyım? Bu haliyle artık iyi bir yurttaş olma imkanını kayıp mı etmiş oluyorum?
Aracın plakasını ve memurun yaka numarasını almaya niyetleniyorum, arabanın arkasına bakıyorum, plakası yok, ya kaçak ya da devlet benden gizliyor. Memur zaten aşağı inmeye cesaret edemiyor ki yakasına ve numarasına bakayım. Bu aracın ruhsatı kimin üzerine, vali mi , emniyet müdürü mü hangisi, yoksa İçişleri bakanı mı, hangisi. Bu memlekette plakasız araç kullanılabileceğine ilişkin bir karar verdiğimizi hatırlamıyorum. Bu suçu kim işliyor acaba? Hiçbirisine beni temsil yetkisi vermiyorum artık, geri alıyorum yetkilerini. Onları yok sayıyorum.
Onlar karımla beni gecenin bir saatinde evime dönmek için sokaktayken kendilerine tehdit olarak görüp hadleri olmadan bana ceza veriyorlarlarsa ben de bu yetkiyi onlara verenlerden de, onları böyle bir insiyatif kullanma konusunda cesaretlendirenlerden de şikayetçiyim ve onlara beni yönetme yetkisi vermiyorum.
Bu gece Ankara'da hoş başladı, kötü devam etti, sonu ne olacak bilmiyorum.
Konuyla ilgili T.C KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU'na 1235 başvuru numarasıyla başvurumu yaptım.
Başka ne yapabilirim?
Bülent Atamer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder