“Vardım, varım, var olacağım!”
14 Ocak 1919 - Rosa Luxemburg
Spartakist ayaklanmasının bastırılmasından sonra ve daha sonra Hitler’in faşist kıtalarının ilk tohumları olan “Freikorps”larca öldürülmesinden bir gün önce, Rosa Luxemburg, yukarıdaki satırlarla son veriyordu son yazısına.
Gezi Parkı Direnişi’yle Türkiye’nin tarihinde görülmemiş ölçüde kitlelerin sokağa çıkışı, planlanmamış, kendiliğinden bir isyandı. Herkesi ve kendisini bile hazırlıksız yakalamıştı. Rosa’nın kehanetine uygun olarak, Devrim’in “Vardım, varım, var olacağım!” diyerek ayağa kalkışından başka bir şey değildi.
Yenilgiye mahkûmdu. Sadece hazırlıksız olduğu için değil, İsyan’la oynanmayacağını bilmediği için. Çünkü hafızanın yitirildiği bir dönemde, toplumsal mücadeleler tarihinin derslerini bilmeyen bir kuşakça, çocuksu bir saflıkla gerçekleşmişti.
Marks, savaş ve politika gibi isyanı da bi “sanat” olarak tanımlamıştı, onun, fırtınalı bir denizde her an değişen koşullar içinde ilerleyişinin zorluğunu ve yaratıcılık gerektirdiğini vurgulamak için.
Her hangi bir isyanın başarısının bir tek değişmez ilkesi vardır: Hücum, hücum, hücum!..
İsyan’la oynanmamalıdır. Ama bir kez başladı mı sonuna kadar gidilmelidir.
Durmak, tereddüt, savunmaya çekilmek bir isyanın ölüm fermanıdır.
Bu harekette ise, curetli olan ve ardı ardına hücum eden, hükümetti.
Kendiliğinden hareket kendini Taksim Gezi parkının şenlikli ortamına kapatıp, başka bir toplumu orada kurmak hayallerine kaptırdığı an, kendi idam fermanını kendisi vermişti. Ne örgütlenme, ne toplumsal tabanını genişletme, ne karşı tarafı bölme, tereddütte bırakma, ne birbiri ardınca politik hücumlarla karşı tarafı sersemletme gibi bir sorunu olmuştu.
*
Şimdi İstanbul ve Türkiye’nin sokaklarında süren çatışmalar artçı savaşları savaşlarıdır.
Birkaç güne kadar şimdi Erdoğan’ın hızlı bir şekilde örgütlediği hazır kıtaların terörü; polisin kitlesel tutuklamaları, en masum fikirlerin ifadesinin birer isyan suçuna dönüştüğü ve cazalandırıldığı dönemler başlayacaktır.
Liberaller, bunları yapan hükümeti değil, büyük efendiyi kızdırdıkları için insan ve yurttaş olarak haklarını kullananları suçlamaya başlayacaklardır.
Her zaman olduğu gibi, yine sosyalistler ve sol gruplar birer günah tekesi olarak herkesin ortak suçlayıcı oklarının hedefi ve günah tekesi olacaklardır.
*
Ama bütün bunlara bu yüksek bedellere rağmen değerdi.
Tarih bir yenilgiler dizisinden başka nedir ki?
Bu yazının başındaki sözlerle biten son yazısına şu sözlerle başlıyordu Rosa:
“Modern devrimlerin ve sosyalizmin tüm tarihi bize neyi gösteriyor? Avrupa’da sınıf mücadelesinin ilk parlaması, Lyon’daki ipek dokumacılarının 1831’deki ayaklanması ağır bir yenilgiyle sonuçlandı; İngiltere’deki çartist hareket de bir yenilgi ile sonuçlandı. Paris işçilerinin 1848 Haziran günlerindeki ayaklanması ezici bir yenilgiyle sonuçlandı. Bütün sosyalizmin yolu –eğer devrimci mücadeleleri dikkate alırsak– bir sürü yenilgi ile doludur.
Ama yine aynı tarih, bizi kaçınılmaz olarak adım adım zafere götürmektedir! Bu “yenilgiler”; kendilerinden tarihi deneyimi, bilgiyi, gücü, idealizmi kazandığımız, bu yenilgiler olmasa idi bugün nerede olurduk? Bugün proleter sınıf mücadelesinin dolaysız olarak en son kavgasının eşiğinde bulunduğumuz şu anda, tam da bu yenilgilere dayanıyoruz. Her biri bizim gücümüzün ve amaç berraklığımızın birer parçası olan, bu “yenilgilerin” hiç birini bile yitirmek istemeyiz”
Ama yine aynı tarih, bizi kaçınılmaz olarak adım adım zafere götürmektedir! Bu “yenilgiler”; kendilerinden tarihi deneyimi, bilgiyi, gücü, idealizmi kazandığımız, bu yenilgiler olmasa idi bugün nerede olurduk? Bugün proleter sınıf mücadelesinin dolaysız olarak en son kavgasının eşiğinde bulunduğumuz şu anda, tam da bu yenilgilere dayanıyoruz. Her biri bizim gücümüzün ve amaç berraklığımızın birer parçası olan, bu “yenilgilerin” hiç birini bile yitirmek istemeyiz”
Bu yenilgi de yitirilmek istenmeyecek, özlemle anılacak bir yenilgi olacaktır.
*
Devrimler, zafer şerbetlerini cellatlarının elinden içerler.
Yenilgideki ilk zaferini şimdiden kazanıyor bile.
Erdoğan, taraftarlarına her yeri Türk bayrağıyla donatmalarını istedi.
O Türk bayrağı ki, şimdiye kadar Ergenekoncuların ve Kemalistlerin bayrağıydı. Onların bayrağını aldı ve bu bayrağın bir devrime değil, ancak bir karşı devrime bayrak olabileceğini kanıtladı. Bu devrime sızmış ama hiçbir yankı bulamadığı için etkisiz kalmış Ergenekoncuları ve Kemalistleri bayraksız bırakıyor; hatta kendi safına çağırıyor.
Onun olsun.
Devrimin tabanını genişletememesinin, ileri gidememesinin en büyük sorumlusuydu o bayrak ve semboller.
Devrim, onu Kürtlerin sembolleri veya bayrağıyla eşit duruma getiremediği için, Türklüğü bir takım taraftarlığı gibi Kürtlükle bir arada tutabilecek cesareti gösteremediği için, ilerleyecek gücü bulamamıştı. Türk bayrağı, Kürtleri ve Erdoğan’a oy veren yoksulları uzak tutmuştu devrimci kabarıştan.
Böylece Erdoğan zaferi kazandığı an devrimi ayağına pranga olmuş bu ağır yükten kurtarıyor.
Türk bayrağını kaybetmesi devrimin ilk ve en büyük kazancıdır.
Yenilmiş devrim cellâdının elinden ilk zafer şerbetini içmiş olacaktır.
*
Mutatis mutandis, gerekli değişiklikler yapıldığında, Sosyal Demokrat Parti yerine AK Parti yazılarak aşağıdaki satırlar okunabilir yine Rosa’nın yazısından:
“Bu bağlamda devrim mücadeleleri, parlamenter mücadelelerin tam karşıtıdır. Biz Almanya’da dört onyıl içinde bir sürü “parlamenter” “zafer” kazandık; nerde ise zaferden zafere koştuk diyebiliriz. (AKP’nin 10 küsur yıllık iktidarı göz önüne getirilsin) Ama sonuç, 4 Ağustos 1914’teki (31 Mayıs 2013’teki) büyük tarihsel provada yıkıcı bir siyasi ve ahlaki yenilgi, duyulmamış bir yıkım, eşi olmayan bir iflas oldu. (Bugünkü siyasi ve ahlaki yenilgi göz önüne getirilsin) Devrimler bize şimdiye dek yalnızca yenilgiler getirdi; ama bu kaçınılmaz yenilgilerle gelecekteki nihai zaferimizin garantisi üzerine garantiler birikiyor.
*
Ve devam ediyor Rosa:
“Ama bir koşulla! Sözkonusu olan yenilginin hangi durumlarda ortaya çıktığı sorgulanmalı: Bu yenilgi, ileri atılan kitlelerin devrimci enerjisinin tarihi önşartlarının yeterince olgunlaşmamış olmasının engeline çarpması sonucu mu; yoksa devrimci eylemin kendisinin kararsızlığı, güdüklüğü, yani kendi iç zaafları sonucu felce uğramasından dolayı mı ortaya çıkmıştır?”
(…)
(…)
“Yukardaki tarihi sorunun ışığında, “Spartaküs haftası” adı verilen (“Gezi Parkı’nın iki haftası” gibi) yenilgi nasıl görülmektedir? Bu ileri atılan devrimci enerji ile, durumun yetersiz olgunluğu (arasındaki çelişme /ÇN) sonucu mu, yoksa eylemin zaafları ve tutarsızlıkları sonucu mu (olan bir yenilgidir /ÇN)?
İkisi de.”
İkisi de.”
Bu isyanda ise.
Tarihsel koşullar aşırı olgundu ve olgundur.
Bir önderliğin ihanetinden değil, saflığı ve naifliğinden yenilmiştir.
Çünkü insanlık 19 ve 20. Yüzyıllarda kat ettiği yolu, şimdi dizleri üzerinde kat etmek zorundadır.
Demir Küçükaydın
17 Haziran 2013 Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder